Ufuk Turu'nda Ahmet İnsel, Avusturya'daki seçimler sonrası devam eden karışıklığa, Arnavutluk'ta ortaya çıkan yolsuzluk gelişmesine, Münih Güvenlik Konferansı'nda yaşanan gelişmelere ve ABD ile Avrupa Birliği arasında yükselen gerilime değiniyor.
Ömer Madra: Günaydın Ahmet, merhabalar!
Ahmet İnsel: Günaydın!
Özdeş Özbay: Günaydın!
Ö.M.: Evet, karmaşık zorlu bir Ufuk Turu var, giderek zorlu bir hal alıyor ama toparlamaya çalışıyoruz. Avusturya ile başlayalım istersen.
A.İ.: Evet, Avusturya’da biliyorsunuz, Eylül ayında seçimler olmuş ve ülkenin aşırı sağ partisi, Özgürlükleri Partisi (FPÖ) oyların %29’unu alarak birinci parti gelmişti. İkinci parti de merkez sağ veya muhafazakar parti olarak tanımlanan, klasik geleneksel muhafazakar parti olan Avusturya Halk Partisi (AHP) olmuştu. Hatırlayacaksınız, AHP, Sosyal Demokrat Parti (SDP) ve bir liberal parti ile koalisyon kurmaya çalıştı ve birinci Avusturya’nın Özgürlükleri Partisi gelmesine rağmen yeşiller listesinden seçilen Cumhurbaşkanı AHP’ye hükümet kurma görevini vermişti. Fakat SDP’nin zenginlere yönelik vergi artışı taleplerini kabul etmediği için AHP ile SDP anlaşamadılar. Bu iki parti anlaşamayınca da liberaller çekilmişlerdi, bu sefer Cumhurbaşkanı aşırı sağ partinin liderine hükümeti kurma görevini verdi ve beş hafta süren pazarlıklar sonunda FPÖ, aşırı sağ parti lideri muhafazakarlarla hükümet kurma teşebbüsüne son verdiğini ve görevi iade ettiğini açıkladı geçen Çarşamba günü. FPÖ ile ilgili muhafazakar parti lideri geçtiğimiz günlerde hükümet koalisyonu kurulamayacağının ortaya çıkmasından sonra şöyle bir ifade kullandı, “Tamam, bu parti birinci geldi ama partinin inanılmaz bir iktidar hırsı var.” Yani her şeyi kontrol etmek istiyorlar ve anlaşıldığı kadarıyla da bütçe iktisat politikası konularında tamamen anlaşmış olmalarına rağmen hukuk devleti ve dış politika konusunda anlaşamamışlar.
Ö.M.: Çok ilginç.
A.İ.: Muhafazakar parti liderinin söylediğine göre, muhafazakar parti, İçişleri Bakanlığını ve istihbarat örgütünü kesinlikle vermek istememiş aşırı sağ partiye çünkü FPÖ’nün sürekli Rusya yanlısı bir pozisyonu var ve eğer aşırı sağ parti İçişleri Bakanlığını ve istihbarat örgütünü alırsa Avrupa’daki istihbarat örgütleriyle ve içişleri bakanlarıyla yaptıkları var olan ilişkilerin hızla zedeleneceği bilgisini aldıklarını söylüyor. Dolayısıyla muhafazakar parti, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve istihbarat konularını aşırı sağ partiye vermek istemediği için, aşırı parti de özellikle bunları talep ettiği için anlaşma sağlanamamış. Aşırı sağ partinin en temel konusu güvenlik ve göçmenler biliyorsunuz yani göçmenler derken de Afgan ve Suriyeli göçmenlerin hızla Avusturya’dan ülkelerine gönderilmesi ve Avusturya sınırının dışına çıkartılmasını savunuyorlar. Avusturya Cumhurbaşkanı yeni bir koalisyon kurulup kurulamayacağını araştırmaya başladı. Sosyal Demokrat Parti’den seçilmiş olan Viyana Belediye Başkanı, SDP’nin daha ılımlı bir yaklaşımla muhafazakarlarla ittifak kurmasının gerekli olduğunu söyledi. Önümüzdeki günlerde belli olacak ama diğer taraftan da aşırı sağ parti FPÖ, erken seçim talep etmeye başladı. Kamuoyu yoklamalarında da şu anda aşırı sağ partinin oyu seçimlerde aldığı %29’dan daha yüksek çıkacak gibi gözüküyor.
