"İhtiyacımız olan demokrasi devrimi"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge, hakkında açılan iki ayrı soruşturmada ifade vermek üzere Çağlayan Adliyesi'ne gelen Ekrem İmamoğlu'na verilen halk desteğini ana maddeleriyle masaya yatırıyor.

""
Ekonomi Politik: 03 Şubat 2025
 

Ekonomi Politik: 03 Şubat 2025

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba!

Özdeş Özbay: Günaydın!

A.B.: Günaydın Özdeş, merhaba! Herkese iyi haftalar dileyelim.

Ö.Ö.: Teşekkür ederiz.

Ö.M.: Teşekkür ederiz. Çok yoğun olduğunu artık tekrarlamaktan bile kaçınıyoruz, anlatılır gibi değil. Hafta sonlarında biriken dünya hallerinden bir kısmını seçip değerlendirmeye çalışalım. Ekonomi Politik’te nereden başlayalım?

A.B.: Çağlayan’dan başlamak doğru olur. Geçen haftanın en önemli gelişmesi, Ekrem İmamoğlu’nun ifadeye çağrılması ve sonrasında Çağlayan Adliyesi önünde yaşananlardı. Haftalardır söylüyorduk, muhalif belediyelere yönelik gelişmelerin İBB Başkanına açılan soruşturmaların nereye varacağını sorguluyor, analiz ediyorduk. Ana muhalefet CHP’nin ve genel olarak muhalefetin bu hamleleri nasıl göğüsleyeceği önemliydi.

AKP kurucularından, eski bakan Hüseyin Çelik’in ‘militan yargımızı oluşturduk’ demesi de geçen haftanın en önemli açıklamalarından biriydi. Bu itiraf, Türkiye’de yargının durumunu, toplumun üzerindeki baskıyı çok açık bir şekilde gözler önüne seriyor. Baskı rejimlerinde, İtalya’da, Nazi Almanya’sında yargıçların arkasında - mealen söylüyorum - ‘Führer emreder biz itaat ederiz’ yazıları olurmuş.

Çağlayan Adliyesi önünde yaşananlar üç nedenle çok önemli:

Birincisi; ‘CHP, İBB dahil yaşanan kayyım atamalarını ve soruşturmalarını nasıl ve ne şekilde göğüsleyebilir, göğüsleyebilir mi?’ sorularını hep soruyorduk. Çağlayan’da yaşananlar bir direnişti, yaşananları ‘Çağlayan direnişi’ diye de adlandırmak pekala mümkün, yaşananları muhalefetin kitle gücüne dayanan yeni bir karşı koyuş biçimi olarak da adlandırmak mümkün. Önemli bir kırılma günüydü.Dünya pratiklerine baktığımızda, demokrasinin kazanılması şiddetsiz bir şekilde meydanlara ve sokaklara çıkmakla oluyor.

İkincisi husus ise şu; Çağlayan’daki görüntü, CHP’deki fetret devri görüntüsünü de önemli ölçüde silen bir görüntüydü, bu da önemlidir ve başarıdır. Yerel seçimlerden sonra CHP’de çeşitli yapılanmalar belirginleşti. CHP’de Genel Başkan Özgür Özel, eski genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlarının kümelendiği yapılar bulunuyor. Yaşanan bu durum ‘fetret devri’ diye nitelendiriliyordu. Mansur Yavaş’ın Çağlayan’a katılımı bu nedenle çok önemliydi. Elbette Yavaş’ın katılması, Yavaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığından çekildiği anlamına gelmiyor ama bölünmüşlük görüntüsünün silinmesi açısından çok önemli oldu.

Üçüncüsü; yerel seçimlerden sonra iktidarla uzlaşma, yumuşama siyasetinden de CHP kurtulmuş oldu. Türkiye’nin ihtiyacı olan husus, yeni bir rejimdir. Rejim değişikliğini merkeze koymadan siyaset üretmek yanlış, yetersiz ve eksik kalır. İhtiyacımız olan demokrasi devrimi, demokrasi devrimine ihtiyacı var bu ülkenin. Çağlayan’daki görüntü bu anlamda da önemli katkıda bulundu.

