Ekonomi Politik'te Ali Bilge, memleketin üç sorunu, 'Deprem-Kürt ve Kıbrıs' sorunları üzerine konuşuyor.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!
Özdeş Özbay: Günaydın!
Ö.M.: Olağanüstü, o kadar yoğun ki hem Türkiye’de, hem de dünyadaki çeşitli haberleri özetlerken bile çok zorluk çekmeye başladığımız ve biraz önce de Özdeş ile de konuşuyorduk aramızda yayın dışında, depreme zaman bulamadığımızı, yer veremediğimizi bile dehşetle fark ettik. Dün sizinle de konuştuğumuz gibi isterseniz depremi de içeren bir genel toplamayla başlayalım.
A.B.: Cumhuriyet tarihi boyunca baktığımızda, ‘memleketin çözemediği ve memleketi tökezleten üç tane mesele say’ deseniz şöyle sayarım: Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu ve deprem sorunu. Kürt sorununa milyarlarca dolarlık para harcadınız; yüz binlerce insanın öldüğü devasa kadim bir sorunu 100 yılı aşkın bir zamandır çözememişsiniz. 50 yılı aşkın bir süredir çözemediğimiz Kıbrıs sorunu da inanılmaz bedelleri olan bir sorundur. Hem Kürt sorunu, hem de Kıbrıs sorunu Türkiye’nin bilhassa Batı dünyası ile ilişkilerinin kötüleşmesine neden olmuştur. Her iki sorun için milyarlarca dolar para harcandı, sorunları çözmedik, çözemedik ve ilaveten devasa bir deprem sorunu var ki sadece geçen 100 yılı ele aldığımızda depremler milyarlarca dolara ve yüzbinlerce insanın ölümüne yol açtı. Bu üç sorunu çözemezseniz de ülkeniz için gelecek vadedemiyorsunuz demektir. Bu üç sorunun çözülememesi, maddi ve manevi çok büyük maliyetlere yol açtı ancak demokrasinin de kökleşmesine engel oldu. Deprem meselesi, ister yarı demokraside, otokraside, askeri darbede hangi rejimde olursanız olun çözülemedi. İki sene önce Maraş ve Antakya’da depremleri yaşadık, yeni yapılan bir-iki yıllık binalar çöktü. Bunca deprem yaşanmasına karşın dayanıklı binalar üreten, sorunu çözemeyen bir Cumhuriyetin ne kadar geleceği olur?
Deprem sorunu yaşayan, bir fay ülkesi olan Türkiye’de yeniden canlandırılan Kanal İstanbul projesi de son günlerin konusu oldu ki konunun tamamen iç siyasal hesapların bir uzantısı olarak tekrar gündeme getirildiği anlaşılıyor.
Tüm bu sorunların büyük bir paydası var; Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu girdap, üstelik bu girdabı Trump’lı bir dünyada yaşıyoruz.
Türkiye’de 20 küsur yıldır iktidar olan AKP depremle iktidara geldi, 1999 depremi Türkiye’nin o dönemki netameli ekonomisinin üzerine geldi, 1999 depremi büyük bir yara açtı, sorunlar devasa oldu ve sonuçta 2001 krizini yaşamamıza sebebiyet verdi. 2001 krizinde uygulanan ağır ekonomik programın sonucunda toplumsal ve siyasal sonuçlara, sosyolojik ve psikolojik kırılmalara yol açtı. AKP de bu gelişmelerin uzantısında doğdu ve 23 yıldır da iktidarda. Sosyolojik kırılmanın sonucunda ortaya çıkan AKP’nin seçmenle yaşadığı Katolik evliliği sona ermiş değil, üstelik bu evlilik bir otokrasiye kadar uzandı.
Depreme, faya çare bulamazsın ama depreme dayanıklı binalar yaparsın. Mesela Şili, yıllarca faşist bir Pinochet yönetiminden geçti ama adamlar bir deprem yönetmeliği yayınladılar ve uyguladılar. Şili, 8’lerin üstünde depremler yaşayan bir ülkedir ama son zamanlarda Şili’de yaşanan depremlerde ölürse insanlar tsunamiden ölüyor çünkü depreme karşı sağlam bina yapmayı becerdiler ve önlem geliştiriyorlar. Bizde 10 binlerce insan ölüyor, üç gün sonra unutuluyor. İşte yine Marmara’da Türkiye sallanıyor. Kısa bir süre önce de İzmir bölgesi, Ege bölgesi, Yunanistan sallanıyordu.
