Muzaffer’in Ölüm Uykusu

Sakat Muhabbet
-
Aa
+
a
a
a

Alper Tolga Akkuş Sakat Muhabbet'te, cam kemik hastalığı olan yazar, sinema eleştirmeni ve Adana Büyükşehir Belediyesi İnsan Kaynakları Bölümü’nde görev yapan Zekeriya Ünal’ı konuk ediyor.

""
Muzaffer’in Ölüm Uykusu
 

Muzaffer’in Ölüm Uykusu

podcast servisi: iTunes / RSS

Alper Tolga Akkuş: Merhaba. Açık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e, sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoş geldiniz. Ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 13 Aralık 2023 Çarşamba. Bu hafta programımızı destekleyen Zeynep Talay'a teşekkür ediyorum. Ama tabi Sakat Muhabbet’in bu yayın döneminde günü ve saati değişti. Nisa Halfon idi eski gün ve tarihimizde olsaydık destek verecek kişi. Zeynep Talay ve Nisa Halfon’a teşekkür ediyorum ben. Bu hafta Sayın Zekeriya Ünal benim konuğum. Zekeriya Bey, hoş geldiniz Sakat Muhabbet’e. Nasılsınız, iyi misiniz?

Zekeriya Ünal: Merhaba. İyiyim, teşekkür ederim. Siz nasılsınız?

A.T.A: Ben de iyiyim, çok sağolun. Siz tabi benim izlediğim kadarıyla yani Adana'da çok tanınan bir simasınız. Belki Adana dışında da bu tanınırlık vardır, ben öyle gözlemliyorum, öyle söyleyeyim. Öncelikle Zekeriya Ünal'ın kim olduğunu Açık Radyo dinleyicilerine tanıtalım istiyorum. Sakatlığınızı da belirterek Zekeriya Ünal kimdir, ne yapmıştır bugüne kadar özetleyelim isterseniz.

Z.Ü.: Ocak 1988 doğumluyum. 35 yaşındayım. Osteogenesis imperfecta yani Türkiye’de cam kemik hastalığı olarak geçen bir hastalıkla doğdum. Bu hastalığa sahip olan insanların kemikleri gelişemiyor ve vücutları da gelişemiyor tabi. Kemikler çok kolay kırılmaya müsait hale geliyor. Tabii benim annem ve babamın, benim doğduğum yıllarda bu hastalığı önceden anne karnında teşhis etmesinin bir yolu yoktu. Dolayısıyla bir sürprizle karşılaştılar. Çocukluğumun büyük kısmı kırıklar, kaynayan kemiklerle geçti ve bu dönemde ben de kitap okumayla tanıştım. Yaşıtlarım gibi koşup oynayamıyordum sokaklarda ve ben de kitap okumayla tanıştım. Örgün eğitim alamadım, hep açıktan bitirdim. Lise mezunuyum ve okuma bir yere kadar geldikten sonra artık ben de, bir şeyler yazmalıyım, yazabilmeliyim; ürettiklerimin, tükettiklerimin yanında ben de bir şeyler üretebilmeliyim diye düşündüm.

Bu sırada iş hayatım başladı, gelişti. Şu an Adana Büyükşehir Belediyesi'nde İnsan Kaynakları biriminde çalışıyorum. Oradaki daire başkanlarıma, şube müdürlerime de buradan selamlarımı göndereyim. Bir yandan çalışıyorum; bir yandan öyküler, denemeler, düz yazılar yazmaya devam ediyorum. Sinemayı çok seviyorum, edebiyatı çok seviyorum ve bu şekilde hayatım devam ediyor.

Yani, evet, sahip olduğum engel zor ama aslında zor olan bu hastalık değil; aslında zor olan bu hastalığa karşı, engelli olma haline karşı bazı insanların gösterdikleri tutum. İnsanların kafalarındaki ön yargıları kırabilmek aslında zor olan. Yoksa bir şekilde hastalığınıza alışıyorsunuz ve bununla yaşamaya başlıyorsunuz. Kendinizi incitmeyecek, yormayacak, hasta etmeyecek bir şekilde yaşamaya alışıyorsunuz. Yani insan engeli olmasa siz aslında kendi engeliniz ile barışık bir şekilde yaşıyorsunuz. Varlığımla, söylediklerimle, konuştuklarımla, yazdıklarımla elimden geldiği kadar insanların kafalarındaki tabuları yıkmaya çalışıyorum. Varoluşumla bunu yapmaya çalışıyorum. Yavaş yavaş başarıyorum gibi çünkü en büyük sakatlık, en büyük engel aslında zihinlerde. Bu şekilde bir insanım.

