Ekonomi Politik'te Ali Bilge, Orta Doğu'daki gerilim üzerinden güç dengelerini masaya yatırıyor.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Günaydın, iyi haftalar, Ömer Bey, Özdeş, merhaba!
Özdeş Özbay: Günaydın!
Ö.M.: İyi haftalar hepimize. Gene son derece yoğun bir savaş, çatışma ve bayağı krizlerle dolu, bölgesel savaşlar vs. ile dolu bir haftaya başladık. Hepimiz için hayırlı olsun diyelim. Gösteriler de var biraz. Nereden başlayalım, bölgede savaştan mı?
A.B.: Suriye ve Orta Doğu’ya biraz yüzyıl önce yüzyıl sonra perspektifiyle bakalım; 1914 - 1922 yıllarında bölgenin haritaları elle çizilmişti malum. Yaklaşık 100 yıl sonra da bölge haritalarının yeniden çizilmeye başladığı bir sürece girdiğimiz anlaşılıyor. Yüzyıl önce bölgede başlayan bazı isyanlar - Arap İsyanları – yaşanmıştı, isyanların sonucunda da bölge paylaşılmıştı. 2012’ye geldiğimizde 21. yüzyılın Arap isyanları başladı ve bölge yeniden karıştı, kargaşa ve çatışmalar devam etti, son günlerde yeniden savaşlara tanık oluyoruz.
100 yıl önce ve sonrasında bölgede etkin olan değişen ve değişmeyen aktörlere bakalım; yüzyıl önce bölgede en önemli aktör Birleşik Krallık, Fransa ve Rusya idi. Orta Doğu yerine ‘yakın doğu’ kullanılırdı, yakın doğu kapsamına İran’ı, Gürcistan’ı, Kafkasya’yı da kapsayan bir haritayı göz önüne getirmek lazım. Yüzyıl sonra aktörlerden Birleşik Krallık ve Fransa yok, Rusya hâlâ aktör durumda, ABD denklemde kuvvetlice yerini almış durumda. Çin de çok görünmüyor gibi ama önemli bir aktör olarak pozisyonunu bölgede alıyor. Orta Doğu’da her iki dönemde de haritayı çizen güçler ve onlara yardımcı güçler olduğu görülüyor.
Orta Doğu, gezegenimizin en büyük patlayıcı deposudur. Sürekli patlamaların olduğu, lavların püskürdüğü bir yanardağ gibidir.
Geçen yüz yıl süresince gerilimler, patlamalar hep devam etti. Dünyanın aktör devletlerinin siyasal ilişkilerinin/çıkarlarının düğümlendiği bölgede, bugün yeni savaşlara tanık oluyoruz, lavların püskürdüğünü görüyoruz.
Geçen haflarda söylediğim gibi, bölgede bulunan ülkelerin ve yerel grupların ilişkileri çok bulanık ve bulanıklık daha da artıyor. Bölgede kimin kiminle nerede ve nasıl birlikte olduğu ve ayrıldığının belli olmadığı bir döneme girmiş durumdayız. Çok sık damların değiştiği bir ortam. Dansa kalkan çift, masaya aynı çift olarak dönmüyor; masa da, damlar da değişiyor. Aktörler ve ittifaklar arasında sıklıkla yer değiştirmelerin yaşandığı bir dönem içine girmiş bulunuyoruz.
O yüzden analiz yaparken de bayağı zorlanıyorsunuz çünkü ülkeler ve yerel gruplar, mantıklı görünmeyen düzeltmeler yapıyorlar - birazdan bunların örneklerini vermeye çalışacağız. Orta Doğu’ya yönelik politikalarda - Kürt politikası da dahil olmak üzere - ülkelerin temel çıkarlarından bağımsız olarak acil ve şüpheli düzeltmeler yaptığına tanık oluyoruz, patolojik tutumlara ve durumlara şahit oluyoruz .
Ancak baştan söyleyeyim; bölge, günümüzde iki büyük aktöre göre, Rusya ve ABD’ye göre şekilleniyor. Bölgede belirleyici iki ülke bulunuyor.Bölgede istikrar ve savaş, ABD ve Rusya’nın anlaşmasına bağlı. Hem Ukrayna, hem de Suriye savaşı; Putin ile Trump’ın anlaşmasına bağlı.
