"Türkiye'de çok daha kökten bir değişime ihtiyaç var"

Açık Yeşil
-
Aa
+
a
a
a

Ümit Şahin ve Ömer Madra, Yeşil Gazete'de İkizköy Çevre Komitesi'nden Deniz Gümüşel ile Akbelen'deki gidişat hakkında konuşuyorlar.

""
Fotoğraf: ispaskir.org
Açık Yeşil: 09 Ağustos 2023
 

Açık Yeşil: 09 Ağustos 2023

podcast servisi: iTunes / RSS

Ümit Şahin: 95.0 Açık Radyo’da Açık Yeşil başlıyor. Ben Ümit Şahin.

Ömer Madra: Ben de Ömer Madra.

Ü.Ş.: Destekçimiz Deniz Soyarslan'a teşekkür ediyoruz programa başlarken. Açık Yeşil’de bu hafta da Akbelen gündemine devam ediyoruz. Üç haftadır Açık Yeşil’de Akbelen'i konuşuyoruz. Dün de İkizköylüler Meclis’teydi. Gerçekten çok önemli bir olaydı. En genel anlamıyla hem Türkiye'deki çevre hareketi, hem de kömür karşıtlığı hareketi açısından, yereldeki ekoloji mücadeleleri açısından çok tarihi bir andı. Bugün onları konuşacağız. Bir konuğumuz var; Deniz Gümüşel. Deniz, günaydın.

Deniz Gümüşel: Günaydın.

Ö.M.: Merhabalar, Deniz tekrar hoşgeldin.

D.G.: Merhabalar hocam.

Ü.Ş.: Deniz Gümüşel’i biliyorsunuz, İkizköy Çevre Komitesi'nden arkadaşımız. Yıllardır bu mücadelenin içinde. Aslında Deniz'i biz iki hafta önce, daha doğrusu ilk hafta Çarşamba günü Açık Yeşil’e konuk edecektik ama tam bizim konuk etmemiz gereken saatte gözaltına alınmıştı ve o yüzden alamamıştık. Bu haftaya kısmetmiş. Şimdi zaten Açık Gazete’de de dün neler olduğunu konuştunuz biraz önce. Ben biraz daha farklı bir noktadan girmek istiyorum. Biraz daha Meclis’i konuşalım ama onun ötesinde Akbelen mücadelesinin önemi üzerinden şu soruyla başlayacağım; İkizköy Çevre Komitesi olarak siz bir de şirketin iddialarına cevap yayınladınız. Sonra şirket de sizin cevabınıza cevap yayınladı. Böyle enteresan. Türkiye'deki bu hareketin tarihinde çok görülmemiş enteresan bir şey devam ediyor. Burada şirketin yani şirket derken ismini de koyalım, YK doğrusu Limak ve IC İçtaş değil mi, bu iki şirket kamuoyunun bir tür bu konuda neredeyse birleşmesi karşısına bazı ikna taktikleri kullanıyor gibi görünüyor. Genel anlamda bu konuda şirketin nasıl bir yaklaşımı olduğuna dair başlayabilir miyiz konuşmaya?



D.G.: Elbette yani genel yaklaşımı dezenformasyon üzerine kurulu. Genel stratejisi yanlış bilgiyi yayma üzerine kurulu. Ana argümanları Türkiye için özellikle de Ege Bölgesi için işlettikleri iki eski ve kirli santralin vazgeçilmez santraller olduğu yönünde. Enerji arzı açısından söylüyorum, bunu çok fazla kullanıyorlar iletişim çalışmalarında ve sorumluluk olarak yükü kaldırma anlamında bu şirketler, bu santralleri işlettiklerini neredeyse bir kamusal hizmet olarak işlettiklerini ifade ediyorlar. Böyle bir tarafı var.

