Nereye Doğru’da Cengiz Aktar, Gazze’de devam eden soykırıma, İsrail’de 700 bin Amerikalı Yahudi olduğuyla ilgili yapılan açıklamalara, Kürt meselesiyle ilgili gelinen son duruma, Almanya, Fransa, İngiltere ve Polonya Başkanlarının Gönüllüler Koalisyonu adına yaptıkları Kiev ziyaretine değiniyor.
Nereye Doğru’ya Gazze soykırımıyla başlayan Cengiz Aktar, “Bir iki gün ara verilmişti ama bombalamalar yeniden başladı, günde 40-50 Gazzeliyi öldürüyorlar. Ateşkes ve insani yardım çağrıları giderek çoğalıyor ama nafile, hiçbir şeye yaradığı yok. Özellikle Batılılar laf ola beri gele konuşuyorlar. Silah sevkiyatı aynen devam ediyor. Özellikle Britanya harıl harıl İsrail’e silah yığıyor sanki İsrail ordusunun silahları çok azmış ve çocukları öldürmek için ihtiyaçları varmış gibi. Tam bir freni boşalmış, devasa bir ölüm makinesi ve durması da mümkün değil çünkü bir plan, program yok. Netanyahu, ‘Böyle devam edeceğiz’ diye söylüyor zaten - tam bir cinnet hali ve tabii en ağır olanı da Batılıların tam bir iş birliği içerisinde olmaları. Trump ile Netanyahu arasında bir anlaşmazlık oldu. Trump, Netanyahu'ya, 'Bitir artık şu savaşı' diyor, biliyorsunuz. Trump; Suudi Arabistan, Katar ve Emirlikler seyahatinde. Suud ve diğer emirlikler tamamen İsrail’in yanında ama Katar ve Suudi Arabistan tam anlamıyla öyle değil. Trump’ın gidişiyle devasa bir kutlama oldu ve kutlamada barış adamı Trump olarak tanıtıldı. Ne istediler, ne konuştular tam belli değil. Muhakkak Gazze konusu gündeme gelmiştir. 600 milyar dolarlık anlaşmalardan bahsediliyor. Suriye'ye yaptırımlar kalktı, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile de görüşecekmiş,” diye belirttiğinde Ömer Madra, “Taammüden cinayetlerden de bahsetmek artık mümkün. Middle East Monitor'deki bir habere göre, Gazze’de doğrudan vurularak günde 21,3 kadın öldürülüyor,” eklemesini yaptı. “Tabii, çünkü bu bir gerçek soykırım. Doğurdukları için kadınları öldürüyorlar,” diyen Aktar’a Özdeş Özbay da öldürülen çocuk sayısının da 18 binin üzerinde olduğunu belirtti. Aktar, “Gazze’de toplam öldürülen kişi sayısı hakkında Lancet adlı tıp dergisinde yapılan çalışmalara benzer bir çalışma daha yayınlandı. Bu çalışmada söylenen rakamlar, resmi Gazze idaresindeki sağlık biriminin verdiği rakamların yaklaşık iki misline geliyor. 100 bin kişinin üzerinde ölen var. Ne İsrail, ne de Batılılar bu işin nereye gideceğini bilmiyorlar. Tam bir kaos var, tam bir soykırım ve bu dolu dizgin devam ediyor,” diyerek İsrail’deki Yahudi halkla ilgili konuşmasına şöyle devam etti.
