Büyükadalı Sıra Dışı Bir Ressam: Tiraje Dikmen

-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay ve Nevin Sungur, sanat tarihçisi ve küratör Dr. Necmi Sönmez’in, Büyükadalı sıra dışı ressam Tiraje Dikmen’in sanat ve yaşam öyküsünü kaleme aldığı "Tiraje Sözlüğü" adlı kitabını konuşuyor; Tiraje Dikmen'in hayat hikâyesinden çok özel bölümleri dinliyorlar.

""

Derya Tolgay: Herkese merhaba, ben Derya Tolgay.

Nevin Sungur: Ben Nevin Sungur.

D.T.: Destekçimiz Melih Aral'a çok teşekkür ediyoruz. Teknik masada Mert Erdoğan bizimle ve ona da çok teşekkürler. Bugünkü konuğumuz sanat tarihçisi, kuratör, doktor Necmi Sönmez. Hoşgeldiniz Necmi Bey.

N.S.: Hoşgeldiniz.

Necmi Sönmez: Teşekkürler Derya Hanım.

D.T.: Uzaklardan geldiniz, çok kısa kalıyorsunuz ve bütün bu telaşınız arasında canlı yayına geldiniz radyoya, sizi görmek harika. Necmi Bey ile sohbete başlamadan hemen söyleyeyim; 15-25 Mart Apaçık Radyo için destek haftası. Bir topluluk radyosu olarak hiçbir kâr amacı olmayan bu şahane, bambaşka sesi, bambaşka renkleri olan radyomuzu kâinata daha çok duyurabilmek için desteğinize ihtiyacımız var ama desteğinizi 15 Mart'a kadar beklemenize gerek de yok, her zaman, her an yapabilirsiniz diyerek programa başlıyoruz.

Derya Tolgay ve Necmi Sönmez

Necmi Bey, bugün Doğan Kitap’tan çıkan, çağdaş Türk resminin önemli ismi Tiraje'nin sanat ve hayat öyküsünü bir sözlük mantığıyla ele aldığınız kitabınız Tiraje Sözlüğü şu an yanımızda. Bu kitapta Tiraje’nin hayatını, doğduğu İstanbul ve Paris arasında geçirdiği mücadeleyle dolu varoluş serüvenini, özgür, özgün ve öncü sanatçı ruhunu, çok cesur bir hak savunucusu olduğunu anlatmışsınız. Ben ona ismiyle müsemma ‘gökkuşağı gibi bir kadın’ diyorum ve siz de demişsiniz ki, "Hayat ve sanat karşısında bu denli özgün bir duruş sergilemiş bir sanatçının unutulmaması, resimlerinin, arşivinin erişime açılması ve İstanbul Üniversitesi'ne bıraktığı mirasının hasır altı edilmemesi için çalışmak sanat ortamımızın borcudur.” Bizim de çok borcumuz var Tiraje Dikmen'e ve aynı zamanda bugüne kadar doğal ve kültürel dokusunu koruyarak bugünlere ulaşabilmesini sağlayan Prens Adalılarının İstanbulluların ve Türkiye'nin de diyebiliriz.

N.Sönmez: ‘Koruyamadan ulaşması’nı mı desek acaba?

D.T.: Kısmen diyelim, burada anlaşalım mı?

N.Sönmez: Anlaşalım, evet.

D.T.: Tamam. Birçok Adalının da bu bakımdan kahramanıdır ki şahsen benim kahramanım. Evet, sizi kısacık tanıtalım.

N.S.: Necmi Bey, gerçekten son derece üretken ve yaratıcı bir insansınız. Ben sizinle ilgili araştırma yaparken okuduklarımdan çok etkilendim. Bugüne kadar yaptıklarınız için ellerinize sağlık. Hemen size dair birkaç bilgi verelim, ondan sonra konuşmamıza devam edelim.

Derya'nın da bahsettiği gibi, siz sanat tarihçisi ve küratörsünüz. Mainz, Paris, Newcastle ve Frankfurt'ta sanat tarihi eğitimi aldınız. Doktoranızı Johan Wolfgang Göthe Üniversitesi'nde heykeltraş Wolfgang Leib üzerine yaptınız. 1995'den itibaren sergi yapımcısı olarak Türkiye, Fransa, Almanya ve Hollanda'da sergiler organize ettiniz ve bu konuda çalışmalarınız hala devam ediyor. Aynı zamanda yine küratör ve sanat tarihçisi olarak Düsseldorf'da Tate, Staatliche Müseen Berlin, Borusan Contemporary, Kiesma, Kunsthalle, Deutsche Bank, Sabancı Müzesi başta olmak üzere birçok uluslararası kurum ile ortak projeler üreterek devam ediyorsunuz çalışmalarınıza. 2015'ten beri de Milano'da Skira Yayınevi için bağımsız editor olarak çalışıyorsunuz. Resim eleştirileriniz, söyleştirileriniz, çevirileriniz Türkçe ve Almanca olarak çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlandı ve yayınlanmaya da devam ediyor.

Ayrıca Yapı Kredi Yayınları ve Doğan Kitap'tan çıkan kitaplarınız da var; Paris Tecrübeleri,Sanat Hayatı İçerir mi?, İlhan Koman Sözlüğü veFarhrunissa Zeid Sözlüğü.

Bugün son çıkan kitabınız, Büyükadalı Resam Tiraje Dikmen üzerine konuşmak istiyoruz. Siz kendisini tam anlamıyla sıra dışı bir yaratıcı olarak tanımlıyorsunuz kitabınızda. Hem içerik hem tasarım olarak kitabınızı gerçekten çok beğendim, tekrar ellerinize sağlık.

İlhan Koman, Fahrunissa Zeid, şimdi de Tiraje Dikmen Sözlüğü. Bu bir seri gibi mi düşünüldü?

N.Sönmez: Evet.

N.S.: Bazı insanları, hayatlarını çok yoğun, çok üretken yaşayan insanların hayatlarını anlamak için gerçekten bir sözlüğe ihtiyaç duyuyorsunuz. Bu sözlüğün önemli noktalardan bir tanesi de sadece o insanı anlatmıyorsunuz; o insanın hayatına değen kavramları, etkilendiği insanları, yol arkadaşı olan insanları hem tanıtıyorsunuz, hem de dediğim gibi o sanatçının hayatına etkilerini de anlatıyorsunuz bu kitaplarınızda. Öncelikle,Tiraje Dikmen’i niye seçtiniz ve bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz? Öyle başlayalım isterseniz.

