Ağustos'un ilk günlerde ölümünün haberini aldığımız Fransız filozof Bernard Stiegler'in ardından Açık Dergi'de gerçekleştirdiğimiz yayını, filozofun "izlerine" ilişkin bir değerlendirme yazısıyla birlikte sunuyoruz.
Nasıl yaşanacağını öğrenmenin zamanı her zaman çok geç gelir ve işte nasıl yaşanacağının bilgisi bu gecikmede yaşamanın eksi(kl)ği ve de tek sorusu olarak sunar kendini. Felsefi bütün sorularda olduğu gibi, yaşamak sorusu da nasıl-yaşanacağını-bilme-me olarak sunar kendini: Derrida’nın yaşam-ölüm olarak ad verdiği, bilmeme halinde yaşama, ölümüne yaşama; sağ-kalım, yaşayıp gitme [Bernard Stiegler, ‘Nous entrons dans le revenir de Jacques Derrida’, Corpus 48 (2005): 64].
Bernard Stiegler’in sözü bize çok geç ulaştı. Belki de bu yüzden onun ölümünün ardından konuşmak fuzuli kaçabilir. Bunu göze alsak bile, ömrünün son 30 yılını araştırma ve yayınlarına hasretmiş 68 yaşındaki filozofun geride bıraktıklarının bir genel muhasabesini yapmak hakikaten büyük bir iddia. Yine de, onun Bataille’ın “genel ekonomisine” işaret ederken söylediği gibi “ateolojik” bir çabaya girişilirse [General Ecology, Economy, and Organology, [Genel Ekoloji, Ekonomi, Organoloji] s. 134, Bloomsbury Academic, 2017], belki diye düşünüyorum, bu sıra dışı hayattan geriye ne kaldığını hissedebilir, Bernard Stiegler hakkında genel konuşmaktansa onun ismiyle niteliyeceğimiz yaşamanın, ölüm ile olan mukavemetini daha iyi kavramaya çalışarak, bugün bize filozoftan kalan tek şey olan, düşüncesinin izlerine bir adım daha yaklaşabiliriz - Stiegler’in ölümünün kendi kararıyla olduğu düşünülürse, bu daha da elzem.
Stiegler izlere çok önem vermiştir. Husserl fenomenolojisinden hareketle ve Leroi-Gourhan’ın antropolojisinden devşirerek güncellik kazandırdığı “rétention tertiaire” kavramı, bugün yakın gelecekteki akıbeti konusunda büyük şüphe ve endişeler taşıdığımız kültürün ve canlılığın, antroposen mücadelesindeki en önemli aracına tekabül eder. Rétention tertiaire kabaca söylenecek olursa, kültürün ve geleneğin gelecek nesiller tarafından kullanılmak üzere geride bıraktığı ölü-izlerle alakalıdır ["noetic necromass"; On Informational Entropy, [Enformasyon Entropisi Hakkında] Daniel Ross’la 26 Nisan 2020 tarihlie-yazışması]. Bu izler aracılığıyla kapalı ve sınırlı bir sistem içinde varolagelen yaşam, kendine yeni ve yaratıcı güçler bularak, entropi yasalarının karşısına negentropi koşullarını getirir, daha doğrusu getirebilir. Kaydedilme biçiminden anlaşılabileceği gibi "negentropi", entropinin basitçe olumsuzlanmasından ibaret değildir: “entropi kavramı daha en başta, antropik [insani] ateşin deneyimini kapsar; bir başka deyişle, önce fiziksel tutuşma [combustion] kaynaklı entropiyi, sonra da, şayet bu şekilde söylenebilirse, yaşamsal yangının negentropisini varsayar; yaşamsal yangın [vital combustion] sayesinde canlı, evrenin dağınıklığına özgü hareketi ile birlikte kendi yerini, yerelliğini ve ethosunu bulur” [General Ecology, Economy, and Organology, s. 134]. Antroposen ya da ekolojik kriz çağında, negentropinin koşulları üzerine uzun soluklu bir çaba olarak görebileceğimiz Stiegler’in eseri, bir sağ-kalım felsefesi olarak da okunabilir [bu manada da Derridacı geleneğe çok şey borçludur].
