"Olması gereken demokrasi cephesidir"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge, infaz yasası düzenlemesini, yeni Anayasa tartışmalarını ve CHP'nin iktidar kanadından yaşadığı baskı doğrultusunda DEM'in yaklaşımını ele alıyor.

""
Ekonomi Politik: 02 Haziran 2025
 

Ekonomi Politik: 02 Haziran 2025

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey!

Özdeş Özbay: Günaydın!

A.B.: İyi günler, günaydın!

Ö.M.: Türkiye ve dünya gündemiyle ilgili epey yorum yapmaya çalıştık, maalesef bir iki dakika da gecikerek sizin programa bağlandık, kusura bakmayın lütfen.

A.B.: Gecikmeleri topluyorum, sonunda bir programlık süre çıkar !

Ö.M.: Özellikle infaz yasası düzenlemesi üzerine başlayalım değil mi?

A.B.: Evet öncelikle değinelim, sonra başka konulara bakarız. İnfaz yasası TBMM’de komisyonda kabul edildi. Şu haliyle de ne genel kamuoyunu, ne Kürt kamuoyununu, ne de barış sürecini tatmin etti ki olması gereken ilk adımlardan biridir. Bu tür süreçlerin başında infaz yasası düzenlemeleriyle genellikle ilk adım atılmış oluyor. En önemli adımlardan biriydi, ancak bu adım atılmadı.

Ayrıca bu düzenlemeye fiziken de ihtiyaç var, Türkiye’de hapishanelerin kapasitesine ilişkin zaman zaman bilgi veriyoruz ama İsmet Özkul arkadaşımız yazdığı makale ile güncelledi rakamları, makaleden bazı bilgileri aktarmak istiyorum. Gazeteci İsmet Özkul arkadaşımız, hapishane rakamlarını derlemiş; 2025 yılının ilk dört ayında inanılmaz bir artış var. 2024 sonu itibariyle 301 bin kişi olan tutuklu ve hükümlü sayısı Mayıs itibariyle 409 bin 617’ye çıkmış. 2024 sonu itibarıyla zaten kapasitesinin çok üzerindeydi. 2024 sonu rakamlarına göre hapishanelerde 100 kişinin barınabileceği yerde 127 kişi kalıyordu. İlk dört ayda yaşanan artış sonunda rakam daha da yükseldi 136’ya çıkmış durumda 100 kişilik yerde artık 136 kişi kalıyor! Hapishanelerin fiziki kapasiteleri inanılmaz seviyede, yataklarda iki kişi yatıyor. 2013’ten bu yana infaz kurumlarının hapishanelerin kapasitesi neredeyse 100% artmış, 95.6% artmış. Ancak 2107’den 2024 sonuna tutuklu ve hükümlü sayısı da %166.3 artmış. Tutuklu ve hükümlüler gayri insani koşullarda infaz sürecini yaşıyorlar.

En önemlisi tutuklu ve hükümlülerin ne şekilde tutuklandıkları ve yargılandıkları, apayrı ağır bir konu. CHP operasyonlarına, diğer operasyonlara baktığımızda nelerle karşılaşıyoruz? Neredeyse ‘gözünün üstünde kaşın var’ denilerek tutuklamalar yapılıyor, hayali suçlamalar, gizli tanıklar vb. Son zamanlarda sık görülen, ‘etkin pişmanlıktan’ yararlanmak! Etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanacak kişiler adeta önceden tespit edilip onları da katarak operasyonlar yapılıyor. İki gün sonra bu kişiler pişmanlıktan yaralanıp tahliye oluyorlar. Gizli tanıklar, ısmarlama bilirkişiler cabası. Bilirkişi rezaletleri ortada, bunlara göre ifadeler hazırlanıyor, iddianameler düzenleniyor.