N. Sönmez: Ben Tiraje Dikmen’i 10 Temmuz 1986 yılında ilk defa Büyükada'da Bahçelerönü Sokak’taki evinde ziyaret etmiştim. Geriye dönüp baktığımda, beni hakikaten en etkileyen, en derin iz bırakan atölye ziyaretlerinden biriydi. O zamandan beri Tiraje’yle beraber bir çok ortak projeye imza atmanın ayrıcalığını yaşadım. Kendisiyle İstanbul'da, Paris'te birçok defa beraber olma, ortak projeler geliştirme şansımız oldu. Onun hayatının 1986'dan sonraki sürecini çok iyi bildiğimi söyleyebilirim. Bu süreci, bu süreç içindeki sıkıntıları, sorunları birinci elden, kendisiyle olan yakın diyaloğumdan, etrafındaki arkadaşlarından dinlemek, onlara çare bulmak, çözümler aramak durumunda kaldığım için aslında bu kitabı ona karşı olan saygımın, sevgimin, arkadaşlığımın bir tür karşılığı olarak yazmayı düşündüm çünkü bunu yapmak benim için çok önemliydi. Çalışmalarının yeteri kadar bilinmediğini, eserlerinin farklılığının çok fazla ön plana çıkmadığını, bunun ötesinde kendisini saran insanlar dışındaki dünyaya bilinçli olarak kapalı tutması da beni çok düşündürüyordu. Biliyorsunuz, 2014 yılında kaybettik kendisini. Onun vefatından sonra gelişen süreç, bu süreç içindeki iniş kalkışlar, arşivi, çalışmaları, hayatının geri dönüşümü olmayan akım kopuşlarla ilerlemesi beni çok etkiledi.

Sevgili arkadaşım Cem Erciyes ile beraber hazırladığımız bir dizi vardı. Bu kitabı dizinin üçüncü kitabı olarak çıkarmayı düşündük. Editör arkadaşım Hülya Balcı ve kitabı tasarlayan Taylan Polat ile beraber humalı bir şekilde çalışarak bu çalışmayı ortaya çıkardık.

D.T.: Bu arada Cem Erciyes'e ve Gül Çarkoğlu'na bir selam çünkü bize bu buluşturmayı sağladılar, ikisine de çok teşekkür ediyorum.

Ben buradan Tiraje Dikmen’in hak savunuculuğuna girelim mi diye düşünüyorum.

N. Sönmez: Evet, hak savunuculuğu kavramını konuşmak güzel bir fikir. Uzun süren hayatında, Paris'te sürekli olarak yaşamaya başladığı dönemde, dünyadaki olup bitenleri, Türkiye'de olup bitenleri hiçbir zaman için göz ardı eden biri değildi. Yani 1946'dan 2010'a kadarki zaman diliminde onun her zaman hakkı gasp edilenlerin yanında durduğunu gördüm ki bu çok ilginç bir saptamadır çünkü kendisi hakkını arayan insanlar üzerinden bir seri olarak bir çok çalışma gerçekleştirmişti. Ancak bunların hiçbiri sergilenmedi, yayınlanmadı. Çok etkileyici çalışmalar bunlar.

Irak’ta Saddam Hüseyin’in kimyasal silah kullanarak gerçekleştirdiği Halepçe Katliamı’nı biliyorsunuz; Halepçe Katliamı üzerine - abartmadan söylüyorum inanın – yüzlerce, binlerce deseni vardı. Bunları gördüğümde, "Ya ne kadar ilginç şeyler, bunlarla ne yapıyorsun, nedir temaları?” diye sormuştum kendisine. “Biliyorsun, Halepçe’de oluyor,” diye yarım ağız cevap vermişti. “Yeni dizinin adı bu mu?” diye sorduğumda da,"Bilmiyorum” falan dedi. Dolayısıyla o da çok ilgimi çekmişti yani ben kendisinin bu hak savunuculuğuna giriştiğini biraz da onun etrafında dururken, yaptığı çalışmaları incelerken tesadüf eseri keşfettim. Ancak bunun hakkında hiçbir zaman konuşmadı. Halepçe Katliamı üzerine çok kapsamlı bir çalışma yaptı, bunu hiçbir zaman için konuşmadı.

Yalnızca Orta Doğu'da değil; dünyanın birçok yerindeki haksızlıklar karşısında, hak gaspları karşısındaki konularla ilgileniyordu, bunlar üzerine okuyordu, kestiği küpürler vardı. Türkçe gazete okumuyordu, Le Monde okuyordu. Tek tek, bu küpürleri topluyordu. Dolayısıyla Tiraje’nin'ın hak arayıcılığı aslında çok ilginç bir konu.

Büyükada Dikmen köşkü bahçesinden / Fotoğraf: Necmi Sönmez

Tiraje Dikmen çok elit bir aileden geliyor. Çok ayrıcalıklı bir gençliği, çocukluğu ve yetişkinlik süreci var. Bu ayrıcalıklar dünyası içinde olan bir kişinin hak arayıcılığına bu kadar destek vermesi, bunun bu kadar arkasında olması çok ilginçti.

Ben kitapta bunun örneklerini bir araya getirmeye çalıştım. 1900 yani Paris'te sürekli yaşadığı dönemlerde meydana gelen bütün sosyal olayları da yakından inceliyor. Yani yalnızca 1968 Öğrenci Hareketlerinin değil; ondan önce biliyorsunuz, o zaman Fransız müstemlekesi olan Cezayir'de Fransa'nın gerçekleştirdiği korkunç katliamlar var. Bu katliamlara karşı Cezayirlilerin Paris'te yaptığı gösterileri takip ediyor, bunlar hakkında desenler yapıyor, resimler yapıyordu. Hatta bu Cezayir protestoları üzerine yaptığı resimlerin birçoğu daha sonra yanlışlıkla ‘Paris öğrenci hareketleri’ üzerine diye de isimlendiriliyor - bu da ilginç.