Her gün yeni bir olumsuzlukla karşılaşıyoruz. Muhalif gazeteciler göz altına alınıyor, tutuklanıyor. Halk TV’nin gazetecileri, yaşadıklarımız ortada, seçimle kazanılmış belediyelere kayyımlar atanıyor, başkanları tutuklanıyor. Türkiye’nin ihtiyacı olan husus, en önemli mesele demokrasinin nefes almasının sağlanmasıdır. Demokrasi, yargının bağımsız ve tarafsız olmasıyla mümkündür, kuvvetler ayrılığına dayalı bir rejimle mümkündür. Demokrasiye dönmek, baskıları göğüsleyebilecek kabiliyete sahip güçlü bir muhalefetin örgütlenmesiyle mümkün olabilir.

Çağlayan direnişinin hemen sonrasında iktidar nasıl bir hamlede bulundu? Devlet Denetleme Kurulu Yasası değiştirildi. Cumhurbaşkanlığına bağlı Devlet Denetleme Kurulu adı altında bir kurumumuz var; 12 Eylül koşullarında, Nisan 1981’de kurulmuştu. Kuruluş kanunu önümde duruyor. 12 Eylül rejiminin kurduğu, o zaman devlet başkanlığına bağlı çalışan Devlet Denetleme Kurulu daha sonra 82 Anayasası’nda yer aldı. En son Anayasa düzenlemeleri içerisinde Anayasa’daki yerini korudu, Anayasa’nın 108. maddesi oldu. Bu kurulun bazı çalışmalarını hatırlıyorum - sanıyorum Susurluk olayındaydı - kurul zaman zaman çalıştırılırdı, pek sesi duyulmazdı çünkü yürütmede kuvvetli Başbakanlık müessesesi olduğu için soruşturmalarda Başbakanlık Teftiş Kurulu ve TBMM daha aktif devreye girerdi. Devlet Denetleme Kurulu’nun hazırladığı raporlar, Cumhurbaşkanlığına sunulduğu gibi Başbakanlığa da gönderilirdi.

Tek adam rejimi denilen Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde, Devlet Denetleme Kurulu raporlarını artık Başbakanlık kalktığı ve yürütme tek kişide toplandığı için Cumhurbaşkanlığına veriyor. Devlet Denetlemem Kurulu’nun kapsama alanı genişletildi; artık kurul üyelerinin, kurulda çalışan insanların karar almasıyla herhangi bir kamu görevlisinin görevinden alınması mümkün olabilecek. Tüm kamu görevlilerini, seçilmiş belediye başkanlarını, meslek odalarını, baroları - yarı kamusal tüzel kişilikler de dahil - denetleme kurulu tarafından görevden alınabiliyor.

Bu yasanın çıkması, memlekette kamu hayatına olan baskının ivmesinin arttığını, nerelere vardığının gösteriyor. Bu yasa, Meclis komisyonundan genel kurula acilen indirildi, acilen yasa değişikliği gerçekleştirildi. Önceki yıllarda da bu düzenleme yapılmıştı ancak Anayasa Mahkemesi iptal etmişti. CHP yeniden Anayasa Mahkemesi’ne başvuracağını söylüyor ancak eskisi gibi yüksek yargının olmadığını biliyoruz, Anayasa Mahkemesi dahil, yüksek yargının nasıl oluştuğunu biliyoruz. Yasanın Anayasa Mahkemesi’nin iptalinin sonucunu bekleyene kadar zaten bazı tasarruflar olabilecek ki iptal edip etmeyeceği de meçhul.

Ana muhalefet ve tüm muhalefetin - belediyeler dahil baskıların devam edeceğini varsayarak - süreci çok dikkatle izlemesi, doğru ve bütünleşik siyaset üretmesi gerekiyor. Bu nedenle Çağlayan’da yaşananlar not edilmesi gereken önemli bir örnek, ilham alınması gereken bir durum.

Tabii ki CHP’nin adayının bir an önce belirlenip belirlenmemesi meselesi de tartışılan bir konu. Adayı belirlediğiniz takdirde, Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş gibi bir isimde karar kılındığı takdirde, Cumhurbaşkanı adayı olarak belirlenmiş bir ismin görevden alınmasının, tutuklanmasının daha güç olacağı da konuşulan bir husus. İsim belirlendiği taktirde, ‘Başkanlar hakkında açılan davaların göğüslenmesi, devamının engellenmesi mümkün olabilir’ diyenler ile ‘İsmin erken açıklanması adayı yıpratır’ diyenler arasında devam eden bir tartışma olduğunu da belirtelim.