Aşırı sağ partinin işine gelen bir gelişme de Pazar günü Avusturya’nın güneyindeki bir şehirde pazar yerine dalan bir Suriyeli mülteci rastgele insanları bıçakladı ve 14 yaşındaki bir çocuğu öldürdü. Tabii bu AÖP’nin erken seçim çağrısında çok çok işine yarayacak gelişmelerden bir tanesi - bunu izleyeceğiz. Avusturya’da muhafazakârlarıyla sosyal demokratlar ile anlaşıp bir hükümet kurabilecekler mi yoksa erken seçime mi gidilecek? Bunu göreceğiz ama aşırı sağ parti şu anda %30’un üzerinde gözüküyor ve bütün Avrupa’da önümüzdeki Pazar günü Almanya’daki seçimlerle ilgili beklentilerde AFD’nin Almanya’nın ikinci partisi olma ihtimalini gösteriyor. Bütün bunlar tabii Avrupa’da yükselen aşırı sağ dalganın durulmadığının bir işareti.

Bir diğer yandan Münih Konferansı ve onu izleyen, dün toplanan Paris toplantısıyla ilgili konuya geçmeden önce bir ara haber vermek istiyorum; gene belediye başkanıyla ilgili olduğu için Balkanlarda, Arnavutluk’ta, Tirana Belediye Başkanı Erion Veliaj ve eşi, Çarşamba günü gözaltına alındı. Belediye Başkanı tutuklandı, eşi de adli kontrol koşuluyla serbest bırakıldı. 2015’ten beri belediye başkanlığını yürüten Erion Veliaj, Başbakan Edi Rama’nın çok yakını olan bir siyasetçi. Bağımsız yolsuzlukları araştırma savcılığı ve ekibi, Erion Veliaj ve eşinin kurdukları dernekler ve şirketler aracılığıyla beş büyük iş insanından rüşvet aldıklarını tespit etmiş. Rüşvetin miktarı 1 milyon euro civarında olduğu tahmin ediliyor. Diğer taraftan karısının 800 bin euro civarında internet üzerinden lüks giyim eşyası ve mücevher aldığı da tespit edilmiş. Rama, bu yolsuzluk ve kara para aklama suçlamalarının araştırılmasını engellemeye çalıştı fakat buna rağmen bağımsız ceza hukuk heyeti tutuklama kararı verdi. Bu tabii Arnavutluk’taki büyük yolsuzluk şebekelerinin çok küçük bir kısmına el atmak anlamına geliyor, kendisinin rüşvet yolsuzluğunun ilk başta iddia edildiği gibi sigara ve uyuşturucu kaçakçılığıyla alakası yok yani ilk başta böyle bir iddia da vardı, ortaya çıkanlar esas itibariyle belediyenin ihalelerinin alınmasında, okul yapımı ihalesi, yol ihalesi, bu ihalelerin alınmasında daha yüksek fiyatlı ihalelerden pay almaya dayalı bir klasik belediyecilik yolsuzluğu mekanizması. Arnavutluk seçimlere hazırlanırken, diğer tarafta ilginç bir şekilde muhalefet partisi de Trump’ın seçim danışmanlarından birini işe aldı. Bu da artık Trump modelinin bu sefer Balkanlar’a kadar yavaş yavaş geleceğinin göstergesi olabilir. Tabii ki bu yolsuzlukların ortaya çıkması, Rama karşıtı muhalefetin ekmeğine yağ süren bir gelişme olduğu da açık.
Ö.M.: Bayağı karmaşık bir durum var.