“Fay şuradan geçti, fayın şurası kırıldı, burası” vs. Bu bir gerçek: Türkiye bir fay ülkesi, asıl konu bu coğrafyanın üstüne yaptıklarını, binalarını doğru dürüst yapabiliyor musun? Sorun bu.
Bakın, rant uğruna bu ülkenin en uzun köprüsü olan Osmangazi Köprüsü fayın üzerine yapıldı, en büyük yatırımlardan biridir. Kanal İstanbul gibi devasa bir projeyi ortaya koyuyorlar ki bu yatırıma dış kaynak bulmaları mümkün değil şu anda.
Mehmet Şimşek, IMF bahar toplantılarından yeni döndü, ‘41 milyar dolarlık finansman paketiyle döndü’ diye yandaş basın anlatıyor, hayaller satıyor ama sözde bu projelerin içinde neden Kanal İstanbul yok! Mehmet Şimşek’e sormak lazım, ‘Kanal İstanbul’a para bulabilir misin, 15-20 milyar dolar bulabilir misin? Dünya Bankası, Kanal İstanbul’a yanaşıyor mu? Dünya Bankası’nın portföyünde olması gereken, büyük alt yapı yatırımlardır. Madem elzem bir proje Kanal İstanbul, neden Dünya Bankası yok bu işin içinde? Kanalı kazma işlemleri başlıyor, kazmalar vuruluyor, kanal kazıcılar giriyor, üstüne yolları olmayan köprüler ihale ediliyor da ne oluyor toplumdan onayını almadığın, rasyonel olmayan bir proje neden gündemde? Bu konuya eğilmek rant uğruna ve iç siyasal gelişmeler uğruna oluyor. Maraş ve Antakya depremlerinin üzerinden iki sene geçti, depremin yaraları sarılmış değil, hâlâ 10 binlerce insan evsiz konteynerlerde yaşıyor. Depremlerin nelere mal oldukları da gerçek olarak bilinmez, son depremlerin 200-300 milyar dolarlara uzanan maliyetleri olduğu söyleniyor, 60 bin kişiden 100 bin kişiye kadar uzanan insan kayıplarından söz ediliyor.
Cumhuriyet tarihi boyunca tahmini, yuvarlak 200 bin insanımızı depremlerde kaybettik. 1921 Koçgiri İsyanı’ndan bu yana 100 binlerce insanı da Kürt sorununda kaybettik. Kıbrıs sorununun da yüksek bedelleri oldu; Avrupa Birliği’ne girişimizi engelledi. Kıbrıs sorunu, Kürt sorunu ve deprem sorununa çare bulamamış durumdayız. Deprem sorununu aşmak için politika geliştirememiş, depreme karşı bir imar programı yaratamamış bir ülkenin durumundan söz ediyoruz.
Ö.M.: Muazzam bir yıkım sürecinden bahsediyoruz ve ayrıca bir de tutuklamalar, hapse atmalar gibi hukuk sisteminin tamamen ayaklar altına alındığı bir durumdan da bahsedebiliriz.
A.B.: Hukuk depreminde hukuk sistemi kalmadı, arzın merkezine doğru gitti, Türkiye’de kişiye özel bir şekilde kurulan bir rejim var. İstanbul’u üç kez kaybetmiş ve dördüncü kez kaybedeceğini anlayan, büyük bir olasılıkla da olası seçimlerde iktidarı tümden kaybedeceğini anlayan iktidar çeşitli formülleri geliştiriyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik yapılan operasyonlarla belediye çalıştırılamaz hale getiriliyor, kayyum atanmadan çalışamaz hale getirilmeye çalışılıyor.
Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yürümüyor. Parlamenter sistem ile vedalaşarak tam teşekküllü olarak 2017-2018’den itibaren devreye giren garip başkanlık sistemiyle işler yürümüyor. İşlerin yürümediğini anlatıp duruyorum; bu sistem, saray ve organları üzerine pek çok program yaptık. Geçen hafta gazeteci Nursel Erel, gazeteci İlnur Çevik ile bir röportaj yaptı. Bu mülakatta Çevik’in anlattıkları sistemin çalışmadığını ya da nasıl çalıştığını ortaya koyuyor. Çevik, yedi yıl sarayda başdanışmanlık yapmış biri ve anlattığı saray manzaraları ibretlik. Sarayda çalışanların evli olup olmadığı, çocuk sayısı, bıyık zorunluluğu gibi konuların konuşulduğunu görüyoruz. Sarayda yedi bin kişi çalışıyormuş, ben daha az biliyordum! Yedi bin kişinin çalıştığı, hantal, çalışmayan, atalet içerisinde, kilitlenmiş otokratik rejimin Türkiye’nin sorunlarına çare bulması mümkün değil. Bakın, bir tarafta sözde çözüm süreci diye bir süreç işliyor, evvelki gün Kürt konferansı yapıldı, Kürtler bu konferansı yıllardır yapamıyorlardı, bu çok önemli bir gelişme.
Ö.Ö.: Suriye’dekini kastediyorsunuz?
A.B.: Evet, Kamışlı’dakini kastediyorum. Suriye Kürtleri bir araya geldi, yıllardır bir araya gelmeyen gruplar bir araya geldi. Bakalım, nasıl bir ilerleme sağlanacak? Peki, böyle durumlarda sorunu çözmek için nasıl ilerlenir, ilerlemelerde ipuçlarımız, adımlarımız nelerdir, neye bakarız?
Geçen gün gözüme çarptı, bir korucu derneği açıklamasıydı; PKK ile korucular arasındaki çatışmada yaralan üç korucudan bahsediyordu. Bunun üzerine aklıma geldi; Türkiye’de an itibariyle 60 bin görevli korucu var, bunların bir de emeklileri var. Eğer ciddi bir çözüm sürecine girdiysek, koruculukla ilgili adımlar atılmalıdır. Türkiye’de çok yaralar açan bir müessesedir koruculuk. Maaş ödüyoruz, sosyal güvenlikleri vs. var. Eğer çözüm sürecine ciddiyseniz bunlara ilişkin bir düzenleme olur. Gerçekten samimiysen kaldırılacak ya da azaltılacak dersin, yasal düzenlemeler devreye girer.
Türkiye bir mayın ülkesi ve üstelik Kürt bölgesi mayınlanmış bir coğrafya, 10 binlerce dönümlük arazi mayınla ve duvarla kaplı. Çözüm sürecinde ciddiysen, mayında ve duvarda adım atarsın. Başka ne yaparsın? 10 binlerce insan Kürt siyasi hareketinden tutuklu vaziyette, bunlara ilişkin düzenleme yaparsın. Katiller ayrı siyasi tutuklu ve hükümlüleri serbest bırakırsın ya da bunlara ilişkin düzenleme hazırlıklarını ortaya koyarsın - bunların hiç biri ortada yok.
Cumhuriyet dönemindeki Kürt sorununun isyan ve devletin tedip operasyonlarına baktığımızda, Kürt serisini incelediğinizde bir dönem sonra afların gündeme geldiğine şahit oluruz. 1930’da Ağrı da isyan olmuş ama üç yıl sonra, 1933 affı çıkmış gibi bir çok örneği geçmişte yaşadık, devlet samimiyse böyle düzenlemeler yapar, jestlerde bulunur.
İmralı heyeti, ‘Meclis’te düzenlemelerin yapılmasını bekliyoruz’ diyorlar. Bu haftaki Meclis gündemine baktığımda, Kürt sorununun çözümüne ilişkin, atılması gereken adımlara ilişkin en ufak bir ibare görmüyorsunuz. Ekim’den bu yana bu meseleyi konuşuyoruz.
Deprem sorunundan Kürt sorununa, oradan Kıbrıs sorununa uzanan çözümsüzlükler yaşayan bir demokrasi ve adalet sorunu içindeyiz. Kıbrıs, geçen haftalarda gene dalgalandı, karardı. Kıbrıs; bahisçilerin, mafyaların, kara ve kirli paraların cirit attığı bir bölge ve üstüne üstlük Türkiye Cumhuriyeti dışında hiç kimse tarafından tanınmayan bir yer.
