Türkçe Romanda Sakat Erkeklik Temsilleri

-
Aa
+
a
a
a

Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, 8 Mart’a sayılı günler kala Mimar Sinan Üniversitesi’nden çıkan ‘2000 Sonrası Türkçe Romanda Sakat Erkeklik Temsilleri’ adlı doktora tezi sonrası Bilgi ve Kadir Has Üniversitelerinde akademik çalışmalarını sürdüren Sevcan Tiftik ile feminizm, sakatlık, ‘sağlamlık’ ve erkeklik temsiliyeti konularına değiniyor.

""
Türkçe Romanda Sakat Erkeklik Temsilleri
 

Türkçe Romanda Sakat Erkeklik Temsilleri

podcast servisi: iTunes / RSS

Alper Tolga Akkuş: Merhaba, Apaçık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoş geldiniz, ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 5 Mart 2025 Çarşamba. Bu hafta bir doktora tezi üzerinden sakat erkeklik temsillerine değineceğiz; Türkçe roman üzerinden bir temsiliyet olacak bu. Konuğumuz Mimar Sinan Üniversitesi’nde çalışmalarına devam eden ve bu konuda bir doktora tezi yazan akademisyen Sevcan Tiftik. Sevcan Hocam, hoş geldiniz Açık Radyo'ya, Sakat Muhabbet’e. Nasılsınız, iyi misiniz?

Sevcan Tiftik: Hoş buldum Alper Hocam, iyiyim, umarım siz de iyisinizdir.

A.T.A.: Biz sizinle bayağıdır yazışıyoruz aslında. En son bir sene önce siz, ‘Şu tez bitsin, sonra...’ demiştiniz. Temmuz ayında tez bitti, aradan yine aylar geçti ve şimdi denk geldik. Çok sağ olun, ben de iyiyim, sizi Sakat Muhabbet’e konuk aldığım için memnun oldum. Bizim bir sorumuz var Sevcan Hocam; Sevcan Tiftik kimdir, neler yapmıştır bugüne kadar ve bir sakatlığınız bulunuyor ise bunu da belirtir misiniz dinleyicilerimize?

S.T.: Davet için ve öncelikle bir araya gelebildiğimiz için teşekkür ederim. Tez endişesi dolayısıyla hem çalışıyordum, hem de tez yazıyordum, o yüzden bir türlü programı yapamadık. Tezi aradan çıkardık, yeniden hayat meşgalesi girdi, ancak kısmet oldu ama geç olsun güç olmasın diyerek başlayayım. 

Ben şu an Bilgi Üniversitesi ve Kadir Has Üniversitesi'nde yarı zamanlı olarak çalışıyorum. ‘Eleştirel Okuma Yazma’ ve ‘Gender, Toplumsal Cinsiyet’ derslerini veriyorum. Haftanın yarısı birinde, diğer yarısı diğerinde geçiyor. Aynı zamanda sivil alanla bağı olan bir akademisyenim, sivil alanda çalışmalarımda da uzun yıllar süren gönüllüğüm bulunmakta. Sizinle de zaten sadece sakatlık üzerinden değil ama aynı zamanda LGBT+ dayanışma, LGBT+ konusu odaklı çalışan arkadaşlarımızla da ortaklığımız bulunuyor, bir araya geliyoruz. Onlara da buradan selam göndermiş olalım tekrar. Benim halihazırda bir sakatlığım bulunmuyor ama sakatlık deneyiminden geçmiş birisiyim; uzun süren bir yüz felci deneyimim olmuştu. Sakatlıkla ilişkim, daha ziyade bakım tarafında.

A.T.A.: Ben Mimar Sinan demiştim ama o bilgi hatalı o zaman, düzelttiniz. 

S.T.: Mimar Sinan'dan doktoramı aldım ama şu an hala hazırda çalıştığım yer Bilgi ve Kadir Has Üniversiteleri.