Daha sonra 1980'li yılların başından itibaren, daha ziyade Büyükada'da ve Şişli'de yaşadığı dönemde, Türkiye'nin gündeminde olan birçok olay hakkında çok ciddi desenleri, serileri, yağlı boyaları var ama bunlar hakkında hiçbir zaman konuşmadı. Bunların bilinmesini hiç kuşkusuz istiyordu ama kendisinin ön plana çıkmak istememe gibi bir tavrı vardı ki bu çok önemli bir tavırdı. Dolayısıyla bir keresinde, "Bunlar hakkında bir yazı yazmak istiyorum,” dediğimde bunun hakkında yazmamı istemediğini söylemişti - bu da çok önemli benim için.

Dolayısıyla o yaşarken yazmamı, yayınlamamı istemediği birçok şeyi yayınlama şansını buldum çünkü 2008-2009 yıllarında kendisiyle konuşurken, “Bunları konuşuyoruz ama senden sonra bunları kiminle konuşacağım?” diye sormuştum. Trajik bir konuşmaydı bu. “O zaman sen karar verirsin,” dedi, “Ama şu an ben yaşarken istemiyorum,” demiştim.

D.T.: Hiçbir böbürlenme yok değil mi? Her şeyi kendi içinde, çok az insanla görüşerek, çok özel ama bütün dünyayla bağını kurarak ve o hak savunuculuğunu kendi bildiği dille yapıyor. Ben izninizle çok etkilendiğim için çalıştım dersime ve sizin kronolojizi paylaşacağız biz sosyal medyada yani hangi senelerde neleri yapmış gibi. Çünkü öyle bir akış var ki, dediğiniz gibi, 1946-1949 yılları arasında doktora tezini ‘Kadın İşçilerinin Çalışma Koşulları’ başlığıyla bitiriyor zaten.

N. Sönmez: Bitirmiyor, çalışıyor ama bitirmiyor çünkü kendisine iktisat fakültesinde asistanlık teklifi geliyor. O zaman hayatının bence en önemli kararını veriyor ve “Ben asistan olmayacağım, ben iktisatçı olmayacağım, ben bilim insanı olmayacağım, ben ressam olacağım,” diyor ve akademide Léopold Lévy'nin öğrencisi oluyor.

D.T.: Yarım bırakıyor yani bunu. İlk hak savunuculuğu burada başlıyormuş gibi görüyoruz - kadın işçilerinin çalışma koşulları.

N. Sönmez: Aslında bence daha önce başlıyor biliyor musunuz? Çünkü 1950'lerin sonunda büyük şehirlere büyük bir iç göç var yani İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere göç var ama asıl hedef nokta İstanbul. Buraya gelen çok büyük bir iç göç var ve Tiraje, çocukluğunda ve gençliğinde bu içgöçü de resimliyor biliyor musunuz?

D.T.: 1970’lerde değil mi?

N. Sönmez: Hayır, daha önce başlıyor. O sıralarda Türkiye'de değil ama 1950’lerde bir iç göç yaşanıyor ve bu iç göçün de Tiraje’nin resim dünyasında karşılığını bulduğunu görüyoruz.

D.T.: Anladım. Notlarımın sıralamasına göre kadın işçilere ait bir çalışması, ardından dediğiniz gibi 1954-1962 Cezayir bağımsızlığı hakkında ve 1970’de de Zonguldak maden işçilerinin grevi hakkında bir...

N. Sönmez: Müsaade ederseniz oraya bir şey daha ekleyelim; 1968 öğrenci hareketleri var o zaman Paris'te. Bu, dünya tarihine geçen bir barikatlar gecesi.

Biliyorsun, St.Germain des Prés'deki kaldırımların taşlarının sökülüp dağların oluşturulduğu yani o öğrenci ayaklanmasının zirve yaptığı bir gece bu. O gece hakkında resimleri var, dolayısıyla onu da eklemek gerçekten gerekiyor.

DT: Harika.1970 öncesine bu girdi. 1980'de, sizin de dediğiniz Güneydoğu Anadolu'dan başlayıp İstanbul ve Avrupa'ya kadar uzanan politik göçün...

NSönmez: ‘Kürt göçü’, özür dilerin, adını konuşalım.

DT: Kürt halkının zorunlu yer değiştirme politikalarını diyorsunuz.

N. Sönmez: Evet, bu çok önemli. Bunun ismini vermek zorundayız, bu gerçekle yüzleşmek zorundayız. Bence onları da çok takip ediyordu biliyor musunuz? Bir siyah-beyaz televizyonu vardı, orada onları izliyordu, hâlâ gözümün önünde. Dolayısıyla hep sürdü o hak arayıcılığı.

D.T.: ...ve sonrasında 1983'te de Adalar'ın doğal ve kültürel mirasının korunma mücadelesinin içine giriyor. Sonunda da zaten Adalar'ın Sit bölgesi ilan edilmesini de sağlıyor. Demin bahsettiğiniz 1988 Halepçe Katliamı resim dizisi, sonrasında da bizim atlarımızın, Adalar'ın atlarının...

N. Sönmez: Evet, katledilmesini de çok üzülüyorum.

D.T.: Hangisi? O zamanki katliam mı bu zamanki katliam mı?

N. Sönmez: Özür dilerim, ben katledildiklerini düşünüyorum, farklı düşünen olabilir ki herkesin düşüncesine saygım var ama bence o bir katliamdır ve bunu söylemek zorundayım.

D.T.: Bazı faytoncular ve atlarla da çok yakın ilişkisi vardı, orada ayrışıyor. Bir mafya olmuş ve bir tarafta gerçekten simyotik bir yaşamla birlikte yaşayan insan-hayvan ilişkisi.

