Açık Dergi'de Radio Art Zone ekibinden Sarah Washington'la Knut Aufermann ve Oda Projesi'nden Özge Açıkkol ve Seçil Yersel canlı yayın konuğumuz oldu.
(Scroll down for English)
17. İstanbul Bienali kapsamında Açık Radyo'nun Barın Han'da bulunan geçici stüdyosundayız! Dört meslektaşımız, "Radio Art Zone" ekibinden Sarah Washington'la Knut Aufermann ve Oda Projesi'nden Özge Açıkkol ve Seçil Yersel canlı yayın konuğumuz.
Radio Art Zone 18 Temmuz - 25 Eylül 2022 tarihleri arasında Lüksemburg'un güneyinde bulunan ve bu sene Avrupa Kültür Başkenti seçilen Esch'te gerçekleşen bir radyo festivali. Tam 100 gün süren, 100 farklı sanatçı ve sanatçı grubunun 22 saatlik özel radyo yayınları gerçekleştirdiği büyük bir organizasyon. Sanatı radyoya taşırken, radyoyu başlı başına bir sanat yapma biçimine dönüştüren bu etkinlik, bizlere İstanbul Bienali'ne hazırlanma sürecinde büyük bir ilham kaynağı olmuştu. Tam da bu yüzden Barın Han'dan gerçekleşen Açık Dergi yayınında Lüksemburg'a bağlanmak ve Radio Art Zone'un mutfağına bakmak istedik. Yanımızda uzun yıllardır farklı mecralarda ortak işler ürettiğimiz, Radio Art Zone katılımcılarından ve Oda Projesi ekibinden Özge ve Seçil de var.
Sevgili Sarah ve Knut, bize Radio Art Zone’un (RAZ) yapısından ve nasıl geliştiğinden bahsedebilir misiniz?
Sarah: RAZ’ı öncelikle bir radyo işi olarak görebilirsiniz. 100 güne yayılan ama şovlara ayrılarak parçalanan tek bir radyo işi. Her gün bir sanatçı tarafından üretilen, 22 saat süren bir radyo şovu. Sanatçılardan, süreğen işler üretmelerini istedik, “sizden radyo için acayip fikirlerle ortaya çıkmanızı ve bunun 22 saat boyunca yapmanızı istiyoruz” dedik. Günün geri kalan iki saatini de Esch kentinin farklı yerlerinde, aynı anda yemek de yenen kolektif canlı yayınlar yapmaya ayırdık. Farklı insanlarla tanışmak istemiştik ve farklı insanların evlerine giderek, birlikte yemek yapmak bunun için en iyi yol gibiydi. Bize nasıl yemek pişirdiklerini gösterirlerken, onları olduğu gibi yayına alıp, informel bir radyo şovu ortaya çıkarmış olduk.
Knut: RAZ’ın nasıl geliştiğini sormuştunuz. Aslına bakarsanız mesele bir radyo istasyonumuzun olmamasıydı. Projeler üretmek ve bunu radyoda yapmak istiyorduk, bu yüzden de beş yıl kadar radyo istasyonlarıyla işbirliği yapma ihtiyacımız doğdu. Lüksemburg’da Radio ARA isminde bir topluluk radyosuyla tanıştık. Sanatla da ilgili bir radyoydu. Lüksemburg’un güneyindeki Esch kentinin Avrupa Kültür Başkenti olacağını duyduklarında (aynı bizim gibi) bir araya gelip işe koyulduk. Biz işlerin sanatsal kısmına bakarken, onlar da FM’de yayın yapmamıza uygun bir altyapı oluşturdular. Şanslıydık ve böyle bir işe kalkışmak için doğru zamandı.
İrtibatta olduğunuz başka radyolar da var. Londra’daki Resonance FM ve parçası olduğunuz ki bence harika bir yapı olan Mobile Radio’dan da bahsetmenizi isterim.