8 Mart, Feminizm, Sakatlık ve Erkeklik: ‘Ableizm Denen Meret’

A.T.A.: Konumuz sakat erkeklik temsiliyeti ama bugün de 5 Mart ve üç gün sonra 8 Mart - aslında ona da değen bir şey, Dünya Kadınlar Günü. Bununla başlayalım isterseniz. Yüksek lisansta Bilkent Üniversitesi'nden çıkan ‘Karşılaştırmalı Queer Okumalar: Kulin, Mungan ve Toplaç Metinlerinde Queer Okumalar’ teziniz vardı, bu konuda siz çalışmışsınız ve bu son doktora tezinizi de bana gönderdiniz sağ olun. Ben okurken gördüm, o tezi yazarken aslında bir yerde, ‘Sakat Erkekler, ya onlar?!!’ diye bir düşünce geçmiş içinizden, böyle bağlayabiliriz. Bir de siz aslında üç yıl önce yine Mart ayında Açık Radyo'da Ben Buradan Okuyorum programına konuk olmuştunuz, Burcu Şahin sizi konuk almıştı, ben o programı dinlemiştim. O zaman henüz Sakat Muhabbet yoktu, daha planlıyordum o sıralarda. Orada Burcu Hanım, hep ‘Sakat Erkeklik’ konusunu sakatlar olarak değil de erkeklerin sakatlıkları gibi algıladığını, toksiklik, erkeklerin kendi o eril halleri gibi algıladığını birkaç defa söylemişti. Siz de hep, ‘Hayır, sakatlık, sakat erkekler manasında’ demiştiniz. Çünkü sakatlık görünmeyen de bir şey. Şimdi biraz karıştı aslında sorum ama size etiketleri veriyorum ve sözü de size bırakacağım. Feminizm, sakatlık, sağlamlık, erkeklik, 8 Mart diyorum ve sözü size bırakıyorum.

S.T.: Evet, hemen 8 Mart'ın öncesinde bu konuda bir araya gelmek güzel oldu çünkü feminist metodolojiyle ve feminist perspektifimle bu tezi oluşturmaya çalıştım. Tezin yöntem kısmında da ve diğer pek çok kısmında ele aldığım gibi, ‘feminist sakatlık çalışmaları ve crip ile queer kuramla birlikte bu perspektiften sakatlığa bakmak ne demek?’, ‘sakatlık deneyimlerini ele almak, sakatları ele almak ne demek?’ gibi konulara epeyce yer veriyorum. Burada da özet olarak bu bağlantıyı kurmaya çalışacağım öncelikli olarak. 

Feminizm ve sakatlık çalışmalarına bakacak olursak, toplumsal normların dayattığı beden algılarını ve ayrımcılık biçimlerini sorgulayan kesişimsel bir perspektif sunuyor. Artık bu sadece tabii ki bedenle sınırlı kalmıyor ama ağırlıklı olarak başladığı nokta, beden algıları üzerine toplumsal normları sorgulamak ve sakatlık çalışmaları sakatlığın yalnızca bedensel ya da bireysel bir durum değil, toplumsal olarak inşa edilen ve tarihsel olarak şekillenen bir deneyim, kimlik olduğunu ortaya koyuyor. Burada da bizim sağlamcılık dediğimiz kavram karşımıza çıkıyor bir yandan; Ableizm denen meret

Toplumsal cinsiyet çalışmaları içindeki patriyarka eleştirisi nasıl ise bunda da benzer biçimde sakat bedenleri, sakat deneyimleri olanları norm dışı olarak konumlandıran bir ayrımcılık sistemi olarak ele alınıyor sağlamcılıkta. Peki, burada feminist sakatlık çalışmaları ne yapıyor? Feminizmlerden, feminist deneyimlerden sakatlık çalışmak ne demek? Bunun aktivizmini yürütmek de tabii ki bunun bir parçası ama şu an bir tez yazan araştırmacı olarak da karşınızdayım. Burada feminist sakatlık çalışmaları ,sakatlık ve toplumsal cinsiyetin kesişimselliğini ele alan teorik yaklaşımlardan bir tanesi olarak karşınıza çıkıyor ve burada feminist kuramcılar - örneğin Alison Kafer bunlardan bir tanesi - kadınlığın doğallığını nasıl mesele edip sorunsallaştırılıyorlar ise, sorguluyorlar ise sakatlık çalışmaları içinde de sakat beden algısının doğallığının aynı şekilde sorgulanması gerektiğini ifade ediyor. 

