Açık Yeşil’de Ümit Şahin ve Ömer Madra, konukları Rauf Kösemen’le depremin ardından organizasyon ve koordinasyon süreçlerinin işleyişine odaklanıyor.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hali değildir.)
Ümit Şahin: Türkiye'nin yaşadığı en büyük deprem felaketlerinden birinin ardından yapıyoruz Açık Yeşil’i. Belki de en büyüğü. Aynı bölgede üst üste iki deprem yaşandı ve son sayılara göre can kaybı 6 bin 234’e yükselmiş durumda. Bugün yayında Açık Radyo’da yayınlanan Diğerkâm programının yapımcılarından Rauf Kösemen de bizimle birlikte.
Ömer Madra.: Suriye'dekiyle beraber vermekte fayda var. Toplam 8 bin 400 oldu diyor The Guardian’daki son haber.
Ü.Ş.: 37 bin de yaralıdan bahsediliyor. 6 binin üzerinde binanın yıkıldığından bahsediliyor, ama bu rakam herhalde hasarlı binaları kapsamıyor, sadece yıkılan binalar.
Ö.M.: Yüz binlerce, sayısı tam belli olmayan kişi de evsiz durumda. Birleşmiş Milletler örgütleri de 23 milyon insanın etkilendiğini söylüyorlar.
R.K.: Kahramanmaraş’tan ve Antakya'dan gelen hava görüntülerini izledim. Her ikisinde de şehrin fiziksel olarak yarısında yıkılmış binalar gözüküyor. Bunların etrafındaki barınılamaz halde olanları da eklerseniz, aslında bu şehirlerin neredeyse yüzde 20’si yaşanabilir durumda şu anda. Geri kalan insanlar sokakta.
Ü.Ş.: Bütün haberlerdeTürkiye’de depremin 10 şehri etkilediği söyleniyor. Halbuki 10 şehri değil 10 vilayeti etkileyen bir deprem bu. Bu 10 vilayetin içinde aslında çok daha fazla şehir var. İlçeleri şehir değilmiş gibi kabul ediyoruz ama İslahiye, Elbistan gibi pek çok sayıda şehir var. Hâlâ haber alınamayan kasabalar ve sayısız köy var bölgede. Bazılarında gerçekten çok büyük bir yıkım yaşamış. İslahiye gibi Hatay'ın bazı ilçelerinde büyük bir yıkım yaşamış durumda. 10 şehir deyince aslında biraz hafifletmiş oluyoruz.
Ö.M.: El Cezire'deki bir habere göre Dünya Sağlık Örgütü, 3 milyonun üzerinde kişinin doğrudan etkilendiğini açıklamış. UNICEF sözcüsü de Türkiye'de de ve Suriye'de binlerce çocuğun ölmüş olabileceğini söylüyor.
R.K.: Osmaniye’nin nüfusu 550 bin civarında.
Ü.Ş.: Osmaniye vilayet oldu.
R.K.: Benzer büyüklüklerde başka ilçeler de var. Adıyaman ve Osmaniye, ikisinin de il olduğunu düşünürseniz, nüfusları toplam yarım milyon civarında.
Ü.Ş.: Kırıkhan, İslahiye, Elbistan, Pazarcık gibi çok büyük ilçeler var. İsmi duyulmayan ilçeler de var. Malatya’ya bağlı Doğanşehir mesela. Bunlarda da büyük yıkım var. Haberciler nereye gidebilirse, yetkililer nerelerde yoğunlaştıysa, milletvekilleri nereyi ziyaret ediyorsa biz sadece orayı görüyoruz. Ama görmediğimiz çok yer var.
