İtalyan kuramcı, yazar ve radyocu Franco 'Bifo' Berardi'nin İtalyanca kaleme aldığı ve halen yazmayı sürdürdüğü günlükleri akademisyen, yazar ve yine radyocu dostumuz Serhan Ada'nın çevirisi ile 1+1 Forum'la eşzamanlı yayınlamaya devam ediyoruz.
15 Mart
Sabahın sessizliğinde güvercinler kilisenin damında kararsız bekleşiyor, şaşkın görünüyorlar. Çöle dönmüş kenti anlamakta zorlanıyorlar.
Jess Henderson’un[1] Offline’ının[2] provasını okuyorum. Birkaç ay içinde çıkacak (yani, çıkması gerekiyor, sonrasına bakılır). “Offline” kelimesi felsefi bir anlam kazanıyor. Gerçeğin fiziksel boyutunu sanal boyutunun karşısında ya da ondan çıkararak tanımlama biçimi.
Pandeminin yayılımı boyunca offline-online ilişkisinin nasıl değişmekte olduğu üzerine düşünüyorum.Ve sonrasını hayal etmeye çalışıyorum.
Son otuz yılda insan etkinliklerinin ilişkisel, proksenik [konuşma mesafesi ile ilgili], bilişsel doğası derinden değişti: Artan sayıda etkileşim -fiziksel, birarada olmaya değgin- içinde linguistik alışverişin belirsiz ve çiftanlamlı (ve böylelikle sonsuza dek yorumlanabilir) olduğu, üretici eylemde fiziksel enerjinin kullanıldığı ve bedenlerin birararadalık akışı içinde birbirlerine temas edip değip geçtiği- boyuttan, linguistik işlemlerin enformatik makineler aracılığıyla dijital formatlara uygun olarak gerçekleştirildiği, üretim etkinliğinin kısmen otomasyonla yürütüldüğü ve insanların, bedenleri karşılaşmadan, gitgide yoğunlaşan bir etkileşim içinde olduğu bağlantı boyutuna doğru yer değiştirdi.İnsanların gündelik varoluşu muazzam veri yığınlarıyla korelasyon içinde elektronik olarak düzenlenen konjeniklerle zincirleme bağlı hale geldi. İknanın yerini yayılma aldı, psikosferin sinirlerine infosfer akışları hakim oldu. Bağlantı, enformasyon virüslerinin yarıda kesip yönünü değiştirebileceği, ancak, ne fiziksel bedenlerin belirsizliğinden haberdar olan ne de kesin olmama imkânından yararlanan, pürüzsüz, tüysüz ve tozsuz bir kesinliği varsayıyor.
Şimdi, toplumsal olanın içine giren biyolojik bir etmen onu içe doğru patlatıp eylemsizliğe zorluyor. Bağlantı teknolojileri yüzünden birarada olma halinin alanının daralmış olması salgının nedeni. Fiziksel mekânda birarada olma, ne pahasına olursa olsun, mutlak tehlike haline geldi. Biraradalığın önünde etkili engeller var.
Evden çıkma, dostlarla buluşma, iki metre uzaklığı koru, sokakta kimseye dokunma…
İşte bu durumda görülen (bu haftalardaki deneyimimizin de gösterdiği gibi) online olarak geçirilen zamanın müthiş yayılması. Zaten, duyularla, üretimle ve eğitimle ilgili ilişkilerin birbirimizle temas etmediğimiz ve biraraya gelemediğimiz alana taşınmak zorunda kalındığı durumda başka türlüsü de olamazdı. Salt bağlantıya dayalı olmayan hiçbir toplumsal [durum] kalmadı.
Ya sonra? Sonrasında ne olacak?
Ya bu aşırı bağlantı yükü keyfi bozacak olursa?
Şunu demek istiyorum: Pandemi sona ermeden önce ya da sonra (bunun gerçekleşeceğini kabul edersek, diyelim İtalya’da 25 Nisan’da) acaba online geçirilen hayatı hastalığın kendisiyle mi özdeşleştireceğiz? Acaba büyük ölçüde genç nüfusun içinde olacağı, talihsiz ve yalnız bir dönemin anısı olarak gördükleri ekranları kapatıp kendiliğinden bir kucaklama hareketi mi başlayacak?
Kendimi fazla ciddiye almıyorum. Ama bunu düşünüyorum.
