Siyasi Çözüm Şart

-
Aa
+
a
a
a

9 Aralık 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'nin (4) 2.maddesi soykırım suçuna açıklık getirirken kavramı da açıkça tanımlamıştır.

 

Buna göre, soykırım; ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu toptan ya da bir bölümünü yok etme niyetiyle: .

 

Grup üyelerinin öldürülmesi,

Grup üyelerine ciddi biçimde fiziksel ya da zihinsel zarar verilmesi,

Grubun varlığının tümü ya da bir bölümüyle yok edilmesi sonucunu verecek koşullar altında tutulması,

Grup içinde doğumları engelleyecek önlemler alınması,

Grup içindeki çocukların zorla başka gruplara nakledilmesi

 

olarak tanımlanmıştır.

 

Bu eylemlerin sürekli gerçekleştirilmesi, soykırım politikası uygulandığı anlamına gelmektedir.

 

Taraf olduğumuz bu sözleşmede asil unsur 'niyet'in sabit olmasıdır. Ve bu niyet, bir grubun diğer bir grubu "ortadan kaldırma" niyeti ise , ve bu niyet paralelinde "ortadan kaldırma" eylemi gerçekleştirilmişse, yapılan 'soykırım'dır.

 

Bu sözleşmenin uluslararası sözleşmeler hukukuna göre yürürlüğe girdiği 12 Ocak 1951 tarihinden önceki dönemde meydana gelen olaylara uygulanamayacağı son derece açık olmasına rağmen, sanki uygulanabilirmiş gibi kabul edip konuyu irdelediğimizde bile 1915 -1916 döneminde yaşananları Ermeni Soykırımı olarak tanımlamanın pek mümkün olmadığı ortaya çıkar.

 

En başta da ifade edildiği üzere, soykırım bir grubu ''ortadan kaldırma'' eylemi ile hareket etme niyetidir. Başka hiçbir eylem, soykırım olarak tanımlanamaz. Bir grubu ortadan kaldırma eylem niyetinin var olmadığı hiçbir olay da, soykırım olarak adlandırılamaz

 

Hukuki bir mesele olarak, soykırım ile suçlamak için belli bazı temel unsurların var olması gereklidir. Uluslararası Adalet Divanı'nın kurulması ile bağlantılı olarak Uluslararası Adalet Divanı Hazırlık Komisyonu, olayların soykırım oluşturduğunu incelemek için dört temel unsur arar. Bu temel unsurlardan önce aradığı ise gerçek kişilerin varlığıdır. Bunun anlamı, örneğin bir devletin soykırım sanığı olarak ilan edilemeyeceği, suçlanamayacağı, yargılanamayacağıdır.

 

Soykırım suçunun dört unsuru olarak aşağıda belirtilenlerin tamamımın görülmesi gerekir.

 

(1) suçu işleyen- gerçek kişi/kişiler- bir veya daha fazla kişiyi öldürmüştür; (veya ölümüne sebep olmuştur)

 

(2) bu kişi veya kişiler belirli bir milli, etnik gruba, ırka veya dini gruba mensuptur,

 

(3) suçu işleyen bir grubu kısmen veya tamamen yok etmek amacındadır,

 

(4) eylem, grubu hedef alan belli bir şekil çerçevesinde veya ortadan kaldırılması ile sonuçlanabilecek bir şekilde gerçekleşmiştir.

 

Bu prensipler dahilinde bir gerçek kişinin/ kişilerin/ grubun, Soykırım suçlusu ilan edilmesi için sözleşmeye taraf olan ülkeler tarafınca tanınan bir mahkemece savunma haklarını kullandıktan sonra, mahkûm olmaları şarttır. Mahkemece yargılanmadan hiçbir kimse soykırım suçlusu olarak ilan edilemez. Ayrıca gerçek kişi/kişilerin yargılanması prensibinden dolayı da, örneğin kalkıp, Osmanlı'nın mirasçısı Türkiye'nin veya Osmanlı Devleti'nin kendisinin, adeta soykırım suçlusu ilan edilmeye gayret edilmesi gibi gayr-i ciddi ve gayr-i hukuki bir durum kabul edilemez.

 

Genel olarak bakıldığında, Soykırım Sözleşmesi'nin "niyet"ten söz etmesi onu uluslararası hukuka göre diğer tüm suçlardan ayırmaktadır.

