Afet bölgesinde Mor Dayanışma'nın yürüttüğü çalışmalar

-
Aa
+
a
a
a

Mor Dayanışma'dan İrem Kayıkçı'yla depremin ilk gününden itibaren yürütülen, oldukça aktif çalışmalarını konuşuyoruz.

Fotograf: Mor Dayanışma
Fotograf: Mor Dayanışma
Afet bölgesinde Mor Dayanışmanın yürüttüğü çalışmalar
 

Afet bölgesinde Mor Dayanışmanın yürüttüğü çalışmalar

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)

Yağmur Yıldırım: Altın Saatler’in özel yayını devam etmekte. Gürhan Ertür, Elvan Cantekin, Argun Yum ve Nuray Aydın ile birlikteyiz. Bir söyleşi gerçekleştireceğiz bu ilk yarıda. 

Mor Dayanışma'dan İrem Kayıkçı'ya telefonla bağlanıyoruz. Merhaba İrem. Hoş geldin. Ben kısaca tanıtayım: Mor Dayanışma 2013 yılında Antakya'da kuruldu. Kürtaj karşıtı protestolar ve Gezi’nin ardından oldukça aktif bir örgütlenmeyle Türkiye'nin her yerine yayılan bağımsız bir feminist inisiyatif olarak dernek çalışmalarınıza devam ediyordunuz. Depremin ilk gününden itibaren oldukça aktif çalışmalar yürütüyorsunuz. Sen oradaydın. Henüz döndün. Oldukça yoğun günler geçirdin. Dinleyicilere vakit ayırıp, yapacağınız ve yaptığınız çalışmaları paylaşacağınız için şimdiden çok teşekkürler. Nasıl örgütlendiniz, nasıl oraya gittiniz? İzlenimlerin neler? Sonrasında neler var bu konuyla ilgili yapılması gereken? Özellikle kadınların ihtiyaçları özelinde bu afet meselesi toplumsal cinsiyet temelli nasıl yeni adaletsizlikler doğuruyor? Ne yaşanıyor? 

İrem Kayıkçı: Teşekkürler. Herkesin emeğine sağlık. İlk günden itibaren oraya gittik. Çünkü bu sadece “işte bir deprem olmuş, hadi bir görünelim” falan gibi bir durum değildi. Çünkü aslında 2013 ten bu yana mahalle mahalle, yerelde örgütlenen bir kadın örgütü olarak aslında oraları en çok bizler biliyoruz. Tabii ki sadece burada, Antakya'da kurulduğumuz için olan bir şey değil bu. İstanbul'da da afet olacak olsa nasıl yapacağımızı dair şimdiden kafa yoruyoruz. Bu mahallelerde, yerelde kadınlara çabucak ulaşmaya dair de bu tecrübelerle aslında hızlıca hareket edebilmiş olduk. Van depremini gördük. İzmir depremini gördük. İzmir depreminde özellikle kadınları gözettiğimiz tecrübelerimiz oldu. Tabii ki ve ne yazık ki başka başka tecrübelerle de artık oraya vardığımızda, bu seferki depremin hem şiddeti hem de on küsür ili etkilemesi, beraberinde zaten ciddi bir devlet krizi, devlet zaafiyeti yani AFAD'ından, Kızılay'ına her şeyine kadar olan bir koordinasyonsuzluğun ilk sabahtan itibaren aslında tüm halkı, tabii ki tüm bölge halkını ama en çok da kadınları çocukları LGBT+ bireyleri, hastaları etkileyeceğini düşündük. Bu yüzden de biz sabahtan hemen tırları, kamyonları falan hazırlamaya başladık. En çok tabii ki kadınların, çocukların ihtiyaçlarını giderecek yardımları organize etmeye çalışarak gecesinde bölgeye doğru çıkmış olduk. 

Y.Y.: Ayrıca bir iki yemek karavanıyla değil mi? Araya giriyorum. Özür dilerim. Hemen ilk gününden bahsediyorsun. 