Öğrencisi ve yakın dostu; son yıllarda uluslararası camiada isminden çokça söz ettiren teknoloji filozofu Yuk Hui’nin Urbanomic’te yayınlanan Bernard’ın Anısına yazısından kimi bölümlerle şimdi bir kronoloji çizmeyi deneyelim.
Bernard, teknik mefhumuna (rétention tertiaire) başvurarak Heidegger’in Varlık’ını yapı söküme uğratmış ve Heidegger düşüncesinde bir çatlak açarak, onu yeniden (ve içeriden) inşa eder. Daha etkileyici olan ise, Bernard’ın Batı felsefesi tarihini yapısöküme uğratmaya yönelik duyduğu heyecandır. Onun için, teknoloji sorusu, bir ilk felsefedir ve felsefe tarihi tarafından - Freudçu manada - baskılanmıştır. Teknik ve Zaman’ın ilk iki cildi Heidegger ve Husserl’de fenomenolojinin yapısökümüne hasredilmişti. Sinema üzerine olan üçüncü cilt ise Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’nin yapısökümünü ve Frankfurt Okulu’nun bir eleştirisini içerir.
Bu üçüncü cilt, Bernard’ın teknolojik endüstri ve kapitalizme karşı siyasi yazılarının başlangıcıdır. Bernard hemen hemen her yıl bir kitap yayınlar; estetik, demokrasi, siyasi iktisat, otomasyon vesaire gibi çeşitli konular arasından gider gelir. Bernard başlı başına endüstriye değil, daha çok endüstriyel üretimin kısa vadeli düşünme biçimine ve inkarcılığın sinisizmine karşıdır. Varolan endüstriyel program kâra, tam söylersek tüketimciliğe odaklıdır ve artık nüfusların, özellikle de genç nesillerin - Greta Thunberg neslinin - bakımıyla ilgilenmez. Bu aynı zamanda teknolojinin toksik hale geldiği koşullara denk gelir. Teknik ve Zaman’ın üçüncü cildinden bu yana Bernard, Marx, Freud, Simondon, biyoloji ve iktisat okumalarından sistematik olarak yeni silahlar devşirir. Bernard’ın 2006 yılında arkadaşlarıyla birlikte kurduğu Ars Industrialis de tamamiyle endüstrinin dönüşümü, biçim değiştirmesine yönelik tanımlanmıştır. Paris’in kuzeyi Saint-Denis’deki projesi, muhtelif endüstrilerden paydaşlar ve bankalarla, katkı ekonomisi diye adlandırdığı, yeni bir siyasi iktisat geliştirmeye yönelik bir ortaklıktır.
Stiegler'in eseri, bugün big data ve feedback looplar ile aptala dönmüş, siyasi çoğunluğu "aptallaşmış yetişkinlerden" [Qu'est-ce que la Génération Thunberg?, [Thunberg Nesli Nedir?] Mediapart - Haziran 2020'de terimi anan, Stiegler'in Greta Nesli Arkadaşları'ndan Victor Chaix] oluşan insanlığın negentropik mücadelesine vereceği katkının taslakları olarak alınabilir. Öldüğü gün Angelaki'de yayımlanan son yazısında Stiegler insanlık olarak sorunumuzu şöyle ifade ediyor.
Dijital ağ teknolojileri ilk başlarda emeğin örgütlenmesi için yeni umutlar sunuyor gözükse de (özgür yazılım hareketi bunun bir örneğidir); akıllı telefonlar ve sosyal ağları müteakip yükselişi bu umutları suya düşürmüş gibi gözüküyor: ağ etkileri ve algoritmik platformlar hegemonik oldular ve neoliberalizmin getirdiği değişimler giderek daha da yoğunlaşıyor. Tamamıyla öngörülemez bir şey olmadıkça, bu distopik eğilim sürmeye mahkum gibi gözüküyor.
