Ufuk Turu’nda Ahmet İnsel, 18. Dinleyici Destek Haftası’na özel bir yayın gerçekleştirdi, radyoya giriş hikâyesini aktardı.
Ahmet İnsel: Çok mutlulukla, hevesle hâlâ her hafta devam ettiğim Ömer’le, şimdi Özdeş’le beraber yaptığım bu program salı günleri. Biraz evvel ne zaman başladım diye hatırlamaya çalışıyordum, Açık Radyo’nun canlı hafızası Didem Gençtürk mesaj yolladı, 29 Nisan 2003’te bu programı yapmaya başlamışım Şahin Alpay’ın yerine. Yanılmıyorsam Ömer, sen bana önermiştin. 18 yıl olmuş.
Ömer Madra: Üçüncü Göz programını yapıyordu Şahin Alpay ama “bırakacağım” dedi, “yahu ben ne yapacağım?” Şahin de dedi ki “Ahmet İnsel’i al, en iyisi odur” dedi.
Aİ: En iyisini bilmiyorum ama en azından Şahin’in bıraktığı bayrağı devraldım. Ona da buradan bir selam edelim. 18 yıl olmuş ve yanılmıyorsam hemen hemen hiç ara vermedik, birkaç kere hastalık veya başka engeller nedeniyle olmuştur. Önceleri cuma idi sonra salıya aldık yanılmıyorsam.
ÖM: Ben de öyle hatırlıyorum evet.
Aİ: Öyle bir küçük değişiklik olmuştu. Evet. Açık Radyo’nun felsefesi nedir derseniz, orada en önemlisi, özgürlük, serbest düşünce, yaratıcılık falan bütün bunların ötesinde bir ortaklık olarak tanımlarım, yani bir müştereklik olarak tanımlarım. Çalışanlarıyla, dışarıdan benim gibi katkı sunanlarıyla ve bunu mali olarak destekleyen geniş bir dinleyici kitlesiyle bir müştereklik alanı, bir dayanışma ve ortaklık alanı. Bunu ta başından itibaren bu radyo fikrinin ortaya çıktığı 1996 –yanılmıyorsam- tarihinden itibaren bu fikir giderek canlanarak, giderek güçlenerek, pratiklerini genişleterek, bu dinleyici destek programını ihdas ederek -önceden yoktu biliyorsunuz böyle bir program- dinleyicilerinin desteğini alarak devam etti. Dolayısıyla bu dinleyici programıyla, destek programıyla beraber bunu somutlaştıran tanıdığım ender toplumsal girişimlerden bir tanesi. Bu girişimi ben şöyle bir başka bir girişimle güçlendirmek, zenginleştirmek istiyorum. Ömer, yanılmıyorsam 2013’teki bir programımızda size Açık Radyo programında sabah bahsetmiştim, 2013’te Fransa’da 64 düşünce insanı ortak bir metin hazırladık yayınlamıştık. Fransızca adı Manifeste Convivialiste, Konvivialist manifesto. Convivilaisme’i Türkçeye çevirmek zor, zamanında, o zaman da tartışmıştık hatırlarsan bu kelimeyi bir fikir olarak, felsefe olarak dünyada öne çıkartan kışı Ivan Ilyiç’tir ve Ivan Ilyiç’in kitabı, ‘Şenlikli Toplum’ diye Türkçeye çevrilmişti Ayrıntı Yayınları’ndan. Güzel bir çeviri ‘Şenlikli Toplum’ tabiri, güzel bir tabir ama convivial kelimesi şenlik ötesinde bir fikri aslında ifade ediyor, şenliği de içeriyor. O kelimenin ilk Latince çıkışı bir masa etrafından toplanıp, beraber olmak, yemek yemek ve onu paylaşmak. Bu şenliğin biraz daha ötesinde bir toplumsal anlamı olması gerektiğini düşündüğüm için ben bu manifestonun Türkçesinin ‘müşterek yaşam manifestosu’ olması gerektiğini düşünüyorum. Zaten bu manifesto metninde de konvivializmi bir birlikte yaşama sanatı felsefesi olarak tanımlamıştık. O yüzden bunu ‘müşterek yaşam manifestosu’ olarak tanımlıyorum ve müşterek yaşam manifestosunun alt başlığında da, biraz göz kırpma babında, “birbirine bağımlılık deklarasyonu” ifadesi yer alıyor. Hani herkes her zaman bağımsızlık deklarasyonu ilan eder ya ülkeler