Erdoğan yeniden aday olmanın peşinde ve aday olduğu taktirde öne çıkan iki isim karşısına çıkacak çünkü AKP ve MHP iktidarı, Erdoğan dışında yeni bir isim çıkaramıyor, ismi Erdoğan olarak belirlediler, yeniden aday olabilmesine ilişkin çeşitli yöntemler bulmaya çalışıyorlar. Erdoğan’ın aday olması yolu açılır ise karşısına CHP’den Mansur Yavaş ya da Ekrem İmamoğlu çıkacak.

Tabii ki CHP’de öne çıkan Cumhurbaşkanı adaylarının, iç ve dış siyasal ve toplumsal kesimlerle olan temasları, ilişkileri, temsil kabiliyetleri çok önemli. Yavaş ve İmamoğlu’nun, adaylık süresince iç ve dış çevrelerce kabulü, içerideki toplumsal muhalefet ve sınıfsal kesimlerle olan diyalogları önemli ve belirleyici olacak.

İki adayı da özellikle sermaye çevrelerinin dikkatle izlediğini düşünüyorum, uzunca bir süredir ses çıkarmayan iki sermaye örgütü var; TÜSİAD ve TOBB. TOBB, Erdoğan iktidarının tam bir destekçisi ve arka bahçesi olmuştu. TÜSİAD ise olabildiğince kendisini ‘Kanarya Sevenler Derneği’ pozisyonuna sokmakla birlikte, geleneksel sermayenin tavrı da bu aşamada önemli. 23 yıldan sonra burjuvazi dahil tüm toplumsal kesimlerin önümüzdeki seçimlerde cumhurbaşkanlığı adayları ve partiler üzerindeki tavrı önemli.

Sonuçta Çağlayan Adliyesi önünde yaşananlar, iktidar baskılarının göğüslenmesi ‘baskılara karşı koyma siyaseti’ açısından önemliydi.

Ö.M.: Ben de bir iki şey ilave edeyim izninizle; bu konuda çok sayıda yazarın, gazetecinin yorumu da oldu, bir kısmını gözden geçirebildik ve göze çarpanlardan bir tanesi Murat Sabuncu’nun T24’deki değerlendirmesiydi, ‘Erdoğan’dan İmamoğlu’na, ‘aynı yollarda’ 25 yıl sonra bir otobüs hikâyesi; Çağlayan’da yeni bir dönemin adımı atıldı’ başlığıyla diyor ki Sabuncu, “Otobüs değişmiş, içinde olanlar da ama zulüm aynı, dün otobüste eşinin yanında Emine Hanım, bugün otobüsün üstünde Dilek Hanım, dün slogan ‘Bu şarkı burada bitmez’ bugün ‘Kurtuluş yok tek başına’. Bugün benim Çağlayan’da gördüğüm kalabalık gelecek adına olumlu anlamda çok şey söylüyor.” Bayağı ciddi bir çatışma da oldu, dolayısıyla onu da değerlendiriyor.

A.B.: Tutuklanan oldu mu?