Pandemi gerekli duraklamayı getirebilir mi? Kendimize bu soruyu sormadan önce, olası, olasılıksız ve öngörülemeyen hakkında düşünmeliyiz. Kapitalizm, uygulayıcısı enformasyon olan bir epistēmē [grekçe "bilgi"] olarak tarif edilebilir ama aynı zamanda bir anit-epistēmēdir, çünkü genele yayılmış proleterleşmeyi tesis eder. Başka türlü söylenirse, bilgi yok edilmiştir ve çeşitlilik sistematik olarak elenir.
(...) Eğilimler kaçınılmaz olarak karşı-eğilimlere yol açar, ve bu da dinamik sistemlerin oluşması demektir. Bugün platformlar, bunu eleme eğiliminde ve işte bu yüzden dünyada olup bitenler çeşitlilik sorusunu kaçınılmaz olarak getiriyor. Mesele, değişkenlik için yeni koşulları devreye sokmak, bilgi-çeşitliliğini (noodiversity) yeniden tesis etmektir ["Noodiversity, Technodiversity: Elements of a New Economic Foundation Based on a New Foundation for Theoretical Computer Science" [Bilgi-çeşitliliği, Tekno-çeşitlilik: Teorik Bilgisayar Biliminde Yeni bir Temele dayalı Yeni Ekonomik Kaynağın Öğeleri], Angelaki 25, 2020]
Bernard Stiegler'in ölümü hakkında Collège international de philosophie'nin kuru Facebook ilanında söylenenlerden öte pek bir şey bilmiyoruz. Ardından yazılanlardan çıkardığımız bunun bir "seçim", yani intihar olduğu yönünde. Yine yazılanlardan son aylarda fiziksel acılar çektiğini de öğrendik. Bu yine de, tam olarak anlamlandırmaya yetmeyecek. Hocası Derrida'nın ardından en yukarıda alıntıladığımız sözler bugün bizim ağzımızdan Stiegler için de çıkabilir: bir "hayatta kalım" ve "yaşayıp gitme" sorusu kalıyor geriye. Hem filozofun eseri, yani ürettiği bilgi örgütlenmesiyle nasıl yaşayacağı, yaşar-kalacağı sorusu, hem de dünyadaki canlılığın yaşamayı öğrenip öğrenemeyeceği, yani negantropoloji:
Bir bilgi, yapmayı bilmek gibi, yani yaptığımın yıkılmaması ve kaosa götürmemesi, yaşamayı bilmek gibi, yani içinde yaşadığım toplumsal örgütlenmeye zarar vermeden onu zenginleştirmek ve bireyleşmek gibi, kavramsal bilgi gibi, yani geçmişi ancak onu tersyüz ederek miras alan ve yeniden harekete geçirerek tersyüz eden, Sokrates’in anamnez adını verdiği ve Batı’da her zaman yapısal olarak yerelliğin ötesine geçen bilgi – o halde insan varoluşunun şu veya bu alanında negentropik olanı kolektif olarak tanımlamanın bir yolu olan bir bilgi [Antroposenden Çıkmak, Bernard Stiegler, Cogito - Bahar 2019].
Sözü Yuk Hui'ye teslim etmiştik. Onunla bitirelim:
Bernard, aptallığın norm, siyasetin yalanlardan ibaret olduğu bu dağınık zamanda bizi bırakmayı tercih etti. Ömrü boyunca mücadele ettiği her şey, pandemiyle birlikte hız kazandı. 2016 yılından bu yana Bernard bana sıkça hayallerden ve hayal kurmanın gerekliliğinden bahsetti durdu. Endüstriyel kapitalizm hayalleri yok etmekte. Dikkati manipüle ederek ürettiği tek şey tüketimcilik. Hayal etme yetisi, onun için, Kant'ın görmezden geldiği bir yetiydi. Bernard imkansızın hayalini kurmuş olan bir hayalciydi, aptallığa karşı bir savaşçı. Sıklıkla söylediği gibi: il faut combattre [mücadele etmek gerek].