İ.K.: Evet evet aynen. Yani sabahında, dört on yedide deprem oldu. Biz en geç saat beşe kadar herkese ulaşmaya çalışıyorduk ki şebeke yok, bir şey yok. Çoğumuzun da aslında tanıdıkları, sevdikleri burada. Haber de alamazken ya da parça parça aldıktan sonra dedi ki: “tamam saat çok hızlı ilerliyor ve yıkım inanılmaz. Saatten saate, dakikadan dakikaya büyüyor. Hemen çıkıyoruz” dedik. Gün içinde sadece aslında ihtiyaçlara konsantre olduk, daha çok kriz durumundaki ihtiyaçları belirlemiş olduk.

Bu şekilde Antakya'ya doğru çıktık. Geceleyin oraya vardık diye söyleyelim. Ki zaten İskenderun falan geçidinden sonra karanlığa gömülmüş bir Antakya düşünün. Bilenleriniz de vardır: Koca bir ova. Ama zaten hiçbir şey göremiyorsunuz. İnanılmaz travmatik. Durduruluyoruz, yolumuz kesiliyor sürekli. Çünkü ne getirdiniz? Jeneratör mü? Su mu? Benzin mi? Hiçbir şey yok ve saatler geçmiş, ki düşünün bunlar ilk saatleri. Daha sonraki saatler için daha kötü şeyler söylemek zorunda kalacağım. Bu şekilde Antakya'nın içine zaten giremiyordunuz. Giremedik. Ve çevre yolundan, Harbiye, Samandağ arası bir kavşak var ve orada durup Mor Dayanışma'dan, lubunya arkadaşlardan da destek alarak oraya gitmesi gereken yemek karavanlarını ve tırın bir kısmını oraya öndermiş olduk. Işte kedi, köpek mamasını da, diğer şeyleri de ufak bir pikapla yolladık. Ve biz Samandağ yoluna doğru devam ettik. Tabii ki hemen varamadık. Yollar kırılmış, çatlamış. Ama tabii ki gün içerisinde de, Antakya Samandağı arasında düşünün, hangi mahallelerden hangi kadınlara ulaşabildiysek hep ihtiyacı öğrendik. Mesela Konyalı Mahallesi'nde iki üç kadınla konuşmuştuk. Çocukları var ve saatlerdir açlar. Birkaç yerde durarak onlara arabada olanlardan parça parça gıda, mama verebildik. Az insan da olsa iyi hissettikleri bir durumdu. Battaniyeler falan verdik. Daha sonra Samandağ ovasına doğru devam ederek sabaha karşı üç civarında oraya vardık. Tabii ki şehre hemen girmedik. Giremedik. Çünkü tamamen en azından merkez açısından yerle bir olmuştu. Yerle bir olan bir mahalle de benim mahallem bir yandan . Ben Samandağ Atatürk Mahallesi'ndenim. Durum değerlendirdik ve tırı da yolları da yani riske atamayız, çok tehlikeli dedik ve bekledik. Bekliyorsunuz. Biri sizi yönlendirecek, şehre doğru bu yollar güvenli, buradan geçin, buradan götürün falan diye. Hiçbir şey yok. Yani bu zaten en baştan başlayan bir mevzuydu. Ki biz İstanbul'dan çıktık. Önce su depoladık. Bir sürü şeyi yoldan topladık. Ayrı ayrı illerden ve İstanbul'dan da. Ankara'dan sonra zaten direkt yakıt krizi başladı. Yani yakıt yok. Bunu da depolamaya çalışarak gitmeye çalıştık. Adana'dan sonrası daha büyük bir kaos. Antakya, artık Antakya merkezden sonrası daha akut bir şeye dönüştü. Bu yüzden de günün aydınlanmasını bekledik. İki üç saat sonrasında gördüklerimiz aslında bizi yolda gören, oraya ilk giden nadir ekiplerden kişiler, gönüllüler, yani oraya gelen tırlar kamyonlar sadece illerden ilçelerden, derneklerden, solcu ekiplerden devrimcilerden gelen yardımlar. İlk ulaşanlar onlardı. Biz de onlardan bir tanesiyiz. Arapça'da konuştuğum için diyaloğa girdik hemen. Dedim ki biz en çok kadınlara çocuklara doğru gideceğiz. Hemen, ilk hedef onların ihtiyaçlarını verelim. Işte sedyeler, battaniyeler, kıyafetler bu bu şekilde aslında yolda bile başlamıştık. Sonrasında baktık ki bizi de, o tırı da doğru düzgün yönlendirecek hiç kimse yok. O zaman dedik gideceğiz artık ve işte Samandağ merkezden de olan, yerel halktan da olan tanıdıklardan, kadınlardan bizi yönlendirmelerini istedik. Ve bu şekilde aslında şehre, ilçenin içine girmiş olduk yeniden.

