5 Ağustos günü aramızda ayrılan Esat Cavit Başak'ı anıyoruz. 2011 yılında Noreplika Kolektif’in "Yer6 Hafıza" programına konuk olan Cavit, nam-ı diğer Nova Kozmikova, Türkiye'de ilk basılı fanzin kabul edilen Mondo Trasho'yu anlatıyor.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Janset Karavin: Esat Başak, Mondo Trasho’nun mucidi. İlk fanzinlerden değil mi Mondo Trasho?
Esat Başak: Benim bildiğim kadarıyla fotokopiyle çoğaltılan ilk fanzinlerden Mondo Trasho. Dergi formatına yakın bir şekilde, sürekli olarak çıkmış olanlar Mondo Trasho ve Laneth. 1991 Mayıs ayında çıktı.
J.K.: Daha önce benim de yaptığım araştırmalarda gördüğüm ilk fanzinler onlardı.
E.B.: Aynen, birbirimizden habersiz yapmışız.
J.K.: 1986 ya da 1987’de başka fanzinler de olduğu söyleniyor ancak bu bilgiyi henüz doğrulayamadık.
E.B: Ben de duydum. Rock fanzileri var ya da harbiden fanzin olanlar… Bir konu hakkında ya da müzik grubu hakkında olanlar var. O tarihlerde de vardır kesin ama o dönem fanzin topluyor olmama rağmen elime geçmedi hiç.
J.K.: Benim merak ettiğim konu esasen şu: 1991 yılında böyle bir işe kalkışıyorsun, meraklanıyorsun. O dönemde seni buna iten şey neydi? Aklına bu fikir nereden geldi?
E.B: Ben hep defter tutuyordum, hâlâ devam ediyorum. Bu defter bir günlük gibi değil, kolaj yaptığım ve kolaj için topladığım malzemelerden tuttuğum bir defter. 1991’de Naki bunları dergi gibi yapalım ve dağıtalım dedi. Bir pazar günü Mondo Trasho çıktı, hiç aklımızda fanzin ya da betikyapmak yoktu. Kendiliğinden çıktığı için de çok uzun zaman devam etti. Aslında biz fotokopinin de dışına çıktık başka formatlarla da yaptık.
J.K.: Başka formaları da anlatır mısın? Enteresan şeyler var.
E.B.: İsmini değiştirerek oynadıklarımız var, Mondo Porno malum pornografik bir sayı. Mondo Argento, Mondo Mandırago - isimleri hep o ile biten… Bir iki tane faks sayısı yaptım, 2 metrelik loop olarak hazırlamıştım. Faksla her yere gönderiyordum. Faks da o zamanlar herkeste vardı ve çok da güzel oluyordu. Fotokopi olarak en az 300 adet basıyorduk.
J.K.: Bir de fotoğraf baskısı olarak alınan vardı, değil mi?
E.B.: Açınca uçanlar vardı, şaka gibi. Eğer onları fotoğrafçı mantığıyla banyoya sokarsan kalıcı olur. Yoksa gider.
J.K.: Sanırım o sayıları banyoya sokan olmamıştır. Bir kerelik yani… Açıyorsun, sana özel, okuyorsun ve sonra gidiyor.
E.B.: Faksları da bu arada açınca uçuyor. Faksı bir kere yolladığım bir yer kapısına asmıştı. Taksim’de bir gece kulübü, astıktan sonra iki gün içerisinde tamamen kayboldu gitti. Faks güneş görünce yok olur.
J.K.: Burada faks kağıdını kullanmanın sebebi neydi? İmkânsızlıklar nedeniyle miydi?
E.B.: Galeride çalışıyordum o sırada, önümde faks var. Ne yapacaksın? Faksı kullanmayı düşünüyorsun ve pratik.
J.K.: Bu hangi koşullarda ortaya çıktı?
E.B.: Çok zor koşullarda, çok sancılı bir süreçti.
Cüneyt Bolak arşivinden
J.K.: Fanzinlerle ilgili araştırma yaptığımızda görüyoruz ki genelde bu fanzin hareketinin punk müzik akımıyla beraber ilerlemesi söz konusu.