Bu aşamadan bir konuya dikkat çekmek istiyorum; dünya,tarihi bir yol kavşağında bulunuyor ancak büyük aktör devletlerinin - eski deyimle - düveli muazzama olarak tanımlanan devletlerin hemen hemen hepsinin aynı anda politikalarını/yönetimlerini değiştirdiği ender zamanlardan birini yaşıyoruz. ABD’de Trump gibi tuhaf ve belirsizlik barındıran tehlikeli bir aktör iş başına geliyor. Avrupa Birliği’nin büyük ülkeleri kriz içinde; iktisadi durgunluk, enerji tedariki sorunları yaşıyorlar. Almanya, Fransa ve İngiltere’de hükümet sorunları ve erken seçim meseleleri, istikrasızlık söz konusu.Ukrayna savaşı ve onun yansımaları durgunluğa sevk etti.Rusya, Doğu Avrupa’da savaşta, gücünün de bir anlamda sınandığı bir dönem içinde bulunuyor.
Dünyada büyük devletlerin yönetimlerinin değişimine rastlandığı bir kavşakta biz, Suriye ve Orta Doğu gelişmelerini yaşıyoruz -bunu not etmek gerekiyor, bu önemli bir husus. Bölgede söylediğim gibi, büyük aktör güçler var, araya girip buradan bir parsa toplamak isteyen Türkiye gibi daha küçük aktörler var, bir de yerel güçler var. Treni yakalamak isteyen ülkeler var, gruplar var, treni kaçıracak olanlar var. Dolayısıyla son derece karmaşık, bulanık bir ortam var.
Sıcak savaşın yeniden başlamasının öncesine ufak bir dönüş yapalım; önce Lübnan’da ateşkes yaşandı. Lübnan ateşkesi yaşanırken, Suriye Devlet Başkanı Esad, Moskova’da Putin’le görüştü. Bunlar biliniyor ama benim dikkatimi bir de şu çekti; NATO Genel Sekreteri RutteTürkiye’yi ziyaret etti, Genel Sekreter geldikten bir iki gün sonra Halep saldırısı gerçekleşti - bunları not etmekte fayda var.
Biraz önce söylemeye çalıştığım; umulmadık, bilinmedik durumlar, bu gibi gelişmeler. Gelişmeleri okurken ve değerlendirirken Suriye’nin Rusya ve İran ilişkilerini ciddi bir şekilde izlemek, gözden geçirmek gerekiyor.
İsrail’in 7 Ekim sonrası Hamas, Filistin ve sonra Lübnan ile olan savaşın etkilerinin yol açtığı değişimlere bakmak gerekiyor. İran ve Hizbullah, önemli bir aktördü Suriye’de. İsrail’in Filistin ve Lübnan’a saldırması, yaşanan savaşların etkilerini görüyoruz. Suriye’ye güç veren Rusya ve İran‘ın yaklaşımlarında bazı değişimler, farklılıklar olduğunu anlamaya başlıyoruz. Özellikle Hizbullah’ın Suriye’ye desteği çok ciddi azalmış durumda, önceki dönemdeki desteği veremiyorlar. İran ve Suriye denkleminde de, İran’ın yaklaşımında da değişikler olduğunu görüyoruz. Tabii ki önemini koruyor, hâlâ Şii milisler Esad’ın çevresinde ama eskisi gibi bir güç kaydırmasının söz konusu olmadığını anlıyoruz. Aynı zamanda Orta Doğu’daki diğer gruplarla da ilişkisinde İran'ın verdiği desteklerde eksiltme içinde olduğunu görüyoruz.
Rusya için de geçerli; önceki süreçlerde olduğundan daha az desteğe eğilimli olduğunu, eksiltme içinde olduğunu hissediyoruz. Tabii ki Rusya’nın Orta Doğu’dan çekilmesi mümkün değil. İran için de Suriye çok önemli ama eskisi gibi güç kaydırması, vermesi, güç hasretmesi zor olduğu anlaşılıyor, desteğin daha düşük tonda olacağı anlaşılıyor. Hizbullah’ın gücünün azalması nedeniyle Suriye’ye katkıda bulunamayacağını anlıyoruz.
Bölgede ABD askeri gücü ne durumda diye biraz baktım; 2012’de Afganistan’da 100 bin, Orta Doğu bölgesinde 160 bin askeri vardı. Afganistan’dan çekildi daha sonra diğer bölgelerde de azalttı. Ancak Orta Doğu’da hâlâ muazzam bir teknik askeri gücü, çok fazla askeri üssü var. Suriye’de 900 tane askeri var, ancak yakın bölgelerde güçlü üsleri bulunuyor. Hali hazırda ABD’nin Orta Doğu topraklarında 35 bin civarında askeri olduğu söyleniyor ama teknolojik üstünlüğü ve üsleri çok yüksek.
