Akdeniz'in "meşru" korsanları

-
Aa
+
a
a
a

Bu hafta Akdeniz'de Pusulasız gezmenin kitabını yazmış olan korsanları düşünelim...

Savaş halindeki gemiler
Denizlerin "Meşru" korsanları
 

Denizlerin "Meşru" korsanları

podcast servisi: iTunes / RSS

Kendi adıma bir itirafla başlayayım; bu korsanlık fikri bana hep çok çekici gelmiştir. Korsanlık derken geniş anlamda kurulu düzene uymama iradesi demek daha doğru olacak galiba.  Ağalara, paşalara, beylere eyvallahının olmaması durumu.

Denizi seviyorum diye korsanlık dedim, yoksa karada yapılan türevleri de var. Genel itibari ile bireyin ya da bir grubun, otoritenin dayattığı kurallara boyun eğmeyi reddederek hayatta kalmak için bulduğu bir yol olarak da tanımlayabiliriz korsanlığı. 

Tabii işin özünde sınıfsal bir boyut da var. Hali vakti yerinde kişilerden genelde haydut yada korsan pek olmuyor. Örneğin devletin koyduğu aşırı vergi ya da yasaklara tepki olarak kaçakçılık baş gösteriyor. Ancak kural dışı olan bu ticaret biçimini yapabilmek için de kaybedecek bir şeyinin pek olmaması gerekiyor. Bu sebeple alt gelir grubundan korsan ya da eşkiya devşirmek hep daha kolay oluyor. 

KİMDEN YANAYIZ; OTORİTEDEN Mİ, İSYANCIDAN MI? 

Sadece maddi değil, manevi haksızlıklar da insanları isyan çizgisine itebiliyor ki bu kısım gerçekten de romantik hikayelere gebe. Meslea, lütfen siz de kendinize ve çevrenize sorun; İnce Memed’i okurken, Abdi Ağayı tutan olmuş mudur acaba? Memed’in feodal yapıya   haklı isyanının sebebi hem kendisinin hem annesinin ağadan sürekli dayak yemesi, baskı görmesi, emeğinin sömürülmesidir. Önce yan köye kaçışı -çocukken hatırlıyorum, kendim kaçmış kadar heyecanlanmıştım- sonra Hatçe’yi kaçırması ve sonunda da dağlara çıkmak zorunda kalması tercihen gelmemiştir başına. Zaten bir kere çıktınız mı dağa, o çizgi geçilmiş demektir ve düzene dönüş de pek mümkün görünmez. 

Aslında Anadolu tarihini -Roma, Osmanlı yada Cumhuriyet farketmez- isyanlar üzerinden okumak en anlamlısıdır diye düşünüyorum. İdeolojik görüşünüze göre bu kalkışmaları haklı ya da haksız bulabilirsiniz. Ancak hayatını idame ettirebilen, başını sokacak bir evi olanlar baş kaldırmış ise eğer, haklı olabilecekleri hususunda en azından bir durup düşünmeyiz. Şeyh Bedrettin ve/veya Tekeli isyanlarına bakabiliriz ya da Gezi direnişine (muktedire göre kalkışması tabii ki). 

Yaşar Kemal Anadolu’nun bu isyanlar tarihini İnce Memed üzerinden özetler (pek özet sayılmaz dediğinizi duyuyorum; biliyorum, roman uzun ama Anadolu tarihi de pek kısa sayılmaz). Sonunda Memed, Abdi Ağay’ı vurur. Çok iyi hatırlıyorum okuduğum anki duygumu; “İsyanın haksızı olmaz!” demiştim içimden. Memed deniz kenarında doğmuş olsaydı, bu sefer de garp ocaklarına tayfa yazılıp korsanlık yapacaktı muhtemelen.

Popüler kültür öğelerinden örnek verelim; Kaptan Jack Sparrow'u izlerken içten içe İngiliz armadasını tutanımız olmuş mudur? Niçin “Ah şu  haydutu bir yakalasalar da assalar!” demek sureti ile otoritenin çizgisindeki güvenli yerimizi almak yerine bir kanun kaçağına yakın hissediyoruz. 