Buradan meselenin sivil boyutuna geçelim. Hepimiz 1999 depremini yaşadık ve çok şey öğrendiğimizi, Türkiye'nin çok şey öğrendiğini düşünüyorduk. Hepimiz o dönemde sivil dayanışmanın, sivil organizasyon ve koordinasyonun ne kadar önemli olduğunu anladık. Açık Radyo da onun merkezlerinden biriydi. Ama şu anda yaşanan, en azından görebildiğimiz, aldığımız haberlere göre, yaşanan koordinasyonsuzluk, organizasyonsuzluk had safhada. 1999 depreminde ne AFAD ne buna benzer bir yapılanma ne de büyük kurtarma operasyonları yapacak bir kapasite vardı. Ama şu anda yaşadığımız koordinasyonsuzluk sanki 1999 depremini aratmayacak büyüklükte. Her ne kadar o zamandan daha büyük bir alanı kaplayan bir deprem yaşadıysak da -o dönemde Gölcük ve İzmit’i kapsayan daha dar bir alanda, daha yoğun bir deprem yaşamıştık- en azından o dönemde tecrübemiz yoktu. Bugünse AFAD merkezinde inanılmaz bir koordinasyonsuzluk var. Hâlâ ulaşılamayan enkazlar var. Depremin üzerinden 36 saatten daha uzun bir zaman geçtikten sonra yetkililer “Yavaş yavaş enkazlarda arama kurtarmaya başlıyoruz” gibi açıklamalar yapıyorlar. Ulaştırma Bakanı canlı yayında resmen “yavaş yavaş” gibi bir söz etti. Bunlar inanılır gibi gelmiyor insana.
AFAD'ın sürekli “Her yere ulaştık, ulaşılmayan hiçbir yer yok,” açıklamalarının ardından televizyonlarda canlı yayınlara bağlanan depremzedeler henüz kendi bulundukları yere hiç kimsenin gelmediğini söylüyorlar. İnanılmaz bir koordinasyonsuzluk yaşıyoruz. Neden bu oldu? Niye biz bir şey öğrenemedik.
Ö.M.: Zor bir soru bu. 17 Ağustos 1999 depreminde, Açık Radyo hemen bir gün sonra organize olarak Deprem İletişim Merkezi olarak faaliyet gösterdi ve 60 gün süreyle bütün yayın formatını değiştirip radyoyu kesintisiz bir telsiz çevrimine dönüştürüp ihtiyaçlarla imkânların buluştuğu bir köprü olmaya çalıştı. Yani rahmetli Aydın Engin gibi pek çok kıymetli arkadaşımızın gönüllü programcılığıyla çok doğru bilgi vermeye ve haberleri paylaşmaya çalıştık. Ciddi bir sivil toplum çabası vardı. Şimdi otoriter bir rejimin etkisi var. O zamanlar daha özgür bir medya vardı. Şimdi büyük ölçüde kontrollü, hükümet yanlısı bir medya var.
R.K.: AFAD aslında bir çatı. Biz AFAD'ı sahada halkla ilişkiler çalışmaları sırasında ya da kendilerini anlatırken yeleklerle filan görüyoruz dolayısıyla AFAD'ı bir operasyon gücü olarak görüyoruz, oysa AFAD bir operasyon gücü değil. Bir koordinasyon gücü pratikte. AFAD'ın operasyonunu yereldeki gruplar yapıyor. AFAD bölgedeki kurtarma örgütlerini, Ulusal Medikal Kurtarma Ekipleri’ni (UMKE), bölge itfaiyelerini, çeşitli gönüllü grupları, sivil toplum örgütlerini, dernekleri sahada kullanıyor. Bu insanlar normal hayatlarında başka işler yapıyorlar ama afet sırasında AFAD'ın koordinasyonunda faaliyete geçiyorlar. Bunlar devlet görevlileri elbette. Onun dışında bir de eğitim almış AFAD gönüllüleri var. AFAD “Her yerdeyiz, her yere ulaştık,” derken aslında kendisinin bölgedeki örgütlenmesini yürüten insanlarla kurduğu bağlantıyı kastediyor çok büyük olasılıkla. Özellikle küçük bölgeler için bunu söyleyebiliriz. Biz devletin mevcut yapılanması içinde bu kişilerin “Evet efendim biz buradayız,” derken kendini kurtarmak için mi yoksa gerçekten AFAD’ın kaç kişiyle orada olduğunu bilmeksizin, o bürokratik mekanizma içinde sadece kendisinin varlığını bile “biz burada varız,” diye mi ifade ettiğini bilmiyoruz. Elbette gerçekten de orada var olup faaliyete geçmiş olan AFAD örgütlenmesini, organizasyonu yürüten kamu görevlilerini dışarıda tutarak söylüyorum bunu. Dolayısıyla “AFAD yok” derken sadece görüntüye bakmamak lazım. Yani AFAD yelekli insanları bir yerde görmediğimiz zaman aslında “AFAD yok” olmuyor orada. AFAD bir organizasyon, bir koordinasyon yapıyor olabilir arka tarafta. Ama sahada da görmüyoruz bazı yerlerde.