En önemlisi tutuklu ve hükümlülerin ne şekilde tutuklandıkları ve yargılandıkları, apayrı ağır bir konu. CHP operasyonlarına, diğer operasyonlara baktığımızda nelerle karşılaşıyoruz? Neredeyse ‘gözünün üstünde kaşın var’ denilerek tutuklamalar yapılıyor, hayali suçlamalar, gizli tanıklar vb. Son zamanlarda sık görülen, ‘etkin pişmanlıktan’ yararlanmak! Etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanacak kişiler adeta önceden tespit edilip onları da katarak operasyonlar yapılıyor. İki gün sonra bu kişiler pişmanlıktan yaralanıp tahliye oluyorlar. Gizli tanıklar, ısmarlama bilirkişiler cabası. Bilirkişi rezaletleri ortada, bunlara göre ifadeler hazırlanıyor, iddianameler düzenleniyor.

Soruşturmalar ve savcılık iddianameleri kalitesi üzerine doktoralı hukukçu avukat İlker Atamer‘in bir çalışması bulunuyor. Atamer, bu çalışmayı bilirkişi kanunu uygulamalarına ilişkin yapılan bir eğitim seminerinde sunmuş.Bu paylaşımdan bazı bilgiler aktaracağım, Türkiye, Japonya ve ABD ceza davalarında duruma bakmış; ABD’de ceza soruşturmalarının %94’ü daha soruşturma safhasında sonuçlanıyor, polis ve savcılığın yürüttüğü soruşturmalarda suçlu itiraf ediyor ya da süreç anlaşmayla sonuçlanıyor. Savcılık soruşturmalarının %6’sı mahkemelere intikal ediyor, duruşmalı yargılama yapılıyor. Duruşmalı yargılamalardan da çıkan mahkumiyet oranı dolayısıyla yüksek, 100 savcılık soruşturmasının sadece biri mahkemede beraat ile sonuçlanıyor çünkü savcılık kaliteli soruşturma yapıyor, polis iyi soruşturma yapıyor, mahkumiyet oranı da bu nedenle yüksek, mahkemeye intikal edenlerin oranı %6, mahkemeye intikal eden davalarda da mahkumiyet oranı %99 çünkü savcılar işini doğru yapıyor, yeterli delil olmadan dava açılmıyor.

Japonya’da bu oran daha da yüksek; %99’un da üstünde, beraat oranı %1’in altında, çok titiz bir soruşturma yürütüyorlar ve delil topluyorlar, sonuçta masum bir insan aleyhinde iddianame hazırlanmıyor. 100 davadan yalnızca birinde mahkumiyet dışı bir karar verilebiliyor.

Türkiye’de durum nedir?’ diye soruyor İlker Atamer; 2017 yılına kadar, hükmün açıklanmasının geriye bırakılması dahil mahkumiyet % 52-53 civarında. 2017’den sonra %65’lere ulaştığı söyleniyor. Atamer, “60%’ları geçmeye başladı” diyor. Bu yükseliş, soruşturmanın kalitesiyle ilgili değil, hakim kalitesinin düşmesiyle açıklanıyor. Özellikle 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de hakim ve savcı kalitesi çok düştü ve yargı aşırı politize oldu. Hakimlerin bilgisi ve tecrübesi azaldıkça yargıçlar çoğunlukla savcılığın mütalaasına ya da bilirkişi değerlendirmelerine uyuyor. Yargıçlarda, ‘tutuklarım, gitsin kendisini ispat etsin mahkemelerde anlayışı hakim olmaya başladı. 2022 yılındaki istatistiklere göre ceza davalarında mahkumiyet oranı %62, beraat oranı ise %22. Bu oranlar çok kötü bir adli istatistik olarak yorumlanıyor, mahkumiyet oranının %62’lerde olması ve beraatın %22’lerde olması 100 davadan 38’inin hatalı olduğunu gösteriyor.

Ö.M.: Hatalı karar %62 oluyor öyle mi?