Burada feminist açıdan baktığımızda feminist teorisyenler, kadın bedeni üzerinden gidiyorum burada, kadın bedenine yüklenen normatif güzellik algıları ya da doğurganlık gibi ideallerin sakatların bedelleri üzerinde de geçerli olduğunu söylüyorlar ve bu ideallerin sorgulanması gerektiğini savunarak başlıyorlar bir açıdan. Çok hızlıca toparlamış oldum bu kısmı ama bir de elimizde ‘Crip Teorisi’ - ‘Kötürüm Teorisi’ olarak Türkçe'ye çevirebiliriz bunu – var. Crip de queer'den ilham alarak sakatlık üzerine geliştirilmiş normatif ikiliklere meydan okuyan kabaca özetleyip tarifleyebileceğim bir teori ve burada da Robert McRuer karşımıza çıkıyor. Crip teriminin queer kelimesi gibi ayrımcı ve dışlayıcı anlamlarını tersine çevirerek, ters yüz ederek geri kazanıldığını belirtiyor bize ve bu kuram, sakat bedenlerin, sakat deneyimlerin de yalnızca bir eksiklik veya yetersizlik üzerinden tanımlanamayacağını vurguluyor. Bu çerçevede de kadınlar, LGBT+’lar gibi sakatların da tıp, hukuk, medya, din, sanat tarafından sistematik olarak dışlandığını ve baskı altına alındığını gösteriyor. LGBT+’lar,  kadınlar, sakatlar olarak baktığımızda buraya tarihsel olarak benzer baskı biçimlerine maruz kaldığını, kriminalleştirildiklerini, suçlulaştırıldıklarını, patolojize edildiklerini, sosyal izolasyona maruz bırakıldıklarını ve sistematik ayrımcılığa maruz bırakıldığını söylüyorlar yani ortak maruz bırakıldıkları var. Hem ortak bir paketlenme sistemi var, hem de bir yandan da ortak bir direniş tarihi var. Bunu da görmek çok önemli çünkü buradan gururla doğan, bu kimliğin mücadelesini veren, bu aşağılanmayla, hedef gösterilmeyle, kötü anlamlarıyla onlara yüklenen kelimeleri sahiplenerek LGBT+ hareketinde dedikleri gibi ‘ben buradayım, alışın’, sakatlıkta da crip kelimesinin tercih edilmesi tıpkı queer'de olduğu gibi. Özgürleşme mücadelesinin, direniş mücadelesinin, varoluş mücadelesinin, sağlamcılıkla yapılan mücadelenin, heteronormativite ile yapılan mücadelenin hepsine bu sistemlerin onlara dayattıklarına karşı çıkan kolektif bir direnişe de işaret ediyor bu. 

Sadece birlikte ayrımcılığa maruz bırakılmak da bunun bir parçası değil; bir yandan da bakım emeği meselesi var. Bakım emeği ile nasıl ilişkilendirildikleri, sakatların her zaman bakım veren konumunda değil, bakım alan olarak görülmesi ama aynı zamanda bakım verenin ve bakım alanın da burada toplumsal cinsiyetlendirilmesi meselesi önemli. 