N. Sönmez: Evet, vardı, biliyorum. Mesela biz onun tanıdığı faytoncularla Ada turu yapardık. Gidip sıradan almazdık, haber verilirdi, faytoncu gelirdi bizi alırdı. Hatta bir tanesiyle çok yakındık, onu biliyorum, büyük turu onunla beraber yapıyorduk. Çok güzeldi, o turları Tiraje’yle yapmış olduğum için çok şanslı hissediyorum kendimi. Neredeyse her köşenin, her ağacın, her dönemecin ve virajın hikayesini anlatıyordu, o kadar güzeldi ki anlatamam. Bütün bunları anlatırken sanki dün gibi anlatıyordu. Bir gün Aliye Berger'in şapkasını anlattı bana, benim dibim düştü, dedim ki, “Bunu dün görmedin ki...” “Ama gözümün önünde, ” diyordu. Biliyorsunuz, Aliye Berger’in çok renkli şapkaları vardı. Hristiyan Köşkü var ya...

D.T.: Evet, oradaki, yandaki müştemilatta yaşadılar bir süre.

N. Sönmez: Oraya giderken Aliye'yi görüyormuş, böyle anlatıyor, “Ya bunu sen dün görmüşüm gibi anlatıyorsun,” derdim. O da, "Ama gözümün önünde,” diye cevaplardı. Zaman mevhumu yoktu konuşurken. 30-40 yıl öncesini sanki dün olmuş gibi anlatabiliyordu. Onunla özellikle Büyükada'da geçirilen her zaman çok büyük bir ayrıcalıktı.

Şükriye Dikmen “Tiraje” portresi

N.S.: Ablası Şükriye Dikmen de sanatçı değil mi?

N. Sönmez: Evet, çok güzel bir soru sordunuz bence Nevin Hanım. Onun resme yönelmesinin ana sebeplerinden bir tanesi ya da bir dönem destekçisi diyeyim, ablası. Şükriye'ye Büyükada'daki köşkte resim dersi vermek için gelen sanatçılar var. Dolayısıyla o da sanatçılarla beraber büyüyor. Şükriye Dikmen, daha sonra İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde okurken onunla beraber akademiye gidiyor yani aslında bir dönem iki kardeş olarak çok yakınlar birbirlerine.

D.T.: Bir dönem ama daha sonra...

N. Sönmez: İsterseniz bunu da konuşalım. Ablasıyla olan büyük sorunu neydi? Abla, Büyükada'daki köşkünün satılmasını istiyordu ama Tiraje istemiyordu çünkü babasının eviydi, orada büyüdüğü bir evdi. Bu yüzden de bahçenin kapısından aşağıdaki denize kadar onun korunmasını istiyordu. Kumsalı olan bir denizdi ki bu çok önemli biliyorsunuz Büyükada’da.

D.T.: Doğal kalabilmiş.

N. Sönmez: Kumsalı olan çok azdı. Bahçe kapısından başlıyor, aşağı denize doğru inen hafif falezin sonunda kum olan bir bölge ve orada çok uzun bir süre denize giriliyordu - ta ki Büyük Kulüp oraya havuz yapıp kapatana kadar.

D.T.: Onunla da çok mücadelesi var. Anadolu Kulübü bu arada...

NSönmez: Evet, onunla da mücadelesi var. Dolayısıyla ablasıyla olan probleminin yanı sıra bir de ablasının etrafında onu yanlış yönlendiren bir kitle var - bunu da söylemek zorundayız galiba. Ablasını soyan bir kitleydi bu çünkü biliyorsunuz, bunlar çok varlıklı iki kardeş. Ablası hakikaten demans olup bakıma muhtaç olduğu zaman, onun mirasının çok büyük bir bölümü kendi avukatlarının arkadaşları tarafından - nasıl en kibar şekilde söyleyebiliriz bunu Derya Hanım - gasp edilmiş?

D.T.: Soyulmuş?

N. Sönmez: Evet, soyulmuş. Tiraje baktı ablasına, bunu birçok insan bilmiyor.Tabii ki her kardeş arasında olduğu gibi ikisi arasında da bir rekabet var, bunu tabii ki inkar edemeyiz ama ablanın etrafındakiler de onu ihtiyacı olduğu zaman da mağdur bırakan insanlar.

D.T.: Çok az vaktimiz kaldı, bir kere daha bir daha program yapalım çünkü daha bu soyulmanın devamı var ve eserleri konuşacağız, Léopold Lévy ile o özel ilişkisini konuşacağız.

N.S.: Tiraje Dikmen’in ölümü sonrasında bahsettiğiniz köşkün durumundan kısaca bahsedebilir misiniz?

N. Sönmez: Son durumu bilmiyorum fakat biliyorsunuz, mirasını yatılı ve burslu okuyan kız öğrencilere verilmesi kaydıyla İstanbul Üniversitesi'ne bırakıyor ama İstanbul Üniversitesi o kadar aymaz bir üniversite ki bu mirasa sahip çıkamıyor. Bunun hakkında çok konuşulabilir tabi ama maalesef bir dakikamız kaldı.

D.T.: Ev bir balık restoranı olma yolunda ilerliyordu ki durdurulmaya çalışıldı ve şimdilik de muğlak bir durumu var.

N. Sönmez: Evet, ama ben bütün bunlara rağmen Tiraje'nin sanatının, resminin geleceğe yönelik olduğunu, yaşayacağına olan inancımı dile getirerek bu konuşmayı bitirmek istiyorum. Tiraje'nin hayatını anlatmak 25 dakikada tabii ki mümkün değil.

D.T.: Siz bize Almanya'dan bağlanır mısınız? Bunun devamını yapalım lütfen, değil mi Nevin?

N. Sönmez: Evet, bunun devamını yapalım.

N.S.: Evet, bir de kitabı da dinleyicilerimiz alsınlar lütfen. Doğan Kitap'tan çıktı ve çok güzel bir kitap, elinize sağlık.

N. Sönmez. Çok teşekkür ederim. Bir dakika vaktimiz var mı? Programın bir öncesinde Fransız Öpücüğü diye bir program vardı ve orada Zaza'nın çok güzel bir müziğiyle sözü bize verdiniz. Eğer mümkünse yine Zaza'ya ait bir müzikle kapatalım.

D.T.: Bizim önceden söylememiz gerekiyor, borcumuz var ama size.

N. Sönmez: Bir şeyi başlatanla kapatanın aynı olması da güzel bir parantez olur diye düşünmüştüm.

D.T.: Biz sonraki sefere öyle yaparız.