“ABD’nin Evanjelist yeni İsrail büyükelçisi Mike Huckabee, Amerikalı Yahudilerle ilgili olarak ‘Bütün coğrafyada Filistin genelinde sömürgeci, yerleşimci olarak 700 bin Amerikalı vatandaş yaşıyor,’ diye resmi bir açıklama yaptı. Bunun yanında Fransız Yahudilerini, Britanya Yahudilerini ve bütün Batıdan akın akın gelen Yahudileri de bunlara dahil etmek lazım. Ağırlıklı olarak İsrail’e Batılılar gelip gidiyor zaten yani kadın ve çocuk öldürmeye gidiyorlar. Hind Rajab Vakfı, bu katil askerleri takip ediyor - Yahudiler de başlarına gelen kendi soykırımlarından sonra bunu yapmışlardı. Serge Klarsfeld, Viyana merkezli Nazi avcısı olarak bilinir. Bu vakıftakilere de Siyonist avcısı demek belki daha doğru. Mike Huckabee’nin söylediği rakamlar, Siyonist İsrail'in nasıl bir Batı projesi olduğunu tekrar bize gösteriyor. İsrail’e Faslı, Tunuslu Yahudiler değil Amerikalılar gidiyor. 19. yüzyılın sonunda, 20. yüzyılın başında ‘İsrail'i kuralım’ diyen Batılı Yahudiler. Bilhassa 1948 sonrasında, Suriye ve Irak'ta Yahudi karşıtı yapılan saldırıların - oraları terk etsinler diye - Mossad tarafından tertip edildiği ortaya çıkıyor. Özellikle Suriye ve Irak’ta, Yahudilerine karşı oralarda ciddi saldırılar düzenleniyor ve onlar kaçmak zorunda kalıyorlar. Düzenleyen ise Mossad. Bununla ilgili üç dört tane çok iyi yazı çıktı, şaşırmak da mümkün değil tabii. Bu davranış şeklinin oldukça kolonyal ve her kolonyal projede olduğu gibi natalist yani doğumcu bir boyutu var. O yüzden zaten kadın ve çocukları öldürüyorlar,” diye belirten Cengiz Aktar’a Ömer Madra, “Chris Hedges, A Genocide Foretold: Reporting on Survival and Resistance in Occupied Palestineadında yeni bir kitap yayınladı ve oldukça ayrıntılı bir şekilde bütün bu konuşmaya çalıştıklarımızı ortaya koyuyor. Kitabın kapağında da Aviva Chomsky’nin ‘Bu kitap, uzun süredir Siyonist projenin ve ABD ve Avrupalı destekçilerinin şiddetini net olarak ortaya koyuyor, bu şiddeti reddediyor. Chris Hedges’in Orta Amerika'dan Bosna'ya kadar savaş muhabiri olarak gördükleriyle hem savaşa, hem de bunu haklı çıkaran riyakarlığa karşı bütün öfkesini dile getirdiği bir kitap’ diye bir yazısı var. Chomsky’nin Organizing for Power gibi önemli kitapları ve Orta Amerika'nın unutulmuş tarihi üzerine çalışmaları da var. Chomsky, bu kitabın hem savaşın korkunçluklarını, hem savaşa sessiz kalanların suskunluklarını, hem de buna direnenlerin cesaretini anlatan bir kitap olduğunu söylüyor,” eklemesini yaptı.
Kürt meselesiyle ilgili gündemiyle programına devam eden Cengiz Aktar, “Her kafadan bir ses çıkıyor ve aslında durum çok karışık, ne olduğu tam manasıyla belli değil. Fakat ağırlıklı olarak - dikkat etmişsinizdir - Kürt siyasi hareketi temsilcileri konuşuyor, karar alıyor, tartışıyor. Hatta kimisi üniter devlet konusunda resmi söyleme çok yakın ifadelerle konuşuyor yani iş oralara kadar geldi. ‘Burası bizim de ülkemizdir’ diye bir yaklaşım var, biliyorsunuz. 1921'den beri bunun böyle olduğu söyleniyor. Hiçbir zaman uygulanmamış olan, hayata geçmemiş olan 1921 Anayasası’ndan söz ediyorlar. Hatta Yavuz Sultan Selim'e kadar, Şah İsmail'i nasıl birlikte alt ettikleri söyleminden bahsediliyor ki Abdullah Öcalan da bundan sık sık bahseder biliyorsunuz. Yani bir Kürt-Türk koalisyonu konuşuluyor ama Kürt Siyasi Hareketi'nin bu karar ve söylemleri karşısında AKP-MHP koalisyonundan somut bir adım yok, ben hiçbir şey duymadım. Yeni hazırlanmakta olan, içinde ne olduğuyla ilgili hiçbir bilginin sızdırılmadığı bir yargı paketi var. Anladığım kadarıyla, bu konu komisyona bile gelmedi, gelse en azından komisyondaki muhalif vekiller, ‘Bunlar konuşuluyor’ derdi. Dolayısıyla o kapalı kutu içerisinde bir paket hazırlanıyor. Fakat bu pakette ne var? Mesela Kürtçe dil eğitimi meselesi var mı? Genel af var mı? Devlet Bahçeli, ‘Bu genel af konusunda çok seçici olacağız’ dedi ve bu ne demek belli değil. Bu dağ kadrosu ne olacak? Orada on yıllardır duran hatta oralarda yaşayan insanlar var. Onlara ne olacak? Silah teslim edilecek mi? Silahlar teslim edilecek ise nereye edilecek? Eski