Ü.Ş.: Şöyle bir sorun var asıl tartışmak istediğim: 1999 depreminde AFAD gibi bir yapılanmanın olmaması nedeniyle, devletin merkezî olarak bir organizasyon yapmamasından dolayı büyük bir kaos yaşanmıştı ve biz bundan şikâyet ediyorduk. Aslında bu yokluk nedeniyle sivil güçler çok hızlı bir şekilde sahaya hâkim olmuşlardı. Enkaz kaldırma çalışmalarında AKUT mesela, ya da depremzedelere hizmet verme anlamındaki genel organizasyon sivil güçler tarafından çok büyük ölçüde yürütüldü.
Fakat şimdi AFAD veya genel olarak hükümet bu tür bir sivil organizasyona kadarıyla pek sıcak bakmıyor ve bunu bir tür devleti zaaf içinde gösterme olarak algılıyor. Bir taraftan da koordinasyonsuz, organizasyonsuz bir şekilde gönüllülerin bölgeye yığılmasının yarattığı kaos önemli bir sorundur. Marmara Depremi’nde bunu yaşamıştık. Bunun organize edilmesi, doğru koordine edebiliyorsanız iyi bir şey. Hem koordine edemeyip hem de sivil organizasyonları bölgeden uzaklaştırmaya çalıştığınızda ne oluyor, bunu merak ediyorum.
Açıkçası kurtarma ekiplerini ilk yirmi dört saat içerisinde bölgeye taşıdığınız zaman bunun bir anlamı var, aksi takdirde ancak mucize yaratabiliyorsunuz. İşte şu anda ancak mucizevi bir şekilde sağ kalanlar çıkartılabiliyor. Halbuki AFAD tarafından ilk 24 saatte hızlı bir şekilde kurtarma ekipleri sahaya sevk edilebilseydi herhalde böyle olmayacaktı. Sivil koordinasyon da anladığım kadarıyla engelleniyor. Hatta Hatay'a galiba girişler yasaklandı.
Ö.M.: Mesela İskenderun Limanı'ndaki büyük yangının söndürüldüğünü söylediler, oysa sonradan bu yangının devam etmekte olduğunu öğrendik.
Ü.Ş.: Aynı Tüpraş yangını gibi.
Ö.M.: Tam da onu söyleyecektim, canlı yayın sırasında CNN muhabiri yangından dolayı dumanın bütün şehri kapladığını ve zehirli etkilerinin olduğunu anlatmak zorunda kaldı. Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş daha iki hafta önce. BBO yapım tarafından yayınlanan ve Cansu Canan Özgen'in sunduğu 40 adlı programda, Hatay'ın depreme hazırlıklı olmadığını açıkça söylemiş. “Hatay yıkıcı bir depremin tekrarına hazırlıklı mı?” sorusuna “eğil,” diye cevap vermiş.
Ü.Ş.: Olmadığını da görmüş olduk maalesef.
Ö.M.: “İlgililere sayısız yazı gönderdik ve karşılık alamadık,” diyor Savaş., Hükümetin kendilerini yok saydığını açıkça vurguluyor.
Ü.Ş.: Kısa bir sağlık toparlaması yapmak istiyorum. Ben hani önceki depremlerin hepsinde sağlık alanında çalıştım. Türk Tabipler Birliği’nin (TTB) oradaki takibi çok kıymetli. Şu anda TTB'nin yaptığı ilk açıklamalar var önümde. mesela “Adıyaman’da sağlık hizmetlerinin organizasyonunda aksamalar yaşanmaktadır,” diyor. “Neredeyse tüm binalar hasarlıdır,” diyor. Hatay’da hem İskenderun Devlet Hastanesi hem Hatay Devlet Hastanesi yıkıldı. “Röntgen cihazı, restorasyon malzemeleri dahil pek çok kaynağa erişim imkânı zayıf,” demişler. Kahramanmaraş Devlet Hastanesi’nde durum aynı.