Ben tezimde erkeklikler üzerine çalışıyorum. Peki, bu benim için niye önemli? Erkeklik krizine işaret eden bir yerde, örneğin feminist perspektiften buraya bakarken, sakat erkeklerle çalıştığım için burada bakım verenler kadınlar oluyor ve bu erkeklikler de erkekliklerini krize sokan bir öge olarak karşımıza çıkıyor. Ancak ben feminist perspektiften bunu ele aldığımda, buradaki toplumsal cinsiyetlendirilmeyi ve toplumsal cinsiyet bakış açısını sorgulama imkanı da buluyorum çünkü erkekliği krize sokan şeylerden birisi bağımlı olarak ele alınması ama aynı zamanda toplumsal cinsiyetlendirilmiş bir şey olarak da bakım emeğinin, bakımın kadınlara verilmesi meselesi. Tüm bunları feminist yöntem sayesinde bakarak irdeleyebiliyorum. 

Master tezimden buraya nasıl geldiğimi de sordunuz, bunu tabi başta söylemem gerekiyordu ama bu çerçeveyi açarak da vermiş olayım. Master'da queer çalıştım, LGBT+ temsili olsun olmasın queer'den baktığımızda bu metinlere queer potansiyelleri var mı, yok mu sorusunu cevaplamaya çalıştım, bunların nasıl sorguladığına bakmaya çalışıyorum ve Hasan Ali Toptaş'ın metinlerinde de Bedirhan karakteri üzerinden Sonsuzluğa Nokta’da sakat erkeklik temsili karşıma çıkıyor. Sadece bunu queer ile ve LGBT+ temsili ile değil, asıl sakatlıkla, crip teori ile birlikte ele almam gerektiğini idrak ettim ve bundan sonra da iki kesişimde çalışan birisi olarak, Türkçe edebiyata sadece sakatlık perspektifinden bakarsam nelerle karşılaşırım, bunları nasıl ele alırım feminizm ve queer bağlamında diye merak ederek direksiyonu sakatlıklara çevirdim queer çalışan birisi olarak.

A.T.A.: Şu an sizinle yaptığımız bölüm Sakat Muhabbet'in 78. bölümü ve biz daha önce hemen bakıyorum ben de kendi notlarımdan; 2023 Kasım'ında Ekin Aydın'ı konuk kalmış ve onunla ‘Feminizm ve Eleştirel Sakatlık’ üzerine konuşmuştuk. ‘Bakım Emeği’ dediniz ve ‘İhtimam Kültürü’nü de geçtiğimiz Ocak ayında Gizem Kendik Önduygu ve İdil Seda Ak ile konuşmuştuk. Kesişiyor bunlar zaten. Programın ortasına geldik, müzik paylaşıyoruz ve müziği de konuğa soruyorum. İçinizden ne geçiyor, ne dinleyelim bu hafta?

S.T.: Maya Perest'ten “Konstantinopolis”i rica ediyorum. 


 

A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta konuğumuz akademisyen Sevcan Tiftik ve kendisiyle ‘Türkçe Romanda Sakat Erkeklik Temsilleri’ adlı doktora tezini konuşacağız ama ilk bölümde 8 Mart’a da şurada iki-üç gün kaldığı için sakatlık, feminizm, sağlamlık gibi konuları bir ele aldık. Şimdi teze gelelim; tezde dokuz tane romandan sakatlıkla ilgili temsil içeren kitapları seçmişsiniz ve önce bu tezin hazırlık aşamasından son aşamasına kadar geçen süreci dinleyelim sizden.