 

Örneğin Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTR) ve Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTY) Tüzükleri insanlığa karşı işlenmiş suçları bazı sivil topluluklara karşı "işlenmiş olan yaygın ve sistematik saldırı" şeklinde tanımlar ve soykırım olarak görmez. Bu ülkelerde yaşanan olaylarda yer alan kişinin/kişilerin bilinçli bir şekilde (öldürme veya ciddi zarar verme gibi) yasak olan eylemi yapmış olmasına rağmen, suçu işleyenlerin saldırıların yaygın ve sistematik özellikleri ile ilgili bir grubu '' ortadan kaldırma '' niyetleri hakkında net ve belirgin bir tespit olmadığını not eder; bu tespiti soykırım niyeti olmadığının kanıtı olarak kabul eder.

 

Buna karşın soykırım söz konusu olduğunda, en azından suçu işleyenin hareketlerinin ayrım gözeten ve belli bir grubu ortadan kaldırma niyeti ile yapıldığının ispatı gerekir. Bu nedenle yaygın ve sistematik bir saldırı kapsamında işlenen kitlesel cinayetler insanlığa karşı işlenmiş bir suçu oluştururken, suçu işleyenin kısmen veya tamamen belli bir etnik, milli grubu, ırkı veya dini grubu bir şekilde öldürmeye, yok etmeye yönelik niyetleri üzerinde kanıtların olmaması halinde, bu durum soykırımın olarak ilan edilemez. Bu suç olsa, olsa, yaygın ve sistematik bir saldırı kapsamında işlenen cinayet kapsamındadır. İnsanlık suçu olarak bile kabul edilebilir ama soykırım olarak ilan edilemez.

 

Türk-Ermeni sorunları 1915 de aniden başlamış olaylar değildir. Daha öncesinde de yaşanan ciddi can kayıpları vardır. 1915 Tehcir uygulamasının, kendisinin soykırım olarak ilan edilmesi zaten mümkün olmadığından, kalkıp tehcirin soykırım amaçlı, yani bir grubun ortadan kaldırılması amacıyla yürürlüğe konduğu ve soykırım niyeti taşıdığı iddia etmek havada kalan bir iddiadır. Çünkü bugüne kadar da, tehcirin bu amaçla ve niyetle uygulamaya konulduğuna dair hiçbir kanıt ne olayların yaşandığı sıcak yıllarda, ne İstanbul'un işgal altında olduğu dönemde, ne de bugün arşivlerden bulunamamış, ortaya konamamıştır.

 

Yazımın başında söylediğimi tekrar etmek isterim. Soykırım suçunun oluşması için iki grubun olması, gerçek kişilerden oluşan bu guruplardan birinin, diğerini '' ortadan kaldırma '' niyeti ile eylem planlaması, uygulaması gerekir. Osmanlı'nın çöküşünün son dönemlerinde Osmanlı topraklarında yaşanan yoğun göç hareketleri, savaşlar, hastalıklar, anarşi, çeşitli etnik, dini kökenli başkaldırılar bu topraklar üzerinde çok büyük can kayıplarına, çok büyük acılara neden olmuştur. Tüm bu yaşananları bir grubun, diğer bir gruba uyguladığı '' ortadan kaldırma '' eylemi olarak görüp, karşılıklı soykırım suçlamaları yapmaya başlamanın sonu gelmez. Eski defterleri, tarihçilere açtırıp soykırım olup, olmadığı konusunda tarafların birbirini de ikna etmeleri de artık mümkün değildir.

 

Bana sorarsanız, yaşanan ciddi can kayıplarına rağmen, yaşanan olaylar soykırım olarak tanımlanamaz. Can kayıplarının hangi tarafta daha çok olduğu da, soykırım olduğunu göstermez. Mevcut uluslararası hukuksal çerçevede de, zaten bu olayların soykırım olarak tanımlanması mümkün değildir. Bugünlerde, birçok ülke parlamentosunda Ermenilere Osmanlı tarafından soykırım uygulandığı anlamına gelen kararlar ise, hukuki değil siyasidir. Ve konu gittikçe siyasallaşmaktadır.

 

Artık net olan iki şey vardır. Birincisi yukarıda kısaca belirtilen nedenlerle bu konulara uluslararası hukuk ve sözleşmeler çerçevesinde bir çözüm getirmek mümkün değildir. İkincisi tarihçiler de bir çözüm bulamaz bu konuda. Zaten tarihçiler ortaya koymadı mı yaşanan onca şeyi… Var mı bir mutabakat veya gelişme? Eski defterlerin karıştırılması sonucu, ulaşılan bir çözümün dünyada bir örneğinin olduğunu da sanmıyorum.

 

Bu konuda taraflar arasında artık, ancak ve ancak siyasi çözüm olabilir. Bu net olarak görülmeli ve bu yönde adım atılmalıdır. Siyasi çözümün ön şartı da, yaşananların ve hatıralarda kalan acıların üzerinden değil, bugün ve gelecek üzerinden politikalar üretmektir.