16 Mart
Yeryüzü dünyaya isyan halinde. Kirlilik açık biçimde azalıyor. Çin’den ve Po Havzası’ndan iki ay öncekilerden tümüyle farklı fotoğraf yollayan uydular böyle söylüyor. Büyük ölçüde kent havasından dolayı ciddi astım teşhisi konulan- on yıldır bu kadar iyi soluk alamayan ciğerlerim de böyle söylüyor.
17 Mart
Borsa o kadar ağır ve kalıcı biçimde çöktü ki artık kendisinden haber alınamıyor.
Borsa sistemi kaybolmuş bir gerçekliği temsil ediyor: Arz-talep ekonomisi sarsıntı geçirdi ve finans sisteminin içinde dönen sanal para miktarına karşı kayıtsız kalacak. Bu da finans sisteminin etkisini kaybettiği anlamına geliyor: Geçmişte insanların ellerinde bulunan varlık miktarı matematik dalgalanmalarla belirleniyordu: Şimdi varlık elimizde bulunan paraya değil, zihin dünyamızda olana bağlı.
Para işleyişinin durması üzerine düşünmeliyiz. Kapitalist tarzdan çıkışın anahtarı burada olabilir: Emek, para ve kaynaklara erişim arasındaki ilişkiyi kesin olarak koparmak.
Farklı bir zenginlik anlayışı ileri sürülebilir: Zenginlik elindeki para miktarına değil, yararlanabildiğin hayat kalitesine bağlıdır.
Ekonomi bir gerileme evresine giriyor, ama bu defa ne arza destek ne de talebe destek politikaları işe yaramıyor. İnsanlar işe gitmekten korkuyor, insanlar ölüyorlarsa hiçbir arz canlandırılamaz. Evlere kapalıysak hiçbir talep canlandırılamaz.
Bir ay, iki ay, üç ay…Makineyi durdurmaya yeter ve bu durmanın ger dönülmez etkileri var. Normalliğe geri dönmekten bahseden, makinenin hiçbir şey olmamış gibi yeni baştan çalışacağını düşünenler olup bitenden bir şey anlamamış demektir.
Makinenin yeniden çalışması için herşeyi baştan icat etmek gerekecek. Ve son otuz yılda işlediği biçimde işlemesini engellemek üzere biz orada olmalıyız: Piyasa dini ve özel sektörcü liberalizm ideolojik bir suç olarak görülmeli. Bize otuz yıldır tüm sosyal hastalıkların tedavisinin kamu harcamalarının kısılması ve özelleştirme olduğunu söyleyenler sosyal mesafede tutulmalı, bir daha ağızlarını açmaya kalkarlarsa hak ettikleri gibi tehlikeli aptallar olarak muamele görmeliler.
Sonraki hafta Sara Mesa’nın[3] Casa de Pan’ını (Ekmek Evi), Cristina Morales’in[4] Lectura Facil’ini (Kolay Okuma) ve korkunç Leila Slimani’nin[5] Chanson Douce’unu (Tatlı Şarkı) okudum. Şimdi, Yirminci Yüzyıl başında Baku’yu anlatan bir Azeri kadın yazarı okuyorum. Petrolle birdenbire gelen zenginlik ve ve müthiş zengin ailesinin tüm mal varlığının Sovyet devrimi ile elinden alınması.
Bu yıl, tercihten ziyade öylesine yalnızca kadın yazarları okudum. Djevani[6]’nin, bir iltica, İslamcı şiddet, yalnızlık ve nostalji hikâyesi anlatan harikulade romanını okudum.
Şimdilik kadınları ve yeterince okuduğum insanlık durumlarını bırakıyorum.
Italo Calvino’nun Orlando Furioso[7] okumasını içeren kitabı şimdi çekip aldım. Ders verirken onu çocuklara öğütler ve birkaç bölümünü okurdum. Ve yeniden zevkle okuyorum.