Türkçe Romanda Sakat Erkeklik Temsilleri

S.T.: Romanlarım değişti ama büyük ölçüde de bir değişiklik olmadı aslında. Bir tanesi çıktı yerine başka bir şey koyduk. Öyküler de vardı yani sadece roman odaklı değildi - önce bunu söyleyerek başlamış olayım bir değişim olarak. Ben tez önerisini verdiğimde roman türü üzerinde netleşmemiştik, sakat erkeklikleri çalışacaktım ve Türkçe edebiyatı içerisinde buna bakıyordum, en çok karakterin içine girmemizi olanak sağlayan sakatlık deneyimini merkeze alan ve bu bilgiyi edinip en elverişli şekilde analiz edebileceğim de roman türü oldu. Başından sonuna değin ki süreçte değişen şey bu olarak karşımıza çıktı, bu yüzden de öyküleri çıkarmak durumunda kaldım. Otobiyografik romanlar var burada - örneğin, Süleyman Akbulut’un Sandalye - Ben Büyüyünce Mavi Olacaktım... da olduğu gibi. Mesela bu, tezimin bir parçasıydı ama yarı otobiyografi, yarı da kurmaca bir hikayenin romanlaştırılması ve anı bağlamında da ele aldığı dönemler vardı. Biz bunu tamamen kurmacaya taşıyalım dedik ve bir değişiklik olarak karşıma çıktı. 

Hangi romanları ele alıyorum? 2000'ler sonrası Türkçe edebiyatında sakat erkeklik deneyimlerine odaklanan romanları alıyorum. Peki, bu ne demek? Seçtiğim metinler üzerinde romanın baş karakteri, sakatlık deneyimini, kimlik inşasını, karakter inşasını bizimle uzun uzun paylaşıyor ise yani orada karşımıza çıkan bir sakatlık temsilinden ziyade, sakat bir karakterin görünür olmasından ziyade bu romanın onun anlatısı olması önemli benim için. İlk amacım AKP'nin iktidara geldiği 2002'den cinsiyet eşitliği politikaları açısından, beden politikaları açısından gerilemenin başladığı 2011 yılına uzanan dönemi ele almak ve bu dönemin beden, cinsiyet, sağlamlık politikaları ekseninde sakat erkek roman karakterlerini analiz etmeye çalışmak. 

AKP dönemine, 2000'ler sonrasına kronolojik sırayla dört tane roman geliyor; Murat Uyurkulak’ın Har: bir kıyamet romanı, Ahmet Coşkun’un Fransız Balkon’u, Emrah Polat’ın Alocu Tilki'nin Serencamı ve Turgay Yılmaz’ın Felç’i. Bu romanları sakat erkekliğin Türkiye Cumhuriyeti'nin daha eski dönemleri boyunca inşasıyla da kıyaslayabilmek için aynı zamanda 1930'lardan 1960'lardan yazılmış metinlerle de kıyaslıyorum. Böylece dokuz roman olmuş oluyor. 

1930'larda yazılmış Peyami Safa'nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ve Suat Derviş’in Sonu Güzel romanları ile yine sakatlık dendiğinde ele alınan ve çok bilinen bir diğer roman Yakup Kadir Karaosmanoğlu'nun Yaban'ını, 1960'larda yazılmış iki roman Kemal Tahir’in Köyün Kamburu ve Tarık Buğra’nın Küçük Ağa ile birlikte karşılaştırıyorum. Bu da bana toplumun sakat erkekliğe bakışında nasıl değişiklikler olduğunu ve bu değişikliklerin edebiyattaki izlerini takip etmeyi, izlemeyi olanaklı kıldı. Böylece AKP dönemi politikalarıyla 1930'lar ve 60'lardaki politikaların nasıl evrilerek karşımıza çıktığını, bunları birlikte ele almanın devletin toplumsal cinsiyet ve beden politikalarının zaman içinde nasıl değişim gösterdiğini, bazen nasıl tekrar gösterdiğini ve tarihsel bağlamlarını güncel anlatıların nasıl etkilediğini anlamak için hepsine birlikte bakmış oldum. 