R.K.: Antakya'da üç özel hastaneden biri de yıkıldı ayrıca.
Ü.Ş.: Evet. Kahramanmaraş için de devlet hastanesinin ameliyathanesi çalışamıyor. İkinci depremin ardından çocuk hastanesi ameliyathanesi de çalışamaz duruma gelmiş. Kısaca sağlık açısından inanılmaz bir sorun var. Bir de o bölgelerdeki sağlıkçılar da enkaz altında maalesef. Dolayısıyla hem ciddi bir sağlıkçı açığı var hem de araç gereç açığı var. Bölgeye giden sağlıkçılar da, araç gereç, malzeme olmadığı için, binalar sağlam olmadığı için çalışamıyorlar. Devlet hastanesi binaları yıkıldığı için ciddi bir sorun yaşıyorlar.
Şimdi hepimiz oturduğumuz yerden bile olsa ne yapabiliriz diye düşünüyoruz. Nasıl destek olabiliriz? Nasıl bir dayanışma örgütleyebiliriz diye bir araştırıp duruyoruz. Biraz da ondan bahsedelim. Hangi çabalar daha güvenilir durumda? Dayanışmak isteyenler, destek olmak, bağış yapmak isteyenler ne yapmalı?
Şu anda sahada dayanışma, destek, sivil koordinasyon anlamında kimler var ve neler yapıyorlar?
R.K.: Sahada sivil toplumdan üç tane kurum gördük biz. İhtiyaç Haritası, AHBAP ve Hayata Destek. Bu üç kurum sahaya hızlı bir şekilde malzeme gönderiyor. Her üçünün de güçleri oranında sahada insanları da var. AHBAP’ın daha fazla. Yerel örgütlenmesi daha güçlü dolayısıyla gönderdiği malzemelerin yerelde dağıtımını da organize edebiliyorlar. İhtiyaç Haritası’nın İstanbul'daki bütün merkezi gücü deprem bölgesine taşınmış durumda. İstanbul'da sadece malzeme topluyorlar. Açıkladıkları günlük ihtiyaç listelerinden yola çıkarak toplanan malzemeleri günlük olarak her akşam yola çıkartıyorlar.
Ü.Ş.: Bu arada İhtiyaç Haritası bu sabahki son duyurusunda “Desteklerinizi Ataşehir'deki DasDas İstanbul'a bırakabilirsiniz,” demiş. Saat 16:00’a kadar alacaklarmış ve sonra da bölgeye göndereceklermiş. 8 Şubat Çarşamba ihtiyaç listesi şöyle: Powerbank, termos, uzay battaniye, sıcak su torbası, enerji bar, ışıldak ve ateş ölçer. Bu arada AHBAP olsun, İhtiyaç Haritası ve diğerleri genellikle bu duyuruları Twitter hesaplarından yapıyorlar. Böylece çok hızlı ve güncel oluyor. Twitter hesaplarını takip edebilirsiniz, desteklerinizi nereye bırakacağınıza dair.
R.K.: Instagram ve Twitter her iki kanalı da kullanıyorlar. AHBAP’ın bölgede yerel örgütlenmesi güçlü. AHBAP aynı zamanda her türlü hayırseverlik işlerinin de organizasyonunu yapıyor. Sorunun olduğu bölgedeki insanları oraya sevk ediyor. Böyle bir organizasyon, örgütlenme biçimi var ve bu çok işe yarıyor şu dönemde. Örneğin bir bölgede bir hayvana eziyet vakası ya da hayvan sahiplendirme duyurusu ya da bir yoksullukla mücadele vakası var ya da bir aile evsiz kaldı, evi yandı diyelim, o bölgenin yardımsever insanlarını harekete geçiriyor. Dolayısıyla AHBAP’ın şeyleri gönüllüleri aslında bölgelerde yaşayan insanlar. AHBAP sadece merkezden bunları koordine ediyor. O yüzden şu anda Türkiye'nin her yerinden yardım toplayıp gönderebiliyor ve gönderdiği yardımları da orada karşılayanlar var.