18 Mart
Birkaç yıl önce arkadaşım Max’la (ve arkadaşım Mago’dan aldığım ilhamla) adına ne diyeceğimizi bilemediğimiz bir romanım yayımlandı. Biz başlık olarak KS’yi yahut Yaşlı Katli’ni (Gerontomachia) beğeniyorduk. Kitabı (bir çoğu anlaşılır biçimde reddettikten sonra) basan yayıncı, oldukça çirkin ama mutlaka daha popüler bir başlığa bizi zorladı: İhtiyarlara Ölüm (Morte ai Vecchi). Kitap çok az sattı ama bana şimdi çok ilginç gelen bir hikâye anlatıyordu. Birdenbire nereden çıktığı belli olmayan bir salgın başgösteriyor. Onüç – ondört yaşında çocuklar ihtiyarları öldürüyorlar. Önce tek tük vakalar varken giderek artıyor ve en son her yere yayılıyor. Hikâyenin teknik- mistik sırlarını geçiyorum. Gençler kederli halleriyle havayı bozan yaşlıları öldürüyorlardı.
Bu gece koronavirüs hikâyesinin böyle de okunabileceği aklıma geldi. Geçen yılın 15 Mart’ında meydanlara çıkan genç kız ve erkekler şöyle bağırdılar: Bizi soluk alınamayan bir dünyaya doğurdunuz, atmosferimizi boğucu hale getirdiniz, yetsin artık, petrol ve kömür tüketimini azaltın, partikülleri azaltın. Belki dünya hakimlerinin yakarışlarını dinleyeceğini umuyorlardı. Ama hepimizin bildiği gibi, hayal kırıklığına uğradılar: İklim değişikliğinin konuşulduğu sayısız uluslararası buluşmanın sonuncusu, Aralık ayındaki Madrid Zirvesi bilmemkaçıncı kez başarısızlıkla sonuçlandı. Son on yıl içinde zehirli madde salınımı azalmadı, küresel ısınma güle oynaya devam etti. Petrol, karbon, plastik korporasyonları vazgeçmek niyetinde değiller. E bu durumda kafası atan çocuklar yeryüzü gezegeninin koruyucu tanrısı Gea ile ittifak kurdular. Bir ihtiyar katliamına girişerek onları sinek gibi temizlediler.
Nihayet her şey duruyor. Bir ay sonra uydular ihtiyar katli öncesinden çok farklı bir dünyayı fotoğraflıyor.
19 Mart
Televizyon olmadığından haberleri internet üzerinden izliyorum: CNN, The Guardian, Al Jazeera, El Pais… Sonra öğle yemeği vakti Radio Popolare’de haberleri dinliyorum.
Haberker dünyadan yokoldu, sadece koronavirüs var. Radyo haberlerinde bugün salgınla ilgili olmayan tek bir haber dahi yoktu. Barselona’dan bir arkadaşım, İspanyol ulusal televizyonunun redaktörlerinden biriyle konuştuklarını anlattı: Duruma bakılırsa, salgınla ilgili olmayan bir şey üzerine haber yapıldığında, insanlar köpürmüş vaziyette telefona sarılıyor ve bir şeylerin saklandığını ima ediyorlarmış…
Halkın dikkatini, koruma önlemlerine yoğunlaştırarak ayakta tutmayı anlıyorum, günde yüz defa evde kalın diye tekrar edilmesi gerektiğini de anlıyorum. Ama medyanın bu işleyişinin hiç de ihtiyacımız olmayan endişe uyandırıcı bir etkisi var. Onun dışında Suriye’nin kuzeyinde ne olduğunu bilmek imkânsız hale geldi. İdlib’de birkaç gün önce sekiz okul bombalandı.
Ya Türk- Yunan sınırında neler oluyor?Akdeniz’de içi Afrikalı dolu, batma tehlikesi altındaki ya da durdurulup Libya’daki toplama kamplarına geri gönderilen o tekneler artık yok mu? Var, var: Daha kesin söylemem gerekirse, daha dün, içinde yüzkırk kişi bulunan ve Malta sahil güvenliği tarafından geri gönderilen bir tekne haberine rastladım.
Salgının başından beri dünyada olanları içeren kısmi bir listeyi bilgi olarak burada paylaşıyorum. Peacelink sitesinde, biz hiç kimsenin evden çıkamadığını düşündüğümüz sırada olanlar aktarılıyor.