İkinci tarafı yarattıkları ormansızlaşmanın dezenformasyonu. Orada da ne kadar ağaç diktiklerini söylüyorlar. Yani terminoloji bile çok yanlış, ağacı dikemezsiniz, ancak fidan dikersiniz ve sonra eğer ciddi bir bakım yapmıyorsanız onun ağaç olmasını umut edersiniz. Maden sahalarını rehabilite ettiklerini iddia ediyorlar. Bu da tabii çok ciddi bir dezenformasyon. Bu dezenformasyon hatta o boyuta varmış durumda ki sahada, maden sahasının daha önce işletilen bölgelerinin içinden geçen yol çitlerle çevrilmiş. Bu çitlerin üzerine plastik yapay çim asılmış bir maskeleme malzemesi olarak ve reklam için kullanılan dev ayaklı billboardlara, reklam panolarına nasıl rehabilite ettiklerini, nasıl ormanlar yarattıklarını anlatan ifadeler, reklamlar veriyorlar. Hemen arkasında İkizköylülerin deyimiyle ‘ölüm çukuru’ var yani maden sahası var. Onu böyle plastik çimlerle, çitlerle, billboardlarla kapatmaya çalışıyorlar. Ama tabii bu yaptıkları en masumane şey.

Türkiye medyasının geldiği nokta yani ikiye bölünmüş; gerçekliğin, hakikatin peşinde olanlar ve hakikati bozmaya yönelik çalışanlar diye. İkiye ayrılmış bir medyanın olduğu bir ortamda inanılmaz paralar dökerek başarılı bir iletişim çalışması yürüttüklerini de kabul etmemiz gerekiyor. Arada bir bu yalanları özellikle Anadolu Ajansı (AA) veDemirören Haber Ajansı (DHA) gibi büyük ajansların eliyle Anadolu'ya yayıyorlar yani Anadolu medyasını yayıyorlar. Çok ciddi bir çaba içerisindeler bu çerçevede.

Ü.Ş.: Ben de bu sözünü ettiğin yeşil çimden panolarla o alanı kapatmayı sosyal medyada ilk gördüğümde yeşil badananın, ‘Greenwashing’in sözlük tanımını yapmışlar gibi geldi. Yani tam anlamıyla yeşil bir badana yapmışlar oraya. Sadece üstü yeşil yani, onun dışında hiçbir şey yok. Elektrik meselesi bence de çok önemli. Yani baz hikayesi zaten Türkiye'de bir efsanedir ya, hep baz yükü üzerinden gidiyorlar ama ondan önce, bu ormanlık alanla ilgili söyledikleri yani ‘biz ormanları kesiyoruz ama sonra tekrar daha fazla ağaç dikiyoruz’, bu gerçekten kamuoyunu ikna eden bir şey mi? Çünkü evet bu şirketin yaptığı çalışma, propaganda çalışması, belki medyada yer buluyor olabilir ama oradaki alanın nasıl kesildiğine dair de inanılmaz dramatik görüntüler, direnişten gelen görüntüler dolaştı. Doğrudan ağaçların kesilme anının göründüğü bir olayı ben hatırlamıyorum daha önce. Yani direnişçiler önde slogan atarken, arkada ağaçların devrildiği bir görüntüye dünyada kaç kere yaşanmıştır bilmiyorum. Bir de dronelarla yukarıdan çekilen görüntüler de alanın nasıl ormansızlaştırıldığını ve hemen kıyısında nasıl dev bir maden çukuru olduğunu o kadar bariz gösteriyor ki haritalarla da bunlar defalarca her yerde dolaştı. Acaba biz mi çok bunları görüyoruz da bunlar ön planda gibi geliyor? Bilmiyorum ama senin yorumunu merak ediyorum. Yani bu konuda ikna edici olmuş olabilir mi gerçekten şirket, ağaç dikiyoruz diyerek?

D.G.: Yani Ümit, gene ben aynı şeyi söyleyeceğim; kamuoyunun ikiye ayrıldığı yani büyük bir yarıkla ikiye ayrıldığı bir ülkede yaşıyoruz. O yüzden ben bu yandaş medyayı sadece takip eden kamuoyuna ne kadar ulaşabiliyoruz, bu ağaç devrilme görüntüleri, maden çukurunun büyüklüğü ve orada hiçbir rehabilitasyon çalışmasının yapılmadığı çok somut bir şekilde kanıtlanmış olsa da o kesime ne kadar ulaşıyor bilmiyorum. Benim endişem bu yönde. Yani toplumun bu bölünmüşlüğünden kaynaklı bir endişem var. Onun dışında tabii ki söylediğin şey çok doğru.