“Orada bir kadın dayanışma çadırı kurulmuş, kadın dayanışma noktası var, kadın çadırları var, kadınlar ilgileniyor bizlerle; Onlara anlatabiliriz”

Y.Y.: İlk günler böyle bu özellikle koordinasyonun çok büyük bir problem olduğu, yollara girilemediği, bu tek elde toplanmış olan koordinasyonun işlemesiyle ilgili sıkıntılar oldu. Bunlar çok büyük problemler doğurdu. Sizin avantajınız yereli biliyorsunuz, yerelde örgütlüsünüz. Oradaki insanlara erişiminiz var. Bu bir avantaj oldu diye anlıyorum ki siz sonrasında çok hızlı bir şekilde bir mor çadır kurdunuz ve orada ihtiyaçları geçici barınma alanları sağlanmadan önce dahi karşılayabiliyordunuz. Hızlıca, depremin ikinci, üçüncü gününden itibaren nasıl bu mor çadırı kurdunuz ve o sıradaki ihtiyaçlar nelerdi? 

İ.K.: İlki tabii ki örgütlü olmanın bilinci ve gücüydü. Bu çok önemli. Çünkü ihtiyaçları hemen tespit edebilmek, hemen irtibat kurabilmek, hemen organize olabilmek, hemen gidebilmek... Bu tabii ki il dışından olan bir şeydi, bu bir. Ama tabii ki tamamen de aslında o kadın dayanışma ağına sahip olabilmek... Yani birçok kadına ulaştık, ulaşmışız. Yıllardır zaten oralarda da o mekanizmalarımız var. Onu da harekete geçirerek aslında hızlıca adım atmış olduk. Ki hızlıca dediğim, aslında tabii ki ilk günler olamadık. Çadırlarla gitmiştik bu arada. İlk günden oradaydık ama iki buçuk gün sonra anca biz dedik ki “tamam, artık koyuyoruz çadırı”. Çünkü ilk üç gün boyunca insanlar yağmurda, çamurda kaldılar. En azından kreş hizmetini karşılayabiliriz. Yani soğuktan korumak için, gıda için, mama için, ısınma için. Bunlardan sonrasında gördük ki bu çok uzun verimli bir şey olacak. Çünkü görüyorsunuz yani yıkım var. Binalar yok olmuş. Hiçbir yardım gelmiyor. Ve dedik ki bu süreci başlatıyoruz. Ilk kadın dayanışma noktamızı kurduk, dedi ki “biz buradayız”. Hem biz yanınıza geliyoruz hem de siz bize gelin. Kurduğumuz alan Atatürk mahallesi yeni parkta, çok merkezi de bir yerde. Görülebilen de bir yerde. Antakya'da böyle dikili bir yere dönüştü. Antakya'da aslında çok uzak yerlerden de mahallelerden de girişler başladı. Karaköse, Yayladağı, Hıdır Bey, Yoğunoluk çok uzaktır. Ama herkes diyor ki “aaa orada bir kadın dayanışma çadırı kurulmuş, kadın dayanışma noktası var ve kadın çadırları var”. “Kadınlar ilgileniyor bizlerle, Onlara anlatabiliriz, onlara gidelim, onlardan alalım ya da onlar bize getirsinler” diye düşündükleri bir alan büyüdü. 