99 depremi sonrası hakim olan bir slogan vardı; “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dedik. Şuna da değineyim; 99 depreminde Açık Radyo, muazzam çalıştı. Doğrusu radyonun da kalkışa çıktığı, ‘take off’unu yaptığı bir dönemdir. Radyo, 99 depreminde müthiş bir şekilde yayın yaptı, sivil toplumla bütünleşti. 99 sonrasında, ‘Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ dendi, bunun üstüne kaç deprem daha yaşadık? Başta İstanbul, kentlerimiz büyüdükçe büyüdü, fay üstündeki İstanbul on katına çıktı. Köprüler yaptık; Çanakkale, Osmangazi köprülerini yaptık. Yollar yaptık ve şimdi ‘Kanal İstanbul’u da yapacağız’ deniyor. Direniyoruz!
Kadim üç sorunu, Deprem-Kürt ve Kıbrıs sorununu çözememiş yüzyıllık bir Cumhuriyetin geleceğinin olması bana pek mümkün gözükmüyor. Üstüne üstlük bir de borç denizinde yatan bir ülke.
Maraş ve Antakya depremi sonrasında hala evleri yapılmamış, açıkta insanlar yaşıyor. Hala yapılmamış ihaleler bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde bu işleri bilen bir uzmana ‘Neden yapılmadı?’ diye sordum. Depremden nemalanan, rant alanı olarak gören grupların anlaşamamış olduklarından söz etti. Deprem rantının paylaşmasında anlaşmazlık olduğu için ihaleler tamamlanamıyormuş .
Elbette memleketin önemli bir sorunu da kaynak sorunu. Damadınızı ekonominin başına getiriyorsunuz, 128 milyar dolar çarçur oluyor. Sonra nas geliyor, nasla kur korumalı mevduatlarla ekonomi alt üst oluyor. Sonra yeniden faiz lobisinin, inkar ettiğiniz kesimlerin önüne gidiyorsunuz ve diyorsunuz ki, ‘Bakın, biz faizi yükseltiyoruz, Mehmet Şimşek’i getiriyoruz’. ‘Rasyonaliteye geri dönüyoruz’ diyor, sıcak para gelmeye başlıyor, yüksek faizi gören bir miktar para geliyor. Brüt rezervlerinizle övünürken, İmamoğlu’nun diplomasını iptal ettirip içeri atıyorsunuz. Sıcak parayla makyaj yaptığınız Merkez Bankası’nın bilançosu çöküyor. Bu sefer sıcak paracılar da ‘Lanet olsun’ deyip gidiyor.
Mehmet Şimşek, IMF bahar toplantılarından döndü, ABD Hazine Bakanı ile de görüştü, ardından iki ayrı açıklama yapıldı. Her iki açıklama da aynı şeylerden bahsetmiyor, çok garip, ayrı tellerden çalıyor. Zaten ABD’nin başında Trump denilen garip bir lider var, elleriyle akılları arasındaki iletişimin olmadığı bir yönetim, tarifelerle dünyayı kilitlemiş durumdalar. Trump dünyasındasınız ve depremle sallanıyorsunuz. Kürt meselesinde adım attığınızı söylüyorsunuz ama sonuca ilişkin net bir durum ortada yok. Kıbrıs kara para ve kirli para cenneti haline gelmiş. Yani vahim ötesi bir durumla karşı karşıyayız.
Ö.M.: Bu durumda buna bir ilave olarak da hukuk devletinin büyük bir çöküntüye uğraması yani bir kötülüğün egemen olması durumu var. Bugün Mehmet Yılmaz da T24’teki yazısında değiniyor bu konuya, ‘Bu kadar kötülüğü tanıdığım insanlara yakıştıramıyorum’ diyen bir eski AKP’li, AKP’den ihraç edilen eski İzmir milletvekili Hüseyin Kocabıyık’ın mesajına değinmiş. Murat Ongun’un eşinin de gözaltına alınmasının ardından, ‘Bu kadar kötülüğü tanıdığım insanlara yakıştıramıyorum hâlâ’ derken, ‘Hüseyin Bey bu yapılanlara neden şaşırdınız? Doğrusunu isterseniz pek anlayamadım’ diyor Mehmet Yılmaz da. ‘Sistemli bir kötülükten de söz edebilmek mümkün. Mesela kadın sanatçılara, gazetecilere yönelik örgütlü trol saldırılarında da bu partinin yöneticilerinden yine bir ses çıkmamıştı, o trollerin zaten partinin ücretli adamları olduklarını herkesin bildiği ama üzerinde o kadar durmadığı bir konu’ demiş.