A.B.: Çoğunlukla savcılığın mütalaasına göre hareket ediliyor. Uzmanlığı olmayan bilirkişiler cenneti bu ülke, bilirkişilerin mütalaalarına göre de mahkumiyet ya da beraat kararı veriyor hakimler. Atamer, önemli bir duruma işaret ediyor; polisin ifade alma tekniği dünyadan çok kopuk ve çok ilkel. İfade tutanağına sorular-cevaplar alt alta yazılıyor, sonra cevaplar özetlenerek düz metin haline getiriliyor. Adli polis/asayiş polisi ayrımı yok, soruşturmalar poliste-kollukta soruşturma yetersiz ve kalitesiz başlıyor. Polis ve savcılık soruşturması yetersiz ve kalitesiz geliyor, savcılığın mütalaasına da genellikle hakimler uyuyorlar ya da bilirkişilere müracaat ediyorlar. Hazırlanan iddianamelerde ki kalitesizlik ve yetersizlik adli istatistiklere bu şekilde yansıyor.

Türkiye’de politize olmuş ve kalitesi düşmüş bir hukuk sistemi bulunuyor. Ekonomi Politik’te adli istatistiklere yılda bir iki kez değiniriz programlarda. Adli istatistikleri de analiz etmek için istatistikçi ve hukukçu insanlara ihtiyaç var çünkü adli istatistikler yurt dışına sunuluyor, Avrupa Birliği kurumlarına sunulduğu için bu rakamlara ilişkin çalışma yapılabiliyor.

Durum böyle, Türkiye’de polizitize olmuş bir yargı bulunuyor, AKP’li il ve ilçe başkanlarından, parti yöneticilerinden savcı ve hakimler atandı. Yargıda çeşitli menfaat gruplarının, çetelerinin hakimiyeti çok yüksek, gün geçmiyor ki bu haberlere rastlamayalım. Son olarak iki haber gözüme çarptı. Habere göre, savcıların şifresiyle soruşturma dosyası kapatan zabıt katibi tutuklanmış.

Ö.M.: Evet, o haberi ben de söyleyecektim, son derece ilginç.

A.B.: İnanılır gibi değil! Adalet Bakanlığı’na memur alımında, katip, infaz kurumu memur alımında vb. yaş sınırı kaldırılmış. Bu da yeni bir haber, istediklerini memur olarak atayabilecekler.

Ö.M.: Adalet sisteminde çok ciddi bir çöküşün en ilginç sonuçlarından biri, belki de en korkuncu. Her iki günde bir, bir kişinin hapishanelerde ölmesiyle sonuçlandığını gösteren bir istatistik de vardı.

A.B.: Sağlık koşulları gerçekten içler acısı, akıl almaz pozisyonlarda. Gözümüzün önünde MS hastası Gezi tutuklusu Tayfun Kahraman var, çok fazla hasta Kürt siyasi mahkum bulunuyor, bırakın hasta olmayı yıllardır bakıma muhtaç insanlar bulunuyor. İmamoğlu’na görüş yasağı getiriliyor, tutuklu İBB yöneticileri birbiriyle irtibat kurmasın diye değişik hapishanelere dağıtılıyor. Bunları saymaya kalksak programın zamanı yetmez, ülkede yargı yürütmenin tamamen kontrolüne geçmiş durumda, hakim ve savcı kalitesi de bu durumda. Bu durum sadece ceza davalarında böyle değil, kadastro davalarında da böyle, boşanma davalarında da böyle, kira davalarında da böyle, icra davalarında da böyle.

Ö.M.: Çağdaş Hukukçular Derneği fahri başkanının yıllarca yattıktan sonra serbest bırakılıp aynı gün evinden tekrar içeri alınması gibi dünya hukuk tarihine geçecek tuhaflıkta ve fecaatte haberler var. Bunları sürekli olarak okuyoruz.

A.B.: Radyodaki Hukuk Güvenliği programında Bahri Bey ve arkadaşları bu konuları daha teknik bir lisanla sürekli gündeme getiriyorlar. Yargıda içler acısı bir durumla karşı karşıya olduğumuz muhakkak.

Hukuk sisteminin lime lime döküldüğü bir ortamda, barış ve çözüm süreci ile yeni Anayasa tartışmalarını birlikte yaşıyoruz. Barış sürecinin en önemli adımı olması gereken infaz düzenlemesi (günlük dilde af denir) umut hakkı gibi düzenlemelerin yetersizliği eksikliği ortada. DEM yetkilileri de, ‘dakika bir gol bir’ durumunu, infaz yasası düzenlemesindeki yaşananlarla ilgili açıklamalarda bulunuyorlar.