Y.Y.: Bu anlamda güvenli bir alan yarattığınızı söylememiz gerekiyor ki bu çok önemli. Pek çok yerde pek çok farklı söyleşide de bahsedildi. Özellikle kadınların güvende hissetmesinin psikolojik ilk yardımının çok önemli olması, hijyen ihtiyaçlarının karşılanmasının aciliyeti... Bu anlamda aslında çok hayati bir müdahalede bulunduğunuz söylenebilir değil mi ilk haftadan itibaren? 

İ.K.: Evet kesinlikle. 

Y.Y.: Peki, bir yandan da haberler gelmeye devam ediyor. Biraz daha geçici barınma alanlarında, çadırlarda kalmaya başladı insanlar. İlk şokunda ardından biraz daha fazla insan artık çadırlarına yerleşmekte ki hâlâ ihtiyaç var. (Bugün 22.02.2023) öyle görünüyor ki özellikle tuvaletlere erişimle ilgili sorunların, hijyen malzemelerine erişim sorunlarının hâlâ devam ettiğine dair haberler geliyor. Bunlarla ilgili neler oluyor ve kısa vadede, uzun vadede özellikle feminist bir yaklaşımla neler yapılması gerekiyor? Çünkü hâlâ ihtiyaçlar devam ediyor. Şu anda özellikle kadınların, kadın+ bireylerin, LGBTİ+ bireylerin ihtiyaçları neler? Siz nasıl destek veriyorsunuz? 

İ.K.: Öncelikle mahalleyi, yereli bilen insanların güçlenmesine, onların bilincine güvenmek çok önemli. Bu zaten aslında dışarıdan bir bilinçle ya da devletin dayatmasıyla asla çözülemeyecek ve bilinemeyecek bir durum. Mesela koyulan o konteynırlar, çadırlar dip dibe yapılmış. Günler sonrasında artık şehrin kapasitesi de yetmeyecek. Bu kadar çok yalıtık, bu kadar çok güvensiz alanlara mı insanları çağıracaksınız? Buranın dahi güvenli bir alan olduğunu söylemeden, güvenli alanı sağlamadan sadece dayatmayla çağıracağınız bir alan olmamalı. Bunu görmemiz gerekiyor. Çünkü kadınlar, LGBT+ bireyler kendi mahallelerinde, yerellerinde, mahalle çadırı ya da kadın çadırı, feminist çadır gibi şeyler istiyorlar.

Bu kadar çok şehirden uzak bir yandan hâlâ hijyenin, güvenliğin, gıdanın, doğru düzgün sağlanmadığı sağlandığı düşünülse de insana o güvenin verilmediği, o iletişimin kurulmadığı, o kadın dilinin, o dayanışma dilinin asla kurulmadığı, aksine üstten, dayatmacı, emirle, yıkımla gelecek bir tutumun daha kötü sonuçları olacaktır. Bu çok bariz. Buradan aslında kadın örgütlerinin, feminist örgütlerin, LGBT+ derneklerinin, örgütlerinin bu bilinçle ve hem o sosyal kültürel yapıyı hem o kominal bağları da dinamik tutacak o dayanışmayı açacak, beraber hareket edecek bir zeminde ilerlemesi gerekiyor. Yani
Aslında Mor Dayanışma güveni böyle tuttu. Yani yerelde örgütlenmesinin yıllardır olan birikimiyle ama orada bu noktaları da gözeterek... 