N. Sönmez: Tabii, bunu da konuşalım. Fransa, Paris, Frankofonluk, Türk Modernleşmesi - bunlar da çok önemli.

D.T.: Çok çok teşekkür ediyoruz.

N. Sönmez: Bugün beni davet ettiğiniz için size çok teşekkür ediyorum. Apaçık Radyo çalışanlarına bana bu konuşmaya izin verdiği için de çok teşekkür ediyor ve size güzel bir gün diliyorum.

D.T.: Biz çok teşekkür ediyoruz. ‘Adalar hepimizin’ diyoruz. Hoşçakalın, bizi dinlediğiniz için teşekkür ederiz.

N.S.: Herkese merhabalar, Apaçık Radyo'da Dünya Mirası Adalar programına başlıyoruz. Ben Nevin Sungur.

D.T.: Ben Derya Tolgay, herkese merhabalar.

N.S.: Teknik masada Dila Yılmaz ve destekçimiz Melih Aral’a da sonsuz teşekkürler.

Hak, hukuk ve adaletin ayaklar altında olduğu demokrasi yoluyla milyonlarca seçmenin oyuyla seçilmiş insanların, onlarca gencin hapiste olduğu bir Bayram bu. İçimiz buruk ama yine de dinleyicilerimize iyi Bayramlar dileyerek başlayalım istedik programımıza.

Evet, sancılı günlerden geçiyoruz ülke olarak. Bu durumun nereye evrileceğini hep beraber göreceğiz ama sıkıntılı zamanlarda olduğu gibi, insanlarda beklenmedik bir karşı duruş görüyoruz ve umudumuzu yeşertecek bir karşı duruş bu. Çok uzun zaman sonra kitleler sessizliklerini bozup sokaklara çıkıyor, yapılan boykot çağrılarına uyuyor ve tepkilerini gösteriyorlar. Bu kadar büyük ölçekte bir dayanışma ve biraradalığı uzun zamandır belki de ilk kez görüyoruz. Özellikle de gençlerin dinamizmi ve kararlılığını ben kendi adıma gerçekten yürekten kutluyorum.

Evet, buruk bir bayram günü ama içinden geçtiğimiz bu zamanlar belki de güzel günlerin de başlangıcı olabilir diyerek tekrar programımıza dönelim.

Bugün daha önce konuşmaya başladığımız Büyükadalı sıra dışı ressam Tiraje Dikmen’in hayat öyküsüne devam edeceğiz. Konuğumuz küratör, yazar, sanat tarihçisi Necmi Sönmez. Hoşgeldiniz Necmi Bey ikinci bölüme.

N. Sönmez: Teşekkür ederim.

D.T.: Hoşgeldiniz Necmi Bey.

N. Sönmez: Çok teşekkürler, Derya Hanım.

N.S.: Derya, sana sözü vermeden önce hemen minik bir anonsa yer vermek istiyorum. Adalı komşumuz, yazar Ahmet Ümit'in Büyükada'da 6 Nisan'da bir imza günü olacak. Büyükada Kitapçısı’nda son romanı Yırtıcı Kuşlar Zamanını imzalıyor ve o gün Büyükada'da olanlara, adalı komşularımıza duyuralım istedik. Şimdi söz sende Derya.

D.T.: Teşekkür ederim. Geçen program yani iki hafta önceki programda bazı sorular eksik kalmıştı ve şimdi kaldığımız yerden devam etmek istiyoruz. Nevinciğim, sen duygularımızı gayet güzel anlattın, ben de küçücük bir ek yapmak istiyorum; olağanüstü zamanlardan geçiyoruz, adalet talebi yalnızca bugün değil; geleceğin teminatı olan gençlerimiz, çocuklarımız içinde çok önemli. İnsan hakları, doğanın korunması, hukuk devleti ilkeleri ve demokrasi için verilen bir mücadele ve ortak bir ses var burada: Adalet isteniyor. Farklılıklarımızla birlikte özgür ve adil bir geleceği inşa edeceğimiz başka bir dünya mümkün ve bunu talep ediyoruz. Evet, ben de bu küçük eklemeyi yapmak istedim.

2003 Büyükada turunda / Fotoğraf: Necmi Sönmez

Necmi Bey, epey bir konuştuk kitaptan çünkü Tiraje çok özel bir sanatçı. Hem sanatında, hem de toplumsal meselelerde aktif bir figür. İç dünyasına bakacak olursak, daha içe dönük bir karakteri olduğunu, seçici olduğunu ama aynı zamanda bir mücadeleci, hak savunucusu olduğunu da görüyoruz. Örneğin, Adalar'ın Sit alanı olması için dernek kuruyor, birçok kişiyle birlikte çalışıyor, bu mücadele içinde bulunuyor. Bu kitap, bizi Tiraje Dikmen'in kişisel hislerini, iç dünyasını ve dış dünyaya karşı duruşunu da anlamaya davet etti adeta. Sizce nasıl bir içsel yolculuğu vardı, yaratıcılığını en çok besleyen duygular mesela nelerdi? Bir de aklımda şu soru da var; sizce sanatı bir kaçış mı, bir yüzleşme mi yoksa tamamen başka bir şeyi mi ifade ediyor?

N. Sönmez: Derya Hanım, ben Tiraje Hanım’ın içine dönük kapalı bir kişiliği olduğunu biliyorum fakat bu kapalılığının arkasında belirli konularda kurduğu bir iç dünyası vardı ve bu dünyayı çok iyi koruyordu ve bu aslında kolayca dile getirilemeyecek bir durum. Gözlemlediğim kadarıyla, çocukluğundan itibaren dünyaya, kendisini çevreleyen kişilere, insanlara karşı aldığı bir mesafesi vardı. Bu mesafeyi gençlik yıllarında tuttuğu günlüklerde, yaptığı resimlerde, daha sonra İstanbul'dan Paris'e gidip, orada çok uzun bir süre kalmasıyla da pekiştirmişti.