falan ama insanların bağımsızlık deklarasyonu ilan etmesi neredeyse neoliberalizmin en uç noktası olacak, herkesten bağımsız birey. Biz tersine birbirimize bağımlıyız, ‘birbirine bağımlılık deklerasyonu’ adını vermiştik bu manifestoya. Bu manifesto 4 temel ilke üzerine kurulu. Birincisi ortak insanlık ilkesi, ikincisi ortak toplumsallık ilkesi, üçüncüsü meşru bireylik veya bireysellik ilkesi, dördüncüsü de yaratıcı muhalefet ve çoğulculuk. Bu 4 ilkeye baktığımızda aslında modern dünyanın 4 ana siyasi düşüncesinin taşıyıcı özelliklerinden birini benimsiyor, her birinden birer özellik alıyor. Bir kere bu ortak insanlık ilkesinin komünizmle, komünizm fikriyle bir bağlantısı var. Bütün dünya insanları kardeştirler fikri, insanlık çeşitli alt insanlık gruplarından oluşmaz, bir tek insanlık vardır, birçok çeşit insan vardır, birçok çeşit kültür vardır ama bir tek insanlık vardır, demek. İkincisi, ortak toplumsallık ilkesi, bu sosyalizmin, sosyalizm fikriyatının ana kavramıdır ve arkasında da ortak toplumsallık da bunun temelinde eşitlik olmalıdır, eşitlik ilkesi olmalıdır fikri. Üçüncüsü meşru bireysellik ilkesi, bu bireysellik ilkesi aynı zamanda anarşizmin, anarşist felsefenin ana temasıdır biliyorsunuz. İnsanların toplumsallık içinde bireylikleri meşrudur ilkesi. Sonuncusu da yaratıcı muhalefet veya çoğulluk ilkesi ki burada ilk dönem liberalizmin, siyasal liberalizmin bir temel ilkesini görüyoruz. Yani alanlar aynı zamanda ayrılmalıdır, yasama, yürütme, yargı ayrılmalıdır, iktisat, siyaset, ideoloji ayrı alanlardır, birbirleriyle etkileşim içindedirler ama ayrı alanlardır ve bilgi, iktidar ve mülkiyet ayrılmalıdır. Yani ne bilginin iktidarı mutlak olmalıdır, ne iktidarın bilgi üzerinde hükmü olmalıdır ve mülkiyet de bilgi ve iktidara şekil vermemelidir. Bu üçünün ayrılması üzerine dayalı bir çoğulluk ve yaratıcı muhalefet ilkesi. 2013’te yayınladığımız bu manifestodan sonra, 2020’de bunu uluslararası plana açmaya karar verdik ve 250 kişinin, uluslararası tanınmışlığı olan 250 kişinin imzaladığı ikinci Konvivialist manifesto, yani ikinci birlikte yaşam manifestosunu yayınladık ve buraya bir beşinci ilke ilave ettik. O da hubris’e karşı yani sınırsızlığa karşı olma ilkesi.
ÖM: Kibre karşı değil mi?
Aİ: Kibre karşı ama sınırsızlık anlamında yani hem kibir ama aynı zamanda sınırsızlık anlamında kibir ve bu beşinci ilke etrafında getirdiğimiz şey, bir ortak doğanın kabulü ve sınırsızlığa karşı olma ilkesi. Bir kategorik engel olarak bunu gündeme getirmek. İşte zannediyorum bu birlikte yaşam manifestosu doğrusu Türkçeye de çevrildi ama bir türlü elim Türkiye’nin bu ortamında bu manifestoyu basmaya elvermedi. Birbirine düşman, birbirinden nefret eden, birbirini iç düşman olarak görenlerin var olduğu bir toplumda ‘yahu şimdi bu biraz naif kaçacak, akvaryum balığı konumuna mı gelecek?’ diye düşündüm, engel oldum ama zannediyorum bu ikinci manifestoya bu sefer ‘Postneoliberal, neoliberal sonrası bir toplumu düşünmek için’ alt başlığını koyduk. Artık neoliberal sonrası toplumun düşünülmesi ve yavaş yavaş gündeme, hayatımıza somut olarak geçirilmesinin zamanı da geldi, geçiyor gibi geliyor bana. Dolayısıyla bu ikinci birlikte yaşam manifestosunu aynı zamanda Açık Radyo’nun bir simgesi olarak öneriyorum.