www.peacelink.it
Libya: Kuzeyde, Libya Ulusal Ordusu’na bağlı güçlerin ilerlemesi sırasında şiddetli çatışmalar. Libya: Hafter güçleri Trablus’da iki okulu bombaladı. Kongo Demokratik Cumhuriyeti: Beni’de Müttefik Demokratik Güçler’le çatışmada en az 17 ölü. Somali: Tek bir ABD hava saldırısında beş Aş Şabab üyesi ölü. Nijerya: Damboa’daki askeri üsse Boko Haram saldırısında altı ölü. Afganistan: Balh eyaletine Taliban ile Afgan güçleri çatışması. Tayland: Güneydeki militanlarla çıkan çatışmada bir asker ölü, 2 de yaralı. Endonezya: Papua bölgesinde güvenlik güçleriyle çatışmada Batı Papua Özgürlük Ordusu’ndan dört isyancı ölü. Yemen: Taiz’de, Yemen Ordusu ile isyancı Huthi’ler arasındaki çatışmada 11 ölü. Yemen: Al-Hudaydah vilayetinde yemen hükümet güçleriyle çatışmada 14 Huthi isyancı ölü. Türkiye [Suriye] : Türk avcı uçakları İdlib üzerinde bir Suriye ordusu uçağını düşürdü. Suriye:Türk dron saldırısında 19 Suriye askeri ölü.
Bir dostum Bergamo’dan bir askeri konvoy fotoğrafı yolladı.
Gece vakti yavaş yavaş ilerliyorlar.Krematoryuma altmış kadar tabut götürüyorlar.
20 Mart
Uyanıyorum, sakal traşımı oluyorum, hipertansiyon ilaçlarımı alıyorum, radyoyu açıyorum…Kahretsin… Milli marşın müziği. Biri bana bu durumun milli marşla ilgisini açıklasın.
Ulusal gururu canlandırmak niye? Askerleri, yüzbinlerce askeri Caporetto’da[8] da bu marş yönlendirmişti.
Radyoyu kapadım ve sessizlik içinde traş oldum. Mezar sessizliği.
Jun Hirose sinema üzerine kitaplar yazan bir arkadaşım. Son haftalarda Cine-Capital kitabının İspanyolca baskısının tanıtımı için seyahatteydi. Buenos Aires dönüşü Madrid ve Bologna’ya uğrayacaktı, Billi’yle ben onu bekliyorduk. Son derece hoş ve esprili bir insan, yılda yaklaşık bir kez, İtalya’dan her geçişinde onu birkaç günlüğüne misafir etmek bir zevk.
Madrid’e vardığında, salgın şehri kasıp kavurduğundan, bir başka çok sevgili arkadaşım Amador Savater’e[9] konuk olmak durumunda kaldı. Şimdi birlikte vakit geçiriyorlar ve Amador’a biraz imreniyorum; zira, Jun aynı zamanda mükemmel bir aşçı ve ben Japon mutfağına bayılıyorum. Geceleri biraz sine-forum yapıyorlar; birkaç gece önce Carpenter’ın [duruma] cuk oturan Şey’ini (The Thing[10])seyretmişler: Sonra da Amador, Arjantin’deki Lobosuelto (Başıboş Kurt) dergisine bir yazı yazdı. Şöyle yazmış: “ Şey düşünmek için bir fırsat. Salgını bir kesinti olarak düşünmeliyiz. Hep varolacağını düşündüğümüz otomasyon stereotiplerinde bir kesinti: Sağlık, sağlık sistemi, kentler, gıda, her günkü bağlar ve kaygılar, hepsini en baştan düşünmeliyiz.”
Karantina sona erdiğinde- eğer biterse, ki bitip bitmeyeceği belli değil- bir tür kurallar çölünde, aynı zamanda da bir tür otomasyon çölünde olacağız.
O zaman, insan iradesi, duruma bakıldığında kesinlikle hakim konumda olmayan (virüsün de bize öğrettiği gibi, insan iradesi hiç belirleyici olmadı) ama önemli bir rol oynayacak. Ama bu barışçıl olmayacak, bunu bilmek iyi olur.
Çatışmanın nasıl biçimler alacağını öngöremeyiz. Ama onu hayal etmeliyiz. Kim daha önce hayal ederse o kazanır- Tarihin evrensel yasası bu.
21 Mart
Yorgunluk dermansızlık, hafif bir soluk alıp verme zorluğu. Yeni bir şey değil, bunu sık sık hissediyorum. Hipertansiyon ilaçları yüzünden ve başka anlamlara çekilebilecek semptomlarla beni korkutmaktan çekinerek şu son bir ay boyunca bana iyi davranan astım yüzünden.
Bu harikulade baharın ilk gününde, tatlı bir güneş ve berrak bir gökyüzü.