Yani oradaki birçok insan şunu da söylüyor: “Evet, koymuş çadırı oraya ama ben güvenmiyorum”. Ayrıca şu an, son bir haftada, siz de görüyorsunuzdur zaten, Diyarbakır'da, Malatya'da, Elazığ'da Adıyaman'da birçok yerde gördüğümüz, daha cesetler enkazların altındayken, tepkilerle içeri girmek o güveni iyice bitirdi zaten. Beşinci altıncı günden sonra deprem alanına gelmişler. Dahası cenazeler orada. Tepkilere rağmen kepçelerle giriyorlar. Bunlar da üst üste geldikten sonra bu insanlara çadır kente gel diyemezsiniz. Zaten öyle bir hakları yok. Öyle bir güven de beklememeleri gerekiyor insanlardan. Diyorlar ki “evet, ben kendi çadırımı kurdum, ben yağmurda da kalsam, çamurda da kalsam gitmeyeceğim”. Ve diyor ki mesela “bak orada böyle bir çadır kent de varmış, oraya da başvurun, AFAD geliyor, hükümet sonra... Gidin oraya da başvurun” . “Hayır” diyor. “Sen çadır vereceksin” diyor. Senden istiyorum diyor yani. Çünkü o güveni sağlamışsın. Bu sefer de artık “evet, daha fazla kadın çadırı yapalım, daha fazla alan yapalım” kararına dönüyorsun. Tabii ki daha fazla yerelle paslaşalım, STK'larla, hangi belediye destek çıkabiliyorsa onlarla hareket edelim. Buralarda ortaklaşmalara ihtiyacımız var. Ama bu sadece bir çadır gibi teknik bir mevzu değil. Yani insanların üst üste iki deprem yaşadığı bir yerde, hâlâ artçılar da devam ettiği için sürekli tetiklenen travmalarının üstünden atlayarak, sadece “tamam sana işte konteyner yaptı bilmem ne verdik, hadi git şu şehrinin dışına” falan diyemezler yani. Biz bir politika oluşturmaya çalışıyoruz, halkla kadınlarla beraber hareket ediyoruz. 

Y.Y.: Evet bu söylediğin gerçekten çok önemli. Bir güvenli alan yaratmanın öneminden bahsettin. Bunu tekrar vurgulamak istiyorum. Orada özellikle kadınların güvendikleri için sizinle iletişime geçtiklerinden ve ihtiyaçlarını sizinle paylaşabildiklerinden bahsettin. Bu gerçekten çok önemli ve merkezi bir yönetim, yani bir tanımadığı bir otorite, bir iktidar figüründense özellikle bu şekilde iletişiminin olduğu paydaşlarla, yerelde örgütlü, bildikleri, tanıdıkları ve özellikle güvenli alan yaratmış kişilerle iletişim kurmalarından bahsetmen çok önemli. Ve yine dediğin gibi gerçekten bu tüm bu paydaşların el ele ilerlemesi gerekiyor ki bu insanların ihtiyaçları daha iyi bir şekilde karşılansın, insanlar bütün bu travmalardan sonra kendilerini daha güvende hissetsinler ve bu tüm bu travmalar daha kolay daha iyi bir şekilde sarılsın. 

Ben sana şunu da sormak istiyorum. Mor Dayanışma, söylediğin gibi inanılmaz bir örgütlülük kapasitesi taşıyor. Birkaç saat sonrasında örgütleniyorsunuz. Daha henüz resmi yardımlar gidemeden bir şekilde yardım toplayıp bölgeye ulaşmaya çalışıyorsunuz. Bölgeyi biliyorsunuz çünkü. Ve benim de takip ettiğim kadarıyla ilk günden itibaren hem İstanbul'da hem afet bölgesinde çok aktif çalışmalar yapıyorsunuz. Şu an neler yapıyorsunuz? Ihtiyaçlarınız neler? Mor Dayanışma'ya destek olmak isteyen dinleyicilerimiz nasıl ulaşabilirler? Sık sık toplantılar da yapıyorsunuz çünkü. Onları da paylaşabilirsen bizi dinleyenler de destek olabilirler. 