İktidarın sözüyle nereye gidilir? Barış süreci neleri gerektiriyor? Öncelikle infaz düzenlemelerinin yapılmasını gerektiriyor, ortaya koyulan talep edilen diğer hususlar var, en önemlisi mevcut Anayasa’da barış ve çözüm sürecinin sağlam biçimde yürümesini gerektirecek anayasal düzenlemelerdir, vatandaşlık tanımı gibi. Bu süreç işliyor mu ? Yok göremiyoruz. Barış ve çözüm sürecinin ilerleyebilmesi için Anayasa’da bu değişikliklerin yapılması lazım ki bu süreç işleyebilsin. İşte fesih kararı alındı, silahlar şuraya teslim edilecek vs. Bunların yerine ne yapılıyor? Anayasa’da bazı maddelerin öncelikle değiştirilmesi yerine aşırı polarize olmuş bir toplumda yepyeni bir Anayasa yapmak gündeme getiriliyor.

Bir yandan CHP’nin İBB dahil belediyelerdeki yüzlerce yöneticisini tutukluyorsunuz, belediyeleri çalışamaz hale getiriyorsunuz, hukuk sisteminiz iktidar lehine politize olmuş durumda, ülke aşırı kutuplaşmış vaziyetteyken ne gündeme geliyor? Yeni bir Anayasa! Yeni Anayasa meselelerine iktidar perspektifi üzerinden geriye dönüp baktığımızda çok kötü bir sicile sahip olduklarını görüyoruz. 

Yeni Anayasa ne zaman gündeme getiriliyor? Muhalefeti bölmek üzere gündeme getiriliyor. DEM partisinin, Kürt siyasetinin sürece katılıp katılmayacağı meselesi öne çıkıyor. CHP, partisinin üstüne bu şekilde gidilirken, İBB başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu ve yüzlerce yöneticisi tutuklanırken iktidarın yeni bir Anayasa yapmayı gündeme getirmesini samimi olmadığını söylüyor, ‘hayır’ diyor.

İktidarın öncelikle yapması gereken mevcut Anayasa’daki barış sürecinin, çözüm sürecinin gerektirdiği Anayasa maddelerinin değişikliğidir. Bunun yerine çok büyük bir hedef konularak muhalefet bölünmeye çalışılıyor. Bu bağlamda DEM köşeye sıkışıyor, DEM yeni Anayasa çalışmalarına katılacak mı?

Yeni Anayasa’ya ülkenin ihtiyacı var mı yok mu? Elbette var ama bu iktidarla mı? Bana kalırsa, Türkiye’de iki konu iktidarın değişmesine bağlı; birincisi, yurt dışı doğrudan sermaye yatırımlarıdır, iktidar değişimine bağlı hale gelmiş durumdadır çünkü yatırımcılar güven duymuyor. İkincisi de yeni bir Anayasa’nın yapılmasıdır, bu konu ‘yalancı çoban’ hikayesine döndüğü için 23 yılda sonu gelmeyen bir çok yeni Anayasa deneyimleri, gündemleri oldu. Hatta yeni Anayasa deyip, demokratik Anayasa deyip, Anayasa otokratik Anayasa haline geldi. Bunları gündeme getiren Anayasa hukukçuları keskin dönüşlerle Cumhurbaşkanına danışman oldular, örneklerini bolca yaşadık. Mevcut iktidarın yeni sıfırdan bir Anayasa yapma imkanı yok ama konu gündemde. İktidar tarafından yeni Anayasa’nın gündeme getirilmesi ile muhalefetin bölünmesi hedefleniyor.

Şimdi DEM ne diyecek yeni Anayasa tartışmalarına ? ‘Yanaşmam’ demesi zor ama içinden de pek gelmiyor, doğru bir şey çıkacağını da düşünmüyor, emin değil ve ayrıca barış sürecinde belirsizlikler yaşanıyor, iktidar yaz aylarını yeni Anayasa tartışmalarına kilitlemek istiyor.