Buenos Aires’den bir kadın dostum şöyle yazmış:
“korku geliyor,
pencereden içeri
bir çiçeğin keskin kokusuyla”.
22 Mart
Çin Kızılhaçı Başkan Yardımcısı Yang Hui Chuan, beraberinde Siçuan hastanesi göğüs hastalıkları profesörü Liang Zongan ve ulusal hastalıklarla mücadele merkezi müdür yardımcısı Xiao Ning’le İtalya’ya geldi.
Birkaç gün önce, Almanya Ekonomi Bakanı Peter Altmaier, Trump’ın, Tübingen’de bulunan bir özel şirketin üzerinde çalışarak geliştirmekte olduğu aşının münhasır haklarını alma isteğini reddetti. Die Welt’te yayınlanan tahmine göre, Birleşik Devletler aşıyı geliştirmekte olan Alman CureVac ilaç şirketine, testler tamamlanıp ilaç hazır hale geldikten sonra, endüstriyel üretim ve münhasır satış haklarını devralmak için bir milyar dolar teklif etmiş.
Münhasıran. America First. Trump’ın ülkesinde silah mağazalarının önündeki kuyruklar çoğalıyor. Viski ve tuvalet kâğıdı dışında bir de silah alıyorlar. Bir metrelik mesafe düzenlemesine disiplinli biçimde uyuyorlar, böylece kuyruklar ufukta kayboluyor.
O arada Demokrat Parti, Sanders’ı yenilgiye uğratıyor ve hayatı bu hale düşüren modelin değişme umudunu da öldürüyor.
Ve Cumhuriyetçiler’in %81’i sarışın yaratık Trump’ı desteklemeye devam ediyor.
Salgın bitince ne olacağını bilmiyorum, ama bir şeyi açıkça görebildiğimi sanıyorum: Tüm insanlık Amerikan halkına karşı, 1945’den sonra Alman halkına karşı yaygınlaşan o duyguyu – insanlık düşmanı duygusunu- geliştirecek.
Bu o zaman yanlıştı, zira, birçok Alman anti-Nazi olduğu için zulüm gördü, katledildi ve ülkesinden kaçtı; bu şimdi de yanlış, zira, milyonlarca genç Amerikalı, para ve medya sistemi tarafından dışlanana kadar başkanlık için sosyalist adayı desteklediler.
Bunun yanlış olması önemli değil. Bu siyasal bir sorun değil. Tiksinti, akılcı bir karar sonucunda olmaz, istemeden hissedilir. Soykırımdan, yerinden etmeden, kölelikten doğan ulustan tiksinti.
23 Mart
Onbeş yıl boyunca kulaklarımla ilgilenen doktor olağanüstü yerinde teşhisleri olan müstesna bir cerrah: On yılda beni altı kez ameliyat etti ve her müdahalesi, duyma kapasitemi onbeş yıl uzatan kusursuz sonuç verdi. Çalıştığı devlet hastanesinden ayrılmaya karar verince ben de onun maharetinden yararlanabilmek için o zamandan sonra özel bir kliniğe gitmek zorunda kaldım. Ben bu kararı neden aldığını anlamayınca, fazla uzatmadan bana şöyle dedi: Mali durumdan kaynaklanan kesintiler nedeniyle kamudaki sistem yıkılıp gitmek üzere.
İşte bundandır ki, İtalya sağlık sistemi son nefesini vermek üzere, bundandır ki doktorların ve sağlık çalışanlarının yüzde onu enfeksiyon kaptı, bundandır ki yoğun bakım bölümleri tüm hastaları tedaviye almaya yetmiyor. Zira, on yıl boyunca yönetenler, Giavazzi[11], Alesina[12] ve şürekaları gibi ideolojik suçluların tavsiyelerine uydular. Bu sahtekârlar köşe yazılarına devam edecekler mi? Bizler, tüm halk, koronavirüs nedeniyle evde kalmayı kabul ettiysek bu şahısların da kamuya hitap etme hakları ellerinden alınsa çok mu olur?
Bu fırtınadan sağ çıkacak mıyız bilmiyorum, ama o durumda “özelleştirme” kelimesi Endlösung [nihai çözüm] kelimesiyle aynı yere kaydedilecek.