El Kaide, El Nusra’dan türeyen, Nusra cephesinden gelen Heyʼetu Tahrîri'ş-Şâm, üç gün içinde Halep’e dayandı. Suriye devlet güçleri geriye çekilmesi de ne kadar zayıfladıklarının bir göstergesi. Şimdi savaş Heyʼetu Tahrîri'ş-Şâm ile Suriye Demokratik Güçleri arasında yani Suriye Demokratik Güçleri/Kürtler arasında yaşanıyor. Kürtlerle cihatçı güçler arasında yaşanan bu savaşta, bu grupların arkasındaki güçlerin rollerinin değişip değişmediği ya da devam edip etmediği çok önemli. Eski ilişkiler ve ittifaklardevam ediyor mu ya da nasıl devam ediyor? Süreç bu değişimlere göre şekillenecek.
Bazı kaynaklara baktığımızda - Al Monitor, Forein Policy’de yer almış bu bilgiler - 2024 yılı içerisinde Biden yönetiminde yer alan bazı gruplar, ABD’nin Suriye’den ayrılmasına dönük atakları olmuş. Esad yönetimiyle de bazı hususların görüşülmüş olduğu anlaşılıyor, ‘Yaptırımları, şunları yaparsan kaldırmamız mümkün olur’ denmiş, ‘IŞİD’le olan mücadeleye geçmen gerekiyor, Hizbullah’la ilişkini kes, Kürtlerle anlaş’ gibi öneriler olmuş. Esad’ın bunları yerine getirmesi çok zordu.
Suriye ve İran gibi ülkeler, çok ağır yaptırımları yıllardan beri yaşayan ülkeler. İlaç bile bulunmuyor, ekonomileri çöküyor, sadece ekmek bulduğunuza şükrediyorsunuz, silahlara para harcıyorsunuz. Dolaysıyla bu ülkelerin dayanma güçleri azaldı, kalmadı. Esad rejimi çok zayıflamış durumda. Heyʼetu Tahrîri'ş-Şâm saldırısının sahada Esad ile Kürtleri yakınlaştırdığını görüyoruz. Orta Doğu ‘matrix’i böyle, şu ana kadar bazı açıklamalar var ama dün akşam sizinle de konuştuğumuz gibi rastlamadım - belki Özdeş rastlamıştır; Trump cephesinden bir açıklama henüz gelmedi değil mi?
Ö.Ö.: Evet, ben de böyle bir açıklama görmedim. Zaten şu anda başkan da değil, bilmiyorum gelmesi gerekir mi?
A.B.: Biliyorsun, dünya liderleriyle görüşülüyor, dünya politikalarına kanaat bildiriliyor, Florida’daki karargâhına ziyaretine Kanada başbakanı geldi, gümrükleri yükselteceğini söyleyince derhal geldi Kanada başbakanı, faaliyetler sürüyor.
Ö.Ö.: Doğru, evet, Brix için de bir uyarı yaptı.
A.B.: Bir açıklama yok değil mi?
Ö.Ö.: Ben görmedim.
Ö.M.: Ben de bir ufak ilavede bulunayım izninizle; bu dünyanın aslında bilinen haliyle ilk insan medeniyetlerinden birinin kurulduğu yerden bahsediyoruz yani aşağı yukarı 6 bin küsur yıl önce, yeryüzü tarihinin 0.0001’ini oluşturuyor. Geçici bir jeolojik zaman içinde kurulmuş medeniyetlerin bulunduğu yer, bütün dünyayı da etkiliyor. Medeniyetlerin, aşağı yukarı Akad İmparatorluğu’nun çöktüğü Mezopotamya’dan bahsediyoruz. Yine konuyu küresel iklim değişikliğine getirmeyi başarıyorum ama özellikle bu konunun en büyük uzmanlarından Michael Mann’ın yazdığı yeni kitabında da ‘Kırılgan noktamızda geçmişten alacağımız derslerle nasıl atlatabiliriz kriz durumunu?’ diye bakarken rastladık. Yani başta Akad’ın laneti diye geçen ve bu konuyu ortaya koyan Prof. Dr. Harvey Weiss ile yaptığımız ilginç söyleşiden de çıkardığımız derslerle Akad’ın lanetini dünyada ilk defa ortaya koyuyor, iklim yüzünden yok oluyor Suriye’nin oralarda, ‘Ne buğday, tahıl çıkıyor; ne balık çıkıyor sulanan bahçelerde; ne şarap, ne şurup çıkıyor ve kalın bulutlar görünmez oluyor’ diye yıkılışını gösteriyor ki Dicle ile Fırat arasında 150 km’lik büyük bir duvar da oluşturuyorlar düşmanlardan korunmak için. Aynı şeylerin dönüşünün yaşanmakta olduğu gibi bir tuhaf duygu hali içindeyiz üstelik.