Merkezde 2000 sonrası romanlar var ama geçmişteki bağlamıyla ele almayı düşündüm ama 1930'larda devlet kuruluyor biliyorsunuz ve bu bedenler bu devleti kurarken de sakat kalıyorlar. Aynı zamanda 1960'larda da devleti kalkındırıyorlar. Bu yüzden bu iki dönem de ayrıca önemli. Ama bunun dışında biz henüz darbeden bu bedenlerin nasıl etkilendiğinin büyük bir anlatısını göremiyoruz. Benim de ele aldığım romanlardan bir tanesi var; Turgay Yılmaz’ın Felç’i. Yıllar sonra bu örnek üzerinden 90'lardaki hayata dönüş operasyonunu anlatıyor ama 2000'li yıllarda anlatılmış bir metin olarak karşımıza çıkıyor. Şunu anlatmaya çalışıyorum bu örneği verirken; o gelişmeyi yaşarken bunun aniden yansımasını edebiyatta hemen yer almasını göremiyoruz ama bu konuda darbe edebiyatını merkeze alan çalışmalar mevcut. Örneğin, Çimen Günay Erkol'un Yaralı Erkeklikler: 12 Mart Romanlarında Yalnızlık, Yabancılaşma ve Öfke kitabı bu konuda geniş bir yer tutuyor. Kitap, bu darbelerden erkekliklerin nasıl etkilendiğini gösteren ana çalışmalardandır. Çimen Günay Erkol, benim de tez jürimde yer alan hocalarımdan biriydi. 

‘Erkeklik Krizi’, Eril Restorasyon’ ve ‘Sürdürme Telaşı’

A.T.A.: Yani şöyle özetleyebilirim; Sakat Erkeklik, üç aksla Türkiye'de kuruluyor, 30'lar romanları, 60'lar ve 2000'ler AKP dönemi. Bir de tezinizde üç terim var, çok dikkatimi çekti, bir çok yerde de söylüyorsunuz; ‘Erkeklik Krizi’, ‘Eril Restorasyon’ ve sizin bunu ben buldum dediğiniz ‘Sürdürme Telaşı’. Bunları da açabilir miyiz bu bölümde?

S.T.: Sakatlık ile erkeklikleri ele aldığımızda önce karşımıza erkeklik krizi çıkıyor zaten. Sakatlığın dosdoğrudan toplumsal cinsiyet krizi olarak, erkeklik krizi olarak karşımıza çıktığı en aşikar şey aslında burada çünkü burada erkeklerin toplumun onlardan beklediği, toplumsal cinsiyet rollerinin onlardan beklediği normları sürdürmekte zorlanmaları, toplumsal değişimlere bağlı olarak erkeklik statülerinin tehdit altında hissedildiği şeyleri açığa çıkarıyor bu erkeklik krizi. Bu kavramın detaylı olarak açılmasına girmeyeceğim bu bağlamda ama eleştirel erkeklik çalışmalarında erkeklik krizinin belli toplumsal değişim süreçlerinde ortaya çıktığı vurgulanıyor. Buna dair detaylı bir literatür de var. Örneğin, kapitalizmin gerekliliklerini yerine getirememesi, bu normları yerine getirememesi, böylece toplumsal cinsiyet rollerinin dönüşmesi ya da yine tırnak içerisinde söylüyorum erkekliğin istikrarsız hale getirebiliyor bu onlardan beklenen şeyleri yerine getiremedikleri için. Bir statü kaybı gibi düşünebilirsiniz bu krizin neden olduğu şeyleri. 

Haliyle bu erkeklik krizi erkeklerin şiddet, ayrımcılık veya erili restorasyon gibi yollarla iktidarını yeniden tesis etme çabalarını biz görmüş oluyoruz. Edebiyat metinlerinde de bunlar karşımıza çıkıyor. ‘Eril Restorasyon’, Deniz Kandiyoti'nin bir kavramı. Deniz Kandiyoti'yi biz alandaki çalışmalarıyla biliyoruz ama daha ziyade Ataerkeli Pazarlık kavramı ile aşinayız kendisine. Özellikle bu Türkiye'deki baskı kültürünü, toplumsal cinsiyet krizini, erkeklik krizini anlamada ataerkeli pazarlık kavramı kullanılıyordu daha ziyade ama artık şu an içerisinde olduğumuz son yıllarda sadece Türkiye'de değil, dünyada da yükselen faşizm ve toplumsal cinsiyetin dönüşümü bundan kaynaklanan krizin neden olduklarının dönüşümü onu yeni bir kavram bulmaya itiyor ve ‘masculinist restoration’ diyor buna. Burada da Deniz Hoca şunu söylüyor; ‘Erkekliğin kriz anlarında kaybolan hegemonik gücünü yeniden kazanma çabalarını ifade ediyor bu kavram’. 