Sarah: Londra’da Resonance FM isminde bir topluluk radyosu kuran ekibin parçası olma şansına sahip olduk. 2000’lerin başında Birleşik Krallık'ta değişen yasalarla topluluk radyosu kurmak mümkün olmuştu. Biz de bir sanatçı topluluğu olarak (Knut ve ben de o ekipteydik) lisans başvurusu yaptık. Sadece yerel bir topluluk değil, radyo istasyonun dahilinde legal ve ortak çıkarlara sahip bir topluluk olmuştuk. Bir sanat projesi olarak yola çıkıp, farklı şekiller aldı Resonance FM. Bugün hâlen devam ediyor. Düzenli çalışanları, programcıları var. Bugün bakıldığında radyo sanatı için bir istasyondan ziyade bir sanat istasyonu olarak görülebilir. İlk günlerde zaten pek çok radyo sanatı işi üretmiştik. Yıllar içinde dünyanın birçok yerinden farklı projeler yapmak için davetler almaya başladım. İnsanlar radyoda farklı bir şeylerin olmasından büyük heyecan duyuyorlardı. Bir gün Londra’dan ayrılmak istedim. Davet edildiğimiz projeler için durmadan seyahat etmeye başladık. Ne olacağını merak ettik. Mobile Radio böyle doğdu.
RAZ’a geri dönelim. Sanat gruplarının katkılarından bahsettiniz. Küratörlüğü nasıl oldu? Doğaçlama değildi herhâlde…
Knut: Hayır, bu sefer pek doğaçlamadık. Bundan altı yıl kadar önce Radio Revolta isimli bir projemiz vardı, 30 gün süreyle yayın yapmıştık ve yayına başlarken elimizde program yoktu. Ama bu sefer her şeyi önden programlamaya karar verdik. Tabi bu demek değil ki doğaçlama hiç olmadı. Farklı seviyelerde oldu.
22 saat süren bir radyo şovu yapacak 100 sanatçı bulmak çok da zor olmadı. Hem tanıdığımız insanları davet ettik hem de bugüne kadar karşılaşıp henüz temas etme fırsatını bulamadıklarımızın da arayışında olduk. Bilinmeyen grup ve radyo istasyonlarını bulabilmek için çaba sarf ettik. Programlama bu şekilde, eski ve yeninin bir karışımı oldu. Tabi bunların hepsi pandemi nedeniyle hareket edemediğimiz için çevrimiçi oldu. Her sanatçıdan bize bir fikir istedik. Herhangi bir reçetemiz olmadı. “22 saat sürecek, ne düşünürsün?” demekle yetindik.
Projenin mottosu “her gün farklı ses çıkaran bir radyo”. Buradaki çeşitliliği, getirileri ve ürettiği engellerle birlikte multidisipliner yaklaşımınızı tarif eder misiniz?
Sarah: Radyo için farklı şeyler bulma arayışında, türlü çeşit insanla bir araya geldik. Herkesin sanat yapabileceğine ve herkesin radyo için sanat yapabileceğine inanıyoruz. Sanatçıların işlerine ilgi duymamız yeterli. Kimsenin radyo yayını yapmak için bir lisansa ihtiyacı yok. Bir tiyatro yönetmeni ya da kumpanyasına veya herhangi bir sanatçıya gidip, “senin yaptığın şeyi seviyoruz,” diyebiliriz. Duyduğumuzu hayal de edebiliriz. Bu da radyoya yansıtılabilir. “Bir fikrin var mı? Denemek istemez misin?” Yeni şeyler bulmanın bir yolu bu.
Karşılaştığımız engeller pandemi kapanmalarıyla ilgiliydi. Projeden önceki süreçte Knut’un da söylediği gibi insanlarla buluşup çalışamadık. RAZ için birlikte üretim yapabileceğimiz insanları ve projeleri bulmaya çalışırken, bu bir deneyim eksikliğine sebep oldu. İnsanlarla temasınız azaldıkça yanlış anlaşılmalar çoğalıyor. Temasa geçilmediği sürece, elde ettiğiniz sonuçlar başlangıçtaki isteklerinizden farklı olabiliyor. Bir de malum, insanlar onlardan istediklerinizi yazılı olarak anlayamayabiliyor. Yayınların 24 saat mi 22 saat mi süreceğini soran çok sanatçı oldu.
Knut: RAZ’da şanslıydık, oldukça ilginç bir stüdyo alanımız oldu. Yüksek tavanlı büyük bir binaydı ve çok özel bir atmosferi vardı. Sanatçılar canlı yayın yapmak için gelmeden mekânı boşalttık. Mikrofonları, mikserleri kaldırdık. Mekânı nasıl kullanmak istediklerini onlara sorduk. Bu da insanların mekânda akışlarını bulmalarını ve kendi enstalasyonlarını yaratmalarını mümkün kıldı. Bu önemliydi. Yayın yaptığın yer, buradan çıkacak yayın tipini de etkiliyor.
