Pınar Erkan, 1894 depremini merkeze alarak İstanbul'un deprem tarihinden söz ediyor.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Pınar Erkan: Kötü bir zaman geçiriyoruz. Ülkece hepimizin başı sağ olsun. Hepimize geçmiş olsun. Ama bu yaşananların bir daha tekrar etmemesini ne kadar dilesek de depremle sürekli karşı karşıya kalacağımızı biliyoruz. Yıllardır olan bir şey bu. Şimdi böyle zamanlarda tabii ahkam kesen çok olur. Biraz sakin durmakta yarar gören insanlardanım.
1894 İstanbul depreminden bir parça söz edeceğim size. Bu depremle ilgili geçmiş yıllarda program yapmıştık. Bugün biraz daha farklı konuşacağız. Yoksa bir program veya içerik tekrarı değil bu. 1894 depreminden sonra padişah bir rapor istiyor. Bu rapor üzerinde duracağım asıl ama tabii depremler afetlerin en tehlikeli ve yıkıcı olanıdır diyor Doktor Hamiyet Sezer. Şiddetine göre can, mal kaybına, hasara sebep oluyor. Çok şiddetli depremlere maruz kalmış bir coğrafyadayız ve İstanbul da öyle. Dolayısıyla İstanbul'un kentleşmesi, biçimlenmesi, İstanbul'daki yaşam biçimlerine, inşaat tekniklerine malzeme tercihlerine son derece büyük etkileri olan bir doğal olay deprem. Ahşap yapı tekniğinin İstanbul için geleneksel olduğunu her zaman anlatıyoruz. Fakat eski dönemlere ait yapılan son yıllardaki çalışmalarda İstanbul'un yüzyıllar öncesindeki yapı stokunun ahşaptan ziyade kâgir olduğunu da bize gösteriyor. Fakat nüfus yoğunluğu çok daha az. Yapı yoğunluğu çok daha az. Dolayısıyla ve depremlerde de yıkılmalar devam etmiş. Bunu Bizans döneminde, Roma dönemini bize anlatan kaynaklarda da görüyorsunuz. Fakat öyle anlaşılıyor ki nüfus arttıkça dönem dönem özellikle de on altıncı yüzyıldan sonra kâgirden giderek ahşaba dönülmüş gibi bir durum var. Çekincelerimi de tutarak bunu söylüyorum. Çünkü bu konular hâlâ araştırmaya muhtaç konular, çok net bir şey söyleyebilmek mümkün değil. Çünkü o dönemlerden günümüze kalmış bir yapı da yok. Bunu da her zaman söylerim.
On beşinci yüzyılda on altıncı yüzyılda sıradan halk nasıl evlerde oturuyordu? Mutfakları var mıydı, yok muydu? Bunu dahi bilmiyoruz, diye hep söyler dururum. Burada yine aynı durum söz konusu. Birtakım anlatılara dayanarak bazı yorumlarda bulunabiliyoruz. Şimdi onaltıncı, onyedinci yüzyıllarda, örneğin Avrupa'da büyük Roma yangınında, Londra yangınından sonra yapılan ahşaptan kâgire dönüyor. Bizde tam tersi olmuş gibi görünüyor. Kâgirden ahşaba doğru bir gidişat var. Çünkü depremin etkileri çok büyük ve ahşap, daha esnek, depremi daha esnek karşılayan bir davranış sergiliyor
ahşap yapı tekniği.
İstanbul'da dört beş katlı ahşap yapıları Roma devrinde de görürsünüz. Dolayısıyla her dönem hem kâgir hem ahşap yapıların şehirde bulunduğu kayda geçmiştir. Depreme dayanıklı olduğu için ahşap yapı inşa etme yaklaşımı giderek arttıkça o hâle gelmiş ki, on dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde geçmişte ne kadar çok kâgir yapıldığı unutulmuş adeta. Onun için de on dokuzuncu yüzyılın derdi, problemi yangınlardır. Ve bu konuda çok eleştiri alındığı, “neden ahşap yapı yerine kâgir yapı inşa etmiyorsunuz” sözü duyulur Batılılardan, sıkça. Çünkü şehir sürekli yanmaktadır, bunları da çok konuşmuştuk. Çünkü on dokuzuncu yüzyılda, çok konuştuk kesinlikle ileriki zamanlarda da konuşmaya devam edeceğiz.