A.B.: Lanetin içinde uzun yıllardır yaşıyoruz, bu sıcak süreç tabii ki Türkiye’yi çok yakından ilgilendiriyor, Türkiye de işin içinde zira. Türkiye’nin desteklediği gruplar bunlar, her ne kadar Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında yer almasa da bütün dünya bu şekilde yaklaşıyor ve biliniyor.
Türkiye sınırları uzun süredir güneyde bu tür grupların egemenliğine destek vermek suretiyle genişledi. Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürtlerle birlikte hareket eden yerel halkın bir oluşumu söz konusu, bölgede bu oluşuma Türkiye izin vermiyor, sürekli askeri olarak geriletilmesine yönelik harekatlarda bulunuyor.
Savaşlar ülkeleri de perişan etti; Ukrayna perişan, Rusya çok ciddi etkilenmiş durumda - Rusya’da askerden kaçan insanların sayısında muazzam artış var, Suriye perişan, Hizbullah perişan, Türkiye ve İran 85 - 90 milyonluk nüfusa sahip ülkeler - ekonomilerinde ve sosyal hayatları perişan durumda, Lübnan yerle bir oldu, Filistin yerle bir oldu.
Ukrayna savaşı, Avrupa kıtasında enerjide bir dönüşüme sebep oldu, dönüşümün yüksek bir maliyeti var: Enerji maliyetleri, Avrupa ekonomilerini resesyona - başta Almanya olmak üzere - sokuyor. Türkiye resesyonda, enflasyon düşmüyor, her alanda büyük ızdırap yaşıyor, nüfusun büyük bir çoğunluğu yoksulluk ve açlık sınırında yaşıyor.
Suriye politikası, Türkiye’yi batağa gömdü, gömüyor. Erdoğan’ın ve iktidarın 10 yılı aşkın devam eden Suriye politikası ki göçmen politikasını bir kenara bırakıyorum, sosyal ve iktisadi maliyet çok yüksek; savaşlar, harekatlar, bölgeye yerleşmek maliyet demek. Vergilerimiz bunlara harcanıyor, bugün emlak vergisinin son günü: Verdiğimiz vergi ne oluyor? Verdiğimiz vergi Heyʼetu Tahrîri'ş-Şâm’a mermi oluyor, gidiyor insanları vuruyor, PYD’liyi vuruyor ya da rejim güçlerini vuruyor. Biz istemiyoruz vergilerimizin mermi olmasını, füze olmasını, top olmasını, savaş olmasını.
Suriye politikasının maliyeti hakkında en ufak bir bilgimiz yok. Erdoğan, 50 milyar dolardan söz ediyor, 100 milyar dolar deniyor, 164 milyar deniyor, Ümit Özdağ ise 250 milyar dolar diyor. Türkiye’nin yaşadığı resesyonun, enflasyonun, yoksulluğun, açlığın en önemli sebebi bu harcamalar, askeri harcamalar oluyor. Maliyetin boyutları hakkında bir veri yok elimizde, bilmiyoruz ancak şu veriyi biliyoruz - şimdi denk geldi, geçen haftalarda bir türlü vakit bulamamıştım:
Savunma Sanayi Başkanı, 2025 hedeflerini açıkladı. Türkiye’nin militarist sanayide 2 bin 400 firması, 100 bine yakın çalışanı var, yürütülen proje hacmi 100 milyar doların üstünde, bine yakın proje de devam ediyor. Dikkatinizi çekerim; savunma sanayi Türkiye’de son yıllarda her yıl %20 oranında büyüyor. Geçen senenin ihracatı bu yıl 10. ayın sonunda yakalanmış, 5.5 milyar dolar üzerinde ihracat yapmış, 2024 sonunda 6.5 milyar doların üzerinde gerçekleşeceği hesaplanıyor. Yoksullaşırken, açlık sınırına gelirken militarist sanayimiz ilerliyor. 2025’te sektörde çalışan sayının 110 bine ulaşması ve 7.5 milyar dolar ihracat hedefleniyor. Savunma sanayiinde bir ölçü var - kullanılan ürünlerin kilogram başına değerleri deniyor buna; SİHA’ların kilogram başına değerleri 10 bin doların üstündeymiş, elektronik sistemlerin kilogram başına 20 bin dolarmış, katma değer sağlıyormuşuz. Türkiye ekonomisinde enflasyonun, açlık ve yoksulluğun nedenlerini sorguladığımızda ülkenin Kürt sorununa ve bölgedeki aktör pozisyonuna harcadığı kaynakları görüyoruz. Kaynaklar, askeri harcamalara ve sanayiye mobilize edilince tablo böyle oluyor, üstelik veri ve bilgi de yok.