İki yıldır Akbelen'deki mücadeleyi alanda takip eden çok değerli bir gazeteci ekibimiz oluştu. Arkadaşlarımız kesimin ilk anından itibaren alana ulaştılar ve oradan doğrudan görüntüleme yaptılar. Onlar sayesinde bizim gözlerimizle yaptığımız tanıklık kayda da geçmiş oldu. Umuyorum ki, hiç değilse sosyal medyada bu bariyeri aşıyoruzdur ve gerçeği, hakikati ulaştırabiliyoruzdur kamuoyunun daha geniş bir kesimine.

Fotoğraf: Ali Öz

Ö.M.:Ben de bir şey ilave etmek, soru sormak istiyorum. Şimdi bu toprağın durumu nedir? Ağaçlar kesildi orada, yenisini dikeceğiz filan diyorlar ama ayrıca toprağı böylebirdüzleme çabaları, o toprağı altüst etme çabaları da olduğu söyleniyordu. Halbuki şimdi yeni bir araştırmadayayınlandı ve yeryüzündeki türlerin %50’sinden fazlası zaten bu daracık küçük toprak tabakasında yaşamakta olduğu; tahminlerin çok ötesinde yani mantarların %90’ı, bitkilerin %85’i, bakterilerin de %50’den fazlasının burada bulunuyor ve biyolojik çeşitliğin en büyük kaynağı o daracık küçük toprakta. Şimdi Akbelen'de ona da darbe vuruldu bu sırada. O konuda ne gibi bilgiler var elimizde?

D.G.: Şöyle, sekiz köy çevre komitesi olarak şu andaki amacımız o toprağın korunması, önümüze hedef olarak koyduk. Çünkü okyanuslarla birlikte karbon, azot ve fosfor döngüsünü sağlayan şey aslında bir de toprak, karadaki toprak. Dolayısıyla onu korumak, ağaçsızlandırılmış Akbelen Ormanı’nın yeniden rehabilite edilmesi, -rehabilite edilmesi demeyelim yeniden yeşermesi diyelim, rehabilite edilmesi dezenformasyon için çok kullanılıyor- yeniden yeşermesi, ağaçlarıyla birlikte hayata dönmesi için çok kıymetli. Şu anda yaptıkları, büyük iş makinelerininsahadageçebilmesi, tomrukların orman alanı dışına çıkarılabilmesi, ağaçlardan oluşturulan tomrukların saha dışına çıkarılabilmesi ve daha sonraki maden çalışmaları için iş makinelerinin geçebileceği yolların açılması düzeyinde. Yani şu ana kadar toprağa yapılan müdahale bu düzeyde. Henüz madencilik faaliyetleri başlamadı. Çünkü Orman Genel Müdürlüğü henüz, ‘ağaçtan arındırdım ve maden işletmesi için size devrediyorum’ diye o devir işlemini yapmadı. Sınırlı bir tahribat var ama gerçekten canımızı yakan bir tahribat bu.

Ü.Ş.:Akbelen gerçeklerine dönersek, bu metneikizkoydireniyor.net adresinden herkes ulaşabilir, şirketin en büyük iddiası senin de söylediğin gibi, ‘biz olmazsak, bizim bu iki santral çalışmazsa Türkiye elektriksiz kalır. Özellikle de Ege Bölgesi ve o bölge elektriksiz kalır’. Hatta medyada daha çok Bodrum, Muğla kesimi vesaire hedef alınıyor. ‘Siz orada tatil yapıyorsunuz, buranın elektriğine ihtiyacınız var’ diye aslında en duyarlı gördükleri kesime seslenme gibi bir taktik izliyorlar benim gördüğüm kadarıyla. Ama burada da çok enteresan bir hesap, oyun yapmışlar. Diyorlar ki, ‘Bu santraller yerli kaynak baz yükünün %15’ini sağlıyor’.