Şimdi biz depreme dönersek eğer, tarih boyunca İstanbul'da yaşanan şiddetli depremler içinde 1509 depremi çok meşhurdur. 1690 ve 1894 yıllarında meydana gelen depremler en şiddetlileri. İstanbul'da birçok yapı yerle bir oluyor. Çok sayıda insan hayatını kaybediyor. İstanbul'da ahşap yapılar, kayıpları bir parça azaltıyor. Ama 1894 depremi çok enteresan bir depremdir. Kaynaklarda geçen o depremde de sağlam kalabilen, dayanabilen ahşap binalar olarak karşımıza çıkıyor. İkinci derece deprem bölgesinde yer alıyor İstanbul ve İzmit Körfezi'nden Marmara Denizi'ne bağlanan Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın çok yakınında. Bu yüzden de meydana gelen depremlerden büyük oranda etkileniyor. 554 ve 869 yıllarında olan depremler kırk gün sürmüş. Kaç yüzyıl öncesine ait bilgiler. 1346 yılındaki deprem aralıkla bir yıl devam etmiş. 16 Ocak 1489 tarihinde Osmanlı döneminde büyük tahribata sebep olan bir deprem var. 22 Ağustos 1509 “küçük sura” diye geçer. Yine büyük bir deprem ve kırk beş gün sürmüş orada da sarsıntılar. Birçok insan hayatını yitiriyor. İstanbul'da büyük yıkıma sebep oluyor. Binin üzerinde ev yıkılmış. Dört beş bin insan hayatını kaybetmiş. O rakamlardan da tabii yüzde yüz emin olamıyoruz. Yaralananların tahmini sayısı on bin. Divan-ı Hümayun üyesi üç kişinin ev halkı da ölenler arasında. Mustafa Paşa ve ona bağlı üç yüz altmış sipahi, atlarıyla beraber konakta ölmüşler. Hasar gören yapılar arasında Fatih, Beyazıt Camileri, Topkapı Sarayı, Ayasofya var. Topkapı Sarayı'nda cidden yıkım oluyor. Ayasofya'nın sıvaları dökülüyor. Su bentleri de yıkılmıştır. Kaynaklarda geçiyor. Tabii denizde büyük dalgalar ortaya çıkıyor. Galata, İstanbul surlarını aşmış bu dalgalar. Onun için bugün de Büyükşehir Belediyesinin çalışmalarıyla tsunami rehberleri hazırlanmıştır. Bir deprem olursa meydana gelebilecek kayıp tahminleriyle ilgili İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bir çalışması var. Twitter'dan onu indirebiliyorsunuz. İlçe ilçe çalışılmış. İsterseniz bir bakın kendiniz de. Ayrıca internette arayabilirsiniz. Birçok bilgi var orada. Tsunami çalışmaları var. Yine İstanbul'la ilgili. Bunların üzerinde durmakta fayda var. Bu deprem sırasında deprem sebebiyle ve oluşan sur duvarlarını aşan tsunami dalgalarıyla Topkapı Sarayı'nda ciddi hasar oluşuyor ve denizde çıkan o büyük dalgalarla Galata aşılıyor. Halk bir süre bahçelerde kurulan çadır barakalarda oturmak durumunda kalmış. Padişah da saray bahçesinde yapılan geçici odalara oturmuş ve on gün sonra da Edirne'ye gitmiş. II. Beyazıd, büyük felaketten sonra geniş bir imar faaliyetine girişiyor. Para toplamak için her evden vergi alınmış. Anadolu ve Rumeli'den işçiler getirtiliyor. İki ay gibi bir sürede birçok yer onarılmış. “Küçük kıyamet” olarak tarihe geçmiş bir depremdir bu. 1557 Nisan'ı, 1690 Temmuz’u. 1690 depremi salı akşamı, güneş battıktan sonra gerçekleşiyor. Fatih Camii'nin minaresinin yıkıldığı depremdir bu. Kubbe çatlıyor ve Topkapı çevresindeki surların bir bölümü yıkılıyor. Çok sayıda ev yıkılmıştır. Yirmi kişi ölmüş olarak kayıtlara geçiyor. Sarsıntılar da yine birkaç gün devam etmiş.
24 Mayıs 1719’da da büyük bir deprem geçiriyor İstanbul. Birçok binanın bacaları, Topkapı Sarayı'nda, Yalı Köşkü civarında, kayıkhanelerin bazıları yıkılmış. Surların bir kısmı tahrip olmuş ve yine sarsıntılar sonraki günlerde devam ediyor. O deprem İzmit Körfezi civarında da etkili olmuş.
