Dünya Radyo Günü vesilesiyle Doç. Dr. Fırat Tufan ile radyonun gerçeklerin duyurulmasındaki rolünü, topluluk radyosu kavramını ve topluluk radyolarının demokrasi ve iklim krizi mücadelelerindeki işlevini konuşuyoruz.
Ö. M: Evet. Merhabalar. Fırat Tufan ile yayındayız.
F. T: Herkese günaydın. 13 Şubat Dünya Radyo Günü ve böylesine önemli bir gün vesilesiyle burada olmak benim için çok anlamlı.
Ö. M: Bizim için de öyle, çok teşekkür ederiz konuk olmayı kabul ettiğin için. Bu yıl Dünya Radyo Günü teması -nihayet diyelim, bizim epeydir bastırdığımız bir konuydu- UNESCO tarafından Radyo ve İklim Değişikliği olarak belirlendi ve güzel de bir metin kaleme almışlar.
Her yıl, 2012'den beri, Dünya Radyo Günü seçildiğinden bu yana, radyolar her sene farklı bir tema etrafında destekleniyor. Bu yıl, bizim de neredeyse 30 yıldır üzerinde durduğumuz, yeryüzündeki tüm canlılar için en büyük tehlike olan iklim değişikliği konusunda, doğru bilgileri yayma ve bu mücadeleye katkı sağlama teması öne çıktı. Radyo ve İklim Değişikliği birleşmiş oldu. Biraz seni dinleyelim, bu konuda ne düşünüyorsun?
F. T: Program başladığından beri keyifle dinliyorum. Çok önemli noktalara değindiniz. Radyonun önemini bir kez daha hatırlamamız gereken bir gündeyiz. 2012’den beri her yıl farklı bir tema ile kutlanan Dünya Radyo Günü'nün, bu yıl iklim değişikliği gibi hayati bir konuyu ele alması ve bunu Açık Radyo'da konuşuyor olmamız büyük bir anlam taşıyor.
Açık Radyo, kurulduğu günden bu yana iklim krizini tüm yayınlarında önemseyen ve gündemde tutan bir kurum. Bugün, radyonun kültürel ve toplumsal etkisini, bu büyük kriz karşısında oynayabileceği rolü konuşmak için önemli bir fırsat. Dünya Radyo Günü, radyonun toplumu bilgilendirme ve birleştirme gücünü hatırlatan bir gün. Daha önceki temalardan biri de afetlerdi. Kriz zamanlarında radyonun, hızlı ve güvenilir bilgi aktarabilme kapasitesiyle ne kadar önemli bir rol üstlendiğini gördük.
Muhtemelen UNESCO, bugünü belirlerken radyonun demokratik toplumlar için taşıdığı önemi göz önünde bulundurdu. Radyo, ifade özgürlüğü ve bilgiye erişim hakkının teminatı olan güçlü bir iletişim aracı. Bu açıdan, iklim değişikliği gibi küresel bir krizi farklı perspektiflerden ele almak için önemli bir fırsat sundu.
Ö.M: UNESCO'nun metninde önemli bir noktanın altı çiziliyor: Radyo, özellikle uzak bölgelerdeki, denizaşırı topluluklara ve savunmasız insanlara ulaşmaya uygun, düşük maliyetli bir araç. Eğitim seviyesi ne olursa olsun, herkese kamusal tartışmalara katılım için bir platform sunuyor. Bu, çok önemli bir tespit.
Ayrıca, radyo acil durum iletişimi ve afet yardımında hayati bir rol oynuyor. 1999 depreminde bunu bizzat yaşadık. Deprem sonrası sersemliğin geçmesiyle birlikte, Açık Radyo Deprem İletişim Merkezi'ni kurduk ve 7 gün 24 saat yayın yaptık. Gönüllü arkadaşlarımız sahada çalışanların aktardığı bilgileri paylaştı. Benzer bir çabayı geçen yıl, 6 Şubat depremlerinde de göstermeye çalıştık. O günlerde, cep telefonlarının pillerinin tükendiği durumlarda radyonun nasıl hayati bir iletişim aracı olduğunu bir kez daha gördük.