İ.K.: Şu süreci aslında çok farklı kanallardan da örmeye devam ediyoruz. Hem tabii ki sahadaki, yani şu an mesela Hatay üzerinde özellikle işte Antakya'da, Armutlu Mahallesi'nde Sevgi Park'ta, Defne’de, Defne'de ayrı bir yerde, Serinyol Mahallesi'nde. Samandağ'da Atatürk Mahallesi yeni parkta kadın dayanışma noktalarımız ve özellikle de Samandağ özelinde de kadın çadırlarımız var. Ve tabii ki buraya gelecek olan kadın örgütleriyle, feministlerle, bu dayanışmayı büyütmeye açığız. Çünkü daha ulaşılamayan çok fazla mahalle var. O kadar ihtiyacın olduğu bir dönemde güncel ihtiyaçlar da değişiyor. Yani iki gün önce yeniden yağmur ve sağanak yağış vardı. Birden o kıyafetler, polarlar mevzusuna geri döndük. Duşlar çok az olduğu için hijyen mevzusu hâlâ büyük sıkıntı. Duşlar daha yeni yeni kurulabiliyor. İBB'den, başka yerlerden falan destek geliyor, yurt bazı bağışlarla duş, tuvalet kuran başka ekipler de oluyor. Bunları çoğaltmak gerekiyor. Ama en çok bir yandan da bunları teknik açıdan da halledebilecek marangozu, elektrikçisi hakikaten teknik iş gücüne ihtiyacımız var. Çünkü iki hafta içerisinde şu an yani işçi, emekçi yeniden deprem yaşadı ve artık onlar çalışamayacak durumda. Böyle bir duruma evrilmiş durumda. Gönüllülerin gelmesi gerekiyor. Paydaşların gelmesi gerekiyor ki biz tuvaletleri, duşları, çadırları, her şeyi beraber kurabilelim. Bu önemli. 

Bunun haricinde daha çok İstanbul'dan başlayan, özellikle kız kardeşlerimize mektup dediğimiz bir çağrımız var. Kadınları, kız kardeşlerimizi bölgedeki kız kardeşlerimize mektup yazmaya, dertleşmeye, paylaşmaya çağırıyoruz. Şu hafta içerisinde birçok ilçe bunu yapmaya başladı. Yalnız olmadıklarını bilmek onlara birçok desteğin, dayanışmanın geldiğini ve geleceğini göstermek. O güveni bir yandan da başka ilçelerden, illerden ve yurt dışından da göstermek harika bir güç sağlıyor. Bu çok önemli. Şu an yazılı gönderilerimizin bile bir anlamı var. Çünkü elektrikler sürekli gidiyor. Yeniden kopuyor. Ve yeniden yazıya dönüyoruz. O da çok kıymetli bir yandan. Böyle şeyler devam ediyor. Geçtiğimiz pazar günü enternasyonal bir toplantı yaptık. Yurt dışından gelen, destek vermek isteyen, Türkiye'de de olan ama bu bağı da nasıl güçlendiririz diyen, kadın dayanışmasını nasıl güçlendiririz diyen birçok arkadaş da var. Ya da STK'lar var, kurumlar var. Üniversitelerde akademisyenler var. Bunları da, bu örneğin yani kadın çadırı, kadın dayanışma noktaları dediğimiz, aslında toplumsal cinsiyet eşitliğine dair örgütlenmenin, direkt her kriz anında da her depremin akut döneminde de mutlaka yapılması gerektiğine, ilk elden yapılması gerektiğine dair deneyimleri paylaşmaya da ihtiyacımız var. Biz de paylaşalım onlar da paylaşsınlar. Böyle buluşmaları sağlayalım istiyoruz.
Mor Dayanışma’ya sosyal medya hesapları üzerinden ulaşabilirsiniz. İnternet sitesi üzerinden de iletişim adreslerine ulaşabilirsiniz. Her türlü desteğe hem kısa hem uzun vadede ihtiyaç var.

Y.Y.: Çok teşekkürler sevgili İrem Kayıkçı. Tüm ekibine emeklerine sağlık. Çok teşekkürler, bize durumu ve gelecekteki ihtiyaçları aktardığın için.