Engellerden bahsetmiştiniz. Dünyanın farklı yerlerinden yapılan yayınlar (streaming) da oldu RAZ’da. Hiç kontrolümüzün olmadığı işlerdi bunlar. Yayınlardan birinde, şovu sunan kişi bir gece önce uyumadığı için yorgunluktan uyuyakaldı. Tam beş saat boyunca ses mikserinin üstünde uyuyuşunun yayının yaptık. Şimdi komik geliyor ama o sırada çok zor oldu. Beş saat boyunca kendisine çeşitli yollarla ulaşmaya çalışsak da beceremedik.
Mutfağa geçelim mi? RAZ sırasında mutfakları yayın arasına dönüştürmenizin sebebi neydi? Nasıl duyuldu bu yayınlar?
Sarah: 2012 yılında São Paulo Bienali için yine 100 günlük bir yayın yaparken bize buranın Güney Amerika’nın yemek başkenti olduğu, harika yemekler yenebileceği söylenmişti. Fakat ıssızlığın ortasında bir parkın göbeğinde bulunan bienal binasının içinde, radyo istasyonunda günde 14 saat çalışırken karnımızı doyurmayı bile başaramamıştık. Geceleri kaldığımız yere dönerken de her yer kapalı oluyordu. RAZ’ı düzenlerken ilk meselemiz de bu oldu, “herkes karnını nasıl doyuracak? Bunu kolektif bir deneyime nasıl dönüştürebiliriz? Bunu insanların kendi mutfaklarında yaparsak ve buraya yemek yapacak birilerini çağırırsak, oralı insanlarla tanışma şansımız da olur” diye düşündük. Bu bir manada, radyo istasyonun etrafında yeni bir topluluk oluşmasının da yoluydu. Zira bizim tanıdıklarımız sanatçılar ve radyoculardan ibaretti. Bunun ötesine geçmek istiyorduk. São Paulo’da sanatçıları ve müzisyenleri dahil olmaları için davet ederek bir topluluk oluşturmuştuk. Bu sefer yayında başka insanlara da yer açmak istedik. İstediklerini yapabilir, rahat olabilirlerdi. “Kimseyi mülakata çekmiyoruz” diye de belirttik. Ne çıkacaksa çıkacak. Ve gündelik konuşmalarda, biliyorsunuz, hayli ilginç şeyler söylenir.
Yayını bizimle paylaştığınız için çok teşekkürler. Bu sefer olamadı ama belki bir dahaki bir stüdyo ya da mutfak paylaşırız. Oda Projesi’nden Özge ve Seçil’e dönmeden, eklemek istedikleriniz var mı?
Biz çok teşekkür ediyor ve selam ediyoruz size. Burada olmak çok güzeldi. Son olarak, iki hafta içerisinde Radio Art Zone’un arşivini toparlamayı bitireceğimizi söylemek isterim. Bütün yayınlar ve sanat işleri, 2200 saatlik radyo prodüksiyonu web sitemizden dinlenebilecek!
(Radio Art Zone duvar takvimi. Wire dergisinden.)
Lüksemburg'ta radyoculuk açısından çok heyecan verici bu etkinliğin parçası olan Oda Projesi’nden iki dostumuz burada, Özge Açıkkol ve Seçil Yersel. Doğrudan soracağım, bu projenin bir parçası olmak nasıl bir tecrübeydi? Siz radyo yapmanın çok farklı biçimlerini yıllar içinde denediniz. Sizin fikrinize yakın bu kadar çok insanı bulmak heyecanlı olmuştur diye düşünüyorum. Biraz bu deneyiminizi anlatır mısınız?