E.B.: Sosyolojik yorumlar olarak öyle, eski en popüler fanzinler zamanında hep punk’ın sözcüsü ve gözcüsü olmuşlar. Kendi görsel normlarını işitsel bir şekilde vermek için kullandıkları bir araçmış fanzin. O zaman da punk’ın üstüne kaldı iş. Bir de fanzin hızlı… Üretilmesi açısından punk’ın do it yourself (kendin yap) anlayışına da uyuyor. Yani tak tak tak, hemen kes ve yapıştır.
J.K.: Evet ben de biraz o amaçla bahsetmek istedim.
E.B.: Ona bakarsan herkes kendine yakın bir medya bulacaktır.
J.K.: Bu do it yourself (kendin yap) felsefesiyle de iyi örtüşen bir fanzin felsefesi var.
E.B.: Örtüşmek diyemeyiz, fanzin onun üzerine çıkıyor veya önünde duruyor.
J.K.: Nasıl ki müzik grupları büyük plak şirketlerine bağlı kalmadan, kendi olanaklarıyla müziklerini kaydedip ya da daha küçük, bağımsız plak şirketlerini tercih ediyorlarsa, burada da egemen dergicilik sisteminin dışına çıkıp kendi olanakları…
E.B.: Sosyolojik yorumları anlıyorum ama ben katılmıyorum. Benim ve etrafımdaki arkadaşlarımın böyle bir amacı yoktu. Daha sonra çıkan hikâyeler bunlar. İnsanların konuyu yorumlamak için kapitone noktası seçtiği şeyler kendilerine. Nepal’de hiç punk grubu yoktu geçen sene biz gittiğimizde. Hiç olmamış çünkü Nepal’in sosyal şartları punk’ı getirmemiş. Var mı böyle bir hikâye? Evet, var. Bunun gibi bir şey işte...
J.K.: Sosyolojik yorumlardan ziyade ben birazcık kişisel olarak senin punk müzikle iç içe olduğunu bildiğim için sordum.
E.B.: Punkçı arkadaşlarım var ama ona bakarsan bir sürü de başka çevrem vardı. Do it yourself (kendin yap) konusunda punkçılar çok yardımcı oluyorlardı. Stencil tekniklerinde de hızlı oldukları için yardımcı olmuşlardı. Hızlı sticker teknikleri, Serhat Köksal mesela.
J.K.: Fanzin zaten özünde kişisel olarak yapılabilen bir şey, değil mi?
E.B.: Fanzin fotokopiden dergi bana kalırsa.
J.K.: Niye ama? Bir derdin var sonuçta ifade etmek istediğin.
E.B.: Elimde değil, bir şey yapmak zorundayım. Dergi yapmasam da hâlâ bir şey yapıyorum. Siz de öylesiniz, bir şey yapıyorsunuz. Bu öyle bir hikâyedir. Yapamamak elimizden gelmediği için elimizden geleni yapıyoruz.
J.K.:Mondo Trasho’dan sonra ne oldu?
E.B.: 24 sayı Mondo Trasho, 1991 - 2005 arasında çıkardık. 25. sayı 2005’teydi. Bak o çok acayipti: Mondro Atropo. O sayının kapağında da bir çizgi roman sahnesi vardır, klasik kovboy birinci kattan atlar atına, onu fotokopiyle çoğaltıp altıncı kattan atlar hale getirmiştim. Artık dönüşü olmayan bir atlayış oluyor bu. Photoshop kullanmıyor, fotokopiyle yapıyordum.
J.K.: Bu isimlendirmelerin hepsi sayının içeriğiyle alakalı değil mi?
E.B.: Evet, evet. Tabii ki. Gizli de olsa Mondo Akenotono, hap sayısıydı. Kapakta hap vardı. Kızıl Maske, 10 tane akinetonunönünde duruyordu. Biz de gerçekten konunun önünde duruyorduk. Sorun da çıkmıyordu, şimdi çıkıyor herhalde sorunlar.
