Eğitimde özgürlük mümkün mü? | Prof. Ali Nesin ile alternatif modeller üzerine

Açık Bilinç
-
Aa
+
a
a
a

Eğitim nasıl olmalı? Ezberci, merkeziyetçi sistemlere karşı; özgür, yaratıcı ve sorgulayıcı bir eğitim mümkün mü? Prof. Dr. Ali Nesin'le, Türkiye'de alternatif eğitim modellerinin en dikkat çekici örneklerinden biri olan Matematik Köyü’nü odağımıza alıyoruz.

""
Eğitimde özgürlük mümkün mü? | Prof. Ali Nesin ile alternatif modeller üzerine
 

Eğitimde özgürlük mümkün mü? | Prof. Ali Nesin ile alternatif modeller üzerine

podcast servisi: iTunes / RSS

Eğitim, insanın kendi kurduğu bir yapıdır. Doğadaki bir deve gibi dışımızda, bizden bağımsız var olan bir şey değildir. Bu nedenle, eğitim sisteminin tek bir amacı olmak zorunda değildir; çocuğa, ailesine, yöreye göre farklı amaçları olabilir.

Devlet Eğitime Ne Hakla Karışıyor?

Temel sorularımızdan biri şuydu: Hükümetler eğitime ne hakla karışıyor? Biz hükümetleri güvenliğimizi sağlaması, dış düşmanlardan koruması, yol yapması, iş bulması gibi nedenlerle seçeriz. Peki, eğitim sistemi içinde onları seçiyor muyuz? Devletlerin ellerinde silah ve güç olduğu için birçok hakkı ele geçirdikleri biliniyor. Ancak eğitim gibi, onlara hiç vermediğimiz görevler de var.

Buna en basit örneklerden biri, okullarda el yazısı öğretilip öğretilmemesi meselesidir. Bir dönem el yazısı öğretilirken, sonra bunun kötü olduğu düşünülüp küçük harfe geçildi. Daha sonra başka bir bakan geldiğinde el yazısı yeniden göklere çıkarıldı ve öğretilmeye başlandı, ardından tekrar küçük harfe dönüldü. Bu örnek, hükümetlerin çocukların ne öğreneceğine (el yazısı mı, küçük harf mi?) karar vermeye hakkı olup olmadığı sorusunu akla getiriyor.

Bu konu, Amerika Birleşik Devletleri'nde de güncel bir tartışma. Orada eyaletlerin kendi hukuklarını belirlediği bir sistem ve federal bir yapı var. Tartışma, eğitimi kimin belirleyeceği üzerine kurulu: Eyaletler mi, yoksa federal seviye mi? Eyaletler belirlediğinde, tutucu bir güney eyaletinin evrim teorisini okutmamaya karar vermesi gibi "acayiplikler" yaşanabiliyor. Federal sistem, bazı standartları ülke çapında belirleyerek bunların önüne geçmek isteyebilir. Ancak federal hükümet eğitime karışamıyorsa, eyaletin ne hakkı var sorusu da ortaya çıkıyor. Eyalet de sonuçta merkezi bir dayatma yapmış oluyor.

Devletlerin zorla dayatma yerine kullanabileceği başka yollar da var. Örneğin, kötü eğitim alan öğrencilerin üniversitelere girememesi gibi sonuçlarla teşvik mekanizmaları kurulabilir. Ekonomik güçlerini kullanarak bilimsel eğitimi teşvik edenlere destek verebilirler. Yani, alınan her karar tamamen pozitif veya negatif olamaz.

Önemli olan ilkesel duruştur. Harf devrimi gibi desteklenen bir reformun bile, eski harfleri yasaklayarak değil, zorlama olmadan yapılmasından yana olmak gerekir. Senin iyi bulduğun bir şeyi zorla dayatmak ilkesel değildir. Evrim teorisi meselesi de böyledir; sen bilimsel bulurken başkası bulmayabilir. El yazısı/küçük harf meselesi de aynı ilkesel sorunu taşır.

Müfredatlar sadece ne okutulacağını değil, ne okutulmayacağını da söylüyor. Teorik olarak, söylenmeyeni okutan öğretmenler soruşturmaya uğrayabilir, veliler şikayet edebilir. Bu merkezi kontrol mekanizması, öğretmenlerin elini kolunu bağlıyor. Ankara'dan ne öğreteceği söylenen öğretmen, yerelde müdürü tarafından daha da fazla baskı görebiliyor.

Bu baskı, bir nevi "esaret" yaratıyor. Türkiye'de farklı fikre, farklılığa izin yok gibi. Bu durum, özgür kişinin daha verimli çalışacağı gerçeğiyle çelişiyor. Kişiliği silinmiş, sürekli "onu yapacaksın, bunu yapacaksın" denmiş kişiler yarım yamalak iş yapıyor. Özellikle Türkiye gibi çok büyük, heterojen, farklı kültürlerin, ihtiyaçların olduğu bir ülkenin çok fazla özgürlüğe ihtiyacı var. Ancak İttihat ve Terakki'den beri tepeden bir baskı söz konusu.