Şimdi baz yükü ne demek? Çok kısa özetlersek, baz yüklemek sürekli çalışan santrallerin yani kömür santrali, nükleer santral, hidroelektrik santral, doğal gaz santralleri gibi santrallerin sürekli baz yükü sağlaması, herhangi bir kesintiye neden olmayacak şekilde baz gü sağlaması. En fazla yükün yüksek olduğu zamanda bile dese ki, ‘Bu Türkiye baz yükünün şu kadarını sağlıyor’ bir derece, ama onu diyemiyor. Yerli kaynak baz yükü gibi bir oyun yaparak bunu %15’e çıkartıyor. Siz de cevabınızda şöyle demişsiniz; ‘Yerli kaynak baz yüküne yerli kömürün yanı sıra barajlı hidroelektrik, jeotermal ve biyokütle gibi yerli kaynaklar dahil edildiğinde iki santralin üretimi toplam yerli kaynak baz yükünün %6’sına düşüyor’. Burada tabii şunu da eklemek lazım. Buna doğal gazı ve ithal kömürlü santralleri de eklerseniztahmin ediyorumherhalde %1’in de altına düşüyordur bu iki santralde. Dolayısıyla böyle bir oyun yapmışlar ve buna karşı kendi verdikleri cevapta da Türkiye elektrik ihtiyacının ortalama %2,5’ini sağladıklarını iddia etmişler. Burada elektrik piyasası üzerinden bir tartışma yürüyor. Bununla ilgili bir şey söylemek ister misin?

D.G.:Evet. Yani şu anda en büyük argümanları doğal gaz fiyatının çok yüksek olması, Türkiye'nin doğal gaz anlaşmaları nedeniyle doğal gaz tedarikinde dönem dönem sıkıntı yaşıyor olması ve doğal gaz ithalatının ciddi bir şekilde cari açık üzerinde etkisinin olması. Bizim de cevabımız, bunu bu şekilde planlamazsanız, başından doğru enerji politikaları, elektrik arzı politikaları geliştirirseniz, örneğin barajlardaki hidroelektrik santrallerde kurak yılların planlamasını zaten belli olan, yedi yılda bir döngüsü gelen kurak yılların planlamasını doğru yaparsanız, güneş ve rüzgar gibi diğer kaynaklardan yeterli miktarda gelecek elektrik arzını teşvik ederseniz, özellikle oto prodüksiyona yani sanayi şirketlerinin ve yurttaşların kendi elektriklerinin, çatı tipigibidaha küçük enerji birimleriyle, enerji üretim birimleriyle yapılması için insanların önünü açarsanız böylesi tabloyla, tekelleşmiş bir tabloyla karşılaşmak durumunda değiliz. Yani enerji politikaları çerçevesinde yapılabilecek çok fazla şey var, bunu söylemeye çalışıyorum.

Rakamlar da tabii ki gene gerçeği yansıtmıyor. Türkiye Elektrik İletim A.Ş.’nin (TEİAŞ) en son resmi verileri, 2021 yılı. Buna göre kurulu güç düzeyinde baktığımızda, Yeniköy ve Kemerköy Termik Santralleri %1’i teşkil ediyor. Yaklaşık 100 gigavatlık bir kurulu gücü var Türkiye'nin. Bu santrallerin toplamı da 1050 megavat yani bir gigavat civarında, yaklaşık %1 kurulu güçte. Elektrik üretimine baktığımızda da yine TEİAŞ’ın kendi resmi verilerinden yola çıkarak, satın aldığı, elektrik üzerinden yapılan hesaplamalarda %2’yi geçmemiş şu ana kadar. Yani o %2,5’i nasıl hesaplıyorlar? Muhtemelen bir ay %2,5 oldu ve onu bir gerçeklik olarak sunuyorlar. Ama resmi veriler %2’nin üzerinde bir elektriği sağlamadığını söylüyor bu iki santralin.