A.İ.: Çok karmaşık, her yer karmaşık, dünyanın dengesi tamamen sarsılmış durumda. Münih Konferansı’na yeniden dönmekte yarar var mı bilmiyorum ama Trump’ın başkan yardımcısının konuşması gerçekten bir küstahlık ve saldırganlık simgesiydi ve aynı zamanda zirvesiydi de diyelim. Bilmiyorum, bence II. Dünya Savaşı öncesinde Nazilerin bazı konularda diğer Avrupa ülkelerine yönelik yaptıkları konuşmaları hatırlatan bir saldırganlık ve küstahlık içindeydi konuşma. Bir de tabii JD Vance’ın konuşması esas itibariyle ifade özgürlüğünün Avrupa’da olmadığına dayalı bir konuşmaydı yani güvenlik konularını pek dikkate aldığını yer verdiğine söyleyemem. İfade özgürlüğünün Avrupa’da kalmadığını söylerken de verdiği örnekler aşırı sağ bazı kişilerin eylem ve sözlerinin ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmediğine vurgu yapıyordu. İkinci konu ise Avrupa’da giderek artan biçimde halkın seçtiği, halkın seçimlerde yaptığı tercihlerin kabul edilmediğini, riayet edilmediğini, kale alınmadığını iddia etti ve örnek olarak Romanya örneğini verdi. Biliyorsunuz, Anayasa Mahkemesi, Romanya’daki seçimleri Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turuna bir gün kala iptal etmişti. Bu örnek üzerinden ‘seçimleri, halkın yaptığı tercihleri mahkemeler engelliyorlar, Avrupa bu hale geldi’ diyerek vurguladı. Şunu da hatırlatalım, seçimlerin iptal edilmesi Romanya’da ciddi bir sorun çünkü seçimler iptal edilince Cumhurbaşkanının görev süresi bitmiş olması lazım. Bunun yerine Anayasanın öngördüğü Senato Başkanının Cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilenene kadar görevi devralması gerekiyordu. Türkiye’de biz bunun örneğini 1980’de yaşadık; uzun bir dönem İhsan Sabri Çağlayangil, Fahri Korutürk’ün görev süresi dolunca Cumhurbaşkanlığına vekalet etti, yeni Cumhurbaşkanı da seçilemediği için Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit anlaşamadıkları için yanılmıyorsam darbeye kadar Çağlayangil, Cumhurbaşkanlığına vekalet etmişti.
Ö.M.: Biraz önce sözünü etme fırsatımız oldu; bu Münih Güvenlik Konferansı’nda Timothy Snyder’ın bir analizi vardı 17 Şubat tarihli. Amerikalılar resmen Ukrayna Cumhurbaşkanı’ndan ülkenin madenlerinin yarısını ebediyen kendilerine verilmesini talep ettiler ve bunun karşılığında da ‘başını okşayacağız’ dediler. ABD, Rusların kullandığı şiddeti Ukrayna’nın varlığına el koymak için kullanıyorlar, ‘Bu savaşı durdurabiliriz ama sizin kaynaklarınıza ilk defa ihtiyacımız var’ deyip bayağı bir çete, mafya mantığı kullandıklarını söylüyor.
A.İ.: Evet. Ona gelmeden önce Romanya’daki konuyu bitireyim çünkü Cumhurbaşkanının görevi bırakmamasına karşı çok ciddi bir aşırı sağ hareketlenme var Romanya’da. Seçimler Mayıs ayında yapılacak ve daha yüksek bir oyla aşırı sağ adayın kazanması ihtimali belirmişti. Geçen Çarşamba günü, Romanya Cumhurbaşkanı artık işi daha fazla karıştırmamak için, ortalığı karıştırmamak için istifa ettiğini açıkladı. Böylece hiç olmazsa olması gereken gerçekleşmiş oldu. Diğer tarafta,n Münih Konferansı sırasında ciddi biçimde gündeme gelen güvenlik sorunlarının ve sonuçta şunun ortaya çıktığını gördük; ABD ile Avrupa Birliği üyeleri arasındaki ittifak büyük ölçüde parçalanmış durumda. Bu ittifakın parçalanması da NATO’nun aynı zamanda bir şekilde devre dışı kalması veya etkisiz hale gelmesi anlamına geliyor. Bu gelişme karşısında Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un girişimiyle paldır küldür Pazartesi günü hiç öngörülmediği bir şekilde yani Münih Konferansı’nın kapanmasının hemen ardından, sekiz Avrupa Birliği ülkesinin