A.T.A.: Zihinlerde deyince, zihinsel engellileri kast ettiğimiz sanılmasın çünkü öyle de algılanabilir. Yani aslında sosyal model vardır sakatlık modellerinde. Sosyal modelde sakatların yaşadığı sıkıntı, kendi bedenlerinin eksikliği değil, toplumun ona karşı hareketinin eksikliği diye özetleyebilirim. Siz de zihin derken onu kastediyorsunuz değil mi? Onu da açalım da yanlış anlaşılma olmasın.

Z.Ü.: Kesinlikle öyle.



3 Aralık Dünya Sakatlar Günü

A.T.A.:
Şimdi sizin son kitabınız çıktı; Muzaffer'in Ölüm Uykusu. Bana da gönderdiniz, çok sağolun. Ben Altın Koza’da sizi konuk etmek istemiştim. Orada denk olmamıştı ama siz geçen hafta bana yazdınız. Herkese de açık bir program Sakat Muhabbet. Adı üstünde, tüm sakatlara da açık. Şimdi kitabı, ikinci bölümde konuşalım yani müzik sonrasında. 3 Aralık’ı yeni geçtik Zekeriya Bey. Siz de biraz bahsettiniz aslında sıkıntılardan. 3 Aralık Dünya Sakatlar Günü sizin için ne ifade ediyor? O gün, bu sene özelinde neler yaptınız, nelerle karşılaştınız? Bir gün düşünülüp geri kalan tüm günlerde unutulmak gibi bir sıkıntısı da var bu durumun. Ne söylemek istersiniz bu konu hakkında?

Z.Ü.: Yani maalesef Dünya Engelliler Günü ve engellilik ile mücadele maalesef ülkemizde hak temelli olarak yapılmıyor. Engelli insanlara karşı bir lütuf, bir hediye, bir nimet şeklinde lanse edilmeye çalışılıyor yapılan bazı şeyler. Ben diyorum ki, bu meseleyi hak temelli oturtmadığımız sürece hiçbir şey bitmiş değil yani bu temel bir insan hakkı aslında bizim istediğimiz şey ve bu, bize normal olan şey, bizim de engelli engelsiz tüm farklılıkları aynı şekilde eşit bir şekilde yaşayabilmesi zaten önemli olan şey. Fakat mesela birkaç gün önce, Dünya Engelliler Günü'nde bir manzarayla karşılaştım. İsmini vermek istemediğim Adana'daki bir ilçe belediyesi, ismini vermek istemediğim bir yerel dergiyle beraber, ‘Hadi Zihinsel Engellilerle Dans Edelim, Zihinsel Engellileri Eğlendirelim’ şeklinde bir etkinlik düzenlemişler. Engellileri eğlendirmek, engellilere yemek yedirmek ya da engellilere tekerlekli sandalye vermek hiç bir şeyin çözümü değil aslında. Çözüm çok daha kökten. Öncelikle zihinlerde çözümün başlaması gerekiyor yani bir insanın temel hak ve özgürlükleri olduğunun anlaşılması gerekiyor. ‘Biz engelliler için şunu yapıyoruz’ demek yerine, ‘hep birlikte, eşit bir şekilde yaşayabilmemiz için şunları yapıyoruz’ demek çok daha mantıklı olur.

A.T.A.: Sinemaya gelelim. Sinemayı çok sevdiğinizi biliyorum. Sinema konusunda hemen şu anda bile gözünüz parladı sinema der demez ben. Altın Koza’da beraber bir sürü film seyrettik. Sinemaya dair, sinemayla ilgili neler yaptınız? Sinema sizin için ne ifade ediyor?