Türkiye’de Kürt sorununa harcanan kaynakları bilmiyoruz, yabancı araştırma kuruluşlarının rakamlarına itibar etmek zorundayız. 1984’ten bu yana Kürt sorununa ne kadar kaynak harcandığı, 100 yılda neler harcandığı bilinmiyor. Düşünsenize, genç bir cumhuriyet kuruyorsunuz, kaynaklarınızı o dönemden itibaren 1938 - 39 yılına kadar Kürt meselesine harcıyorsunuz, 84’ten sonra da bu harcamalar artıyor ve devam ediyor.
Rusya ile Türkiye ilişkileri de girdaba giriyor. Bu bulanık süreç, dansa kalkan aktörlerin sık sık dam değiştirmek pozisyonunda olması, Türkiye’nin Rusya ilişkilerini ciddi etkilemiş durumda. Bakın, Rusya yorumcuları ve Rus basını, ‘Erdoğan yeniden, bir kez daha Rusya’ya ihanet etti’ diyor, bu iki ülke birbirlerine mecbur ülkeler.
Ukrayna; Heyʼetu Tahrîri'ş-Şâm ve cihatçı gruplara drone eğitimi veriyor, drone da satıyor. Türkiye de Ukrayna’ya drone satıyor. Rusya bu ilişkiden çok olumsuz etkilenmiş durumda. Astana sürecinin de ayakta kalması, devam etmesi pek mümkün görünmüyor. Rusya ve Türkiye birbirleriyle pek çok alanda bağımlı, mecburcu ülkeler. Rusya, ABD - Batı yaptırımlarını Türkiye üzerinden deliyor. Ama bu arada Rusya enerji devi Gazprom, ABD’nin yaptırım listesine alındı, Türkiye’nin en büyük doğal gaz tedarik ettiği Rus şirketi de Gazprom. Ödemelerini nasıl yapacağı önümüzdeki dönemlerde problem olacak, çok güç bir dönem.
Ö.M.: Çok kritik bir dönem değil mi? Ben de süre biterken son bir cümle eklemek istiyorum izninizle; Artı Gerçek’te çıkan bir haber yorumu vardı; Heyʼetu Tahrîri'ş-Şâm’ın liderliğindeki cihatçı grupların Suriye’deki hükümet güçlerine karşı başlattığı ‘taarruz’un ardından Halep de büyük ölçüde ele geçirildi. Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nun omurgasını Kürt güçlerin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne karşı saldırı başlattı. DEM Parti, sosyal medya hesabından açıklama yapıyor, ‘Suriye’de son günlerde gelişen çatışmalar ve savaş hali nedeniyle Tel Rıfat ve Halep bölgesinde bulunan ve saldırgan çetelere biat etmeyenler Kürtler, Araplar ve diğer halklar yeni bir katliam tehdidiyle karşı karşıyadır. Özellikle Tel Rıfat’a sığınan on binlerce insan ve bölgenin yerleşik halkı saldırgan çetelerin hedefindedir. Siyasi çevreleri, demokrasi güçlerini, savaş karşıtlarını, insan hakları savunucularını, STK’ları, uluslararası toplumu ve kurumları gelişmelere seyirci ve sessiz kalmamak için demokratik zeminde sesini yükseltmeye ve tepki göstermeye çağırıyoruz’ diye bir alarm çağrısında bulunmuşlar.
A.B.: Halep’te Kürtlerin yaşadığı birçok mahalle var, zaten hemen önlem almaya başladıkları görülüyor, geri çekiliyorlar.
Bu bataklıktan nasıl çıkılacağı, büyük sorundan nasıl çıkılacağı meçhul. Bunun kaybedenleri ve kazananları olacak. Yüzyıl önce ittihatçı Talat ve Enver, Osmanlı devletini gömmüşlerdi, bölgeden de tamamen çıkmışlar, bölgeyi kaybetmişlerdi.Bugünkü iktidar, Erdoğan - Bahçeli ikilisi, dünyanın en önemli bataklığı olan Suriye bataklığından iktidarlarını sağ salim çıkarabilecekler mi? Sorumuz bu!Çünkü, Suriye politikaları pek çok otokrasiyi zayıflatıyor - ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Suriye’ye gönüllü dönüşler hızlanacak’ demiş. Hatırlasınız, orada milyon konut yapacaklarını da söylemişlerdi. Bu aşamada programı sonlandıralım.
Ö.M.: Çok teşekkür ederiz, görüşmek üzere Ali Bey.
A.B.: Görüşmek üzere, hoşçakalın!
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.