Nasıl bir içten dünyası vardı, yaptığı sanat ya da çizdiği desenleri, resimleri onun için bir kaçış noktası mıydı sorusu çok güzel bir soru. Ben bu sorunun cevabını verebileceğimi kesinlikle düşünmüyorum çünkü, kendisiyle etrafını çevreleyen kişiler arasına her zaman bir sınır koyardı ve o sınırın geçilmemesi için büyük bir çaba gösteriyordu. O sınırı geçmeyen insanlarla koruduğu çok uzun dostlukları vardı. Bu dostluklar bazen 40-50 yıl, hatta bir ömür boyu sürebiliyordu ancak ben bugün baktığımda, özellikle bu kitabı yazdıktan sonra, etrafındaki kişilerle yaptığım konuşmalardan yola çıkarak, Tiraje Hanım’ın aslında kendisini çevreleyen dünyayla barışık olabilmek adına sanat yaptığını düşünüyorum çünkü çok varlıklı bir aileden, çok ayrılıklı olan bir aileden gelmesine rağmen her zaman için onu çevreleyen özelliklere, öğelere karşı bir mesafe alarak kendini tanımladı. Çocukluğundan itibaren içinde bulunduğu çevre içinde Namık İsmail'den, Feyhaman Duran'a, Falih Rıfkı Atay'dan Peyami Safa'ya kadar çok önemli yazarların, sanatçıların gidip geldiği bir evde büyüdü. Bence bu insanlardan öğrendiği ilk şey, kendi karakterini koruyabilmesi için kapalı olması gerektiğiydi. Bütün bir ömrü boyunca bu kapalılığı kendine bir silah olarak geliştirdi ama dünyadaki olaylara, çevresindeki etkinliklere de her zaman için son derece açıktı ve çok hızlı bir şekilde de eylem alabilen bir karakteri vardı.

D.T.: Evet, çok teşekkürler.

N.S.: Bir de tabii bütün bunların yanı sıra hocası Léopold Lévy ile olan bir aşk hikayesi var değil mi? Biraz buna da değinelim mi?

N. Sönmez: Aslında bu konu çok uzun bir süre Türkiye'de tabu olmuş bir konu. Biliyorsunuz, Léopold Lévy ile olan beraberliği, dostluğu, sırdaşlığı sıradan bir öğrenci-hoca ilişkisi yani aşk değil Nevin Hanım. Bu onun varlık biçimini etkileyen çok köklü bir diyalog ve bu sayede de hem kendi sanatını geliştiriyor, hem de dünyaya bakış açısını geliştiriyordu. Bunu yaparken de her zaman kendisinden son derece emindi. 1945’ler yani II. Dünya Savaşı'nın henüz bittiği yıllar ve İstanbul'da çok genç bir resim öğrencisinin hocasıyla kurduğu bu ilişki tabii İstanbul'da çok büyük çalkantılara sebep oldu - bunu da unutmamak gerekiyor.

D.T.: Konuşuluyor yani İstanbul'da ve dedikodu mahiyetine dahi geliyor öyle mi? Aralarında yaş farkı da var bir de değil mi?

N. Sönmez: Evet, 30 yaş fark var ve bu yaş farklılığına rağmen kurdukları bu köklü ilişki, diyalog, aşk ya da yoldaşlık...

D.T.: Dayanışma.

N. Sönmez: Dayanışma da var, evet doğru söylediniz. Çok uzun bir süre devam ediyor bu ilişki ve hatta o kadar ilginç ki, biliyorsunuz, Léopold Lévy eşiyle beraber İstanbul'a geliyor. Daha sonra eşi İstanbul'dan ayrılıyor ve Lévy sonradan Paris'e gidiyor. Paris’de de Tiraje ile olan ilişkisini sürdürüyor - bu da ilginç bir özellik. Hep birbirlerine çok yakın sokaklarda yaşıyorlar ama hiçbir zaman bir arada oturmuyorlar yani hiçbir zaman kendilerine ait bir mekanları olmamış.

D.T.: Ama kitabında tatillerde veya yazlık evde beraber olduğunu okuyoruz.

N. Sönmez: Belirli dönemlerde beraber oluyorlar ama bizim bildiğimiz anlamda bir çiftin sahibi olduğu bir ev kavramı hiçbir zaman olmamış.

N.S.: Yine kitapta Tiraje’nin Léopold Lévy tarafından yapılan çok da güzel bir portresi var.

N. Sönmez: Evet, çok güzel. Hakikaten çok alımlı, çok hoş bir insan ve kendi çizgisinin karakterini hemen belli ediyor. Güzelliğinin yanı sıra çok erken yaşta Fransızca öğrenmesi, Fransız kültürünün etkisiyle büyümesi ve hatta 1940'lar, 50'lli yıllarda Paris'te çıkan hemen hemen bütün kitapları takip edebiliyor olması entelektüel açıdan da onu çok ilginç kılıyor. Yalnızca güzelliğiyle değil; bilgisiyle, çok erken sayılabilecek bir yaşta edindiği tecrübelerle yalnızca Lévy’nin değil, etrafındaki bir sürü sanatçının da ilgi odağı oluyor çünkü o dönemde Türk sanat ortamına baktığımızda çok fazla kadın sanatçı yok, kadın sanatçılar azınlıkta ve bu azınlıkta olan sanatçılar için de Tiraje gibi bir figür bayağı ilgi çekiyor.

N.S.: Paris’te yaşadığı dönemde Abidin ve Güzin Dino ile de yakın bir dostluk kuruyor.

N. Sönmez: Her ikisiyle kurduğu dostluk, bütün ömrü boyunca devam ediyor. Hatta Abidin öldükten sonra da Güzin ile çok yakın ilişki içinde. Güzin, yazları birçok kez Büyükada'da Tiraje’yle beraber kalıyor, hatta büyük deprem olduğu zaman bu depremi Büyükada'daki evde geçiriyorlar. Dolayısıyla Abidin'le, Hakkı Anlı'yla, Selim Turan'la, Avni Arbaş’la yaşadığı süre boyunca koruduğu çok sıkı dostlukları var.

D.T.: Bir şey ekleyebilir miyim? Kitabınızda Yıldız ve Zekeriya Sertel ile de çok yakın dostlukları olduğunu yazıyorsunuz. Hatta Tiraje onların vakıf çalışmasına aktif destek veriyor, evlerinde kalıyorlar, ömür boyu da sürüyor bu dostluk.

