Bu yazının "Türkiye ve dünyada çevre değerlendirmesi" üzerine olması isteniyordu, ama ben sadece dünyadaki durumun küçük bir değerlendirmesini yapmaya çalışabilirim. Çünkü, karşımızdaki sorun zaten global – bütün dünyanın başı aynı anda belada yani. Belki de sorunun bir yönü de bu: Küresel sorunları milli sınırlar içinde ele alma alışkanlığımız.
Andrew Simms ile Joe Smith adlı iki uzman-aktivistin birlikte kaleme aldıkları çok taze bir yazıda, halihazırdaki "insanlık hali" şöyle değerlendiriliyor: "2008'de insanlık 23 Eylül günü küresel biyokapasitesini doldurdu." (Yani 'biyolojik istiap haddi'ni aştı.) "Bu tarih, insanlığın çevre kırmızı çizgisini ilk aştığı 1980'lerden bu yana dünyanın en erken "ekolojik borç günü" olarak kayda geçti. Ekonomik büyümeyi sırf büyüme olsun diye kovalıyoruz, ama bu zaten bütün bütüne sürdürülemez bir durumdu. Bu büyümeden asıl yararlanması gereken insanlara –yani en yoksul kesimlere– de 'pasta'dan gittikçe daha ince dilimler düşmekteydi. İşin asıl tuhaf tarafı şurada ki, dünya ekonomisinin işleyiş tarzından dolayı, küresel yoksullukta küçücük azaltımlar sağlamak için zenginlerin muazzam miktarlarda çevre yıkıcı aşırı tüketimde bulunmaları 'gerekiyor'du."
Burada büyük bir paradoks var aslında. Bir yandan çevre bilinci dünyanın dört bir yanında hızlı bir yükseliş gösteriyor, aktivistler her yerde giderek artan bir saygınlık kazanıyor. (Buna elbette Türkiye'deki tabandan yükselen hareketler dahil: Küresel Eylem Grubunun (KEG), Yeşiller partisinin, TEMA'nın, Doğa Derneği'nin, Munzurluların, Gemliklilerin, Yatağanlıların, Aliağalıların, Gerze, Sinopluların, Pazarcık, K.Maraşlıların, Kaz Dağlıların, Efemçukuru, İzmirlilerin, Hasankeyflilerin, Aliağa, İzmirlilerin, Sinopluların, Adapazarlı Feta'cıların, Doğu Karadenizlilerin, Antalyalıların, Bodrumluların, Son Kumsal'cıların, Maltepe Üniversitesi öğrencilerinin vb. Kömür yakan termik santrallara, kömüre, irili ufaklı HES'lere, büyük barajlara, nükleer santrallara, golf sahalarına, siyanürle altın çıkarmalara, golf sahalarına, kuraklığa, göllerin kuruyup gitmesine, taşocaklarına, çimento fabrikalarına, sahillerin doldurulmasına, 2 B ile ormanların tahribine, balık çiftlikleriyle kıyı sularının mahvedilmesine, aşırı balık avlamalara, İstanbul'a üçüncü köprü yapılmasına, Karadeniz çevreyoluna, plastik poşetlerin kullanılmasına azimle karşı çıkan, Kyoto'ya taraf olunması için rengârenk gösteri ve yürüyüşler, "uyuma grevleri", yapan, Meclis'e yüzbinlerce dilekçe gönderen çoğu genç sayısız insan...)
Öte yandan, canlılar âleminin kendisi inanılmaz bir hızla tepetaklak aşağı gidiyor. Öyle ki, gelecek kuşağa tamamen yanıp yıkılmış bir gezegen bırakmak için yapmamız gereken tek şey, şu an ne yapıyorsak tastamam onu yapmaya devam etmekten ibaret. Yani, yeryüzünün önde gelen çevre uzmanlarından Gus Speth'e göre, nüfus hiç artmasa, ekonomik büyüme de yüzde sıfır olsa dahi, atmosfere sera gazlarını boca etmeye, ekosistemleri aynen tahribe, çevreyi aynı miktarda zehirlemeye devam etmemiz halinde, 30-35 yıl, çocuklarımıza bir cehennem-gezegeni devretmek için yetecek... Çevremizi temiz tutmak için gösterdiğimiz bütün gayret, ekonomideki muazzam büyüme yüzünden ânında sıfırlanıyor. Bunun böyle gitmeyeceğini gösteren tek işaret bile yok. Speth'in tanımıyla, günümüz kapitalizmi bir "büyüme makinesi"nden ibaret. Dev şirketler –başta petrol, kömür ve enerji– de karşımıza muazzam birer küresel aktör halinde çıkıyor. Toplumun temel ekonomik aktörleri olmakla kalmıyor, en önemli siyasi aktörleri de oluyorlar. Kısa vadeli kârlarının azamileştirilmesinden ve büyümekten başka kaygıları yok. Çevreye veya insana ilişkin bir kaygıları olması gerekmiyor, hatta kanunen olmamasıda gerekiyor. Dolayısıyla, onu değiştirmediğimiz sürece bu sistem dünyayı mahvetmeye devam edecek. Biz de, içine düştüğümüz kişisel, ulusal, ekonomik, ekolojik krizlerden, gıda ve enerji krizlerinden asla kurtulamayacağımız gibi, daha da derinlerine doğru pupa yelken gidecekmişiz gibi görünüyor...