Görülen o ki yaz aylarında barış ve çözüm süreci rafa kaldırılmasa da soğutulacak ya da sürecin gerekleri için yapılması gereken umut hakkı ve infaz da dahil olmak üzere tüm yasal ve Anayasa düzenlemeler için Meclis çalıştırılacak, 1 Temmuz’da tatile girmeyecek, düzenlemeler Ekim’e bırakılmayacak.

Çözüm ve barış sürecinin için gerekli ‘demokratik düzenlemeler’ nasıl bir ortamda yapılacak? İktidar, ana muhalefet CHP ‘ye yargı eliyle cephe açmışken, bir yandan memlekette otokratik düzenlemeler, tasarruflar devam ederken demokrasinin genişlemesini gerektiren barış ve çözüm süreci nasıl işleyecek?

DEM’den Sezai Temelli’nin, Ahmet Türk’ün, Tülay Hatimoğulları’nın açıklamalarına baktığımızda, çok derin olmasa da ciddi bir hayal kırıklığı yaşadıklarını görüyoruz.

Ö.M.: Burada bir araya girebilir miyim izninizle; DEM Parti’nin Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları’nın son yaptığı açıklama da oldukça önemli çünkü kayyım atamaları ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi operasyonları yurdun dört bir tarafında artık ve bu açıklama bu konuda önemli bir açıklama sanıyorum. Urfa İl Kongresi’nde yaptığı konuşmada Hatimoğulları, iktidara kayyım zihniyetinden vazgeçmesi çağrısında bulunuyor ve “İBB’ye yönelik operasyonları, göz altıları ve tutuklamaları asla kabul etmiyoruz, bu baskıları kınıyoruz” diyor yani bunu net bir tavır olarak ortaya koyuyor.

A.B.: Bunlar iyi güzel, olması gereken de budur. CHP’nin geçmişte milletvekili dokunulmazlığının kaldırtılmasına destek vermesini, kayyım atamalarında sessiz kalmasını, Suriye tezkeresine olumlu oy vermesini yüzlerce kez eleştirdik. CHP’nin, Kürt siyasetini yalnız bırakmasına karşı çıktık ancak bugün ‘sen bana kayyım atanırken, seçilmişlerim tutuklanırken sessiz kaldın, şimdi sana kayyım atanırken ben sana sessiz kalmam’ demek gerekir çünkü demokratlık bunu gerektirir.

Ö.M.: Hatimoğulları bunu da söylüyor zaten.

A.B.: ‘Gülme komşuna gelir başına’ dememek, gülmemek gerekir, mağdurun yanında yer almak gerekir.

Ö.M.: Hatimoğulları T24’e verdiği açıklamada diyor ki “Her sabah şafakta gerçekleşen operasyonlar bir an önce son bulmalıdır. Kent uzlaşısı operasyonu, IBB’ye yapılan operasyonlar, en son Adana’da Seyhan ve Ceyhan Belediye Başkanlarının tutuklanmasını asla kabul etmiyoruz”. Sizin de değindiğiniz şu konuda partililere de şunu söylemiş, “Barış nasıl olsa geliyor diye rehavete kapılacağımız bir dönemden geçmiyoruz.” Komisyondan geçen 10. Yargı Paketi ile de ilgili eleştirilerde bulunmuş Hatimoğulları, “Ne yazık ki DEM Parti olarak talep ettiğimiz neredeyse hiçbir şey bu kanun tasarısının içine girmemiş oldu. Barışı bize kimse altın tepsiyle sunmayacak; barış ancak örgütlü mücadelemizle gerçekleşecek.”

A.B.:Barış ve çözüm sağlanmasının yolu en geniş demokrasiden ve muhalefetin demokrasi cephesini oluşturmasından geçer.İktidarın minik ikramlarıyla olmaz bu iş. İktidarın çözüm ve barış sürecinde performansı, sicili belli, olması gereken en geniş demokrasi cephesidir ancak iktidar muhalefet cephesini bölüyor. Buna karşı çok dikkatli olmak gerekir.