Bir de halkın gerçekten elektriksiz kalmak gibi bir korkusu var. Çok enteresan bir şekilde 1980’lerde elektrik altyapısı bu kadar gelişmiş değilken yaşanan bir elektrik kesintisi dönemi var. Bir de 1990’ların ortasında yine ilginç bir şekilde Yatağan'daki termik santralin yaratmış olduğu hava kirliliğine karşı yükselen bir hak talebi arayışı var. O dönemde içerisinde termik santral işçilerinin sendikasının da olduğu gruplar, Orman Genel Müdürlüğü’nün de olduğu kamu kurumları Yatağan Termik Santrali'nin yaratmış olduğu hava kirliliğinden ortaya çıkan hem ekolojik hem de sağlık sorunlarını dile getirmek amacıyla halkın sokaklara döküldüğü, on binlere yaklaşan insanla eylemlerin yapıldığı bir dönem olmuştu.

Benim ailem Milas’lı, orada yaşıyorlar. O dönemde elektriklerimizi keserlerdi yani elektriği bilerek keserlerdikiMarmaris gibi, Bodrum gibi turistik yerlerde elektrik ihtiyacı bu santrale bağlıymış, bu santralin hizmetine bağlıymış gibi bir algı yaratıp yükselen hak talebinin, o sağlıklı çevrede yaşama hakkı talebinin bastırılmasına yönelik bir kamuoyu oluşsun. O günlerden kalma bir korkuyu, tekrar harekete geçirmeye çalışıyor şirket. Ama artık bunun bir gerçekliği yok. Neden yok? Çünkü Türkiye on yıllardır bir enterkonnekte sistemle elektrik iletimini sağlıyor. Bu nedir? Türkiye'nin herhangi bir yerinde, herhangi bir santralinde üretilen, merkezi bir santralde üretilen elektrik, o merkezi iletim hattına verilir ve bölgesel olarak devreden çıkan bir santralin yaratacağı boşluk çok rahatlıkla başka bir noktada üretilen elektrikle ikame edilebilir. Bir kere bu gerçeği çok iyi kamuoyuna anlatmamız gerekiyor. Ege Bölgesi'ne baktığımızda da enterkonnekte sistem nedeniyle böyle bir güvencesi var sistemin. Ama onun yanında verdikleri rakamlar da manipülatif rakamlar. Ege Bölgesi'ndeki santrallerin toplam üretimi, 67 gigavat saat. Bu santraller bunun ancak onda birini üretiyorlar, çok daha yüksek rakamlardan bahsediyor şirket, Ege Bölgesi'nin bu kadarını sağlıyoruz, Muğla'ya %65 elektriği biz sağlıyoruz’ gibi.

Kimseler korkmasın, halkımız korkmasın. Bu iki santral devreden çıktığında da elektriğimizekesintisiz olarak ulaşma şansımız olacak. Doğal gaz santralleri, politik bir seçim. Tabii onların son birkaç yıldır özellikle devreye çok alınmadığını biliyoruz, yerli linyite ağırlık verilmeye çalışıldığını biliyoruz. Ama enerji politikasında durum o kadar sarpa sarmış durumda ki, bu palyatif çözümlerle götüremezler yani çok daha kökten bir dönüşüme ihtiyaç var enerji arzı ve enerji talebi yönetimi konusunda. Çok daha kökten bir değişime ihtiyaç var Türkiye'de.


Ö.M.: Ben de şöyle ufacık bir soru sorayım pardon. Gerek Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Erkan Akçay'ın, gerekse de eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez'in dün Meclis’te yaptığı konuşmalarda, şirketin de verdiği bu dezenformasyona tamamen dayalı olduğu anlaşılan konuşmalar yaptıkları, enerji sorununu büyük ölçüde nasıl çözüleceği üzerine odaklanan konuşmalar yaptıkları görülüyor. Peki bunu nasıl bu şekilde yürütmelerine göz yumuluyor? Yani Meclis’te başka kimseden bir ses seda çıkmıyor bu konuda değil mi?