Bu krizin doğurduğu yük finansal ekonomi cinsinden hesaplanamaz.Zararları ve ihtiyaçları bir yarar kriterine göre değerlendirmeliyiz. Sorunu, finans sisteminin açıklarını kapamak değil, her bir insanın ihtiyacı olanı güvence altına almak bakımından ortaya koymalıyız.
Komünizmi hatırlattığı için bu mantıktan hoşlanmayan birileri mi var? Tamam, o halde, daha modern kelimeler bulunamıyorsa belki daha eski ama daima güzel bu kelimeyi kullanırız.
Yıkımla başa çıkmak için gerekli araçları nereden bulacağız? Benetton ailesinin kasalarından, kamu maliyesini kişisel servetlerine dönüştürmek üzere sahiplenmek için siyasetçi hempalarından yararlanan ve Cenova’daki köprünyü üzerinden geçmekte olan kırk kişiyi öldürecek kadar harap halde bırakanların kasalarından.
Psychiatry On Line dergisinde Luigi d’Elia’nın “Zorunlu Bir Kolektif Tedavi Uygulaması Olarak Pandemi” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Onu okumanızı hararetle tavsiye ederim. Ben burada kısa bir özetle yetiniyorum.
Zorunlu Tedavi Uygulaması (ZTU) bir insanın psişik durumunun kendisi veya bir başkası için tehlike oluşturması durumunda söz konusu olur. Ancak, aklı başında her psikiyatr bunun tavsiye edilir bir tedavi olmadığını, hatta bir tedavi de olmadığını iyi bilir. D’Elia kapalı durumdaki bizlere, ZTU’dan GTU’ya (yani Gönüllü Tedavi Uygulaması) geçerek zorunlu olarak korunma altındaki şimdiki durumumuzu bir tedaviye dönüştürmeyi öneriyor. Açıkça söylersek, zorunlu kısıtlılık halini başka kimselerin otoanalizine açık bir otoanaliz sürecine dönüştürebiliriz.
Bunun sadece psikolojik bakımdan daha kesin olmakla kalmayıp aynı zamanda şimdiye dek okuduğum siyasal bakımdan da uzakgörüşlü bir öneri olduğuna inanıyorum. D’Elia daha kesin bir şey öneriyor: Analizin konusu esas olarak korku olmalı. Korku, yeri doğru saptanırsa, değişimin motorudur. Jung’un açıkça söylediği gibi korkunun olduğu yerde görev de vardır”. D’Elia böyle yazmış.
Korkunun nesnesi nedir?
Birden fazla: Hastalık korkusu, can sıkıntısı korkusu ve evden çıktığımızda dünyanın ne olacağına dair duyulan korku.
Madem korku değişimin motorudur, yapmamız gereken değişimin bilinçli olmasını sağlayacak koşulları yaratmak.
Can sıkıntısı üzerine psikolojik olarak yararlı bir çalışma yapılabilir. D’Elia’nın dediği gibi: “Can sıkıntısı apati değildir. Apati, güçsüzlüğe gösterilen rıza, dümdüz sükûnet ve hareketsizliktir. Can sıkıntısı endişedir, insanın içinin kıpır kıpır olmasıdır, tatminsizlik, huzursuzluktur. Uzanıp yatan can sıkıntısı: Burada olmamalıyım, bu hiçlikle uğraşmamalıyım. Başka yerde olmalı, başka şeyler yapmalıyım.!”
Ondört Avrupa ülkesi sınırlarını kapamaya karar verdi. Birlik’ten geriye ne kaldı? Birlik’ten geriye kalan, Avrupa ekonomisinin öngörülebilen çöküşünü engellemeye yarayacak tedbirleri tartışmak üzere bugün toplanan Avrupa Grubu (Eurogroup).
İki tez karşı karşıya: [Bunlardan biri] basiretsiz İtalyan politik sınıfının anayasalaştırdığı , bilanço dengesini temel alan o cani mali pakta bağlı kalmadan harcama yapma yetkisini talep eden virüsün en fazla vurduğu ülkelerinki.
Hollandalılar, Almanlar ve diğer fanatiklerse hayır diyor, harcama yapılabilir ama reformları yapmak koşuluyla. Yani? Örneğin, yoğun bakım bölümlerini ve hastane çalışanlarının ücretlerini daha da azaltan bir sağlık sistemi reformu gibi.