Deniz Kandiyoti’ye göre eril restorasyon, sadece kişisel, bireysel düzeyde değil devlet politikaları aracılığıyla da yürütülen sistematik bir sürece işaret ediyor. Örneğin, Türkiye'de AKP iktidarı boyunca toplumsal cinsiyet politikalarındaki dönüşümler, eril restorasyon sürecini besleyen şeyler olarak karşımıza çıkıyor. Bunu iki düzeyde ele alıyor; Makro düzeyden yani tepeden gelen restorasyon ya da mikro düzeyden yani sokaktan gelen restorasyon. Şöyle örnekleyebilirim bunları da somutlaşması açısından; toplumun içinde kişilerin ahlak polisi rolüne bürünerek mikro düzeyde yani sokaktan gelen restorasyonun nasıl olduğunu anlamak için de şöyle örnekleyebiliriz bunu. Örneğin biliyorsunuz, toplumda ahlak polisi görevini üstlenen kişiler var ve kendilerinde bazı şeyleri hak görüyorlar ve bu role de bürünerek özellikle LGBT+’lar ve kadınlar söz konusu olduğunda bu gruba yönelik şiddet uyguladıkları, toplumsal baskı ve denetim mekanizmalarını kendi sistemleri ve kendileri kurduğu bir şey olarak bu mikro düzeydeki eril restorasyonu örnekliyor Deniz Kandiyoti'nin kavramı. Tepeden gelen restorasyon yani makro düzeydeki ise AKP hükümetinin politikaları olarak özetleyebiliriz bunu. Toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları ya da bu yılın aile yılı ilan edilmesi gibi şeyler buraya tekabül ediyor. 

Ben de bu ana kavramlarla birlikte tezde yeni bir kavram öneriyorum; Erkekliği Sürdürme Telaşı. Bu kavram, erkeklerin toplumsal olarak kendilerine biçilen erkeklik rollerini kaybetme korkusuyla geliştirdikleri çabalar, stratejiler. Burada erkekliğin sürekli sınanması gereken bir statü olduğu fikrine dayanıyor bu ve özellikle erkekler hegemonik erkeklik normlarını sürdürebilmek için sürekli bir checklist'e tabiler. Tabi bu diğer toplumsal cinsiyet kimlikleri için de geçerli. Herkesten beklenen bir checklist'i var toplum tarafından, buna riayet etmeye, bunları uygulamaya çalışıyorlar makbul olmak için ama erkeklik normlarını da sürdürebilmek için ve bu daha da büyük bir krize neden olduğu için bu sürdürme telaşı karşımıza özellikle bedensel yeterlilik ve fiziksel güçle ilişkilendirilen erkeklik ideali olarak karşımıza çıktığından dolayı telaşı daha da artırıyor. Örneğin, sakat erkek karakterlerin temsil edildiği benim de ele aldığım romanlarda erkeklik krizi yaşayan karakterler statülerini yeniden kazanmaya çalışıyorlar. Peki nasıl?

Taciz ediyorlar, dikizliyorlar. Güç ve baskı uygulayabilmek için bu hamlelerle kimliklerini yeniden inşa etmeye, yıkılmış kimliklerini sürdürmeye, yeniden inşa etmeye, dönüştürmeye çabalıyorlar ama bunların hepsi onların erkekliği sürdürme telaşına ilişkin yani sakatlıklarından ötürü ya da yitimlerinden ötürü krize giren erkekliklerini dikizleyerek, gözleyerek, taciz ederek ya da şiddet uygulayarak bazen psikolojik şiddet olarak karşımıza çıkıyor, bazen de ekonomik şiddet olarak karşımıza çıkıyor. Bu stratejilerle birlikte erkekliği sürdürmeye çabalıyorlar tezde ele aldığım karakterler.