gerillalarla ilgili pişmanlık yasası nasıl işleyecek? Bütün bunlar ortada duruyor. Ne zaman bir Kürt siyasi hareketi temsilcisi sözü alsa, devletin ve AKP-MHP ikilisinin adım atması gerektiğini söylüyor ama böyle kalıyor. Ortada hiçbir şey yok. Bakalım ne olacak? Birtakım tarihler veriliyor ama ben bir şey duymadım. Siz bir şey duydunuz mu?” diye belirttikten sonra durumla ilgili son olarak, “Aslında şimdi bütün bunları konuşuyoruz ve satır aralarını okumaya çalışıyoruz. Ama AKP-MHP en büyük adımı attı: Türkiye de atmadı, Suriye de attı. Rojava'yı, oradaki özerk yönetimi resmen olmasa da fiilen tanıdı. Artık orada Rojavalı Kürtlere silah bırakın deniyor, yapılarınızı, özel yönetiminizi lağvedin deniyor ve hatta Kamışlı'da devasa bir Kürt toplantısı yapıldı. Iraklı ve Suriyeli Kürtler bir araya geldiler ve gelecekleriyle ilgili konuştular. Dolayısıyla aslında en büyük adım atıldı, verilecek olan verildi. Bana sorarsanız, bakalım daha fazla ne verilecek Türkiye içerisinde bu sefer?” yorumunu yaptığında, Ömer Madra, T24'ten Çiğdem Toker’in ‘Çünkü insanlar aylar boyunca’ adlı yazısından şu alıntıyı yaptı, ‘İlk çözüm sürecinin seyrini, aşamalarını, nasıl sonlandığını yaşı yeten herkes hatırlıyor ama süreç adı verilen bu yeni dönemi gerçekte hangi koşulların ve siyasal, uluslararası, dinamik hangi hedeflerin belirlediği, tavizler verilip verilmediği konusu kamuoyuna net biçimde açıklanmalıdır. Mesela, hukuksuz bir heyetin hukuksuz kararıyla diploması iptal edilen cezaevindeki İBB Başkanı İmamoğlu'nun mesajlarını ilettiği sosyal medya hesabı toptan kapatılırken, cezaevindeki terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın silahların bırakılması sürecindeki rolünü hangi imtiyazlarla oynayabildiği, ceza kanunlarının genelliği, eşitliği ve objektifliğine ne olduğu sorulabilir.’
Cengiz Aktar, “Burada iki hatta üç farklı yol var; Kürt siyasi hareketiyle yapılan istişareler var. Üç aşağı beş yukarı biraz biliyoruz ama hep spekülasyon yapılıyor. Geriye kalanlar için - özellikle İmamoğlu ve diğer tutuklular - onların hiçbiriyle ilgili bir adım atılacağı konusunda en küçük bir işaret yok. 2013'te de aynı şey olmuştu. Doğuda barış, batıda gayrı barış ve şimdi tekrar aynı şey oluyor. İktidarın muhalefetlere olan tavrı tek bir söylem ve tek bir siyaset üzerinden yürümüyor,” dediğinde Özdeş Özbay, “Ama bu zaten en başından beri söyleniyordu. Bir önceki süreçte 2013'ün ardından HDP, %13 oy almıştı ve parlamentoda ilk kez AKP'nin çoğunluğu elinden gitmişti. Dolayısıyla bu süreçten iktidarını kaybedebileceği bir demokratikleşme süreciyle çıkmak istemediği hep söyleniyor ama kaçınılmaz olarak siyasi alan açıldığında ne olacak meselesi var. Sürekli olarak ekonomi gibi nedenlerle sürekli AKP oy kaybediyor,” açıklamasını yaparken, Aktar, “Hiç öyle değil. En son Metropol’ün yaptığı çok önemli bir kamuoyu yoklaması var yani durum hiç öyle değil. Hem CHP'nin, hem de AKP'nin oylarını arttırdığını yazıyor. Seçim olacak değil tabii onu da söyleyelim, kimse heyecanlanmasın ama bugün seçim olsa AKP öyle yerlerde falan sürünmüyor,” dediğinde Özbay da, “Yerlerde değil ama en son Gökçer Tahincioğlu ‘Başkanlık sisteminden geri adım atılması tahmin ediliyor,’ demişti. Mehmet Uçum, Anayasal düzenlemeden bahsetmişti. Hakları mı kastediyor başkanlık sisteminden? Bir tür referanduma gitmeden yarı başkanlıktan mı bahsediliyor? Yani tekrar %50+1 değil de birinci gelen partinin başkan seçebileceği gibi bir düzenleme olmalı,” açıklamasını yaptı. “Bu konuda iki tane bilgi var,” diyen Aktar, “Bir tanesi; Mehmet Uçum ‘Sistemden geri dönüş söz konusu değildir’ açıklamasını yaptı. İkincisi ise, Ekrem İmamoğlu dışarıdayken Başkanlık sistemiyle ilgili olarak, kendisi başkan seçildiğinde de bu sistemin aynen devam edeceğini, belki günün birinde tekrar parlamenter sisteme rücu edilebileceğini söylemişti - bunları unutmayalım. Ama iki farklı tavır olduğu açık ve nettir. Bir doğudaki muhalefet, bir de batıdaki muhalefet var. Onlar aynı şekilde değerlendirilmiyorlar,” açıklamasını yaptı ve ardından Ukrayna gündemine geçti.