N. Sönmez: Evet. Sabiha Hanım Azerbaycan'da vefat ettikten sonra Yıldız Hanım ile Zekeriya Bey Paris'e göç ediyorlar ve aslında Paris’te tanışıyorlar. Yıldız Hanım, İstanbul'a geldiği zaman sürekli Tiraje'de kalıyor ve beraber vakfın kuruluşunda çalışıyorlar. Tiraje Hanım yaşarken bunun bilinmesini istemiyordu. Maalesef bugün aktif olmayan Zekeriya ve Sabiha Sertel Vakfı'nın kuruluşunda kendisi, önemli bir parasal destek vermişti.

D.T.: Paris günlerinde, galericiler sanatçılardan düzenli olarak belli bir sayıda ve belli tuval boylarında üretim yapmalarını bekliyorlardı ama Tiraje’nin satış yapma kaygısı olmadığı için her zaman sanat piyasasına karşı mesafeli bir tavrı da vardı. Sergilerine belli zorlamalarla değil, sadece kendisi istediği, gerekli gördüğü zaman açma eğilimini vefatına dek sürdürmüştü. Böyle de bir not almıştım ki geçen programda da siz de bahsetmiştiniz, bu konuyu açmanızı isteyeceğim.

Bir de Max Ernst ile ilgili de biraz bilgi isteyeceğiz sizden. O da çok önemli bir sanatçı ve Tiraje’nin desenlerini taklit ediyor. 

N. Sönmez: Evet. Max Ernst çok önemli bir sanatçı. Kendisi o dönem Paris'te yaşayan en önemli kalbur üstü süren ressamlardan biri. Ernst, Tiraje’nin ilk kişisel sergisine geliyor ve Tiraje’ye hayranlık duyuyor, onun desenlerinden etkileniyor, ondan satın aldığı desenleri çok uzun bir süre evinin duvarına asıyor. Çok kısa bir süre sonra bu desenlere çok benzeyen ve kendisini daha sonra çok meşhur edecek bir kitap da hazırlıyor. Tabii Tiraje bütün bunları çok yakından takip ediyor fakat yakın çevresindeki diğer Fransız arkadaşları, bazıları çok önemli sanat eleştirmenleri, yazarlar ona diyorlar ki, “Max bunu her zaman yapıyor, biz bunu biliyoruz. Bu bilinen bir şey”. Mark Ernst, ondan aldığı etkileri daha sonra çok uzun bir süre kendi resimlerinde de kullanıyor. Hatta ikisinin çalışmalarını yan yana getirdiğinizde birbirlerine bayağı yakın oldıklarını görüyorsunuz. Bence bu da Tiraje’nin çok ilginç bir özelliği. O zamana kadar, Türk ressamları sürekli Avrupalı, Batılı sanatçılardan etkileniyor ama bu kez çok ilginç bir şey oluyor; ilk defa Batılı, çok bilinen, tanınmış bir ressam, genç bir Türk sanatçısının çalışmalarından etkileniyor. Bu, bence Türk sanat tarihinin çok ezber bozan etkilerinden bir tanesi.

O dönemde şimdiki olduğu gibi, galericiler sanatçılara iki yılda bir sergi yapması için baskı yapıyorlar, onlara değişik teklifler götürüyorlar, ‘Bize her ay şu kadar resim verirsen sana, her ay bu kadar nakit para ödemesi yaparız’ deyip onların daha çok resmini depolamaya çalışıyorlar. Bütün bu teklifler Tiraje’ye de yapılıyor. 1950'lerde 60'larda birçok önemli galerici kendisine bunu, bu teklifi getirdiğinde o bunlarla hiç ilgilenmiyor, geri duruyor. Dolayısıyla birçok yerde çok hızlı bir şekilde Paris'te sergi açabilecekken bunu öteliyor, geri çekiyor çünkü kendisinin istediği, kendisinin hazır olduğu zaman sergi açmak gibi bir eğilimi var ve kendisinden emin olana kadar çok uzun süreler bekleyebiliyor. Bu da onun bence çok önemli özelliklerinden bir tanesi.

Tiraje, Necmi Sönmez, 1991, Büyükada / Fotoğraf: Demet Elmas

N.S.: Ben şunu sormak istiyorum Necmi Bey; siz Tiraje’yi kişisel olarak tanıyorsunuz yani onunla beraber zaman geçirmişliğiniz var. Bu kitabı hazırlarken hiç bilmediğiniz bir yönüne denk geldiniz mi? Sizin için nasıl bir süreç oldu ve bu kitabın sizde kalan tortusu nedir?

N. Sönmez: Ben tabi bu kitabı hazırlarken çok uzun bir süreden beri topladığım malzemelerin hepsini ilk defa bir araya getirebildim. Bunlar çok dağınık yerlerde duruyorlardı; bir kısmı Paris'te bir arkadaşın evindeydi, bir kısmı İstanbul'da ailemin evindeydi, bir kısmı Düsseldorf'ta yaşadığım yerdeydi. Bir araya getirdiğimde şaşırdım çünkü bu kadar çok malzemenin olduğunu tahmin etmiyordum. Daha sonra onun hayat akışındaki önemli noktaları ele almaya başladığımda bir çok defa gözden kaçan durumlar, özellikler de ortaya çıktı.

Örneğin; Léopold Lévy, 1966'da Paris'te vefat ettiğinde içindeki resimleriyle beraber atölyesini Tiraje'ye bırakıyor yani kendi ailesi, kendi çocukları olmasına rağmen bunu yapıyor. Ben bu kitabı kaleme alırken, aslında Tiraje'nin bu atölyeyi daha sonra, 1970'li yılların ortasında, Fransız Belediyesi’nin kültür dairesinden satın aldığını öğrendim. Paris'te atölyeler her zaman için sanatçılara atölye olarak tahsis ediliyor - bunlara Cité Verte deniyor. Çok önemli sanatçıların yaşadığı bir bölge burası. Paris'teki emlak spekülatörleri burayı yıkıp yerine ev yapmak istedikleri zaman sanatçılar ayağa kalkıyor ve bir dernek kuruyor. Bu dernek sayesinde Fransız Devleti ile anlaşıp atölyelerini satın alıyorlar. Ben bu kitabı yazarken aslında Lévy’nin bu atölyeyi Paris Belediyesi'nden kiraladığını ama daha sonra Tiraje’nin 70'li yılların ortasında onu satın aldığını öğrendim. Bunu bilmiyordum, benim için çok ilginç bir özellikti.