Sinema, Çocukluk, Zorro


Z.Ü.: Ben sinemayı hayatın bir aynası gibi görüyorum. Ama bir noktada hayattan yani gerçeklikten kaçış için de çok güzel bir malzeme. Evet, aksiyon filmleri, fantastik filmler, insanı heyecanlandırmak için bunlar olmalı ama ben sanat filmlerini de çok seviyorum. Beni düşündüren ve izledikten sonra gece uykumu kaçıran filmleri de çok seviyorum. Festivalleri mümkün olduğunca takip etmeye çalışıyorum. Filmleri mümkün olduğunca takip etmeye çalışıyorum. Çok sevdiğim yönetmenler var, Alejandro González Iñárritu ve Darren Aronofsky gibi. Daha pek çok isim sayabilirim ama şu anda aklıma gelenler bunlar. İnsanı tokatlayıp kendine getirme yönünü seviyorum sinemanın diyebilirim. Kendimi en çok özgür hissettiğim yerlerden biridir sinema. Mesela çocukluğumda izlediğim ilk filmlerden biri Zorro’ydu, Antonio Banderas’ın Zorro’su ve orada çok heyecanlandığımı hatırlıyorum, çok büyülü bir şey gördüğümü hatırlıyorum. Hayatımdaki en büyük heyecanlardan biriydi. O heyecanım hala içimde. Her sinema salonuna girdiğimde de şu anda kıpırdanmaya devam ediyor, kıpraşıyor. İyi ki sinema var.

A.T.A.: Bu duygunuzu paylaşıyorum. Biz bu bölümü Perşembe günü kaydediyoruz. Çarşambaları da Adana ve Mersin’de Başka Sinema Günü var. Zeki Demirkubuz'un Hayatadlı filminidün izleyebildiniz mi? Ben çok beğendim, izledim.

Z.Ü.: Öyle mi? Yok, ben izlemedim. 15 Aralık'ta vizyona gelecek.

A.T.A.: Ben çok beğendim. İyi ki Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu var. Daha pek çok isim sayarız. Sinema iyi ki var hayatımızda, iyi ki olmaya da devam edecek diyorum.


Z.Ü.: Kesinlikle, iyi ki bu insanlar var. Friedrich Nietzsche’nin biz sözü var; Sanat sayesinde gerçekler yüzünden ölmüyoruz.

A.T.A: Şimdi ortalara bir yere geldik programda Zekeriya Bey. Bir müzik seçtiniz mi? Kimden ne dinleyelim Açık Radyo dinleyicileri için?

Z.Ü.: Mor ve Ötesi’nden ‘Bir Derdim Var.’ Çünkü hepimizin bir derdi var.



A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Konuğumuz Zekeriya Ünal. Yazar, sinema eleştirmeni diyebilirim kendisi için. Aynı zamanda da bir sinema sempatizanı. Cam kemik hastası olduğunu söylemişti. O hastalık nedir diye sormuyorum size çünkü iki bölüm önce Elif Gamze Bozo ile onu konuştuk. Hatta Elif Gamze Bozo da tanıyormuş sizi, selam gönderdi. Bugün aslında biz Muzaffer’in Ölüm Uykusu öykü kitabını konuşacağız. Orada, tanıtımınızda, ‘on milyonda bir görülen bir hastalık’ diyorsunuz cam kemik hastalığına. Ben Elif ile de konuştum bunu. On milyonda bir ise, Türkiye'de de on kişide var diyebiliriz, kabaca söylüyorum. Sizi ve Elif'i tanıyorum, entelektüel birikiminizi biliyorum. Cam kemik hastalarının beyinsel faaliyetleri gelişkin mi oluyor? Böyle bir soru bende uyandı en azından. Böyle bir gerçeklik var mıdır?

Zekeriya Ünal ve öykü kitabı "Muzaffer'in Ölüm Uykusu"

Cam Kemik Hastalarının Entelektüel Gelişimi

Z.Ü.: Yani evet. Bebeklerin büyüyünce, biliyorsunuz, ‘bıngıldak’ derler eskilerimiz, böyle bir bölge var, kapanıyor ve o kapandığı zaman beyinsel gelişim belli bir yerde duruyor. Mesela bende o bıngıldak denen bölge çok geç kapanmış. Tabi fiziksel efor çok az, minimumda da olunca biriken tüm enerjiyi tekraren beynime aktarabilmek, beyne yol verebilmek ve hem o enerjinin etkisiyle hem de okuduklarımın, izlediklerimin etkisiyle bir müddet sonra kendinize bir hayal dünyası kuruyorsunuz. İçinde yaşadığınız bir hayal dünyası oluşturuyorsunuz. Çok sık mobilize olamamak, çok hareket edememenin de bir katkısı. Etrafınızdaki dünyayı, hayal dünyasını hareket ettiriyorsunuz. Oraya veriyorsunuz bütün gücünüzü. Bende öyle olmuştu. Yani yaşıtlarımın sahip olmadığı bir hayal dünyam vardı çocukken. Hala da mesela bir saat, iki saat boyunca duvara bakarak, sadece duvara bakarak hayaller kurabilirim. Gözümün önünde bir sinema filmi oynatabilirim ve içinde de ben kahraman olabilirim. Buna yetenek mi denir, artık ne denir bilmiyorum. Ama öyle bir şey var ve iyi ki de var. Yani bu hayal gücü, bu düşünce gücü benim hayatımı kurtardı diyebilirim. Bazen beyin uyusun istiyorsunuz, düşünmesin istiyorsunuz ama olumlu yönleri ağır basıyor, iyi yönleri ağır basıyor.