Özge Açıkkol: Çok heyecan verici bir davet oldu bizim için, çünkü sanıyorum 2006–2007’da Açık Radyo’da yaptığımız programlardan sonra radyoya geri dönüş gibi oldu bizim için. Bir yandan bizim için enteresan oldu çünkü diğer katılımcılar hem teknik hem içerik olarak, ses sanatı ağırlıklı oluşumlar ya da müzisyenlerden oluşuyordu. Biz tabii bir mecra olarak radyoyu daha önce deneyimlemiş sanatçılar olarak ve radyoyu araç olarak kullanan bir grup olarak farklı bir şey yapmış olduk sanıyorum. 22 saatlik bir yayından bahsediyoruz. Çeşitli denemeler, deneyler yaptık. Yapı buna izin veriyor, 22 saatlik bir yayın biraz da böyle bir şey. Aslında bir döngüden bahsediyoruz. Bizim son yıllarda, özellikle 2013 yılından beri anne ve sanatçı olmak üzerine, annelik ve üretimin nasıl devam ettiği, annelik - öğretim ilişkisi üzerine düşündüğümüz proje için bir alana da dönüştü bu 22 saatlik yayın.
Seçil Yersel: Biz ne yaptığımızı aslında bütünüyle dış kulak olarak dinleyemedik. Üretici olarak dahil olduk, yaptık ve havaya gitti gibi oldu. Ama tabii yayınlar kayıt altındalar. Şimdi kayıtlar yüklenince çok daha farklı bir şey dinliyor olacağız. Galata’da 2005 yılında yaptığımız kaçak radyo projesinin içine düşmüşüz gibi de gelmişti bana. Ele aldığımız malzemelerden bir kısmı da (anneler, anne sanatçılarla yaptığımız ya da onların bize gönderdiği sesler dışında) o dönem mahallede yaptığımız, sonsuzca ve bitimsiz radyo projesindendi, orayı da tırtıkladık. O bizim enerji kaynağımız aslında. Dolayısıyla Açık Radyo da enerji kaynağımız. Bir de tabii “radyo içinde radyo” dedik yine. Katmerli bir durum oldu. Galata'daki yayının dahil olmasıyla Açık Radyo da dahil olmuş oldu RAZ’daki 22 saatin içerisine.
Konuya çok hakim olmayanlar için hızlı bir özet yapayım. Galata'da Şahkulu Mahallesi'nde yapılan bir lokal ve “kaçak” yayının, bir müddet sonra Açık Radyo’nun karasal ve legal yayınının parçası olması, radyo içinde radyo projesinin yıllar sonra bir grup radyo profesyonelinin, meraklısının gerçekleştirdiği radyo festivalinde kendine yeniden yer bulmasından bahsediyoruz. Böylelikle hem proje kendine yeni bir bağlam bulmuş oluyor hem de Açık Radyo sesleri ve Galata sesleri Lüksemburg'ta kendine yankı buluyor. Bu ancak radyonun yapabileceği bir iş gibi geliyor bana. Şimdi bunları RAZ üzerinden hep beraber dinlediğimizde bir katman daha eklenmiş olacak diğer sanatçıların yaptığı projeleri de dinleyeceğiz ve çeper daha da genişlemiş olacak.
Bu söyleşinin bir bağlamı da 17. İstanbul Bienali’nin bir parçası olmanız. Bienal 2021 yılında ertelendiğinde, radyoda gerçekleşen Radyo Bienal programı içerisinde de sizin sesinizi duyma şansımız oldu. Oda Projesi kendi bağımsız varlığıyla da üretimlerine devam etti. Çok uzun yıllar süren fikirlerin sonucunda bienalde ürettiğiniz işlerdi bunlar. Bienale katılım sürecinizi anlatabilir misiniz biraz?
Özge Açıkkol: Zeyno Pekünlü bize Radyo Bienal'den ilk bahsettiğinde biz yine çok heyecanlandık. Hatırlarsanız, o programda sanatçıların birer programları olmuştu. Biz orada da hemen her programda on beş dakikayı işgal eden bir şey yaptık. Orada da haftanın sorusu dediğimiz sorular vardı. Bu soruları farklı kişilere sorduk ve onlardan gelen tepkileri bir araya getirdik bu 22 saatin içinde.
Seçil Yersel: Bienal için ürettiğimiz Annex gazetesi Oda Projesi'nin belli aralıklarla, farklı alanlar içerisinde çıkarttığı bir yayın. İlk sayısını İstanbul depreminden sonra çıkartmıştık. “Ek” fikri, yani ek bir şeye eklenildiğinde o ekin kendisinin ve eklendiği yerin dönüştürücü gücü üzerine düşündük her sayıda. Kimi zaman yeşili ele aldık. Kimi zaman sanat mekanını “ek” olarak aldık. Bu sayıda da, meğerse annex kelimesinin içinde zaten gizli duran, bunca zamandır bizi bekleyen “anne” kelimesini gördük, anneliği bir ek olarak ele aldık.