Ö.M.: Benim bildiğim kadarıyla olmadı, çok ilginçti. Yavaş’ın cümleleri de kritik diyor, “İlk kez bu kadar açık ve net sistemi eleştiriyor.” diyor Sabuncu, “İmamoğlu, eşi Dilek Hanım ve Mansur Yavaş, otobüsün üstünde Cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışmalarının yaşandığı bir süreçte iki ismin yan yana duruşu önemli, ikisi bir arada oldukça önemli bir gücü ifade ediyorlar. Konuşmalar da önemli, Yavaş’ın şu cümleleri de kritik. İlk kez bu kadar açık ve net sistemi eleştiriyor, ‘Size İstanbul’a geçmiş olsun, demokrasimize, hukuka geçmiş olsun diyemiyorum. Geçmemeli, birkaç aydır yaşadığımıza bakarsanız en ufak demeç gece evden alınmaya vesile oluyor, Türkiye’yi açık hava cezaevine çevirmek istiyorlar. İnsanlar serbestçe fikirlerini söylemeliler, tweet orada bir yere gitmiyor. Suç olup olmadığına savcı da karar veremez, iddia eder, açar davayı, yargılama sonunda biri ceza çeker. Apar topar alınıp tutuklanması yanlıştır, insanların hürriyetini kısıtlayamazsınız, hukuktan ayrı karar alamazsınız. Bir tweet atıyorsunuz, altına birileri ‘Silivri soğuktur’ yazıyor. Bunun espri olmadığını, utanç verici bir şey olduğunu bilmeliler, madem orası soğuk, madem hukuksuzluk var, Silivri Cezaevi kapatılmalı, iktidar olduktan sonra kapatacağız’. Mansur Yavaş’ın iktidarın siyasi kararlarıyla simgeleşen bu yer hakkındaki çıkışı çok önemli.” Sonra da şunu da hatırlatıyor Sabuncu, “Ta 1999 yılında hapse yollanan dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının yargılanması ve sonunda da Tayyip Erdoğan eşi Emine Erdoğan ile birlikte Pınarhisar’a götürecek olan iki katlı otobüse bindi orada pankart var; ‘Bu şarkı burada bitmez’. Bez afişler asılı, pankart haklı çıktı, şarkı bitmedi, ‘Erdoğan yargının kararlarına muhtar bile olamaz’ haberlerine rağmen başbakan ve cumhurbaşkanı oldu. Ancak kendine yargı yoluyla yapıldığını söylediği her türlü haksızlığın kat kat fazlasını yıllardır gazetecisinden siyasetçisine, toplumun her kesimine yapılıyor. Aradan geçen çeyrek asırda bugün artık yargı neredeyse tamamen iktidarın yanında.” Şöyle de bitirmiş Sabuncu, “Ekrem İmamoğlu, henüz hapis yolunda değil ama siyaset yasağı, belki de hapis yolunu açacak davalar, ilk defa derece mahkemelerden istinafa değişik yerlerde bekliyor. Bugün benim Çağlayan’da gördüğüm kalabalık gelecek adına olumlu anlamda çok şey söylüyor.”

A.B.: Dün bir film seyrettim; Nazi Almanya’sında, gettolarda yaşamaya mecbur bırakılanların hayatlarını konu edinen bir filmdi. Naziler, gettolara gece gündüz belirsiz saatlerde baskın yapıp, orada yaşayanlardan seçim yaparak kamplara gönderiyorlar. Kuş Sokağındaki Ada isimli filmde, kamplara gönderilmek üzere seçilme anlarına orada yaşayanlar ‘seçilim zamanı’ diyorlar, yıkıntıların arasında babasını bekleyen bir çocuğun öyküsü. Baskı rejimi altında ki ülkelerde, muhalifler ‘seçilim zamanı’ bekler gibi yaşıyorlar.

Mansur Yavaş’ın dediği gibi, memleket ‘açık hava hapishanesi’ne dönünce, içeriği sorunlu soruşturmalar açılıyor. Kime denk geleceği belirsiz; belediye başkanı olabiliyor, gazeteci olabiliyor, akademisyen olabiliyor. Kapsama alanı genişletilmiş Devlet Denetleme Kurulu ile baskılar daha da artıp zenginleşebilir. Kamusal alanda çalışan insanların görevden alınması, baskıya uğraması, soruşturmaya uğramasının rahatlıkla mümkün olduğu bir ülkedeyiz.

Bu nedenle, toplumsal muhalefetin güçlenmesi gerekiyor. Ana muhalefet partisinin iki önemli adayının birlikte hareket etmesi bir moral kaynağı, ciddi bir siyasi hamle olmuştur. Ancak hemen akabinde iktidar Devlet Denetleme Kurulu Yasası’nı gündeme getirdi; gözaltılar, tutuklamalar, barolar üzerindeki baskılar devam ediyor.

Çağlayan’da gündeme getirilen konular ve oradaki görüntü önemlidir ancak rejimin hamlelerinin bittiği anlamına gelmez, abartmadan yaklaşmak gerekir. Çağlayan, demokrasi örgüsü için ders alınması gereken önemli bir örnek oldu. Evet, baskılar daha da artacaktır ama Çağlayan’daki görüntü muhalif toplumsal kesimlere önemli bir moral kaynağı olmuştur.