A.T.A.: Çok güzel bir yere geldi konuşma. Şu anda kitabınızı da ben size gösteriyorum. Göremiyor tabii dinleyiciler ama Muzaffer'in Ölüm Uykusu, Karahan Kitap'tan çıkmış. Doğru değil mi?

Z.Ü.: Evet, Karahan Kitap’tan çıktı.

A.T.A.: Ben kitabı okurken orada da aslında bu hayalci, hayal dünyası yüksek, duvara bakan ve onları yazan bir yazar gördüm. Çok güzel bir kitap. Yazarlık ve bu son kitap üzerine önce sizden alalım bilgilerini, nasıl oluştu bu kitap? Sonra kitabın detayına girelim isterseniz, buyurun.



Şehir Fantezisi

Z.Ü.:Muzaffer’in Ölüm Uykusu, 2011 - 2019 yılları arasında yazdığım hikayelerden oluştu. Aslında daha çok hikaye var ama 17 tanesini yani aynı, benzer temaya sahip olanları seçtik editörümle birlikte. Editörüm Başak Şeker’e de buradan teşekkür edeyim. Hikayeler bir noktada günümüz dünyasında başlıyor ama bir noktadan sonra ayakları yerden kesiliyor yavaş yavaş ve daha gerçeküstü temalara doğru gidiyor. Bu da evet, benim tarzım, benim stilim diyebilirim. Buna İngilizce'de ‘urban fantasy’ yani ‘şehir fantezisi’ deniliyor. Genelde kahramanlar üzerinden hikayeler oluşuyor. Önce kahramanlar aklıma geliyor ve onları oluşturuyorum. Sonra bu insan ne yaşayabilir, bu insan nasıl bir şey yaşamıştır diyerek onu kurmaya başlıyorum. Hepsinin benden bir parça var, tabi ki hepsinde benden bir şeyler var, ama kendi dünya görüşleri de var, kendi hayata bakış açıları da var, kendi istekleri, arzuları var gerçekleşen ya da gerçekleşmeyen. Çoğunlukla gerçekleşemeyen ve bu arzularını gerçekleştirmek için bir dönemeç geçiriyorlar. Yani A noktasından B noktasına gider gibi bir dönüşüm geçirmiş oluyorlar. Bu şekilde.

A.T.A.: Şimdi bu 17 öyküde, sakat bir yazar sakatlık yazdı gibi düşünmesin dinleyenler. Sadece bir öyküde kör bir karakter var ve o da onun körlüğü üzerinden bir hikaye değil, bambaşka bir hikaye. Sinemayı çok hissettim ben kitabınızda. Hatta bazı filmler için, ‘Zekeriya Bey bunu izlemiş, bunu yazmış’ dedim, onu da söyleyeyim buradan. Charlie Kaufman kısmını biliyorsunuz, senarist. Delidir biraz. Ondan Adaptation ve Being John Malkovich aklıma geldi. Sonra Stranger than Fiction aklıma geldi okurken. Sonra Atıf Yılmaz'ın Ah Belinda’sı aklıma geldi. Sinemanın kitaba etkisi çok büyük. Benim görmediğim başka şeylerde var mı?



Kafka, Dostoyevski, Çehov, Gogol

Z.Ü.:
Tabi vardır. Sinema başlıca beslenme kaynaklarımızdan biri. Sinema, tiyatr ve edebiyat. Mesela Kafka'yı ilk okuduğumda çok etkilenmiştim ve Kafka’dan izler yaratmaya çalıştım. Kafka'nın romanlarındaki o tekinsiz, ne olacağı belli olmayan, her an karakterin başına bir şeyin gelebileceği o tekinsiz dünyayı yaratmak için çalıştım. Dostoyevski’den de, Çehov’dan da, Gogol’dan da etkiler vardır. Gogol zaten hepsinin ustası, Dostoyevski'nin de, ‘Hepimiz Gogol'un paltosundan çıktık’ dediği bir usta zaten Gogol. Mutlaka okuduklarımdan etkiler vardır. Yani bir diziden en küçük izlediğim bir bölümden bile bir etki vardır muhakkak. Çünkü bunların hepsi beni ben yapan şeyler ve kitabı da kitap yapan şeyler. Onlar da Muzaffer’i yapar yani benim hissettiklerim, benim düşündüklerim, benim beslendiklerimdir.