İnce Memed kitap kapağı

Size bu programı hazırlarken isyan konusunun bize niçin romantik geldiğini sorgulama vesilesi de buldum. Umarım sonunda sizin de kafanızı karıştırmayı başarırım. Avcı-toplayıcı dönemden itibaren kurallar hep vardı, doğa ile simbiyoz bir şekilde koyulmuşlardı. Ardından, kalabalık şekilde yaşamaya başladığımız Neolitik döneme girdik ve insan yapısı kurallara ihtiyaç duyduk. Hele Fransız İhtilali’ni ve Sanayi Devrimi’ni takiben imparatorluklardan milli devletlere geçiş sürecinde artan nüfus yoğunluğu ile kural koyma ihtiyacımız had safhaya çıktı. Bu koloniyal toplumların siyaset bilimcileri de modern köleliğin temellerini attılar. “Nasıl yapsak da bu sömürülenler -sadece işçi değil, tüm sınıflar için söylüyorum- isyan etmeseler?” Bu projeye çok güzel bir kılıf da uydurdular; toplum olarak tüm haklarımızı -seçilmiş ya da monark farketmez- bir egemene devretmek zorundayız ki doğamız gereği birbirimizi kesmeyelim, herkes herkese karşı olmasın ve ‘doğa durumu’na geri (state of nature) dönmeyelim. “Hak ve yasa zıt kavramlardır, o halde haklardan vazgeçelim ve canımızı alması dışında hepsini muktedire devredelim.” dediler. Böylece özgürlüklerimizi kendi elimizle, sorgulamadan bir muktedire devretmeye başlıyor ve “Canımı almasın da varsın özgürlüğümden vazgeçeyim.” diyoruz. Allah göstermesin, düzen bir bozulursa insan insanın kurdu olduğu için, birbirimizi yok ederiz. 

Şimdi bakıyorum sevgili okuyucular, bu felsefenin ortaya çıkışı ve korsanlık da neredeyse üst üste geliyor. Demek bazılarına göre mavi gökyüzünün kendilerine dar edilmesi fikri dayanılır bir şey değil ki haklarını devretmeyi reddedip kendilerini denizlere atmışlar. 

KORSANLIK TÜRLERİ

Tabii kural koyan varsa isyan eden de olacaktır; o yüzden korsanlığın izini sürerken rahatlıkla Bronz Çağı’na inebiliyoruz. Hatırlarsanız, önceki bölümlerde yazının icadı ile birlikte gelişen erkek egemenliği ve kurallar silsilesini de Bronz Çağı ile başlatmıştık. M.Ö. 1200’lerde, belki de ilk korsanlarımız olan “deniz halkları” Akdeniz sahnesine çıkışı bildiğimiz tüm medeniyetlere son vermişlerdir. Roma dönemine geldiğimizde, Kilikyalı hemşerimiz olan bazı korsanlar, Sezar’ı esir alıyorlar ve 12 Adalar’dan biri olan Farmakonisi’de hapsediyorlar. Belki bu yüzden Roma, korsanlığı bitirmek için canhıraş uğraşıyor. Sadece öç almak değil tabii konu; beslemesi gereken kalabalık nüfus için gereken buğdayın deniz yolu ile Mısır'dan geliyor olması, doğal olarak Roma’yı korsanlarla ihtilaflı hale getiriyor. 

Diğer meşhur korsanlardan olan Vikingler, Seine Nehri’ni kullanarak Paris’i, ardından İstanbul'u bile kuşatmışlardır. Barbar bir kavim olarak anılsa da aslına bakarsanız Avrupa ticaretine olumlu katkıları da olmuştur Vikinglerin; Roma İmparatorluğunun çöküşünden itibaren atıl duran değerli madenleri önce yağmalamış, ancak ardından da dolaşıma sokmuşlardır. Bu durumda para arz ediciler olmuşlar ve Batı ekonomisinin tekrar canlanmasını sağlamışlardır. Batı’nın ne kadar durağanlaştığına kanıt olarak şunu ekleyelim; 10. yüzyılda Halife El Hakimin kütüphanesinde 400.000 kitap bulunurken, V. Charles'ın koleksiyonunda sadece 900 yazma bulunmaktadır.

dünyayı paylaşan resmi korsan karikatürü

KORSAN KİME DENIR? YA DA HERKES İÇİN KORSAN AYNI KİŞİ MİDİR?

Biraz daha yukarıdan bakmaya çalışalım; bir devletin resmi donanması gelip topraklarınızı hammadde ve insan gücü için işgal ediyor. Örneğin kolonileşme de bir korsanlık türü değil midir? Hiçbir yasal dayanağı olmayan bu hamlenin kim tarafından yapıldığı olayın tanımını değiştiriyor ne yazık ki. Şayet yapana değil yapılana bakacak olursak, korsanlığın çok yaygın bir yöntem olarak meşru devletler tarafından da kullanıldığını, günümüzde de çok rahat tespit edebiliriz. 