Bu baskı, sadece eğitim sisteminde değil, toplumun geneline, hatta anne babaların çocuklarıyla ilişkilerine kadar işlemiş durumda. Kontrol etme, kuralların dışına çıkmama alışkanlığı derinleşmiş. Anayasanın bile amacı devleti vatandaştan korumak gibi algılanabiliyor; yanlış bir şey olmasın diye herkesi kontrol etme eğilimi var.

Matematik Köyü

Matematik Köyü gibi yerler, bu merkezi sistemin dışında alternatif bir pedagojik alan sunuyor. Burada öğrenciler, okulda edindikleri "öğrenci olamama" alışkanlığını kırıyorlar. Matematik Köyü'nde temel farklardan ikisi var: Sınav yok ve müfredat yok. Gelen hocalar çok iyi ve ciddi, ancak derslerin içeriği ve işleyişi konusunda büyük özgürlükleri var.

Ali Nesin'in kendi ders işleme yöntemi bu özgürlük anlayışının bir yansıması:

  1. Önce öğrencileri anlamaya çalışır.
  2. Bir problem verir. Lise/ortaokul öğrencilerine 10-15 dakika, üniversite öğrencilerine tanımlar ve soru.
  3. Soruyu sorduktan sonra, çoğu zaman 1 buçuk saat boyunca hiç müdahale etmez, hatta sınıftan çıkarak öğrencileri yalnız bırakır.
  4. Bu süre sonunda problemi birlikte çözerler (10-15 dakika).
  5. Bazen cevabını bilmediği soruları sorar ama bunu başta söylemez ki öğrenciler düşünsün. Sonunda bilmediğini söylediğinde öğrenciler şaşırır ve hoşlarına gider.

Bu yöntemle öğrenciler, problemle haşır neşir oluyor, soruyu anlıyorlar. Soruyu anlamak çok önemlidir; felsefi konularda insanlar sorunun ciddiyetini ve zorluğunu anlamayabilirken, matematikte bu daha belirgindir.

Öğrencilerin kazanmasını istediği en önemli alışkanlıklardan biri soruyu değiştirebilmektir. Geleneksel sistemde öğretmenin sorduğu soru kutsaldır, değiştirilemez. Oysa bilimde, araştırmada sık sık bir sorunun cevabını bulamayıp başka bir soruya geçilir, soru değiştirilir. Matematik Köyü'nde öğrenciler, zor bir soru geldiğinde verileri değiştirmeyi, soruyu kolaylaştırmayı (özel durumlara bakarak) veya zorlaştırmayı (daha genel hale getirerek) öğreniyorlar. Bu şekilde soruyla oynamayı, yeni pencereler açmayı deneyimliyorlar. Bu da özgürlükle doğrudan ilişkilidir.

Ali Nesin'in hedefi, öğrencilerin derslerde eğlenmekten ziyade keyif almasıdır. Eğlence daha dışsal, fiziksel ve geçici olabilirken; keyif almak daha zihinsel, içsel ve derindir. Keyif almaktan sıkılmak zordur. Problemi sunarken, ne işe yaradığından çok ilginç olup olmadığını, hoş bir problem olup olmadığını vurgular.

Türkiye'nin dört bir yanından okulların Matematik Köyü'ne geldiği ve ortamın çok özgürlükçü olduğu belirtiliyor. Ancak merkezi sistemin baskısı buraya kadar ulaşabiliyor; bir öğretmenin Matematik Köyü'ne gezmeye gelen öğrencileri getirmek istediği için ceza aldığı örneği yaşanmış. Bu, merkezi sistemin bağımsız inisiyatiflere nasıl engel olabildiğini gösteriyor.

Maalesef, merkezi eğitim sistemi Türkiye'nin en iyi öğrencilerini bile kısıtlıyor. Öğrencilerin seviyesi müfredattan ve öğretmenlerden kat kat üstün olabilir. Onlara bir durumu incelemelerini söylediğinizde veya ne tür sorular sorulabilir dediğinizde zorlanıyorlar çünkü soru sormaya, düşünmeye, sorgulamaya alışkın değiller.

Matematik Köyü gibi alternatif modeller, öğrencilere sadece matematik öğretmekle kalmıyor, aynı zamanda düşünmeyi, sorgulamayı, problem çözmeyi ve en önemlisi öğrenmekten keyif almayı öğretiyor. Bu tür ortamlar, ezberci ve baskıcı sistemin aksine, genç zihinlere ihtiyaç duydukları özgürlük alanını sunuyor.