Demin konuştuğumuz konuya dönersek, Mehmet Yılmaz, ‘Kamu kredileri ve müteahhit havuzlarıyla finanse edilen medyada her gün birilerinin başına bir iş açılacağının işaret edilmesi de sıradan bir durum. ‘O tutuklanacak, bu yakalanacak, Silivri soğuğunda titreyecekler’ diye besleme medyadan tehdit edilenlerin tek suçları da muktedirin beğenmediği fikirleri savunmak. Timur Soykan, İsmail Saymaz, Murat Ağırel, Özlem Gürses, Nevşin Mengü, Ece Üner’in suçları, gazetecilik yapmaya çalışmak. Osman Kavala, Çiğdem Mater, Can Atalay, Tayfun Kahraman işlemedikleri bir suçtan mahkum edilip hapiste tutuluyorlar. Ayşe Barım’ın işine çökme isteği akıl almayacak bir suç uydurmaya kadar vardırılabildi. Selahattin Demirtaş’ın ve Figen Yüksekdağ’ın hapiste olmasını isteyen irade ile Hüseyin Kocabıyık’ın partiden atılmasını isteyen irade aynı sarayda oturuyor. Bütün otokrasiler gibi Türkiye otokrasisinin karakteri zaten bu tür kötülükleri gözlerini kırpmadan yapabiliyor olmalarıdır’ demiş - yazısından bir bölüm nakletmeye çalıştım.
A.B.: Avrupa Konseyi’nin Ocak 2024 raporuna göre 46 üye devlette bulunan toplam mahkumların 2/3’ü Türkiye’de. Biz bu durumdayız, her şey kopmuş vaziyette, incelmiş filan değil, kopmuş vaziyette.
İstanbul’un nüfusu 16 mı, 18 milyon mu, tam bilemiyorum. Depremlerden sonra nüfus azalıyor, insanlar başka yerlere göçmeye başlıyor. Dünyanın en büyük metropollerinden birinin ve ana muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı olan bir kişiyi ekibiyle birlikte gözaltına alıyorsunuz, tutukluyorsunuz. Neye dayanarak? Mehmet Yakup’un söylediği gibi trollere, gizli tanıklara ve bilirkişilere dayanarak bu işleri yapıyorsunuz. Burada hukuk artık kalmamış durumda, fay kırığının içine yuvarlanmış, gitmiş durumda, o pozisyondayız.
İktidar medyasının, ana muhalefet partisinin kapatma fikrinde olması çok normal. Yıllar önce bunu söylemiştim; CHP’yi kapatma davası her an açabilirler demiştim. Ancak artık AKP’yi yıllarca desteklemiş bölgelerden sessizliği bozan, gidişattan rahatsız olan ciddi bir kesim var. Danışman Kocabıyık da öyle, geçenlerde söz edilen İlnur Çevik de öyle, Bülent Arınç da öyle...
Bakın, Yozgat çok önemli bir göstergedir; AKP’nin oy deposu, madenidir, burada kış değişim için önemli bir göstergedir. Geçen gün Kangal’dan bir çiftçi arkadaşımla konuşuyordum, Kangal’daki benzer gelişmeleri anlattı; Kangal’da AKP bloktur, AKP’den rahatsız olan MHP’ye, MHP’den rahatsız olan BBP’ye geçer. Bölgede CHP imza kampanyalarında çok ileri sonuçlara ulaşmış durumda. Eğer Orta Anadolu rahatsız ise değişim başlıyor demektir. Bakın, hep şunu söylüyorum; TOBB büyük bir sessizlik içinde ama aynı zamanda büyük bir rahatsızlık içinde. TÜSİAD değil ama TOBB değişir ise Türkiye değişmeye başlıyor demektir. TÜSİAD’ın tavrı önemli ama çok önemli de değil. Seçmen değişimi açısından TOBB önemlidir, Orta Anadolu önemlidir, buralar artık Beştepe Sarayı’nı benimsemiyor.