“Geçtiğimiz Cumartesi Keir Starmer, Donald Tusk, Emmanuel Macron ve Friedrich Merz Gönüllüler Koalisyonu adına Kiev'deydiler. Tusk, Polonya Başbakanı ve aynı zamanda Avrupa Birliği dönem başkanı. Donald Trump'ı da telefonla bilgilendirmişler. Putin’e ‘Ya 12 Mayıs Pazartesi gününe kadar tam ve koşulsuz bir ateşkesi kabul et ya da Rusya’ya ağır yaptırımlar ve Ukrayna'ya daha fazla silah yardımı konusunda tavrımız kesindir’ dediler. Cumartesi gününü Pazar gününe bağlayan gece, Putin hemen karşı bir teklif sundu. Rusya, ‘İstanbul'da doğrudan müzakerelere hazırız’ dedi. Bu müzakerenin 15 Mayıs’ta yapılması planlanıyor ama Putin gelecek mi belli değil. Bir de Ankara'da mı olacak, İstanbul'da mı olacak, o da belli değil,” diye belirten Cengiz Aktar, ardından durum ile ilgili şu detay bilgilere geçti, “Dün Zelenski altı yayın kuruluşuna ‘Oraya veya buraya gelmeye hazırız’ şeklinde bir demeç verdi. ABD, Dış İşleri Bakanı Marco Rubio’yu gönderecekmiş, ‘Biz de geleceğiz’ dediler. Bu müzakere konusunda bir hatırlatmada bulunayım çünkü Rusya'nın o işgal ettiği topraklardan çıkacağı yok. Fakat bunun bir evveliyatı var, bunu dikkate almak lazım. Batılı devletlerin Rusya'nın işgali altındaki toprakları tanıması, bir kalıcı ateşkes ve hatta barış için şart değildir. Bunun bir örneği vardır, o da Baltıklar; 1940'ta, üç Baltık ülkesi -Estonya, Letonya ve Litvanya- Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmişti. 1991'de özgürlüklerine kavuşana kadar – burada 51 seneden bahsediyoruz – Batı, bu işgali tanımadı - bu fevkalade önemli. Tanımadan bir ateşkese veya kalıcı bir barış anlaşmasına destek verilebilir,” diyerek Front Line Defenders’ın (Ön Cephe Savunucuları) 2024 raporuyla ilgili haberine geçti.
“32 ülkede en az 324 insan hakları savunucusu öldürüldü. Arazi hakları, yurttaşlık hakları, yerli hakları, halkların hakları üzerine çalışan bu savunucular, toplam ölümlerin neredeyse beşte birini oluşturdu. En fazla ölümün belgelendiği ülkeler Kolombiya, Meksika, Guatemala, Filistin ve Brezilya,” haberini veren Cengiz Aktar, son olarak gelecek haftaki gündemiyle ilgili iki hatırlatmada bulundu. Önümüzdeki hafta, Birleşmiş Milletler'in Trump yüzünden içine düştüğü vahim durumdan ve 325. İznik Konsili'nin üçüncü yılı münasebetiyle gelecek olan Papa'nın ziyaretinden bahsedeceğini söyleyerek bu haftalık gündemini tamamladı.