Bence, fanatiklerin fanatiği, fiziği de bu role uygun ve onun gibiler sayesinde gitgide daha fazla ihtiyaç duyulan bir sektör halini alan bir cenaze levazımatı bürosunda iş arasa iyi olacak olan mezarcı Dubrovskis[13].
24 Mart
İtalya’da, Confindustria[14], temel [işlevi] olmayan şirketlerin kapatılmasına karşı çıkarak milyonlarca kişinin her gün seferber olup enfeksiyon tehlikesiyle karşılaşmasına sebep olurken, başgösteren soru, pandeminin ekonomik etkileri. New York Times’ın baş sayfasında, Thomas Friedman’ın yazısı “Amerika İş Başına – Hem de Hızla” (Get America back to Work – and fast) çok şeyler anlatıyor.
Henüz hiçbir şey durmadı, ama fanatikler acele etmeyle, işbaşına hızla geri dönülmesiyle ve özellikle önceden olduğu gibi çalışılmasıyla ilgililer.
Friedman'ın (ve Confindustria’nın) kendilerinden yana iyi bir savları var: Üretim etkinliklerinin uzun süre bloke olması ekonomik, örgütsel ve siyasal bakımdan hayal edilemez sonuçlar doğuracak. Malların seyrekleştiği, işsizliğin yaygınlaştığı vb. bir durumda tüm en kötü senaryolar gerçek olabilir.
Böylece, Friedman’ın görüşü akıllıca değerlendirildikten sonra, akıllıca bir kenara kaldırılmalı. Niçin? Faaliyetler sadece iki hafta süreyle durdurulup sonra fabrikaya geri dönülürse hışımla geri gelecek salgının milyonlarca insanın ölümüne yol açıp toplumu sonsuza dek darmadağın edecek olmasından dolayı değil. Bu marjinal bir görüş olmaktan öte bir şey değil bana göre.
Bence daha önemli olan (uzantılarını önümüzdeki haftalarda ve aylarda daha da geliştirmek zorunda olduğumuz) görüş ise şu: Normalliğe bir daha dönmemeliyiz.
Daha en başta, normallik denen şey, gezegenin bedenini kırılgan hale getirip pandemiye yol açan şey.
Aynı zamanda, daha pandemi patlak vermeden “tükeniş” kelimesi yüzyılın ufkunda görünmeye başlamıştı. Yine pandemiden önce, 2019 yılında, Kasım ayında, New Delhi’de soluk almayı imkânsızlaştıran kâbus, Avustralya’da korkunç yangınla zirveye ulaşan çevreyle ilgili ve toplumsal çöküş zirveye ulaşmıştı.
15 Mart 2019’da birçok kentin sokaklarında ölüm makinesini durdurma talebiyle yürüyen milyonlarca çocuk bir şey elde etmiş oldular: İklim değişikliğinin dinamikleri ilk kez kesintiye uğradı.
Bir aylık kapanmadan sonra Po havzasının havası soluk alınır hale geldi. Ne pahasına? Kaybolan hayatlar, yaygın bir korku pahasına, ve yarın eşi görülmemiş bir depresyonla ödemek pahasına.
Ancak, bu, kapitalist normalliğin etkisiyle oldu. Kapitalist normalliğe dönüş, tükenişin hızlanmasıyla ödenecek devasa bir aptallık olur. Po havzasının havası felaket sayesinde soluk alınabilir olduysa, Po havzasının havasını soluk alınmaz, kanserojen ve eninde sonunda viral salgına yem olacak hale getirecek o merkezi yeniden çalıştırmak devasa bir aptallık olur.
Üzerinde hızla ve önyargısız düşünmeye başlamamız gereken sorun budur.
Pandemi finansal bir krize yol açıyor. Tabii borsalar düşüyor ve düşmeye devam edecek ve kimileri onları (geçici olarak) kapatmayı öneriyor.
Zachary Warmbrodt, POLITICO’da çıkan“Akla Gelmeyen” (Unthinkable) adlı yazısında borsaların kapanması ihtimalini korkuyla ele alıyor.
Ancak gerçek en radikal varsayımlardan daha gerçek: Borsalar açık da olsa ve spekülatörler, Cumhuriyetçi senatörler Barr ve Lindsay’in yaptıkları gibi, iflas ve felaketler üzerine bahis oynayıp kirli dolarlar kazanıyor olsalar da finans [piyasası] kapandı.