Ama tabi korsanlık dendiğinde akla 16. ve 18. yüzyıllar gelir. Akdeniz’de bir güç olarak ortaya çıkmaları da 1492’de Ferdinand ve Isabel’in Müslüman ve Yahudileri İspanya'dan atmaları ile başlar. Kuzey Afrika’yı mekan tutan bu istenmeyenler, ötekiler, korsanlığın kitabında yeni bir sayfa açarlar. Tabii kime göre korsan? 

Mesela İspanyol Francisco Pizarro’yu ele alalım; Avrupa kıtasında bir kahraman olarak nitelendirilen bu zat, 22 yıl boyunca Amerika’yı sömürdü. Başta İnka’lar olmak üzere altın için önüne gelen her şeyi yerle yeksan eyledi. 30 atlı ve 100 kadar piyade ile İnka kralını esir almış, fidye olarak evler dolusu altın istemiş, fidye verildiği halde kralı öldürmüştür.

İnkalar’da barut yok, kılıç yok… Yani korsanlara bile taş çıkartır bu yasal mermili komutanın yaptıkları. İspanya’ya yüzlerce ton altın ve gümüş kaynağı sağladı. Hatta bu yeni kıtayı yağmalayan gemileri İspanya’ya dönüş yolunda Cezayirli korsanlar tarafından soyulmaları ile Kuzey Afrika’da da altın bolluğuna yol açtı, madenin değerini düşürdü. Tüm bu getirilen artı değere rağmen refahın sağlanamaması, İnka lanetlerine bağlandı.

İsterseniz Meksikayı yağmalayan Herman Cortés’e bakalım; koca Astekleri bitiren Cortés bir korsan değil midir? Devlet bayrağı çekili şekilde yapılan yağmanın adı başka bir şey midir? 

Ya da İspanyollar için en bilinen korsanlar arasında sayılan, I. Elizabeth himayesindeki   Fransız Drake, İngilizlerin gözünde bir kahramanıdır. İlk dünya turunu tamamlayan kişi ünvanını da elinde tutan üniformalı Drake, Golden Hind adlı gemisi ile “resmi korsanlara” en iyi örneklerden biridir ve o da “kötü” korsanlara taş çıkartır. Bir dipnot; Drake ve Uluç Ali (Kılıç Ali Paşa) arasında da mektuplaşmalar ve hediyeleşmeler çok ilginçtir. Devletler üstü bir durum galiba bu korsanlık. 

Peki devlet adına İnkalara Azteklere zulmedip yağmalayan Pizarro, Drake ve Cortés kahraman da bizim Cezayirliler, Berberiler korsan mı oluyor yani? 

"Meksika'nın (Hernán) Cortés tarafından fethi", İspanyolların Aztek İmparatorluğu'nu fethinde Tenochtitlan'ın 1521'deki Düşüşünü tasvir ediyor.

"Meksika'nın (Hernán) Cortés tarafından fethi", İspanyolların Aztek İmparatorluğu'nu fethinde Tenochtitlan'ın 1521'deki Düşüşünü tasvir ediyor.

Bir ilginç örnek de 1630’larda Cebelitarık’tan çıkıp kuzey ülkelerinin başına bela olan Küçük Murat Reis’tir. İzlanda’dan bile köle getirtip Cezayir'de satmıştır. İngilizlerin Bristol Kanalı ağzındaki Lundi adasını beş yıl elinde tutan ve geleceğin en büyük deniz gücü olacak olan İngilizleri de vergiye bağlayan reisimizin soğuk sulardaki Osmanlı izleri hepimizi şaşırtır. Baltimore’u bile almıştır! 

Nasıl olmuş da Akdenizli bir korsan-paşa, kuzey denizlerinde eliyle koymuş gibi bu şehirleri bulup alabilmektedir. Hikayesi ilginç; Murad Reis aslında Hollandalı bir denizci/korsan. Gerçek ismi de Jan Janson. Kanarya Adaları’nda Berberi korsanlara esir düştükten sonra Müslümanlığı “seçmiş”. Benzer bir geçmişe sahip olan Süleyman Reis ile -gerçek adı De VanBoer- çok iyi navigasyon yapabildikleri Kuzey Denizi’nde seferler yapıp bağımsız bir korsan devleti bile kurmuşlar!

Malta şövalyeleri Murat Reisi bir pusuda kıstırıp hapsederler, ancak korsan arkadaşları gelip onu kurtarır; film gibi değil mi ? 