Burada bir başka kritik nokta da şu: Devlet doğru bilgiyi yaymakla değil, hangi bilgiyi yayıp, hangi bilgiyi yaymayacağına karar vermekle meşgul olduğundan iletişimi hastalıklı hale getirmiş durumda.
Ü.Ş.: Zaman kaybediyor.
R.K.: Evet zaman kaybediyor ve oysa bu kurumların verdikleri bu listeler çok önemli. Bunlar güncel ve doğru listeler çünkü. Şunu istiyoruz dediklerinde yerelden alınmış bilgiye dayanarak diyorlar. İhtiyaç Haritası da yerelden bilgi topluyor, onlarınki daha çok dijital ortamdan toplanılan veri, ama sağlıklı veri, eksik veri değil.
Ü.Ş.: Bir de bir de Hayata Destek var sanırım. Hayata Destek sayfalarında destek çağrıları var. Anladığım kadarıyla bölgeye malzeme gönderiyorlar.
Bunların, mesela AHBAP'ın yerel organizasyonları var diyorsun, ama sonuçta bölgeye gönderme işini nasıl yapıyorlar. Herkes kendisi kamyonunu kaldırıp gönderebiliyor mu? Yoksa bunlar AFAD üzerinden mi gönderiliyor şu anda?
R.K.: Herkes kamyonunu kaldırıp gönderiyor, ama AFAD'la akredite olmak zorundasınız. Gideceğiniz bölgedeki AFAD’a başvuruyorsunuz ve nerede ne ihtiyaç olduğunun listesini AFAD'tan talep ediyorsunuz. Size bu listeyi veriyorlar. Onu tırlara yüklüyorsunuz ve hangi bölge dediyse oraya yolluyorsunuz. Bugün Adıyaman diyor size, öbür tarafa Kahramanmaraş diyor, bir başkasına başka bir bölge.
Ü.Ş.: Yani ihtiyaçları da mı AFAD söylüyor?
R.K.: Evet, büyük oranda AFAD söylüyor. Çünkü sevk ederken o ihtiyacın olmadığı araçları da almıyor bölgeye ya da ya da bekletiyor. Yani ertesi gün ihtiyaç olacak diyor. Mesela çeşitli belediyelerden bilgiler alıyoruz. Örneğin, “Çorlu'dan iki tır su gönderdik, ama AFAD suyu almadı. Bugün de suya ihtiyaç var diye bizden su istedi. Şimdi o suları tekrar geri getirmeye çalışıyoruz,” diye bir haber geliyor mesela. Böyle bir durum var sahada. AFAD'ın her şeyi merkezden çözmeye çalışıyor olması çok hantallaştırıyor işi. Ama böyle bir durumda başka da çare yok. Hantallaşmanın nedeni bence tek başına merkezîlik değil. Kadroların, belli yeteneklere sahip olmaması gibi geliyor bana. Yönetim kademelerinde iş bilen, tecrübesi olan, kafası çalışan, liderlik yapabilecek insanlar büyük oranda tasfiye edilmiş belli ki. Ara kademelerdeki az sayıda kadroyla da bu kadar oluyor bu işler sonuç itibarıyla.
Ö.M.: Evrensel’den bir haberde “Raporlar AFAD’ın doğal afetlere yönelik adımları atmadığını ortaya koyuyor,” deniyor. İki yıl boyunca arama kurtarma ekipman eksiği konusunda hiçbir şey yapılmamış. 2020 yılı boyunca da sadece iki konteyner alınmış. Söylediklerinize ilaveten ekipman yetersizliği olduğu, özellikle arama kurtarma lojistik ve destek araçlarının tamamlanmasına yönelik bir adım atılmadığı söyleniyor. 2020’de yüzde 69 tamamlanma hedefi konmuş ama yüzde 1 bile ilerleme olmamış. 2019 yılında yüzde 0’da kalmış. “2020’de sadece dört adet deprem erken uyarı ve ön hasar tahmin istasyonu kuruldu” diyor haberde.