A.T.A.: Tabi bu kitaptaki her karakter sakat ama sakat doğmamış, sakatlanmış karakterler - yanlışım var ise düzeltin. Erkekliği sağlam bedenle deneyimlemiş, mesela ben ve benim gibiler. Ben doğumdan sakat bir insanım, o yüzden erkekliği de ben başka türlü deneyimlemişimdir muhtemelen o şeylere giremediğim için, öyle bir farkı da var, onu da vurgulayayım ben burada. 

Sizin tezde ele aldığınız kitaplardan birisi de Emrah Polat'ın Alocu Tilki’nin Serencamı idi ve bu kitabın son cümlesi de tam bunları betimliyor aslında. Şöyle diyor kitapta, ‘Sonraki hayatımda kişiliğimi ve ruh dünyamı şekillendirecek üç sıfatı bir parmak izi gibi gövdemde taşıyacaktım: Mağdur, mahrum ve madun.’ Aslında bütün bu dediklerinizi tek bir cümleyle özetliyor. Bu arada artık son sözlere geldik. LGBT+ hareketinden dostlarımız var demiştik ve birisi de Umut Derin. Aslında ikimizi Umut Derin bir araya getirdi. Mersin'de, yaşadığım şehirde Muamma LGBTİ'den Umut ve ben de Umut’u, Haziran 2004'te konuk almıştım. Onunla Kekre’yi konuşmuştukSakat Erkek_likler’ başlığı altında - tam da bu konular aslında. Çok sağolun Sevcan Hocam konuk olduğunuz için, son sözlerinizi alalım isterseniz.

S.T.: Ben de önce Umut'a selam ederek sonlandırmaya girmiş olayım. 8 Mart'ta alanlarda görüşmek üzere. Alanlarda, meydanlarda, sosyal medyada da herkesi çağrıyla birlikte alana çağırmış da olalım diyorum.

"Sakat kadınların kendine ait bir odası yok"

A.T.A.: Queer okumalar, sakat erkeklik okumaları tamam. Şimdi yeni bir çalışma var mı?

S.T.: Benim içimden gelen ve merak ettiğim - ama bu kadar yoğun ve sürekli bir biçimde de karşımıza çıkan bir anlatı değil maalesef - sakat kadınlar ve LGBT+ olarak bunu merak ediyorum. Tabi edebiyattan gittiğim için önce karşıma kadınlar çıkıyor ama dediğim gibi bunun anlatıları edebiyatta biliyorsunuz erkekler çok daha fazla yer tutuyor bu bağlamda. Sakatlık deneyimi olan kadınların yazması ya da karakterlerin de sakatlık deneyiminin bulunması bizi bir program daha konuşmaya iter buradan. Bunlar üzerine bir şey yapmak istiyorum. Örneğin, Sofya Kurban'ın öyküleri var, kurmaca olmayan ama Nazmiye Güçlü'nün çok güzel aktardığı, Araba Aldım Kadın Oldum kitabı ile, Bianet'ten okuduğum şeyleri derlediğim, köşe yazılarını derlediğim metinleri hepsini bir araya gelip konuşturabilmek istiyorum.

A.T.A.: Zaten bu tezde o da geçiyor; ‘Sakat kadınların kendine ait bir odası yok' cümlesiyle onu vurgulamışsınız zaten.

Tekrar çok sağolun konuk olduğunuz için. Sakat Muhabbet'in bir de son sloganı var; ''Dünyanın bütün sakatları eğleşin'' diyorum programı bitirirken ben - Marx'ın sözünü böyle uyarladım. Haftaya görüşmek üzere, hoşça kalın.