Bir de kendisinin hazırladığı birçok vasiyetname olduğunu öğrendim. Ben bir tane olduğunu düşünüyordum ama meğerse birçok yere birden fazla vasiyetname hazırlamış. Tabii bir sürü detay da var ama ben bu iki özelliğin özellikle altını çizmek isterim.

D.T.: Demin bahsettiğiniz günlükler var. Bırakın kendi mirasını, Léopold Lévy’nin mirası var nereye bıraktığına dair ama hiçbiri yerine getirilmemiş durumda. Bunu sizinle de konuşmuştuk, biz de şahit olmuştuk. Oranın kiralanıp bir balıkçı lokantasına dönüştürülmesini engellemek için sosyal medyada da çok fazla kamuoyu yaratmaya çalıştık ki başarılı da oldu bu anlamda. Lévy’nin Paris'teki mirası ne oldu, onunla ilgili hiç bilgi var mı?

N. Sönmez: Evet, var. Biliyorsunuz, Léopold Lévy'nin Paris'te Tiraje’nin mirası çerçevesinde olan bir atölyesi var. Ben kitabımda bu atölyenin iki halini yani Tiraje’nin Lévy ile beraber bu atölyede çalışırkenki halini ve daha sonraki halini yan yana getirdim. Biri 1950'lerin başında çekilmişti, diğeri ise 1993'te İbrahim Öğretmen tarafından çekilmişti. Bu iki resmi yan yana koyduğumda şunu anladım ki hakikaten Lévy'nin Paris'te henüz yeterince üzerine eğilmemiş bir mirası var. Bu miras konusu son derece karışık aslında çünkü Lévy'nin ailesi, çocukları yaşıyor. Bu mirastan onların ne kadar hakkı var, ne kadarı Tiraje’nin sorumluluğunda, ne kadarının ayıklanması, incelenmesi gerekiyor? Bütün bunlar hep soru işareti. Dolayısıyla sorduğunuz soru aslında çok ilginç. Yalnızca Tiraje'nin değil; Lévy'nin atölyesi, arşivi, evrak/metrukesi, her şeyi çok kıymetli.

DT: Maddi, manevi çok büyük bir mirastan bahsediyoruz.

N. Sönmez: Evet, çok büyük bir miras.Bu konuda tabii maalesef İstanbul Üniversitesi çok büyük bir aymazlık göstererek aktif davranamadı. Kendisine bırakılan bu değerli hem manevi, hem de manevi değerleri dönüştürüp kültür sanat ortamının beklediği adımı atamadı ama bu belki de yüzyılın vasiyeti gibi olacak. Çünkü hâlâ...

D.T.: 11 senedir dava devam ediyor değil mi?

N. Sönmez: Evet ve daha da ilginç bir şey söyleyeceğim; Tiraje yaşarken atölyenin içine iki kere girebildim çünkü bir takım işleri yapması gerekiyordu ve benden yardım istedi, atölyede beraber çalıştık ama şimdi orada durum ne oldu? O kadar resim, o kadar malzeme şu an nerede ve kimin kontrolünde? Bütün bunlar hep büyük bir soru işareti. Dolayısıyla ne olacak, nasıl bir gelişme olacak bütün bunları bilemiyoruz. Hiçbir şey açık değil kısacası.

D.T.: Sanat camiası belki biraz daha ciddiye alır ve bir sorumluluk hisseder.

N. Sönmez: Evet ama tabii burada hakikaten çok büyük belirsizlikler var. O yüzden de bunun nasıl çözümleneceği, nasıl araştırılacağı, hangi kaynakların nereye aktarılacağı hakikaten çok büyük soru işareti. Çünkü biliyorsunuz, Léopold Lévy, Türk sanatında çok önemli bir etkiye sahip yani Türk sanatının bir döneminin bütün öğrencileri onun atölyesinden geçiyor. Dolayısıyla o öğrencilerin de yazdığı mektuplar var, ona hediye edilen resimler var. Aslında bu vasiyet çok karmaşık ama bir o kadar da ilginç bir hazine.

Tiraje Dikmen kedisi Pamuk ile, 1997 / Fotoğraf: Necmi Sönmez

D.T.:Yine programımızın sonuna geldik. Bitirirken şununla bitirelim; mutlaka Tiraje Dikmen’in Büyükada Bahçelerönü Sokak’taki evini ne yapıp edip korumalıyız, değil mi? Bir modern mimarlık mirası, tescilli bir yapısı var, muazzam bir bahçesi var. Hiç konuşamadık ama Tiraje, sanatı ve doğayı lirik bir hassasiyette ele alan, her şeyi ruhsal bir derinlikte yaşayan bir sanatçı. Onun doğa tutkusu, çiçek desenleri eserlerine yansıtmış; doğayla iç içe yaşayan biriydi.

N. Sönmez: Bir şey söylememe müsaade edin; insanlarla kuramadığı diyaloğu bence doğayla, hayvanlarla kurup kendini mutlu ediyordu. Ben bu evi, bahçesini bir koza olarak gördüm. Dolayısıyla bu kozanın korunabilmesi aslında bizim için çok önemli.

D.T.: Ruhuyla birlikte korunması.

N. Sönmez: Evet, Derya Hanım. Bence bu hakikaten son derece önemli. Bu konuda sanat ortamının, Büyükadalı hak arayıcılarının ayakta olması gerekiyor.

N.S.: Çok teşekkürler Necmi Bey.

N. Sönmez: Ben de çok teşekkür ediyorum.

N.S.: Sağolun, varolun. Almanya'ya, Düsseldorf'a selamlar diyelim. ‘Adalar hepimizin’...

D.T.: ‘Adalar hepimizin’...

N. Sönmez: ‘Adalar hepimizin’, evet.

N.S.: Güzel günlerde buluşmak üzere.

N. Sönmez: Evet, güzel, demokratik güzel günlerde buluşmak üzere.