Bugün 10 Ağustos 2009 Pazartesi. 7 Ağustos Cuma günü “Açık Gazete” programında ve Cuma akşamüzeri “Açık Dergi” programında duyduğum “Altın Saatler” programının yapımcısı Gürhan Ertür’ün depremin 10. yılı için hazırladığı, bu 10 yıl içinde yapılanlar, yapılamayanlar ve yapılmak istenmeyenlerle ilgili programı saat 9’da dinlemeye başladım. Bu benim Açık Radyo’da dinleyemediğim yayınlardı. İlk 40 dakika bana o korkunç 17 Ağustos 1999 saat 03:02 anını yaşattı.
İzmit’in merkezinde apartmanların arasında eski İzmit demiryolunun geçtiği bir mahallede oturuyorduk. O gece çok sıcaktı, ev sıcaktan yatılmayacak haldeydi. Balkonda oturuyordum sanırım saat 2’ye geliyordu, aşağıya doğru eğilip baktığımda bizim mahallenin sokak köpeklerinin iki apartman arasında kalan daracık bir boşluğa doluştuklarını gördüm. Çok şaşırmıştım, hatta çocuklarıma bunu söyledim. Biraz sonra bir yatağa uzandım. Korkunç bir ses ve sallantıyla yerde gözlerimi açtım, oğlumda aynı odadaydı, ikimiz de zifiri karanlıkta birbirimize seslendik, sarsıntı da çok şiddetliydi, bir adım atamıyorduk. Bilinçsizce ayağa kalktım sarsıntıdan evin perdeleri açılmıştı, apartmanların arasından çok az görünen gökyüzünde kızıllık gördüm, “dünya yörüngesinden çıktı” herhalde dedim. 2 çocuğum evdeydi, eşim de başka bir odadaydı; eşime seslendim onların nasıl oraya geldiklerini bilemiyorum. Diğer 2 çocuğum evliydi birinin evi Gölcük’e 2-3 km olan Seymen bölgesinde deniz kenarında bir evde oturuyordu. Diğeri de İzmit’in Plaj Yolu denilen yerindeydi. “Çocuklarım ölüyor, bütün insanlar ölüyor” diye bağırarak ağlıyordum. O saniyeler içinde bunun hiç yaşamadığımız korkunç şiddette bir deprem olduğunu algılamıştık. İnanılmaz bir şekilde sallanıyor ve yerin altlarından gelen ve kulaklarımdan hiç silinmeyen o korkunç sesleri duyuyordum, bir ara durdu hemen aşağı inelim dedik ama tekrar başladı. Artık her şey bitti dediğim anda deprem durdu. Sokak kapısı çok uzaklarda kalmış gibiydi. Biz dördümüz el yordamıyla, zifiri karanlıkta sokak kapısına ulaşmaya çalışıyorduk, o sırada ayaklarımıza evde kırılan dökülen her şey batıyordu. Eşim arabanın anahtarını o ara bulmuştu. Sokak kapısını bulmuştuk, sanırım hayatımızın karanlıkta en hızlı merdivenlerden aşağıya koşmasını becermiştik. Sürekli “çocuklarım öldü, herkes öldü” diyordum. Bir de aklıma yıllardır Bilim-Teknik dergilerinde okuduğum İstanbul depremi geliyordu. Herhalde İstanbul yok oldu diyordum. Büyük bir şok, heyecan ve panikle arabayı çalıştırdık, biraz geçmişti ki arabanın önüne biri atladı, don-atlet bir genç her tarafı kan içinde “camlar kırıldı beni hastaneye götürür müsünüz?” dedi. Önce onu arabaya aldık aklımız çocuklarımızdaydı, o genci İzmit Devlet Hastanesinin önüne götürdük. Sonra son hızla Gölcük yoluna doğru ilerlemeye başladık. Tam körfezin başında yolun yarıldığını ve bir polis arabasının o yarıkta durduğunu gördük, arabanın farları ile geçecek yol bulduk ve Seymen’e yaklaştık, her taraf toz toprak içinde insanlar yollarda ne yapacağını bilemez haldeydi. Tozların ne olduğunu önce algılayamamıştık, “Hay Allah bu ne tuhaf bir sis” diye konuşuyorduk. Oysa o kalkan tozun yol kenarlarında yıkılan binalardan çıktığını daha sonra öğrenecektik. Nihayet oğlumun oturduğu yere geldik, eşiyle birlikte yarı çıplak “her taraf yıkıldı, herkes evlerin altında kaldı” diye bağırıyordu. Onları arabaya aldık, tekrar geldiğimiz istikamete geri dönüyorduk. Bu defa karşı sahilde Plaj Yolu'nda oturan ve 15 aylık torunumun da yaşadığı kızımın evini aramaya gidiyorduk. Oraya vardığımızda kızım, eşi ve torunum sokaktaydı. Kızım “Anne, aşağıya zor indik, Zuhal Ablaların evi yıkıldı bakar mısın?” dedi. Zuhal benim çocukluğundan beri tanıdığım eşi ve bir çocuğuyla yaşayan harika bir insandı, oraya doğru baktığımda apartmanın yerle bir olduğunu gördüm. Sevgili Zuhal, eşi Gürcan ve 8 yaşındaki çocukları Efe enkaz altında kalmışlardı. Daha sonra birçok yakınlarımızın, dostlarımızın bazı akrabalarımızın da enkaz altında kalıp hayatlarını kaybettiklerini öğrenecektik.
Bu sabah Açık Radyo'da 17 Ağustos'la ilgili programı dinlerken hep o günleri yaşadım. Sizin programınızda kokudan çok bahsediliyordu. Haftalarca süren o “ölüm kokusunu” eminim bir çok insanın hâlâ burnundadır. Bir de depremin o korkunç sesi, ölüm kokusu, o binaların olduğu yere çöküşü ve haftalarca, günlerce süren o siren sesleri, o 45 ya da 55 saniyede olanlar binlerce insanın o betonların altında kalışı beni çok etkilemişti, çok büyük bir travmaydı.
Açık Radyo'nun bu özel yayınını elbette her gün dinleyeceğim. Zaten ben yıllardır her hafta Çarşamba günü saat 15:30-16:30 arası “Altın Saatler” programını dinliyorum. Açık Radyo haricinde böyle bir program yapıldığını hiç duymadım. İzmit’te depremden birkaç gün sonra çoğu binaya kırmızı kağıtlar yapıştırılmıştı “tehlikeli, girilmez” diye. O eski demiryolu caddesinde çoğu binanın camlarına, kapılarına yapıştırılmıştı. Sonra bir gün bunların kaldırıldığını gördüm; o binalar allandı, pullandı yeni kiracılarını, yeni ev sahiplerini buldu. Binlerce bina bu durumda, çoğu binada sadece bunlar yapıldı. Deprem uzmanı hocalar bu konuda halka her şeyi anlattılar. Bu toprakların deprem bölgesi olduğunu herkes biliyor. Ama sistem bunların üzerini hep örtüyor. Korkarım yeni olacak depremin sonuçları 17 Ağustos 1999 Körfez depreminden farklı olmayacak.