Bizim için radyo, ses alanı çok önemli bir ifade alanı. Annex gazetesi aslında görsel olarak da (yani sadece söylemsel düzeyde değil) çok ifadeci mi diyeyim, nasıl tarif edebilirim bilemiyorum. Ece Eldek bizim ne yapmak istediğimizi çok iyi yansıttı tasarıma. Dolayısıyla, bunların hepsi bir şekilde - yani ses, görsellik ve metnin birleştiği bir bütünden oluşmuş oldu.
INTERVIEW WITH RADIO ART ZONE
You’re listening to Açık Radyo at 95.00 FM or on acikradyo.com.tr. Now we are joined by four colleagues. Sarah Washington and Knut Aufermann, artistic directors of Radio Art Zone, and Özge Açıkkol - one the founders and producers of Oda Projesi, which you may remember from their “radio within a radio” project.
This evening, we will have the occasion to learn about the sound-based media in Europe and its environs; the radio as a medium for artistic productions. And for this, we will focus on an international project called Radio Art Zone, which has been on air for 100 days between 18th June and 25th September 2022 in the European Capital of Culture ESCH.
It was an inspiring act not only because of its position as a “radio art station” but it has also brought together many different radio practices and gave us great inspiration for our professional endeavours.
Dear Sarah and Knut, could you please tell us about the Radio Art Zone (RAZ) and its genesis? Your relation to Resonance FM and “Mobile Radio” anyway?
Sarah: Well, I think the first thing you can say is that you can see it as a radio work, like a single radio work that consists of 100 days of radio and those hundred days are broken up into shows. So each day is a show made by a different artist, and we gave artists 22 hours to broadcast their radio show. So we said to them, “we want durational works, we want you to come up with fantastical ideas for radio, and we want you to make 22 hours.” And then we wanted to reserve 2 hours every day to make a collective live show in different locations in Esch and to do it while eating, because we wanted to eat during the project. We wanted to meet different people. So we thought, well what could be better than if we go to different people's houses and we cook together. They show us how they cook and we broadcast the whole thing as a very informal radio show.
Knut: You also asked about the genesis of the whole thing. Well, we don't have our own radio station. So when we do projects and we want to do radio, we need to team up with other radio stations and that was what happened five years ago. We got to meet a community radio in Luxembourg and it's called the Radio Ara. And they are interested in art as well. And they had heard, just like us, that this city in the South of Luxembourg was to be the European Capital of Culture. And so five years ago, we actually started with this idea that we could bring the artistic side of things and they could bring the infrastructure side of things and then we could actually broadcast proper FM coverage. So that was the lucky meeting that we had at the right time to kick all this off.
You have other relations with radio from London (Resonance FM) and also you are part of Mobile Radio as well, which is quite an amazing organization. Could you tell us more about it?
Sarah: Well, we were part of a team that were lucky enough to be able to set up a community radio in London which was Resonance FM. The law was changed around the turn of the century to allow for proper community radio in the UK for the first time. And we applied for a license as a community of artists. Knut and I were both on the team. So we figured out, you know, that it wasn't only like a local community, but also we could claim that it was a legitimate community of interest for a radio station. So that started out as a radio art project. It's evolved, it's still going today, you know, and there's a lot of regular program makers.
Nowadays I suppose you would call it an art station rather than a radio art station. But in the early days we were doing a lot of radio art and then after a few years I started to get invited all around the world to do different projects because people got very excited that there was something different happening in radio. So we started doing little projects all over the place and then in the end I really wanted to leave London, so we said, well let's go and travel to some of our projects that we get invited to do and keep travelling and see what happens. And that was the genesis of Mobile Radio.
Let's turn to RAZ. Not only radios but artistic groups were also contributors. How did you curate the shows? It wasn’t all impro, I guess?
Knut: Yeah, yeah. I mean it's true there is not so much improvisation this time. Actually we did a project six years ago called Radio Revolta and there we broadcast for 30 days and we did not have any program at the beginning of the broadcasting. So this time, we decided that we would program everything in advance. This still means that you have to do some improvisation, but on a different level. Let's put it that way.