Üstüne üstlük Türkiye sallanıyor: Hem yer sarsılıyor, hem de hukuki olarak her yer sallanıyor, dikiş tutmuyor. İmamoğlu’nun tutuklanması 51 milyar dolarlık bir rezerv kaybına yol açtı. Erdoğan gitmeden fiziki sermayenin, doğrudan yatırımın gelmeyeceğini yıllardan beri biliniyor. Kaldı ki bakın, bu tarife mevzuları nedeniyle dünya daralma dönemine giriyo; IMF, Dünya Bankası dünya ekonomisine ilişkin tahminlerini revize etti. ABD tarife şokunun Türkiye’ye etkisi üzerine yandaş basın gene uçuyor - gene troller, yazarlar, ‘Bu bizim işimize yarayacak’ filan diyorlar. Bir belge koy bakalım ortaya nasıl işimize yarayacak, Türkiye’nin işine nasıl yarayacak? Bunları ortaya koy, kaybettikleri nedir? Kazandıkları varsa nedir? Koy ortaya... Aklıma geldi; 97’de Asya krizi çıktı, 98’de Rusya krizi çıktı ve Güneş Taner, ‘Bu krizler bize yarayacak!’ diyordu. ‘Yahu nasıl yarayacak?’ diye soruyorduk Dergide toplantılar ve paneller yapıyorduk, tartışıyorduk.
Ö.M.: Güneş Taner de bakandı değil mi?
A.B.: Evet. İktidarla, ekonomi bakanıyla toplantılarda soruyor, tartışıp birbirimizi ikna etmeye çalışabiliyorduk, toplantılar düzenleyebiliyorduk. Aylar sonra Türk Amerikan ticaret heyetleri bir araya geldi. Sanıyorum bakanlığın karşısındakiler ABD ticaret müşavirliği çalışanlarıydı. Etkisinin ne olacağına dair bir açıklamada yok...
Avrupa Birliği, Mercosur ile serbest ticaret anlaşması yaptı, bu konuda Türkiye hala havanda su dövüyor. Sonrasında, ‘Türkiye tekstili ne olacak?’ diye sormuştuk. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi çalışmıyor diye boşuna söylemiyorum, orada 7 bin kişi çalışıyor, bıyık konuşuluyor, evlilik konuşuluyor. 10 tane kurul var yaz-boz tahtasına dönmüş, ofisler var, başkanlıklar işlevsiz. Avrupa Konseyi’nin raporu Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri’nin Meclis’ten çıkan kanunların iki katı olduğunu söylüyor. Kararnamelerin büyük bir çoğunluğu da zaten birbirini düzelten, ‘yanlış yazıldı’ denip tekrar çıkan kararnameler.
Ö.M.: Hafta sonlarında da, Cuma günü borsaların kapanmasından sonra sabaha karşı düzenlenen operasyonlardan da bahsediyor Özgür Özel, bunu da söylüyor.
A.B.: Evet, öğrendiler, portföyler etkilenmesin diye yapıyorlar, ‘hafta sonuna getirelim, soğutalım’ istiyorlar. Hem tarifeler nedeniyle, hem bu son operasyonlar nedeniyleborsa göçmüş durumda. Banka hisselerinden bankalar zarar etmiş, sıcak paracılar zarar etmiş, gitmiş durumda, bir daha gelir mi adam? Gülüyoruz ağlanacak halimize. Zaten çok belirsiz bir dünyada yaşıyoruz, Trump gibi bir faktör belirsiz bir dünyaya hapsetti bizi. Siz söylediniz değil mi? Trump bir hakimi tutuklatmış.
Ö.M.: Evet, bugün sizin programa biraz taşma pahasına son olarak ondan bahsettik yani göçmenlere mülayim davranma suçundan tutuklanan, göz altına alınan bir kadın hakimden bahsediyoruz.
A.B.: Anayasa Mahkemesi’nin, yüksek yargının halini görüyoruz, Cumhurbaşkanlığı ofislerine döndü yüksek yargı.
Ö.M.: Evet, bunu burada şimdi durdurmak zorundayız çünkü süreyi bitirdik. Son derece vahim bir tablo konuştuğumuz apaçık ortada ve Apaçık Radyo’da bunu konuştuk. Çok teşekkür ederiz.
A.B.: Size iyi yayınlar dilerim, hoşçakalın!
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.
A.B.: Hoşçakal Özdeş!