R.K.: AFAD geçtiğimiz üç dört yıl içinde belediyelere düzenli olarak, afet arama kurtarma aracı alın ve şuranın emrine verin diye baskı yapıyordu. Kimisini alın kendiniz kurun, kimisine alın bize verin, kimisini özel idareye devredin diye baskı yapıyordu. Devletin genel işleyişinde ne oluyorsa AFAD'ta da onlar oluyor aslında. Şunu atlamak istemem, bu haberleri defalarca birçok yerden aldık. Muhalif belediyelerden yardım gönderiliyor, gönderilen yardımların paketlerinin üstüne bölgenin kaymakamlığının etiketleri yapıştırılıyor. “Ben yaptım” demek ve göstermek için uğraşıyor.
Ü.Ş.: Kafayı buna yormuş olmaları zaten işin facia boyutunu bence büyütüyor. Bütün düşündükleri bu. Nereye daha çok yardım gitmesi gerekiyor? Nerede ihtiyaç var diye düşüneceklerine etikete ve nasıl örtbas edeceklerine kafa yoruyorlar. Öyle anlaşılıyor. Bu da bence en baştan zaten koordinasyonsuzluğu besleyen bir zihniyet yapısını gösterir.
Dayanışmaya nasıl katılacağını ve destek olacağını araştıranlar için iki üç adres daha belirtelim: İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin oldukç büyük bir organizasyonu var. Sanırım Yenikapı'da topluyorlar bütün yardımları, ama bir de karşı tarafta da bir yerde topluyorlar. İBB web sitesine, Twitter, Instagram hesaplarına özellikle de İBB Haber'e bakarsanız, bölge bölge, mahalle mahalle nerelerde, nerelere desteklerinizi iletebileceğiniz bilgisi var. Kadıköy Belediyesi ve Sarıyer Belediyesi benim gözüme çarptı ama diğer ilçe belediyelerinde de muhtemelen bu tür organizasyonlar yapılıyor.
Aynı zamanda bazı siyasi partilerin oldukça organize bir şekilde çalıştıklarını görüyoruz. Mesela Türkiye İşçi Partisi çok sayıda ilçede toplama alanları belirlemişler. HDP'nin özellikle bölgedeki bazı illerde ciddi teşkilatı var. HDP'nin bir kriz koordinasyon merkezi var. Onların telefon numaraları yayınlanmış. HDP Genel Merkezi'nin ve diğer örgütlerinin adreslerine bakabilirsiniz sosyal medyada. Yeşiller Partisi Beşiktaş'ta bir alan belirlemiş durumda. Onlar da yardım topluyorlar bölgeye göndermek üzere. Emek Partisi aynı şekilde çalışıyor. Yani sadece görebildiklerimi söylüyorum, ama pek çok siyasi parti, belediye ve sivil toplum örgütü, sahaya gidemese de de gidenlere iletmek üzere çalışıyor. Yani hepimiz ana merkeze götürüp desteğimizi veremeyebiliriz, o yüzden bunları da aracı olarak kullanabilirsiniz. Bence bu şekilde bir güvenilir ağ yine de kurulabilir diye düşünüyorum.
R.K.: Evet da çare yok zaten evet. Bir de siber gönüllüler meselesini konuşmalıyız, ama zaman kalmadı herhalde.
Ö.M.: Bu sabah mesela Gaziantep'teki durumu Kırkayak Kültür Genel Koordinatörü Kemal Vural Tarlan'la konuşma fırsatı bulduk. Sınırda mültecilerin çok yoğun olduğu bir kentteki durumun ne olduğunu anlattı. Kemal Vural Tarlan’a “Medyanın ne yapması gerekiyor, ne düşünüyorsunuz?” diye sordum. “Dayanışmayı güçlendirici, doğru haberleri ne kadar verebilirse o kadar kazançlı çıkacağız,” dedi.