yani Fransa, Birleşik Krallık, Almanya, Polonya, İspanya, İtalya, Hollanda ve Danimarka, NATO Genel Sekreteri, Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı António Costa ve Avrupa Birliği Başkanı Ursula von der Leyen Paris’te alelacele toplandılar ve neler yapılabileceğini görüştüler. Buradaki görüşmeler sırasında iki eğilim belirdi; Fransa ile İngiltere’nin Ukrayna’ya bir askeri güç yollaması, barış gücü yollaması konusunda talepkârlar, ısrarcılar ve buna karşılık Polonya, Almanya, İtalya ve İspanya şimdilik bunun gündeme gelmesinin erken olduğunu belirttiler. Hollanda da asker yollayabileceğini belirtti. Şu anda Avrupa Birliği’nde ABD’nin tavrına karşı bir ortak tavır geliştiğini söylemek zor. Büyük ihtimalle Danimarka Başbakanı’nın hemen belirttiği gibi, Avrupa Birliği’nde hızla askeri harcamaların arttırılmasına yönelik bütçe değişikliklerine gidileceği ortaya çıktı. Bunu Baltık ülkeleri hızla başlatmışlardı ki Polonya bunu devam ettiriyor ve Fransa ile Almanya da askeri harcamalarını arttırma niyetindeler. ABD ve Rusya’nın tavrı maalesef bütün ülkeleri silahlanmaya doğru yöneltiyor ve önümüzdeki dönem bir silahlanma yarışı içinde geçecek gibi gözüküyor.
Diğer taraftan Münih Konferansı sonrasında Avrupa Birliği içinde tartışılan konulardan bir tanesi de Elon Musk’ın stratejisiydi. Bazı aşırı sağ liderler, Musk stratejisinin Avrupa’da da uygulanmasının gerekli olduğunu dile getirmeye başladılar ama şunu söyleyeyim; Avrupa Birliği, kamuoyunda Musk stratejisinin veya Arjantin Cumhurbaşkanı Javier Milei’nin stratejisinin aynı oranda kabul görmediğini söyleyebiliriz. Musk stratejisi derken, neden bahsediyorum? Kamu kurumlarının bütçelerini sıfırdan ele almak yani her şeyi sıfırdan ele alıp ihtiyaca göre yeniden kurmak. Bu, Musk’ın Twitter’ı satın aldığında yani X adını verdiğinde yaptığı gibi kamu ajanslarını, kamu kurumlarını aynı politikayı uygulamayı düşünüyor. Peki ne yapmıştı X’te Musk? Satın alır almaz Twitter personelinin %75’ini tasfiye etti, hatırlayacaksınız.
Ö.M.: Evet.
A.İ.: Üç hedef güdülüyor burada: Birinci hedef, kamu kurumlarında çok ciddi bir siyasal temizlik yapmak ve bu vesileyle özellikle ABD’de Demokrat Parti’ye yakın memurların kamu kurumlarında çoğunlukta olduğunu iddia ediyor ki belki de öyledir ve aynı zamanda Afro Amerikalıların ABD’deki nüfus oranlarına göre %12’ye göre kamu kurumlarında %18 istihdam edildiklerini belirtiyorlar. Dolayısıyla sanki orada Afro Amerikalılara özellikle ayrıcalık yapılmış gibi gösteriliyor. İkincisi ise başkanın yetkilerini kongreyi güçlendirmek adı altında pekiştirmek ve bu da çok ciddi bir merkeziyetçi otokrat tavrı ifade ediyor. Üçüncüsü de tabii bütçe açığını düşürmek. Bütün bunları ele aldığımızda, Münih Konferansı’nın ardından tabii Türkiye türü ülkelerin ellerinin rahatlığını dış politikada gözlemleyebiliyoruz çünkü ABD’nin tavrı, ülkelerle çok taraflı anlaşmalar yerine ikili pazarlıklı anlaşmalar yapmak. Ömer, tam da biraz evvel söylediğin gibi, ‘Değerli madenlerin, değerli toprakların işletmesini bize verin ve biz de size asker yollayalım’ ve benzer bir durumda Meksika ile de aynı şeyi yaparak bir temizlik operasyonu yürütmek. Diğer taraftan ABD’de son derece endişe verici ve biraz 1930’larda iktidarın hoşuna gitmeyen bilim adamlarını tasfiye etme operasyonuna benzeyen bir operasyon başladı biliyorsunuz. Bazı araştırma kurumlarına ve bazı araştırma projelerine, projelerin içinde bazı uygunsuz kelimeler ve kavramlar geçtiği için projelerin iptal edileceği bildirildi. Uygunsuz kavramlar arasında en önde gelen hangisi?