ÖM: Evet. Bunları internet sitemizde de bu söylediklerinizi bir kere bugünkü konuşmamızı olduğu gibi geçiririz. Ayrıca da o metinlerin tam halini gönderirsen koyarız da olduğu gibi Açık Radyo sitesine. Çok da iyi olur, tam zamanıdır bana sorarsan!
Aİ: Evet şimdi Açık Radyo’nun 18. Dinleyici Destek Programı’na hoş geldiniz! Müşterek yaşam radyosu olarak Açık Radyo’yu tanımlayayım şimdi ve müşterek yaşam radyosu olarak Açık Radyo’ya desteklerinizi bekliyoruz. Bu destek programında benim bölümümü kapatmadan önce bir şarkıyla bitirmek istiyorum ama bu şarkıya hemen geçmeden biraz anlatmak istiyorum. Çünkü bu hafta, yani 21 Mayıs haftası, 21 Mayıs’tan 28 Mayıs’a devam eden hafta bundan tam 150 yıl önce Paris’te, Paris komününün kanla bastırıldığı son hafta oldu. O yüzden bu Fransız sosyal tarihinde ‘kanlı hafta’ olarak bilinir. 21 Mayıs’tan itibaren Versay güçleri, muhafazakâr reaksiyoner Versay güçleri Paris’in batısından başlamak üzere yavaş yavaş şehre girdiler. Bir hafta süren çatışmalar sonunda komün güçleri en son Paris’in kuzey doğu bölgesine çekildiler ve 27 Mayıs günü ünlü Père Lachaise mezarlığında bir duvar önünde, yanılmıyorsam 170 civarında komüncü kurşuna dizildi ve son barikat 28 Mayıs’ta Paris’in 11. mahallesinde bir sokakta düştü. Bu 27 Mayıs’ta komüncülerin kurşuna dizildiği mezarlık duvarı bugün komünün anma duvarıdır. 28 Mayıs’ta komünü anmak için bütün anma örgütleri orada toplanırlar. ‘Federe duvarı’ adı verilir buraya. Bu 28 Mayıs’tan sonra ortaya çıkan bilançoda 20 bin civarında kişinin komün direnişi sırasında, komün savaşlarında ve daha sonra kurşuna dizilerek öldürüldüğü tahmin ediliyor. Tam sayı hâlâ belli değil ve bu komün sonrasında Jean Baptiste Clément’nın yazdığı bir şarkı var, adı elbette ‘Kanlı hafta’ ve bu kanlı haftayı biraz sonra size çok sevdiğim bir Belçikalı üçlü grubun yorumuyla dinleteceğiz. Yaya Bossa adını taşıyan bu grup Caroline Tellier, Maya De Waele ve Jeremy Van Mol’den oluşuyor. Çok çok güzel bir yorum getirmişler 3 genç sanatçı bu ‘Kanlı hafta’ şarkısı için. ‘Kanlı hafta’ şarkısının da kısaca sözlerinin bir kısmını en azından söyleyeyim, şöyle başlar şarkı “İspiyoncular ve jandarmalar dışında sokakta sadece gözü yaşlılar, dullar ve yetimler var. Paris’ten sefalet akıyor, mutlu olanlar bile titriyorlar. Şimdi moda savaş konseyi ve kaldırım taşları hâlâ kanlı” ve ondan sonra nakarat geliyor, o ünlü nakaratı dinleyeceksiniz “evet ama alttan bir şeyler çalışıyor, kötü günler sona erecek ve bütün yoksullar işe kalkışınca o zaman bunun rövanşından korkun” Evet ‘Kanlı hafta’.
ÖM: Evet ben de şeyi hatırlatayım, Doğan Çetinkaya’yla birlikte yeni bir programa başladık, tam da o 150. yıldönümünde Paris Komününün ve bu cuma da ikinci 15 günde bir ikinci programında yer alacak. Bunu bir kez de orada çalma fırsatımız olabilir, onun girişinde de, yeni 18.yıllık programcılığında sana DJ’lik de kazandırmış oluyoruz!
Aİ: Açık Radyo’da her şey mümkün!
ÖM: Açık Radyo’da her şey mümkün! Çok teşekkür Ahmet.
Aİ: İyi günler herkese!
ÖM: Görüşmek üzere.