Yazarların gündüz düşlerine ve bu düşlerden yarattıkları kahramanlara baktığımız bu programda Murat Gülsoy, Edgar Allen Poe ve Oscar Wilde’dan söz ediyoruz.
“Şu sanatçı denen acayip kişinin, ...konularını nereden aldığını, bu konularla bizi etkileyip duygulandırmanın nasıl üstesinden geldiğini bilme isteğiyle, biz sanatçı olmayan kişiler hep yanıp tutuşmuşuzdur.”
Freud, ‘Yaratıcı Yazarlar ve Gündüz Düşleri’ denemesine böyle başlıyor. Sanat Uzun İlham Sonsuz’un peşine düştüğü merak konularından biri de bu “ilham sonsuz, ama nereden geliyor” konusu. Birçok sanatçının birçok eserine bakıp bu ilhama dair ipuçlarını arıyor, yorumlamaya çalışıyoruz.
Murat Gülsoy da ‘Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık’ adlı kitabında, benzeri bir hikayeyi anlatıyor, Nabokov üzerinden: “Nabokov, Lolita’ya gelen eleştirileri tartıştığı bir yazıda, romanın nasıl doğduğunu anlatır: Gazetede bir haber okur. Fransa’da doğa bilimleri müzesindeki araştırmacılar bir maymunu resim çizmeye zorlamışlardır. Maymun, eline tutuşturulmuş kömür parçasıyla, kafesin parmaklıklarını resmetmiştir ilk olarak. Bunu okuduğumda, der Nabokov, Lolita romanının hikayesi düştü aklıma... Romana kaynaklık eden gazete haberiyle hikaye arasında doğrudan bir ilişki kurmak güç, değil mi?”
“Sanatçılar da gündüz düşleri gören kişilerdir, yarattıkları eserler de işte bu gündüz düşlerdir” diyor Freud. Freud’a göre, bu sanatçıların yarattığı edebiyat eserlerinde ortak bir özellik vardır: Kahramanlar... Bu eserlerde mutlaka bir kahraman vardır. Bu kahramana sempati duyulması sağlanır. Bu kahramana bir şey olmaz, kahraman ölmez. “İşte bu yaralanmazlık özelliğidir ki,”
diyor Freud, “Ben Hazretleri ile, yani tüm romanlar gibi gündüzdüşlerinin kahramanıyla karşılaştığımızın göstergesidir.”
Bugün 88 yaşında olan bilimkurgu yazarı Ursula Le Guin de, insanın içindeki iyi ve kötü taraflara dikkat çekiyor. 2003’te ‘Bilimkurgunun Büyük Ustası’ (Grandmaster of Science Fiction) unvanını alan Ursula Le Guin, ‘Çocuk ve Gölge’ adlı denemesinde her insandaki çift kalpliliği ele alıyor ve “her insanın bir de karanlık tarafı vardır, bunu inkâr etmemesi gerekir” diyor ve ekliyor:
“Yaratıcı yazarlar, karanlık yanlarını simgeleyen gölgelerini de yanlarında taşımalıdırlar”
diyor.
Karanlık yanlar derken Le Guin, törpüleyemediğimiz hırslarımız, kıskançlıklarımız, intikam isteğimiz, akıl almaz şeyler yapabileceğimiz durumları kast ediyor.
Karanlık yanıyla barışık yazarlardan biri de Edgar Allen Poe. Eleonara öyküsünde gündüz düşleri kuranlardan şöyle bahsediyor, Freud’dan yaklaşık seksen yıl önce:
“İnsanlar bana deli dediler, ama deliliğin ileri düzeyde zekâ olup olmadığı, fevkalade olan şeylerin çoğunun, derin olan her şeyin düşünce sayrılığından, genel aklın zararına yüceltilen ruh hallerinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı sorunu henüz çözümlenmiş değil. Gündüz düş görenler, sadece geceleri düş görenlerin ıskaladığı birçok şeyi bilirler.”
Oscar Wilde da karanlık yanını kendi yanında taşıyan yazarlardan.
“İnsanın kötü huylarıyla erdemleri, sanatçı için bir sanat hammaddesidir”
diyor.
Öyküler, masallar, şiirler, allegoriler, oyunlar yazan Oscar Wilde’ın tek romanı Dorian Gray’in Portresi.
Bir mektupta Oscar Wilde, romanın karakterlerinin kendisini yansıttığını belirtiyor ve gündüzdüşlerinden kurduğu dünyasını çok güzel anlatıyor: “Basil Hallward kendi hakkımda düşündüklerim. Lord Henry dünyanın hakkımda düşündükleri. Dorian -belki başka yaşlarda- olmak istediğim.” Dorian Gray’in ikili hayatı kadar Oscar Wilde da eserlerinde kendisine ikinci bir kimlik, ikinci bir düya yaratmış olabilir.
İnsanın içindeki iyi ve kötüyü birlikte ortaya koyan en önemli romanlardan biri de Rober Louis Stevenson’ın Dr. Jekyll ve Mr. Hyde romanı.
Gündüz düşlerinin yaratıcılıktaki öneminden ve ilham kaynağı oluşundan bahsettiğimiz programın sonunda yine Ursula Le Guin’i andık. Le Guin kendi anladığı hayal gücünün tanımını şöyle yapar:
“Hem entelektüel hem de duyumsal anlamda, zihnin özgürce oyun oynamasıdır hayal gücü.”