Ö.M.: Bir de ilginç bir ekleme olarak şu var; Cumhuriyet gazetesinde Cengiz Karagöz’ün imzaladığı bir haber var, TÜRMOB verileri yani Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği verileri ‘Bu söz konusu olan ‘bilirkişi’nin asıl şikayeti İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun CHP’li belediyelere yönelik soruşturmalarda hep aynı kişi atanıyor ve aleyhte karar veriyor’ dediği muhasebeci olarak açıkladığı bilirkişinin yeterliği tartışma konusu olmuş - bu da skandala yakın bir haber. İmamoğlu’nun bahsettiği bilirkişinin Meslek Odalarında kaydının bulunmadığı belirtilmiş. İmamoğlu’nun avukatı Mehmet Pehlivan da açıkça şunu söylemiş, bilirkişinin meslek odalarında kaydının bulunmadığını belirtmiş ve – SB diye adı geçiyor bilirkişinin - “SB’ye dosya verilmesi Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda 63’e aykırı. Bu da ilginç bir durum, yargı sorumlu olur,” diye bir durum var. Bilirkişi SB’nin ruhsatı yokmuş yani.

A.B.: Bilirkişilik müessesine çeşitli programlarda değinmiştik, yargıç ve savcı mensuplarında genel olarak yargıyla ilgili olarak ciddi bir kalite düşüşü yaşanıyor. Yargı mensupları da - yetersizlikler ve zafiyet neticesinde - bilirkişilere başvuruyorlar, bilirkişilerden gelecek raporlara göre karar veriyorlar ancak bilirkişiler de çoğunlukla yetersiz, kalitesiz. Bilirkişilik, bir acayip müessese haline geldi Türkiye’de; ikinci bir meslek, iş halinde, bilen-bilmeyen, ruhsatı olan-olmayan bilirkişi havuzuna doluşmuş vaziyette.

Ö.M.: Evet, yargı organından da bahsederken gizli tanıklar ve bilirkişilerden oluşuyor değil mi? Bilirkişiler bir de böyle şeyler yani adı verilmeyen gizli tanıklar vs.

A.B.: Karar verme süreçlerinde yargıçlar çoğunlukla bilirkişilerin raporları ile karar veriyorlar. Geçen hafta yargı reformundan bahsetmiştim, ortaya koydukları strateji de yetersizliklerin itirafı zaten. Hukuk fakültesinden itibaren yargı mensubu adayları kalitesiz yetişiyor. Avukat olmak için, yargı mensubu olmak için ek yeni eğitimler, stajlar, kurslar ve yarışmalar getiriyorlar. İhtisası olan yargıç sayısı da yetersiz. Diyelim ki kadastro davası olsun, bu konuda yargıç yetersiz, güçlü değil, o zaman bilirkişilere gidiliyor ve oradan gelen rapora göre karar veriliyor. Peki, bilirkişi havuzu neye göre belirleniyor? Kalite kontrol süreci, hakemi, filtresi var mı? Yok.! Sonuçta bilirkişilerin verdiği kararlar sonucu verilen kararlar tekrar üst mahkemelere gidiyor. Türkiye’de yargı çok ciddi bir problem, bilirkişiler de bu sorun yumağının içerisinde önemli bir küme.

Ö.Ö.: Ali Bey, İmamoğlu en son şöyle bir açıklama da yaptı bu Çağlayan Adliyesi önündeki konuşmasında yani bu bilirkişinin sorunu sadece hep muhalefet belediyeleriyle ilgili bilirkişilerde adının olması değil, bundan öteye de gidiyormuş. İmamoğlu, “Esenyurt ve Beşiktaş operasyonunda üç bilirkişinin ismi yazıyor iken diğer ikisinin haberi ve bilgisi olmadan bir rapor yazıyor, imzalıyor. O üç kişinin imzası olmadan o bilirkişi raporu çıkamaz. Evrakta sahteciliğe giden uydurma bir rapor düzenliyor,” diye bir açıklamada bulunmuş. Yani sadece bilirkişi olarak taraflı bir şey yapıyor olması ve hep aynı kişinin seçiliyor olması değil durum, bir de böyle bir durum var.

A.B.: Evet, öbür bilirkişiler hesaba katılmıyor.

Ö.Ö.: Evet, onlara sorulmadan rapor hazırlandığını söylüyor İmamoğlu.