KORSAN MI KORSAIR MI? 

Resmi bir devlet bayrağı ile yağma yapan korsana, korsair ismini takmış batılı tarihçiler. Bu durumda bizde de Osmanlı tarihinin bir parçası olan Berberi korsanlarına başka isim düşünürsek iyi olur, çünkü onlar da devlet himayesi altında işlerini gerçekleştiriyorlardı.

Mesela Midilli doğumlu, Barbaros Hayrettin Paşa, yani Hızır reis, abisi Oruç ile korsanlık yapmaktadır. Mesleği budur; yani devşirme değildir, saray müfredatından geçmemiştir. Dört kardeş ekmeklerini korsanlıktan çıkarırlar. Oruç, Saint-Jean Şövalyelerine esir düşer ve çıktığında Antalya’ya gidip şehzade Korkut ile ilişki kurar. Selim padişahlığı gasp edince Oruç Reis de tası tarağı toplayıp Kuzey Afrika’ya gitmek durumunda kalır. 1516’ta da İspanya'nın elinden Cezair’i alırlar ve sultanlıklarını ilan ederler. Oruç ölünce kardeşi Hızır, onun yeri ile birlikte lakabını da alır ve “Kızıl Sakal” yani Barbarossa oluverir.

Fransa'nın daveti ile Toulon Limanında kışlarken hemen Marsilya'nın yanındaki liman şehrinin ana katedrali camiye çevrilir ve beş vakit ezan okunur!

Barbarossa'nın filosu Toulon'u ele geçiriyor.

Barbarossa'nın filosu Toulon'u ele geçiriyor.

VE KORSANLIK BİTİYOR…

Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülmesi, Çeşme Baskını sonucunda donanmamızı kaybetmemiz ve hemen peşine Küçük Kaynarca Antlaşması ile başlar. Navarin’de de hem donanmayı hem de denizcilerimizi, denizcilik geleneğimizi ve bu işi bilen bir nesli toptan kaybediyoruz. Değişen savaş gemisi teknolojisini yakalayamıyoruz ve sonuçlar malumunuz… Yunanistan bir Averof zırhlısı ile tüm donanmamızı dize getiriyor.

Denizci yetiştirmek uzun bir süreç. Birleşik Krallık’ın ünlü amirali Nelson’un -hani Trafalgar’da Napolyon'u dize getiren- denizciliği  kurumsal hale getirmesi ile İngiltere, 3-5 korsan gemisi yüzünden limanlarından çıkamaz bir durumdayken dalgalara hükmetmeye başlıyor. 

Esasında Mezomorta Hüseyin Paşa, Amiral Nelson’dan çok daha önce, 1701’de Osmanlı İmparatorluğu için Bahriye Kanunnamesi’ni hazırlamıştır. Korsanlarla devam etmesi mümkün olmayan bir çağa girilmiştir artık denizcilik, çünkü çok güverteli kalyonlar, bol kürekçili kadırgaların yerini almaya başlamıştır. Yüksek güverteli ve bol toplu bu gemilerin kullanımı için düzenli bir bahriye teşkilatı elzemdir. Ancak liyakat bugün olduğu gibi o gün de başımızın belası idi. Ama konumuz siyaset değil, hızlı bir tiramola atıp geçiverelim. 

Preveze Savaşı - Osman Nuri Paşa

Preveze Savaşı - Osman Nuri Paşa

Bu arada korsanlık tarihindeki en ilginç hikayelerden biri de Mezomorto Hüseyin Paşa’nın Fransız La Vacher’yi topun ağzına bağlayıp atmasıdır. Ancak tüm bu vahşet içeren hikayeler sizleri korkutmasın, sorun bakalım Mezomorto bu adamı ne diye topa koyup atmış… 

Korsanların gazabından karşılığında istediklerini vererek kurtulabilirsiniz. Hırlı değillerdir yani. Akdeniz’de bunun sayısız örneği vardır. Ortak bir dilleri olduğu gibi -lingua franca- gayri resmi de yüzlerce kurala, geleneğe tabidirler: Ganimet taksimi, saldırmazlık paktları, ellerinde seyahat belgesi olanlara dokunmamak, ele geçirilen malların ve kölelerin hangi limanlarda hangi koşullarda satılacağı, fidye gibi. Hamileri olan devletlerin yaptığı anlaşmalara da harfiyen uymaya çalışırlar. Pusulasız olabilirler ama yönsüz değillerdir.