Finding 100 artists who are capable of making a really interesting, 22 hour long radio show is not so difficult. We basically curated it. So we invited people that we knew already through our history of working in this field, and we also looked for people who, maybe we have come across but we never had any contact with. And we have also actively tried to find really unknown groups or radio stations or artists. Of course, most of this was during the pandemic. So it was mainly online stuff. We couldn't go anywhere but that's how the program became a mixture of the old and the new. Then, of course we asked every artist to send us an idea. So we didn't come with any prescriptions, we just said, OK, it has to be 22 hours, but what's your idea?
RAZ was a call for “a radio that sounds different every day”. Could you elaborate more on your multi-disciplinary approach? What were the outcomes and obstacles?
Knut: Yeah, well, I suppose. In our quest to find different things for the radio, we approach all sorts of different people because we think that anybody can make art and anybody can make art for the radio. So if we're interested in artists’ work, they don't necessarily have to be somebody with a proven track record of making radio. So we might go to a theatre director or group or some other kind of artist and say, we really like your work. What we've heard and what we can imagine. In our imagination it could be transposed onto the radio. Do you have any ideas, you know, would you like to try? So that's one way of finding new things as we were talking about earlier. And the kind of problems that you can face especially in this time of lockdown, as Knut mentioned, we couldn't go and meet people and work with people very much in the couple of years before the project. So you're not having direct experience of people, and the projects that work best within the Radio Art Zone were with people that you had more contact with. I think if you have less contact with people, then there's more room for misunderstanding. If people are not staying in contact, then you might end up with something a bit different from what you asked for. Or people don't necessarily read the information that you give them about what you want. Very often we were asked by the artist if it is 24 hours or 22.
I was just going to mention that we were lucky to have a really interesting studio space. It was one big building with a high ceiling and, you know, very special. It’s about the atmosphere, I think. And for each artist who came to do their show live, we kind of completely emptied it. We took away everything, the microphones, the mixing disks, everything, and said how would you like it? So this made a possibility for people to create almost like installations that would run in space and would be heard on air. It is something we always think about. The space from where you transmit really influences the type of radio that comes out of it. And you also mentioned the obstacles. We sometimes had shows that were streamed in from places far around the world and then sometimes you have no control at all. And in one show it was the case for the person who made the show. He was so tired because he hadn't slept the night before and he hadn't slept before doing his show, so he fell asleep during his show and we ended up broadcasting five hours of silence of him falling asleep on the mixer, literally. So these are the things that happened. And now it's a funny story. But at the time...
Let's go back to the kitchen. What was your reason for transforming kitchens into broadcasting areas? And how did it sound?
Well, the very first reason was because we'd done a 100 day radio station once at the São Paulo Biennial. In 2012 we'd been told that São Paulo was the foodie capital of South America, and it would be a great place for eating. And we found it impossible to feed ourselves on a daily basis, working 14 hours a day in a radio studio in a big biennial building in a park in the middle of nowhere and living in an area where everything was shut in the center of town when we went home. So one of the first things was, well, how do we, you know, how do we make sure that everyone gets fed? And how can we then turn that into a collective experience? And why shouldn't we do it on the radio? Because if we do it in people's kitchens and we invite cooks, then we really get to meet people locally. It was a way to find, you know, to make a community basically around the radio station because we didn't know a lot of people there. We knew a few people around the radio and our team. But we wanted to reach out beyond that. We want to get other people involved, and in São Paulo we did it by inviting artists and musicians to come and make their own shows. But as we were curating everything it was a way to get other people to give over the airtime. It was about giving this opportunity to other people and letting them do what they want with it and keeping it very relaxed and saying everybody, you're not interviewing people. Whatever comes out comes out and often in ordinary conversation the most interesting things are said.
I really thank you so much for being on air with me. We didn't share the kitchen this time, but maybe next time we'll have the opportunity to share a studio or a kitchen together. Right now, if you have something to add, please do and then I will turn to Özge and Seçil from Oda Projesi.
Hopefully in two weeks time we will finish collecting our archive for Radio Art Zone and then all the shows, all the artistic shows, 2200 hours of radio production will be available for streaming on the website.