Meselenin oldukça iyi bir özetini Latin Amerika'da seçimle iktidara gelen yoksul yerlilerin ilki olan Bolivya Başkanı Evo Morales yeni bir makalesinde şu satırlarla ortaya koyuyor: "Herşey 1750'de endüstri devrimiyle başladı ve bu da kapitalist sistemi yarattı. İki buçuk yüzyıl içinde, 'gelişmiş' denen ülkeler, beş milyon yüzyıl içinde yaratılmış olan fosil yakıtların büyük bölümünü yaktılar..." Eski bir koka işçisi olan, dünyaya da elbette kızılderililerin bakışı ile bakan Morales'e göre, kapitalist mantık büyük bir paradoks üretiyor: İklim değişikliği ile mücadele programlarından en fazla yarar sağlayanlar, çevrenin tahribine en ziyade katkıda bulunan sektörler oluyor. Bu da, çevreci yazar Monbiot'nun teşhisi ile "karbon sömürgeciliği"nin ta kendisi demek.
Geçen sene ile bu sene arasında "çevre bozulması" anlamında dünyayı geriye – hatta uçurumun kenarına– götürdüğü söylenebilecek iki büyük tespit oldu: Birincisi, NASA'dan James Hansen ve önde gelen 14 bilimci, ortak makalelerinde, aşılmaması gereken 450 ppm (milyonda parçacık) CO2 kırmızı çizgisinin, aslında 350 ppm olması gerektiğini ortaya koydular. Yani, bugünkü salımlarımızın sınırı çoktan aştığını, sınırı 1980'lerde (evet, gene aynı yıllarda!) ulaşılmış olan bu seviyeye geri çekmezsek, "devrilme noktası"nın aşılması yüzünden, insan medeniyetinin sona erebileceği yeni bir gezegene ulaşmamızın kuvvetle muhtemel olduğunu "kanıtladılar".
İkinci açıklama, enerjiye dayalı dünya medeniyetinin en güçlü sözcülerinden Uluslararası Enerji Ajansı'ndan geldi. Kuruluşun baş ekonomisti Fatih Birol, 2008 enerji raporunu açıklarken, dünya petrol üretiminin 2020'de tepe noktasına (peak) ulaşacağını ilan etti. Bu da, o tarihten sonra hızla inişe geçeceği anlamına geliyor. Ancak, insanlık zamanında üretim çeşitliliğine geçmezse, petrol arzının tepe noktasına çıkmasının ekonomik, sosyal ve siyasi maliyetlerinin "tarihte eşi görülmemiş boyutta" olacağını söyleyen Hirsh raporu da var. Şimdi, Birol'un tahmini doğruysa, 11 yılımız kalıyor hazırlanmak için. Ama eğer Hirsh raporu doğruysa, zaten treni kaçırdık, demektir... Bu durumda iki şıkkımız kalıyor: ya dağlara tepelere vuracağız, ya da ikinci rapor yanlış çıkar diye duaya başlayıp bir yandan da yakıt tasarrufu ve alternatif enerji devrimine girişeceğiz...
2008 Çevre raporumuzu Evo Morales'in şu sözleri ile tamamlayalım: "İnsanoğlu Dünyayı kurtarabilir; eğer, Rekabetin, kârın ve doğal kaynakları azgınca yağmalamanın yerine dayanışma, bütünselleşme ve uyum ilkelerini yeniden koymayı başarırsak."
Başarabilir miyiz? Bunu, 2009 sonundaki nihaî Kopenhag iklim buluşmasında çok daha net olarak görebileceğiz.
Bu yazı ilk olarak 26 Aralık 2008 tarihinde Yeni Aktüel dergisinin 181. özel sayısında yayımlanmıştır.