J.K.: Bu fanzinde görsel, yazınsal malzemeler kimler tarafından yapılıyordu?
E.B.: Görselleri ben yapıyordum, sayfalarda eğer görselleri kendi yapmak isteyen olursa ona bırakıyordum. Mesela Serhat her sayfayı kendi yapıyordu, Yahya da öyle. Yani ya isteyen kendi yapıyordu ya da bana bırakıyorlardı. Kapakları hep ben yaptım.
J.K.: Peki hiç sorunla karşılaştınız mı? Dağıtıldıktan sonra olumsuz bir tepki aldığınız oldu mu?
E.B.: Yok ya aksine kolaylıklarla karşılaştık. Ben fanzini her yere 10’ar, 20’şer bırakıyordum ve bir kutu oluyordu, insanlar oraya para atıyordu. O zaman bir liraydı, 1991’de. Ben Kurtuluş’ta otururken bana zarfta demir bir lira geldiğini biliyorum. Bu ciddi bir durum… İnternet ya da cep telefonuyla alakası olan bir iletişim türü değil. Daktiloyla karşılıklı mektup yazıyorsun burada. Yazıları dizdirmek için kullanacağımız bilgisayar yoktu, Sultanahmet’te Sol Yayınları vardı, onlardan rica ediyorduk. Onlar diziyordu sayfaları. Çok eğleniyorduk.
J.K: 2005’ten sonra ne yapmaya başladın?
E.B.: Dergi ve fotokopiyle başka bir sürü iş yapıyordum zaten,Ece Ayhan silsilesi yaptım. “Kafamıza Kurcalayan Bir Sürü Șey" diye bir seri yaptım. Ece Ayhan’dan bir metin alıp hazırlıyordum. "Ölünün Arkasından Konuşmak" gibi bazı metinleri içine koyuyordum sadece. Nilgün Marmara hakkında da bir tane yapmıştım. Bazen de kafamı taktığım bir konuda yapıyordum. Bunlardan biri de bir eroin bırakma hikâyesi olan Toz Bitti. Gerçekten ciddi bir eroin bırakma hikâyesi vardır onun içinde ve çok da yardımcı olur. Çok sağlam bir dergidir ve düzgün kafayla, düzgün zamanda, düzgün şekilde yapılmıştır çünkü gerçekten içerisindeydik. Çok samimiydi, onu yapmak zorundaydık yapacak başka bir şey yoktu, ölecektik yoksa.
J.K.: 1991’de bu iş başladıktan sonra bahsettiğimiz gibi Laneth de aynı dönemde başladı, işin içine sen de dahil olduğun için.
E.B.: Ondan sonra fanzinler yaygınlaştı. 1995-1996’da çok fazla fanzin oldu. Ayrı ayrı bir sürü fanzin geliyordu. Şimdi internette saçma sapan taranmış sayfaları görüyoruz, takip edemiyorum. Elden vermek, fotokopi başka bir şey bence.
J.K.: O kes yapıştır tekniğinin yapılması da tüm sürece daha fazla bir samimiyet kazandırıyor.
E.B.: Samimiyet kazandırmıyor aslında, hikâye o. Samimiyetle ilgisi olmayan bir şey var orada. Zaten elinde olan o ve elinde olanı yapıyorsun, samimiyetle alakası olmayan bir şey bu bence. Kuşkusuz samimi davranıyoruz da temel his o değil. Elinin altında bir medyum var ve onu kullanıyorsun. "Don't fight forces, use them".
J.K.: Senden öğrenmiştim o lafı.
E.B.: R. Buckminster Fuller, gerilim ve direnç kanunlarıyla uğraşıp bambaşka bir dünya yaratmış bir adam o yüzden de güzel bir laf o. Gerçekten kullanılacak çok şey var yani.
J.K.: Fanzinler sayı olarak çok artmaya başladı ama muhteviyat bozuk.
E.B.: Olabilir tabii, insanların tatlı sularda yaptıkları fanzinler oluyor. Aklında bir plan yok ama yapmak istiyor ya da belki bir görsel koddan etkilenmiş o nedenle yapmak istiyor. Bu şekilde yola çıkıldığında zaten ortaya çıkan ürün sırıtır. Sonra da silinip gider.