22 Mayıs 1766 depremi, 1509’dan sonraki en şiddetli deprem. Değişik bilgiler var depremin süresiyle ilgili. Çok enteresan, korkunç gürültüler duyulmuş. Sarsıntılar aralıkla sekiz ay, bir yıl kadar hissedilmiş. 25 Temmuz'da meydana gelen sarsıntı birincisi kadar şiddetli ve yıkıcı olmuş. Burada da arka arkaya iki deprem oluyor ve halk uzun süre çadırlarda barınmak zorunda kalmış. Saray hasar gördüğü için III. Mustafa şehri terk etmeye mecbur kalıyor. Birçok cami, han, saray yıkılmış veya hasar görmüş. Fatih Camii, Çemberlitaş'taki Atik Ali Paşa Camii, Kariye, Eyüp Sultan Camii, hasar görüyor. Ayrıca şehrin su şebekesi zarara uğramış; Fatih Camii tamamen zarar gördüğü için yıkılıyor ve depremden sonra yeni bir cami inşa ediliyor. Baruthane, Topkapı Sarayı, Yeniçeri Odaları gibi yerler de yine onarım gerektiren binalar olarak karşımıza çıkıyor.
Şimdi sesler gelmiş dedim ya; İnsanlar böyle doğaüstü bir şeylerin peşine düşüyorlar. İnsanların güven duygularını, emniyet duygularını en çok test eden olaylar. Elbette büyük korkular yaratıyor deprem ve onun sesi. Bir de üstüne üstlük belki de genlerimize işlemiş binlerce, yüzlerce, binlerce, milyonlarca, yıl öncesinden bizim hatırlayamadığımız zamanlardan içimize işlemiş duygular ayaklanıyor. Dolayısıyla işte bu hikâyeleri de okuyoruz. Bilmiyorum, çocukların kendi ağzından bunu duyan var mı? “Ayran çeşmesi “olduğunu söylemiş çocuklardan bir tanesi. Bir tanesi “bir abla vardı, benimle oynuyordu” demiş. Bir de bu söylentileri tabii yaymayı seviyoruz, bir kısmını ahali kendi uyduruyor. Birisi bir şey söylüyor, o abartılarak anlatılıyor. Ama işin bir boyutu bu. Diğer boyutu çıkan ışıklar, patlamalar… bu çok sorgulanan şeyler arasında. Yine bu dönemde de Osmanlı döneminde ortaya çıkan ışık patlamalarından söz edilir. Günümüzde bunlar büyük oranda insan eliyle yapılan birtakım uygulamaların sonucuyla deprem yaratıldığı yorumlarına sebebiyet veriyor. Adeta insanlar bunu duysalar rahatlayacaklar. Böyle de bir ruh hali var. Bir şeyin tetiklenerek işte düşmanların müdahalesiyle bir yerlerde deprem, bir felaket başlatmış olduğunu düşünmek veya bunu öğrenmek adeta insanları rahatlatacak. Çünkü bir kontrol etme arzusu, isteği var. Bütün çok tanrılı dönemlerde boşuna değil, o pagan inanışlar içinde Güneş, Ay, yeraltı tanrısı, rüzgâr tanrısı, fırtına tanrısı, diğer tanrılar… Neden? Çünkü insan evladı sürekli doğa olaylarıyla uğraşıyor. Mücadele ediyor ve kontrol edebilmek, geleceğini bilmek istiyor. Bunun için de bu doğa olaylarına sebep birtakım tanrılaştırmalarla karşı karşıya kalıyorsunuz. Ve günümüzde de adeta bu aranıyor ve isteniyor. Ne tür sonuç verebileceği veya nereden vuracağı belli olmayan bir doğa olayıyla mücadele etmektense herhalde falanca ülkenin filanca insanın yaptığı, tetiklediği depremle uğraşmak insanlara daha kolay geliyor. Halbuki öyle değil tabii.