CHP’nin yaşadığı ciddi bir operasyon var, İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı hem de cumhurbaşkanı adayı üç aydır tutuklu hapiste, belediye hallaç pamuğuna çevrilmiş durumda .

Akıl almaz tutuklamalar yaşanıyor. Adama çete reisi deniyor, içeri alınıyor , hemen ‘pişmanlık’ diyor.

Üstüne üstlük CHP, parti içinden de baskılar, sorunlar yaşıyor. Kılıçdaroğlu faktörünü izliyoruz, kurultay davası devam ediyor, 30 Haziran’da mahkeme sonucu bekleniyor. CHP’ye kayyım atanacağı iddia ediliyor. Parti içinden de, iktidardan da baskı yaşıyor, dolayısıyla muhalefet partilerinin bu baskılara karşı ortaklaşması, dayanışması gerekiyor, bugün olması gereken budur. AKP-MHP iktidarının Kürt siyasetiyle çözüm, umut hakkı, barış süreci gibi konularda flört etmesi CHP’ye yüklenilmesine sebep teşkil etmemeli.

DEM’in, Kürt siyasi hareketinin bütün bunları gözeterek siyaset üretmesi gerekiyor. Eğer iktidarı iyi okuyamaz ise süreçle akamete uğruyor, yeniden şiddet geliyor. Biz bunu defalarca yaşadık, Kürtler defalarca aldatılan bir halk olarak dünya literatürüne geçti. 23 yıldır yayın yapıyoruz, kaç kez bunlara tanık olduk. Bu aldatmalara kapılmamak gerekir, mağduriyet ortaktır ve en büyük mağdur da Kürt siyasi hareketidir, dolayısıyla mevcut durum muhalefette kenetlenmeyi zorunlu kılar, ayrışmayı değil. Olması gereken budur, ‘gülme komşuna gelir başına’ refleksinden uzaklaşmak lazım, hiç iyi bir haz değil, asıl mesele demokrat olabilmektir, yıllardır bunu söylüyoruz, her şey olabilirsiniz milliyetçi, muhafazakar, Kemalist, solcu, sosyalist, Leninist, Troçkist, Türkçü, Kürtçü, muhafazakar İslamcı ama asıl olan demokrat olabilmektir. Bunu başarabilmek önemli.

Ö.M.: En zoru da bu galiba?

A.B.: Evet, en zoru da bu. CHP’de olan bitene ses çıkarmazsan demokrat değilsindir demektir. Bazı Kürt dostlardan duyuyoruz, “Bırakın Erdoğan’ı Bahçeli’yi, kim gelirse gelsin onunla ittifak yaparız, canımıza tak etti” diyorlar. Bu doğru bir değerlendirme değil, tam küçük Asya terminolojisine, ruhuna uygun bir yaklaşım. Kürtlerin kızmakta haklı gerekçeleri elbette var, Suriye tezkerelerine ‘içimiz kan ağlayarak destek veriyoruz’ denmesi, ‘yanlış ama dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek veriyoruz’ denmesi, kayyımatamalarına gerekli tepkiyi göstermemesi nedeniyle CHP çok kötü bir sicile sahip ama tüm bunlar bugün CHP’nin ağır bir mağduriyet yaşamasını haklı çıkartmıyor.Olması gereken demokrasi cephesidir. Herhalde programın da sonuna geldik? Yeni yayın dönemi de başlıyor.

Ö.M.: Evet, bugün başladı.

A.B.: Tanıtım da olacak mı?

Ö.M.: Evet, saat 10:00-10:30 arasında Didem Gençtürk ile beraber ‘yeni neler var, neler bitiyor?’ diye küçük bir özet geçmeye çalışacağız.

A.B.: Yeni dört aylık yayın dönemimiz kolay gelsin, nice yayın dönemlerine diyelim ve burada kapatalım.

Ö.M.: Çok teşekkürler, görüşmek üzere.

A.B.: Hoşçakalın!

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.

A.B.: İyi yayınlar!