D.G.: Yani bu dezenformasyona yönelik bir bilgi notu hazırladık biz ve bütün milletvekillerine, 600 milletvekiline gönderdik. Enerji konusuna teknik olarak hakim milletvekilleri aslında söz alsa, bunun bir yalan olduğunu ifade edebilirler ama son söz hakkı Fatih Sönmez'indi, böyle bir fırsat olmadı. Biz gene dilimiz döndüğünce bunu basın aracılığıyla duyurmaya devam edeceğiz. Şu an şunu ön göremiyorum; bu oyun nereye kadar devam eder? Biz yanıt yazacağız. Onlar başka bir yanıt yazacaklar. Bu kamuoyunu yönlendirme girişimlerinin nasıl engelleyebiliriz? Bilemiyorum. Aklıma hep Sait'in sözü geliyor; ‘Biz sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedik ama biz de önünüzde diz çökmedik, bu da size dert olsun demiş. Böyle bir manipülatif güçleri var. Hakikat bizden yana olsa da böyle bir manipülatif güçleri var maalesef.

Ü.Ş.:Son olarak, sen aynı zamanda Temiz Hava Hakkı Platformu’nda da aktif olarak çalışıyorsun. Kaç sene önceydi, Cumhurbaşkanı’nın veto ettiği ilk şey oydu. Baca gazı arıtma tesisi olmayan termik santrallerin izinlerini uzatan yasayı veto etmişti ve ondan sonra bazı termik santraller kapanmıştı. Ama sonradan hiçbir şey yapmadıkları halde tekrar bunların açılmasına izin verildi. Bunların arasında herhalde Yeniköy ve Kemerköy de var değil mi? Beş üniteden sadece ikisinde baca gazı arıtma tesisi var, üçündeyse yok. Ama şirket, ‘çevre yatırımlarını tamamladık’ diyor.

D.G.:Evet. Yani yalanlarını daha sonraki açıklamalarıyla kendileri yalanlıyorlar aslında. Bunu takip eden dikkatli bir okur, bu yalanları çok rahatlıkla görebilecek. Son yaptıkları açıklamada da üç santral biriminin, ünitesinin rehabilitasyonunun tamamlandığını, rehabilitasyon çalışmalarının %60 oranında tamamlandığını söylüyorlar. Bu da yanlış. Çünkü biliyoruz ki Kemerköy'ün birinci ünitesinde yapılan rehabilitasyon sonucunda, şu anda yürürlükte olan sanayiden kaynaklı hava kirliliği kontrolü yönetmeliğinin belirlemiş olduğu sınır değerleri sağlayamıyorlar. Orada bir sıkıntı var. Bir rehabilitasyon sürecinden geçmiş olmasına rağmen, baca gazı anlamında yasal zorunluluklarını yerine getiremiyor şirket. Üçüncü ünitenin yani Yeniköy Termik Santrali'nin birinci ünitesini rehabilitasyonu da tamamlanmadı. Ama tamamlanmış gibi gösteriyorlar. Aslında şu anda Çevre Şehircilik ve İklim değişikliği Bakanlığı tarafından 2021’de verilmiş olan bir çevre izni var. Bu yok hükmünde bir çevre izni. Normalde senin de söylediğin gibi 31 Aralık 2019’da bu yatırımların tamamının bitmiş olması gerekiyordu. Geçici faaliyet belgeleriyle bu süreci iki altı ay, yani bir yıl uzattılar. Ardından da yatırımlar tamamlanmadığı halde çevre izni verildi. Yatırımların tamamlanmadığını şirket kendi ağzından söylemesine rağmen, ÇevreveŞehircilik Bakanlığı bu hukuk dışı izin belge düzenlemesini nasıl açıklayacak merak ediyoruz.

Biz hem bilgi edinmelerle, hem de ondan sonrasında açacağımız dava süreçleriyle bu çevre izninin iptali için uğraşacağız. Sadece Yeniköy ve Kemerköy Termik Santralleri de değil. Maalesef Türkiye geneline yayılmış 13 tane termik santral var. Eski ve kirli termik santraller bunlar. 2012-2013-2014 yıllarında özelleştirilmiş santraller. Bu santrallerin hiçbirinde doğru düzgün kükürt arıtma tesisi yok. Azot arıtma tesisi zaten hiçbirinde yok. Filtreler çalışmıyor. Kül barajları yönetmeliğe uygun olmadığı için toprağa ve yeraltı sularına çok ciddi miktarlarda ağır metal, kalıcı organik kirleticiler gibi kanser yapıcı maddeler bırakıyorlar.