F. T: Elektrik ve internet bağlantısının kesildiği afet anlarında insanların hemen radyoya yöneldiğine defalarca şahit olduk. Afrika'daki küçük köylerden Latin Amerika'daki topluluklara kadar, internet erişiminin düşük olduğu yerlerde radyo, ucuz ve güvenilir bir iletişim aracı olarak önemini koruyor.
Son yıllarda bilim iletişimi üzerine akademik çalışmaların arttığını görüyoruz. Radyo ve podcast, bu iletişim için güçlü araçlar sunuyor. Aslında bu, yeni bir durum değil. BBC'nin kuruluş yıllarından beri, bilimsel yayınları daha anlaşılır bir dille halka ulaştırmak için radyo kullanıldı. Günümüzde ise teknolojik olanaklar ve etkileşimli iletişim araçları sayesinde sesin samimiyetini ve etkisini yeniden keşfediyoruz.
Ö. M: Peki, temel kavramın kökeninde yatan bir başka konseptten bahsedelim: Topluluk Radyosu. Bu, senin üzerinde çalıştığın, kitap yazarak da ele aldığın bir konu. Topluluk Radyosu'nu nasıl tanımlayabiliriz? Bize biraz anlatır mısın?
F. T: Elbette. Topluluk Radyosu kavramı, 1960'lar ve 70'lere dayanıyor. 1970 yılında UNESCO'nun girişimiyle, çeşitli topluluk radyo yayıncıları birliklerinin bir araya gelmesi ve Amerika'da Topluluk Radyo Yayıncılar Birliği'nin kurulmasıyla bu isim daha net bir kimlik kazandı.
Tarihsel olarak, korsan radyolar, yerel radyolar ve denizaşırı yayın yapan radyolar, topluluk radyoculuğunun temelini oluşturdu. Yayıncılık dünyasında iki baskın model var: ticari yayıncılık ve kamu hizmeti yayıncılığı. Ticari yayıncılık, reklam gelirlerine dayalı olarak içerik üretirken, kamu hizmeti yayıncılığı daha çok devletin sesi olma işlevi görüyor. Ancak bu iki modelin dışında, ticari baskılardan uzak durmak ve ana akım medyada temsil edilmeyen toplulukların sesini duyurmak için Topluluk Radyosu modeli ortaya çıktı.
Topluluk Radyosu, ticari kaygı gütmeyen, demokratik değerlere önem veren ve toplumun farklı kesimlerini bir araya getiren bir iletişim aracıdır. Temsil edilmeyen grupların hikâyelerine yer verir, onları kendi sesleriyle anlatma fırsatı sunar. Türkiye'de bu anlamda özgür radyolar önemli bir rol üstleniyor. Reyting veya ticari kazanç kaygısıyla göz ardı edilen kritik meselelere değinerek demokrasiyi güçlendiriyorlar.
Radyo, başlangıçta yüksek kültür aracı olarak görülse de, Amerikan sisteminde zamanla ticari bir oyuncak haline geldi. Ancak dünyanın pek çok yerinde, bilgiye erişim ve doğru bilginin aktarımı konusunda yayınlarına devam eden ve demokrasiyi önemseyen topluluk radyoları var. Topluluk Radyosu, ticari veya kamu hizmeti yayıncılığından farklı olarak, üçüncü bir modeldir. Kamu hizmeti yayıncılığı yapmaz ama topluma hizmet eder ve bunu daha demokratik, katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirir.
Türkiye'de bu modelin en önemli örneklerinden biri, 1995'te kurulduğu günden bu yana Açık Radyo'dur. Topluma, çevreye ve demokrasiye duyarlılığıyla, topluluk radyosu anlayışının güçlü bir temsilcisidir.
Ö. M: Çok teşekkür ederiz bu değerlendirme için. Kitabında da bahsedilen ilginç bir deney vardı. Daha önce bazı programlarımızda da konuşmuştuk. Avustralya'da topluluk radyoları üzerine yapılan bir araştırmadan söz ediliyordu. Uzak toplulukları bir araya getirmede, dayanışma ruhu yaratmada ve demokrasi anlayışını genişletmede radyonun dönüştürücü rolü vurgulanmıştı. O araştırmadan biraz bahseder misin?
