Kayıt Arşivi
Podcast kanalları ve üyeliği hakkında daha detaylı bilgi almak için tıklayın.
3 Ocak 2001’de Dünya Hali’nin de dinleyicilerinden Açık Radyo programcısı Osman Tümay’ın konuk olduğu programda, kendini seyretmek, farkında olmadan, “omurilik”ten yapıverdiklerimiz, geleceğe egemen olma çabamız bugünü yaşamamıza engel olur mu sorularının cevapları tartışılıyor. Kişi “kendi zamanını yaşarken” başkalarıyla birlikteyse uyum sağlanabilir mi sorusuna Geçtan, Otto Rank’tan alıntıyla yanıt veriyor: “Sevmek, öteki insanın seçimini de sevebilmektir.” Söyleşi terapist-danışan ilişkisinden, beklentilerimizden ve nasıl algılandığımız üzerinden devam ediyor.

Her Şeyin Her Şeyle Alakası Vardır!
20 Aralık 2000’de Dünya Hali dinleyicilerinden Ayşe Güvenir’in konuk olduğu programda eski ve yeni öğrencilerin tarzları, ilişki adı altında yaşanan “ilişkisizlik”, “geyik yapmak”, “ayrılamamak”, “selamı karşıdan beklemek” ve “nostalji yapmak” konu ediliyor. Yaygınlaşan cep telefonlarının toplumda kullanımı ve getirdikleri konuşuluyor.

Birey Olamadan Yalnız Kaldık Bu Şehirde
13 Aralık 2000 tarihli programda tarihî romanların magazin merakıyla ilişkisi, insanın doğadan kopmasının getirdiği köksüzlük ve kültürsüzlük; günümüz kültürünün içeriksiz konuşmaları, incinmeye verdiğimiz kızgınlık tepkisi ile insanları yücelterek ya da değersizleştirerek kendimizi nasıl yansıttığımız konuşuluyor. Engin Geçtan, tarihî özellikler taşıyan kurmaca romanından hareketle lineer olmayan tarih ve bizzat tanık olduğu 6-7 Eylül Olayları’ndan söz ediyor.

Tarihî Olay ve Romanlar Bağlamında Seyretmek ve Seyredilmek Üzerine
6 Aralık 2000 tarihli programda günün konuğu haberci Coşkun Aral. Aral’ın Sözün Bittiği Yer1 albümünden bir fotoğraftan yola çıkarak savaş, savaşta çocuk olmak, çocuksuluk ve çocuksu tümgüçlülüğün yetişkin yaşamdaki izdüşümleri konuşuluyor. Reha Çamuroğlu’nun İsmail romanınında sözü geçen, “Fark edilmeyeceksin ama varolacaksın,” cümlesi ile iz bırakmak, gezmek ve arayış tartışmaları yapılıyor.

Bir Fotoğrafın Çağrıştırdıklarıyla Çocukluk, Çocuksuluk, Tümgüçlülük
29 Kasım 2000’de hazırlıksızlığın yaşattıkları ve geleceği denetleme çabasının bizi getirdiği yer konuşulurken söz yaşam ve ölüm korkusuna geliyor. Kendiliğindenlik mecazi ve gerçek anlamdaki dansta nasıl yaşanıyor? İnsan kendinden neden “biz” diye söz eder? Kendimizi anksiyeteden korumak için nasıl dışarıda tutarak olaylara bakıyoruz? Bu kez komik bazı anılarla bu soruların yanıtları konuşuluyor.

Geleceği İpotekleme Çabası, Yaşam ve Ölüm Korkusu
22 Kasım 2000 gecesi bu kez Engin Geçtan tek başına, yaşamın ısmarlanamazlığını anlatarak Milan Kundera’ya atıfla, “Hayat bir kere yaşandığı için yargılanamaz,” diyor. I-Ching felsefesinin, “Ölüm, bir hayatın başına konulan taçtır,” görüşünü, “ama, hakkını vererek yaşanmış olan hayatın,“ diye pekiştiriyor. Ben ve şey ilişkisine değinip Buber’in tanımladığı şekliyle “başlangıcın ilişki” olduğunu vurguluyor. Frankl, Adler, Fromm ve Yalom’dan örneklerle ilişki meselesinin önemini açıklıyor. Geleneksel yapı hızla çöktüğü zaman ben-şey ilişkisinden, ben-ben ilişkisine geçildiğini ve çıplak narsistik öğelerin kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıktığını söyleyerek, yaygın biçimde sanıldığı gibi narsizmin kendini sevmek olmadığını, kendini sevmekle, başka insanları sevmenin zaten birbirinden soyutlanamayacağını anlatıyor.

Dünya ile Ben, Yaşam ile Ölüm Arasında
15 Kasım 2000’de bu kez Güney Amerika gezisinden dönen Engin Geçtan Brezilya’yı, Iguazú’yu, Punto Arenas’ı; çöl ve tundrada kilometrekareye iki insan, üç koyunun düştüğü Patagonya’dan yani hiçbir yerin ortasından, Açık Radyo’ya bağlanma gayretlerini ve belediye önünde radyo pankartıyla poz vererek gerçekleştirdikleri iklim aktivizmini anlatıyor. “Adı var kendi yok.” Patagonya’dan Arjantin tangolarına, ruhu olmayan Arjantin’in Avrupalı olma çabalarına uzanan söyleşi “Buzulların ne renk?” ve “Yaşamın karşıtı aslında ne?” sorularıyla devam ediyor. Freud’un unutulan “yaşamın amacı ölümdür” saptaması ile akan süreci kapatmamanın nasıl mümkün olacağı konuşuluyor.

Iguazú’da Piranhalarla Mokoko Safari’den Patagonya’nın Sonsuzluğuna
8 Kasım 2000’de Engin Geçtan Güney Amerika yolculuğundayken Timuçin Oral tek başına yol ve yolculuk üzerine konuşuyor ve yolculuk çağrıştıran müzikler çalıyor. Bu çağrışımlarla, iki kişinin en yakın oldukları özel anlardan biri olan danstan söz ederek dansın da zaten başlangıcı ve seyriyle hayatın kendisini andıran bir yolculuk olduğunu anlatıyor.

Yolculuklar ve Öteki Yolculuklar
1 Kasım 2000 tarihli programda Bulgaristan Ulusal Psikiyatri Kongresi’nden dönen Engin Geçtan, ayağının tozuyla komşumuzdan, onların bizi nasıl gördüklerinden ve ecdadının Filibe’ye uzanan öyküsünden söz ediyor. Söyleşi Ege Denizi’nin çevresinden dolanarak, Akdeniz’e, Edirne’de mola verip Dünya Hali’nin yeniden nasıl başladığına ve ecdat vesilesiyle Bulgaristan’a, oradan da ta Yemen’e ve asla böyle adlandırmadığımız “eski kolonilerimiz meselesi” ile “emperyalist geçmişimi”ze uzanıyor. Seçimlerimiz ve “kader sıçraması”nın bizi nereye götürdüğü konuşuluyor.

Suyun öbür tarafı, Akdeniz ve Rumeli