Bir yerden başlamak gerekiyor. çerçevesinde bu yılki programımızın önceliği olan birkaç termik santrale karşı yerelde mücadele yürüten dostlarımızla birlikte çevre izinlerinin iptal edilmesi için dava açmak. Çevre izninin iptali işletme yani üretim lisansının da iptalini gerektiriyor. Yani üretim lisansının ön koşulu çevre iznini alabilmek. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Temiz Hava Hakkı Platformu olarak bu çevreyi kirlete kirlete, havayı zehirli gazlar bıraka bıraka çalışmaya devam eden birkaç santrali kapattırmak gibi bir çalışma içerisindeyiz.

Ü.Ş.: Peki çok az zamanımız kaldı. Ben son bir yorum yapıp senin yorumunu da sorup bunun üzerine bitirelim diyorum. Geçen haftalarda bunu konuşmak için biraz erkendi ama şimdi, özellikle dünkü Meclis çıkarması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da bu konu hakkında bir şey söylemek zorunda kalmasınınardından bana şu yorumu yapmak çok abartılı olmazmış gibi geliyor. Türkiye'nin tarihini, çevre hareketini, tarihini bilenler çok iyi hatırlar. Türkiye'de bildiğiniz anlamıyla çevre hareketi aslında 1984’te Gökova'da Gökova Termik Santrali’ne karşı başladı. Aynı o bölgedeki insanların yani bilhassao insanlarınmücadelesiyle başladı ve 1984’te Gökova'ydı oranın ismi, sonradan Gökova çok tepki çekince Kemerköy yaptılar zaten o santralin ismini. Şimdi aradan ne kadar geçmiş?40yıl mı?

D.G.: 40 yıl, evet.

Ü.Ş.: 40 yıl neredeyse geçtikten sonra aynı yere geri dönmüş durumdayız ve ilk defa belki Akbelen mücadelesi sayesinde,İkizköylülerin büyük sabırlı ve inatçı direnişi sayesinde ilk kez Türkiye'de kömürden çıkış bence gerçek anlamda toplumsallaşmış ve kamuoyu gündemine girmiş oldu. Buradan da geri dönemeyecekler gibi geliyor bana. Yani bütün bu inatları aslında hükümetin de yıllardır belli bir yerde tutmaya çalışsa da yapmak zorunda kaldığıiklim politikalarıyla da sonuna kadar çelişiyor. Ama bir yandan da bütün oradaki köylüye bile marjinal diyecek kadar bir savunmaya geçmiş durumdalar. Sanki buradan geri dönüş olmayacakmış ve kömürden çıkışın yoluna aslında bu direniş sayesinde tam anlamıyla girmişiz gibi geliyor bana. Fazla mı iyimserim, sen ne dersin bu konuda?

D.G.: Ben de böyle umuyorum. Akbelen mücadelesi kamuoyuna çok mal oldu ama arkada, kömür bölgelerinde, termik santrallere karşı devam eden çok ciddi yerel hareketler var; Zonguldak'ta, Çanakkale'de, Çan'da. Oradaki dostlarımıza da bir selam çakalım. Birlikte hareket ediyoruz onlarla birlikte de. Umuyorum ki Akbelen'in rüzgarı, buyıllardır devam eden kömür karşıtı mücadele somut politikaları zorlamak anlamında bir işe yarayacaktır. Ben de senin gibi düşünüyorum.

Ü.Ş.: Çok teşekkürler Deniz. Ömer Abi, sana bırakayım son sözü.

Ö.M.: Yok ben de iyimserlerden yanayım.

Ü.Ş.:Peki. O zaman sonuna geldik programın. Çok teşekkürler. İkizköy Çevre Komitesi'nden ve Temiz HavaHakkıPlatformu’ndan Deniz Gümüşel'le birlikteydik bugün Açık Yeşilde. Akbelen direnişini konuştuk, konuşmaya da devam edeceğiz. Çok teşekkürler Deniz.

Ö.M.:Teşekkürler.

Ü.Ş.:Gelecek hafta görüşmek dileğiyle. Hoşçakalın.

Ö.M.:Hoşçakalın.