J.K.: Silinip gidiyor ama şuan çoğunluğu onlar oluşturuyorlar.
E.B.: Evet ama genelde öyledir. Ama her üründe öyle değil midir? Binlerce kaset var, binlerce dansöz var ama bir kaç tane de Zen albümü var. Onun gibi illa ki olacak.
J.K.: Bu çağ biraz buna getirdi, 1990’lar içindeki bu süreç…
E.B.: Çağda bir hata yok bence, bu olur, hep böyleydi. Hızlandı biraz ilişkiler sadece o kadar.
Cüneyt Bolak arşivinden
J.K.: Takip edebiliyor musun peki yeni fanzinleri?
E.B.: Hayır, etmiyorum. Çünkü başka şeylerle uğraşıyorum. Samimi olmak gerekirse hiç ilgilenmiyorum öyle şeylerle. Oyuncaklarla heykel yapıyorum, kolaj yapıyorum. Hatta iki elimi de kullanmamayı düşünüyorum, hiç çizim yapmıyorum. Bilgisayarda güzel bir alan keşfettim, güzel bir kullanım alanı orası. Analog olarak çalışabilecek bir mantığı da var. Onlarla uğraşıyorum, çok da keyif alıyorum. Çok mutluyum, herkese tavsiye ediyorum.
J.K.: Bu kes yapıştır tekniğini dijital dünyada da yapabilirsiniz.
E.B.: Yapmayan eşektir. Çok acayip bir şey, bir alete önyargı olur mu ya? Oluyor işte. Patolojik buluyorum bunu.
J.K.: Sonuç itibariyle kolaylaştırıyor, önyargıyla yaklaşmak saçma. Birazcık yaptığın işin içeriğinden bahsetmek ister misin - oyuncaklar, kes yapıştırlar? Sergi var mı?
E.B.: Geçen sene vardı, NON'da. Bu sene bilmiyorum ki. Belki olur belki olmaz.
J.K.: Elinde zaten sergi için hazırlanmış işler var.
E.B.: Çok fazla var, bilmiyorum.
J.K.: Geçen gün beraber de baktık, korkunç sayıda iş var.
E.B.: Görmediklerin de var. Ben sadece bu işle uğraşıyorum, o yüzden de çok vaktim var. TC’yi bitirdim en son, Atatürk’ü kendisiyle tanıştırdım.
J.K.: Böceklerden bahsetsene…
E.B.: Istaraklar eklemli doğuyor ve ben de dört gözü olan ıstaraklar yapıyorum ve gövdelerinde de traş bıçağı var. Bu böceklerden çok çeşitli yaptım ve hiçbiri birbirine benzemiyordu.
J.K.: Bu da aslında “kes yapıştır” işlerine benzeyen bir mantıkla yapılıyor.
E.B.: Evet, aynen öyle. Kolaj yapıyorum ben aslında. ‘’Hayatım tamamen alıntıdır’’ kim demiş bunu, çok güzel laf.
J.K.: Kes yapıştır tekniğine dönmüşken hazır, bu beat kuşağında en çok kullandığın kimdi?
E.B.: Burroughs’u biliyorum ben sadece. Okudum, metin olarak da gördüm güzel şeyler. Kafa olarak bizimle aynı olduğu için pek üzerine gitmedim. O kuşakla da ben pek ilgilenmiyorum zaten, bir etkili hamleleri yok.
J.K.: Bir etkilenme falan yok yani tamamen bağımsız geçmişiniz?
E.B.: Yani tabii ki etkilenmişizdir ama Ece Ağabey gibi Cemal Ağabey gibi değil, onlar sıradan insanlar. Yok, hayır öyle bir etkilenme söz konusu değil. Yaşamayan varlıklara ya da görmediğim insanlara oranla arkadaşlarım beni daha çok etkiler.
J.K.: Çok teşekkür ederiz Esat.
E.B.: Çok teşekkürler herkese.