Gelmekte olan krizin, 2008’deki, finans matematiğinde oluşan dengesizliklerden kaynaklanan sorunla hiç ilgisi yok. Gelmekte olan depresyon insan bedeninin ve insan zihninin kapitalizmi tolere edememesinden kaynaklanıyor.
Şimdiki kriz, kriz değil. Bir Reset. Makineyi kapatıp birazdan yeniden çalıştırmak söz konusu. Ancak yeniden çalıştırınca, eskisi gibi çalışmasına karar verip sonucunda yeni kâbuslarla karşılaşabiliriz. Yahut da onu bilim, bilinç ve duyarlılıkla baştan programlamaya karar verebiliriz.
Bu hikâye sona erdiğinde (ve bir bakıma sona ermeyecek, zira virüs yok olmayıp geri gelebilecek, bir aşı üretebiliriz, virüs yine yok olmayıp mütasyon geçirecek) her hal-ü kârda olağanüstü bir depresyon dönemine gireceğiz. Normale döndüğümüzü iddia edersek şiddet, totalitarizm ve katliam olacak ve insan ırkı yüzyıl sonra yokolup gidecek.
Bu normallik geri gelmemeli.
Borsalarda, borç ve kâra dayalı ekonomide nelerin yolunda gittiğini sormayalım. Finans kıçüstü, onun adını bile duymak istemiyoruz. Neyin yararlı olduğunu kendi kendimize soralım. “Yararlı” sözcüğü, üretim, teknoloji ve eylemlerin a’dan z’ye içinde olmalı.
Boyumdan büyük şeyler söylediğimin farkındayım ama ölçüye gelmez tercihlerle yüzleşmeye hazır olmalıyız. Bu hikâye sona erdiğinde [olacaklara] hazır olmak için neyin yararlı olduğu ve onu çevreye ve insan bedenine zarar vermeden üretmenin nasıl mümkün olacağı üzerine kafa yormalıyız.
Hepsinden daha hassas olan şu soruya kafa yormalıyız: Kararı kim veriyor?
Dikkat, kararı kim veriyor sorusu sorulunca meşruiyetin kaynağı ve ondan sonrası da sorulmuş oluyor.
Devrimleri başlatan soru bu.
İsteyelim ya da istemeyelim sormak durumunda olduğumuz soru da bu.
[1] Jess Henderson: asıl adı Ruth Les (d. 1991). Dijital dünya ve yaratıcı ekonomi üzerine araştırmalar yapan Hollandalı yazar. [ÇN]
[2] Eylül 2020’de yayımlanması beklenen kitabın tam adı: Offline Matters: A Less- Digital Guide to Creative Work.
[3] Sara Mesa (1976) İspanyol yazar ve şair.
[4] Cristina Morales (1985) İspanyol romancı.
[5] Leila Slimani (1981) Faslı –Fransız yazar ve gazeteci.
[6] Djevani (?)
[7] Orlando Furioso (Öfkeli Orlando) : Ludovico Ariosto tarafından XVI. Yüzyıl’da yazılmış, 46 şarkıdan oluşan, şövalye hikâyeleri anlatılan destan.[ÇN]
[8] Caporetto Muharebesi (1917): I. Dünya Savaşı’nda, İtalyan ordusuna karşı Avusturya- Macaristan, Almanya ittifakının zafer kazandığı, bugün Slovenya’da bulunan Kobarind kasabası civarında verilen savaş. İtalyan askeri tarihinin en büyük yenilgisi olarak bilinir. [ÇN]
[9] Amador Savater (1974): Sosyal eylem ve felsefe üzerine kitapları olan İspanyol aktivist ve felsefe profesörü, ünlü İspanyol felsefeci Fernando Savater’in oğlu.
[10] The Thing (1982): Bill Lancaster’ın metninden John Carpenter’ın çektiği ABD bilimkurgu filmi.
[11] Francesco Giavazzi (1979) : Ekonomi profesörü, İtalya Ekonomi Politikası Araştırma Merkezi üyesi.
[12] Alberto Alesina (1957) : Çeşitli uluslararası finans kuruluşlarına danışmanlık yapan Harvard Üniversitesi ekonomi profesörü.
[13] Valdis Dubrovskis: Letonya Başbakanı.
[14] Confindustria: İtalyan biyik sanayi finans kuruluşlarının üye olduğu işveren konferedasyonu. [ÇN]