A.T.A.: Burada kadına karşı şiddet var, tüketim toplumu var, fakirlik var, zenginlik var. Ben bir ekoloji aktivistiyim ve ekoloji de var. ‘Vahşi Hayvan’ öyküsünde tam bir ekoloji konusu mevcut. Ormanı yakan insandan kaçan bir kurtadam hikayesi. Çok detay da vermeyelim okuyanlar için. ‘Yüzsüz’ var, ‘Dört Numara’ var. Hepsi dediğiniz gibi ‘kafkaesk’. Bir öyküde yazarın kahramanı yazara işkence yaparak ‘beni öldürme, devam ettir’ diyor. Öyle bir öykü var. Çok güzel öyküler var yani. Şimdi sonlara da geliyoruz programda. Bu öykülerden hangilerinde Zekeriya Ünal vardı, ne kadar vardı?


Z.Ü.: Bu biraz homojen bir durum yani şu kadar ben, şu kadar Muzaffer diyemem. Ama mesela kitaba adını veren ‘Muzaffer’in Ölüm Uykusu’ hikayesini yazdığımda, ben de kendimi o yıllarda Muzaffer'in olduğu yerde konumlandırıyordum. Yani herhangi bir şey elde edememiş, mutsuz, muzaffer olamamış, zafer kazanamamış şeklinde konumlandırıyordum. Ama hayatta büyük zaferler ya da büyük çöküşler yok. Hayat öyle bir şey değil aslında. Daha küçük zaferler, daha küçük çöküşler var. Yani örneğin Muzaffer’de benden çok şey vardır, bende de ondan çok şey var.

A.T.A: ‘Yüzsüz’ öyküsünde Gezi protestosu hemen aklıma geldi. Hatta NTV önündeki protesto aklıma geldi, belki birebir de odur. Peki bu kitabı, Muzaffer’in Ölüm Uykusu’nu edinmek isteyenler nasıl edinebilirler?


Z.Ü.: Kitap Yurdu sitesinde şu anda satışta. Aynı zamanda Karahan Kitabevi’nin kendi internet sitesinde de satışta. Satışta olduğu başka internet siteleri de var. Adana’da ya da çevresinde yaşıyorlarsa Karahan Kitabevi'nden temin edebilirler ya da benden isterler ve ben de onlara imzalı gönderirim.

A.T.A.: Instagram’da ‘Zeki Bir Konsept’ adresiniz. Bu isimle bakarlarsa ve yazarlarsa alırlar. Zekeriya Ünal idi bu haftaki konuğumuz. Kendisiyle son kitabı Muzaffer'in Ölüm Uykusu’nu konuştuk. Çok teşekkür ederim tekrar konuk olduğu için ve tanışmış da olduk böylece. Bundan sonra da her türlü öneri, katkınızı bekliyorum. Son olarak neler söylemek istersiniz Açık Radyo dinleyicilerine programın sonuna gelmişken?


Z.Ü.: Kitaptaki karakterler; Muzaffer, Dila ve diğerleri bu zamana kadar hep benim kafamın içinde yaşadılar, hep benim misafirlerimdi, benim çocuklarımdı. Artık kitapla birlikte sanki onları dünyaya, vahşi doğaya bırakmış gibi hissediyorum. Onları okuyucularıma emanet ediyorum. Bundan sonra artık onlar da yaşamaya, onların zihinlerinde yaşamaya devam etsinler istiyorum. Herkesi de, tüm edebiyat severleri de benim kahramanlarımla tanışmaya davet ediyorum.

A.T.A.: Ben de Sakat Muhabbet sayesinde çok değerli insanları tanıyorum her bölüm peş peşe. Bu da benim hayatımı zenginleştiriyor aynı zamanda. Zekeriya Ünal idi bu haftaki konuğumuz. Bu hafta destekçimiz Zeynep Talay’dı. Eski gün ve tarih için de Nisa Halfon idi. Sakat Muhabbet'e [email protected] üzerinden her konuda yazabilirsiniz. Instagram, X ve Facebook'ta da varız. Bir dahaki programda görüşmek üzere hoşça kalın diyorum.