A.B.: Yargının içinde bulunduğu durum vahim. Yargı, iktidarın elinde olunca ve ayrı bir kuvvet olmayınca, yürütmenin organı olunca bunları yaşıyoruz. Durumu Hüseyin Çelik ve Bülent Arınç özetliyor zaten, ‘Militan bir yargımız var, militan bir yargı yetiştirdik’ diyorlar. Militan bir yargının olduğu yerde hak, hukuk, adalet olmaz. O başka bir rejim demektir,demokrasi değil. İhtiyacımız olan, demokrasi. Demokrasi için de gerekli siyaset belli. Çağlayan bu nedenle çok iyi bir adım oldu.

Ö.M.: Erdoğan da İmamoğlu için Çağlayan’da toplananlara yüklenmiş, “Banka soyanların sloganı 10 yıllar sonra belediyeleri soyanların sloganı haline dönüşmüş,” diyor. “Terör örgütünün sloganını attılar, polise saldırdılar” diye de ekliyor. Halbuki polis izin vermiyor otobüse yaklaşılmasını, onun üzerine kalabalık da direniyor ve polisin barikatını yıkıyor, ‘polise saldırdılar’ dediği de Erdoğan’ın o. İBB Başkanı İmamoğlu da Erdoğan’ın o paylaşımını alıntılamış, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sosyal medya paylaşımını alıntı yaparak “Millet büyüktür, hodri meydan, hemen seçim” demiş. Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Sosyal medya gazıyla bindirilmiş kıtaların tezahüratları eşliğinde koltuk rüyası görenleri uyandırmak için en etkili ilaç sandıktır” paylaşımını alıntılamış İmamoğlu ve, “Milletimiz için evet en etkili ilaç sandıktır, ülkemizin derhal sandığa ihtiyacı vardır, millet büyüktür hodri meydan, hemen seçim” demiş.

A.B.: İçinde yaşadığımız Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen kuvvetler birliğine dayanan rejimde, şu ya da bu şekilde seçimlerin yapılabiliyor olması çok önemli. Seçimler ama şöyle ama böyle yapılabiliyor, haksızlarla dolu olsa da, tüm kaynaklar iktidara yöneliyor olsa da seçimlerin yapılabiliyor olması çok önemli.

2024 Yerel Seçimleri’nde iktidar yenildi, iktidar çoğunluğunu kaybetti. Devamının getirilmesi için, demokrasiyle değişimin gerçekleşmesi için güçlü muhalefet gerekiyor. İttifaklarla demokrasiyi genişleterek, rejim değişikliğine giderek sürecin işlemesi gerekiyor.

Ana muhalefetin siyaseti belirleyici ve daha da güçlü olması gerekiyor. Meydan mitinglerinin, gösterilerinin açlık, yoksulluk mitinglerinin, açlık ve yoksulluk kurultaylarının yapılması gerekiyor. Yılın daha birinci ayı dolmadan Türk-İş’in açlık sınırı, verilen zamları geçti, birinci ayda açlık sınırının altındayız.

Ö.M.: Evet.

A.B.: Açlık ve yoksulluk sonucu insanlar ısınmak için AVM’lere, yemek için Kent Lokantaları’na gittiği bir ülkede yaşam standardı sürekli düşen bir ülkede yaşıyoruz. Demokrasinin kazanılması, açlık ve yoksulluğun yenilmesi mücadelesinin iç içe yürümesi gerekiyor.

Ana muhalefetin geçen yıl büyükşehir belediyelerini kazanan bir parti olarak kendini toparlaması, adayını doğru bir zamanlama ile bir an evvel belirleyerek iç ve dış dünyaya ilan etmesi, ittifaklar politikalarını yeniden oluşturması gerekiyor çünkü iktidarın adayı belli, iktidar yeni bir aday çıkaramıyor bir türlü, tavşan çıkmıyor şapkadan, çıka çıka yine 23 yıllık Erdoğan çıkıyor, o da 25-30 bandının ilerisine gidemiyor. Toplumsal kesimlerle ilişkiler ve diyaloglar siyaset üretmek için çok elzem. Çağlayan direnişinin böyle bir katkıda da bulunacağını düşünüyorum.

Ö.M.: Evet, bugün bununla yetineceğiz, süreyi bitirdik çünkü. Çok teşekkür ederiz Ali Bey.

A.B.: İyi günler.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.

Ö.M.: Görüşmek üzere, hoşça kalın.