F. T: Seve seve. Yapılan araştırmalar, radyonun kitle iletişim araçları arasında en erken bireyselleşen mecra olduğunu gösteriyor. Radyo, yayıncıdan doğrudan bireye, tek bir dinleyiciye ulaşarak bu samimiyeti erken dönemlerde sağlamış bir iletişim aracı. 1940'lardan itibaren cihazların küçülmesi ve bireysel kullanıma uygun hale gelmesiyle, yalnızlığı gidermede önemli bir rol üstlenmiş.
Radyonun gücü, sağlık alanında hastane radyolarında denenmiştir. İngiltere başta olmak üzere pek çok ülkede, hastaların psikososyal iyileşme sürecine katkı sağlayan radyolar aktif olarak yayın yapıyor. Hapishane radyoları da benzer şekilde entegrasyon ve psikososyal iyileşme süreçlerinde etkili olmuştur. Ayrıca, çiftçilerin eğitimi için kurulan radyo istasyonları da var.
Avustralya'da yaptığım araştırmada, altı farklı şehirde topluluk radyolarını inceleme fırsatım oldu. Üniversitelerin desteğiyle bu radyoların bilim iletişimine nasıl katkı sunduğunu gözlemledim. Orada topluluk radyoları, üniversitelerle iş birliği yaparak ortak yayınlar yapıyor. Üniversiteler özgür düşüncenin merkezi olarak bilimi yayarken, radyo bu bilginin topluma ulaşmasında güçlü bir araç haline geliyor.
Bazı radyolar daha eğitsel içeriklere yoğunlaşırken, bazıları müzik veya farklı lisanslarla içerik üretiyor. Ancak ortak noktaları, bilginin güvenilirliğine ve erişilebilirliğine verdikleri önem. Özellikle günümüzde, dezenformasyon ve enformasyonun iç içe geçtiği bir ortamda, radyonun güvenilirliği daha da önem kazanıyor. Dinleyici için radyodan gelen ses, samimi ve güvenilir kabul ediliyor.
Ö. M: Tüm bu işlevlerine rağmen, Batı'da ciddi bir sağa kayış gözlemleniyor. Amerika'da bazı uzmanlar, sağcı bir darbe girişiminden bahsediyor. İngiltere'de, İşçi Partisi iktidarda olmasına rağmen benzer bir eğilim var. Avrupa'da Macaristan, Almanya, İtalya ve Fransa'da da sağa kayış dikkat çekiyor. İklim değişikliğiyle mücadele yerine yeni petrol kuyuları açma girişimlerini görüyoruz. Sence radyolar bu konuda yetersiz mi kalıyor?
Ö. Ö: Ben de bir soru eklemek isterim. İkinci Dünya Savaşı sırasında faşist işgallere karşı radyoların direnişte önemli bir rolü olmuştu. Az önce farklı topluluk radyolarından bahsettin; bunlar arasında özellikle korsan radyolar ilgimi çekti. Dönemin sansür politikalarına meydan okuyarak önemli bir görev üstlenmişlerdi. Bugün ana akım medyada güçlü bir sansür mekanizması var. Radyolar, görece daha az dikkat çekse de bu durumdan etkileniyor. Korsan radyoların önemini ve Türkiye'de RTÜK'ün radyolara yönelik uygulamalarını anlatabilir misin?
F. T: Elbette. 1945'ler radyonun altın çağıydı. Bugün sosyal medya ve internetin ön planda olduğu bir dönemdeyiz. Televizyon ve internetin yükselişiyle birlikte, radyo bir nebze iktidarların radarından çıktı ve kendi mecrasında yayınlarını sürdürebildi. Ancak dinleyici araştırmalarına baktığımızda, Türkiye'de radyo dinleme oranları Avrupa'ya kıyasla daha düşük ve hızla geriliyor.
Türkiye'de sözlü yayın yapan, gündemine önemli meseleleri alan radyo sayısı sınırlı. Bu durum demokrasi açısından önemli bir eksiklik. Topluluk radyosu kavramını konuşuyoruz ama Türkiye'deki yayıncılık yasalarında böyle bir tanım yok. Oysa bu radyoların desteklenmesi, demokrasinin güçlenmesi için teşvik edilmesi gerekiyor.