Kapalı Çarşı, Bit Pazarı, Yağlıkçılar, Çadırcılar, Mercan, Çarşı tamamen yıkılmış
Şimdi son şiddetli deprem 10 Temmuz 1894 tarihinde meydana geliyor. İstanbul'da güneyden kuzeye doğru üç şiddetli sarsıntı hâlinde hissedilmiş. Beyoğlu ve Boğaziçi'nde daha az zarar var. Depremin merkezinin Yeşilköy'den sekiz kilometre uzaklıkta ve Güneydoğu Marmara Denizi'nde olduğu tespit edilmiş. Birçok sivil bina hasara uğruyor. Bunlar arasında Kapalı Çarşı, Bit Pazarı, Yağlıkçılar, Çadırcılar, Mercan, Çarşı tarafları tamamen yıkılmış. Mercan Sokağı'nda kükürtlü su fışkırmış. Sirkeci'de istasyon zarar görüyor. Fatih, Beşiktaş, Ortaköy, Sultanahmet, Aksaray, Edirnekapı, Topkapı, Balat, Bakırköy, Silivrikapı semtleri yine zarara uğrayan yerler arasında. Deprem öğle saati 12:24’te, Alaturka Saat'le 4:45’te meydana geliyor. O sarsıntılar İstanbul dışında Bükreş, Girit, Yunanistan, Konya ve Anadolu'nun birçok kesiminde de hissedilmiş. İstanbul il sınırları içinde 474 kişinin ölümüne, 482 kişinin yaralanmasına sebep oluyor. 387 dayanıklı yapı, 1087 ev, 299 dükkân büyük ölçüde hasar görmüş. Tespit edilebilen rakamlar bunlar. Ölü ve yaralı sayısının daha çok olması büyük ihtimal dahilinde. Sultan II. Abdülhamid, bu deprem yüzünden epey hasar ve can kaybı olduğunu öğrenince yaralıların hemen tedavi edilmesini, ihtiyacı olanlara yardım edilmesini, çadırlar kurulmasını emretmiş. Ayrıca fırınlardan bol miktarda ekmek çıkartılıp dağıttırılmış. Şehremini başkanlığında bir komisyon kuruluyor ve ihtiyacı olanlara da para, yiyecek ve çadır yardımı yapılıyor. Bir de rapor hazırlanmasını istiyor. Atina Rasathanesi Müdürü Eserinisti, İstanbul Rasathanesi Müdürü Kumbare ve yardımcısı Emil Laquen incelemeleri başlatıyorlar. Bir rapor hazırlıyorlar ve 15 Ağustos 1894’te padişaha sunuyorlar. Yine burada tabii deprem saati, şiddeti ile başlıyor rapor. 12’yi 24 dakika dakika geçe ve üç kez şiddetli şekilde olmuş. O sarsıntılar meydana gelen tahribatın tamamını oluşturuyor. Birinci hareketten 1-2 önce arabalar geçiyormuş gibi yeraltından şiddetli sesler duyulmuş. Bu hareket, diğerlerinin en hafifi ve eşyalar bile oynamamış. Dört beş saniye kadar sürmüş. Ondan sonra şiddet gittikçe artmış ve birinciden sonra gelen ikinci sarsıntı çok şiddetli olup çok da uzun sürmüş. O şiddet giderek artarak 8-9 saniye devam etmiş ve büyük bir tahribat oluşmuş. Tabii şimdi Kahramanmaraş depremiyle kıyasladığınız zaman 8-9 saniye ne? Ayrıca o tam 8-9 saniye mi oldu? Daha mı uzun sürdü? Onu da bugün bilmek mümkün değil. Sonra üçüncü sarsıntı meydana geliyor. Etki olarak daha az, 5 saniye sürmüş. Süresi de daha az. Ve o zelzele sırasında dalgalı bir deniz gibi yerin hareket ettiğini söyleyenler olmuş. Toplamda 17-18 saniye sürmüş. O üç hareketin merkezleri birkaç dereceyle kuzeydoğu, güneybatı yönünde oynuyor. Raporda, çevreden de bilgiler toplamışlar. Telgraflara, aldıkları diğer bilgilere dayanarak çeşitli yerlerde depremin şiddetine, süresine ilişkin açık bir fikir edinerek aynı şiddetli olan yerlerden geçen deprem kavislerini tespit etmişler. Rapora bunları işlemişler. Beş kısma ayırıyorlar yeryüzünü. Biri diğerinden daha büyük olan beş kısma ayırmışlar. Birinci kısım, merkez kısmı en çok zarar gören yerleri içeriyor. Eğri bir hat çizmişler. Çatalca'dan, Adapazarı'na kadar. İzmit Körfezi boyunca 175 kilometre uzunluğunda devam ediyormuş. Küçük eğri, aynı körfezin kıyısında Esenköy, Maltepe köyleri arasında olan araziyi içeriyor, 39 kilometre yer tutuyor. Böyle bölgelere ayırmışlar ve İstanbul'da adeta zarar görmeyen bina kalmamış. Depremin şiddeti, Heybeliada, Kınalıada'da daha fazla olmuş. Ruhban Okulu yıkılıyor. İnsanlar günlerce baraka ve çadırlarda yaşıyorlar. Arazinin durumu da hasarın büyüklüğünde etkili oluyor. Katırlı Köyü’nün yarısı çamurdan oluşan arazi üzerine kurulduğu için hasar büyük olmuş. Diğer yarısı dayanıklı arazide olduğu için daha az hasar görmüşler. Yalova'da kurulan bir çiftliğin binaları kumlu arazide olduğu için yıkılmış. Diğer taraflar sağlam kalmış. Böyle birçok bilgiye ulaşıyorsunuz.