Ö.M.: Bilmiyorum.
A.İ.: ‘Çevre’.
Ö.M.: Evet, doğru.
A.İ.: En önde gelen kavramlardan bir tanesi, çevre kelimesinin geçtiği projelerin desteklenmeyeceği bilgisi ortaya çıktı. 20-25 kavram, kelime var ayıklanması talep edilen ve bunların arasında toplumsal cinsiyet, LGBTİ, iç edici politikalar, eşitlik gibi kavramlar var. Bütün bunların çerçevesinde de bilim insanlarına yönelik çok ciddi bir baskı politikası uygulanacağı ortaya çıktı. Sağlık alanında da aynı şey geçerli; Ulusal Sağlık Araştırmaları Merkezi’nin bütçesinin kısıtlanması kararı bu çerçevede alındı. Bu aynı zamanda sağlıkla ilgili araştırmalara çok büyük bir darbe anlamına geliyor. Biliyorsunuz, Sağlık Bakanlığının başında bulunan Robert F. Kennedy aşı karşıtı bir politikanın savunucusuydu ve aynı zamanda ilaçlarla da ilgili çok ciddi şüphecilik politikasının taraftarı. ‘Doğal sağlık’ adı altında doktor ve sağlık sistemi müdahalesi olmadan insanların iyileşebileceğini de savunan bir yaklaşımı temsil ediyor büyük ölçüde. Bütün bunlar tabii sadece ABD için değil, dünya için de bir tehdit anlamına geliyor. İklim değişikliğini inkâr etmek, çevrenin geri dönülmez biçimde kötülemesini inkâr etmek, sağlıkta müdahaleleri gereksiz veya bir sağlık personelinin iktidar arayışı olarak tanımlamak gibi araştırmaların, pozisyonlarının yanında tabii ki bir de toplumsal konularda özellikle azınlıkların topluma dahil edilmesi, katılması için uygulanan pozitif ayrımcılık politikalarını hemen hemen şimdiden iptal ettirmiş durumdalar. Üniversitelerdeki kayıt sistemleri de artık kullanılamayacak biliyorsunuz. ‘ABD bindi bir alamete, hepimizi sürüklüyor kıyamete’ diyebiliriz.
Ö.M.: Aynen öyle yani çok ciddi bir durum bu. Barış isteniyor ama barış görüşmelerinde Ukrayna yok; İsrail’de de Filistin yok, Filistin temsilcileri yok - böyle ilginç barış görüşmeleri.
A.İ.: Volodimir Zelenski, Ukrayna’nın katılmayacağı barış anlaşmalarının sonuçlarını kabul etmeyeceğini ilan etti. İsrail’de de sonuçta örneğin dünden itibaren İsrail, Lübnan’daki ateşkes çerçevesinde çekilmesi gereken altı yerden çekilmeyeceğini açıkladı.
Ö.M.: Bir de silah vermeye devam ediyorlar.
A.İ.: Az buz da silah değil.
Ö.M.: MK-84 bombaları yani 900 kilogramlık dev silahlar dağıtılıyor barış için!
A.İ.: Evet, barış için. Hatırlar mısınız? Ben bunu unutmuştum; Almanca ismini hatırlayamayacağım ama 1936-1937 yıllarında Hitler’in sıfatlarından bir tanesi ki Avrupa’daki Hitler ile arayı bozmak istemeyen liderler de bunu dile getirmişlermiş o zamanlar: ‘Barış Prensi’ imiş!
Ö.M.: !!!
A.İ.: Almanca sıfatını şimdi hatırlayamadım, çıkartamadım ama ‘Barış Prensi’ imiş ve herhalde bu 1939’a kadar kullanılmış.
Ö.M.: Evet, aynen öyle. Peki bitiriyoruz o zaman.
A.İ.: İyi günler!
Ö.M.:1984’ün yeniden yaşandığı günler. Peki, çok teşekkür ederiz, hoşça kal!
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.