Amerika ve Avustralya'da topluluk radyoları çeşitli destekler alır. Avustralya'da bu radyolar verici kirasından muaf tutulur. Reklam alamazlar ama sponsorlukla ayakta kalırlar. Türkiye'de ise bunun tam tersi bir durum var. Desteklenmesi gereken radyolar, kapanma tehlikesiyle karşı karşıya.
Dünyada da durum pek iç açıcı değil. Trump'ın seçilmesi, sağ popülist hareketlere cesaret verdi. Sosyal medyanın, dezenformasyona açık yapısı nedeniyle bu hareketlerin önünü almak zorlaştı. Radyolar hâlâ belli bir kitle üzerinde etkili ama geniş kitlelere ulaşmak artık zor. Sosyal medya, bilgi manipülasyonu için daha elverişli bir araç haline geldi.
Bunca yıl emekle kazanılmış demokratik hakların bu kadar hızlı geriye gittiğini görmek üzücü. Topluluk radyoları, toplumun sesi olma görevlerini sürdürse de, dijital dünyada yayılan dezenformasyon dalgasıyla başa çıkmakta zorlanıyor.
Ö. M: Hüzün verici gerçekten. Süremiz azalırken ilginç bir soru daha sormak istiyorum. Topluluk radyolarının veya genel olarak karasal yayın yapan radyoların geçmişte ne kadar etkili olabildiğine dair dikkat çekici örnekler var. Mesela Orson Welles’in New Jersey’de büyük paniğe yol açan "Dünyalar Savaşı" yayını bunun en bilinen örneklerinden biri.
Ama bugün farklı bir bağlamda konuşulan başka bir hikaye var. Gazze'de etnik temizlik ve aşırı sağın yükselişi üzerine Tarık Ali ile yapılan bir söyleşide, Amy Goodman ilginç bir konuya değiniyor. Tarık Ali'ye soruyor: "Mick Jagger, Rolling Stones’un meşhur Street Fighting Man (Sokak Savaşçısı) şarkısını senin için mi yazdı?" diyor.
Tarık Ali de bunu doğruluyor. Hatta Jagger, şarkının sözlerini el yazısıyla yazıp kendisine vermiş ve "Bunu derginde yayımlar mısın?" demiş. Ancak BBC bu şarkıyı çalmayı reddetmiş. Tarık Ali, kendi dergisi New Left Review'da bu notu yayımlamış.
Ö. Ö: Evet, ben de Amy Goodman’ın bu röportajından öğrenmiştim. Araştırdım ve gördüm ki sadece BBC değil, Chicago'daki bazı radyo istasyonları ve Amerika’daki yerel radyolar da şarkıyı çalmamış.
Ö. M: Çok ilginç bir hikâye. Bu kadar zamandır bu işlerle ilgilenmeme rağmen bilmiyordum. Tarık Ali, o dönemde radikal siyaset ve kültürün iç içe geçtiğini ve birbirlerini beslediğini söylüyor. Günümüzde bu etkileşimin eksikliğinden yakınıyor. Birazdan belki şarkıyı çalarız. Ne düşünüyorsun bu konuda?
F. T: Yani her iletişim aracının kendine has bir kitlesi ve bir etkileme gücü var. Radyoda biraz sanki şimşeğe dönüyor gibi. Yani kendi filtre balonun içerisine hapsolmuş işte o. Özellikle yüksek kültüre hitap eden ve orada kendi gücünü koruyan ama çoğunluğun bambaşka bir yöne yöneldiği ve oraları kalabalık edip oraları kullanarak bir şeyleri bozduğu bir sürecin içerisindeyiz. Eğer kitle iletişim araçları üzerinden konuşuyorsak, radyonun özel konumunun etkisini yeniden kazanması belki önemli. Burada da eğitim yani toplumların eğitim seviyesinin düşüşü ya da yükselişi ile paralel giden bir süreç biraz da. Yani kitle iletişim aracı olarak, McLuhan'ın söylediği gibi ileti araçtır. Araç ileti. Evet, ileti orada ileti yerinde duruyor, söylenmesi gerekeni söylüyor. Ama başka iletilerle birlikte bugüne kadar kurulmuş olan o sistem bozulmaya başlıyor.
Ö. M: Çok teşekkür ederiz. Harika bir sohbetti. Bitirirken de Street Fighter Man çalalım.