Dünyayı Çevirenler Kayıt Arşivi
Podcast kanalları ve üyeliği hakkında daha detaylı bilgi almak için tıklayın.
Antik Yunan’a gidiyor ve Aristoteles’ten Vergilius’a, Dante’den Joyce’a pek çok klasik ve modern yazarı etkileyen, Azra Erhat’ın deyimiyle 'en bilinmeyen ozan' Homeros’u klasik, modern ve çağdaş Yunan edebiyatının yanı sıra Antik Çağ felsefesinin de birbirinden önemli yapıtlarını Türkçeye kazandıran Ari Çokona ile ağırlıyor; dünya edebiyatının da neredeyse tüm yönlerini şekillendiren İlyada ve Odysseia gibi iki devasa destanı ele alıyoruz.

Ari Çokona'yla Homeros üzerine
Bir kadının gördüğü rüya üzerine et yemeyi bırakma kararının giderek bedeninden ve toplumsal normlardan kopuşuna dönüşmesini anlattığı “Vejetaryen” ile 2016’da Uluslararası Booker Ödülü’nü kazanarak dünya çapında edebiyat sahnesine güçlü bir giriş yaptı. Bu ödül kısmen Kore edebiyatı için de tarihî bir dönüm noktasıydı. “Çocuk Geliyor”da 1980 Gwangju Katliamı’nı farklı anlatıcıların gözünden aktarırken, “Beyaz Kitap”ta yas ve kayıp üzerine şiirsel bir metin kuruyordu.
Eserlerinde insanın şiddetle, doğayla, kendi varoluşuyla ilişkisini derinlikli biçimde işliyor. Travma, hafıza, suçluluk ve insanın kırılganlığı gibi temaları, Kore tarihindeki toplumsal acılarla harmanlayarak anlatıyor. 2024’te edebiyat dünyasının en büyük onurlarından biri olan Nobel Edebiyat Ödülü “tarihsel travmalarla yüzleşen ve insan hayatının kırılganlığını gözler önüne seren yoğun şiirsel dili” gerekçesiyle verildi. Han Kang böylece Nobel’i kazanan ilk Koreli ve ilk Asyalı kadın yazar oldu.
“Dünyayı Çevirenler”de bugün şimdiye kadar hiç uzanmadığımız bir coğrafyaya, Güney Kore’ye uzanacak ve çağdaş Kore edebiyatının en önemli yazarlarından Han Kang’ı çevirmeni Göksel Türközü’yle konuşacağız. Aklımda ise hep şu soru: Savaşın, zulmün, vahşetin ve tüm bunların suskunlaştırdıkları karşısında hatırlamak, yaşantıları hikâyeleştirmek yani dile getirilmeyeni, anlamlandırılmayanı ifade etmek hayatta kalanların sorumluluğu mudur?

Göksel Türközü ile Han Kang üzerine
Bugün ilk kez Çin’e uzanıyor ve Nobel Ödüllü yazar Mo Yan’ı, edebiyatını ve çevrilme serüvenini çevirmeni Erdem Kurtuldu ile konuşuyoruz.
1955’te Shandong’da doğan Mo Yan, Kültür Devrimi sırasında okulu bırakıp çalışmaya başladı, ardından Halk Kurtuluş Ordusu’na katıldı. Asıl adı Guan Móyè, ama 1984’ten beri “sakın konuşma” anlamına gelen Mo Yan adını kullanıyor. Eserlerinde Çin’in kırsal yaşamı ve 20. yüzyılın dönüşümleri bireysel ve toplumsal hafıza üzerinden anlatılıyor. Doğrudan kişileri değil, sistemi eleştiren, ironik ve mizahi üslubuyla öne çıkıyor; folklorik ve modernist öğeleri birleştirerek evrensel bir anlatı dili kuruyor.

Erdem Kurtuldu'yla Mo Yan üzerine
20. yüzyılın en önemli Macar yazarlardan biri olan Sándor Márai’yi çevirmeni Tarık Demirkan ile konuşuyoruz.

Tarık Demirkan'la Sándor Márai üzerine
1953 tarihli Fahrenheit 451 adlı kitabıyla ünlenen Amerikalı yazar Ray Bradbury'yi çevirmeni Mehmet Moralı ile konuşuyoruz.

Mehmet Moralı'yla Ray Bradbury üzerine
Doğduğu coğrafya ve zaman dilimine derin bir tarihsel bağ kazandırdığı anlatılarıyla okurunu geçmiş ve kolektif hafıza ile yüzleştiren Jenny Erpenbeck'in çevirmeni Regaip Minareci ile Kairos ve Bütün Günlerin Akşamı romanları üzerinden Erpanbeck edebiyatını konuşuyor; zaman, hafıza ve birey ekseninde geçmişin bugünkü benlik üzerindeki etkisini tartışıyoruz ve edebiyatın yalnızca bir anlatı değil, aynı zamanda bir hatırlama ve düşünme alanı olduğunu bir kere daha anlıyoruz.

Regaip Minareci'yle Jenny Erpenbeck üzerine
Konuğumuz Damla Kellecioğlu ile çizgi roman çevirmenliğini mercek altına alıyoruz.

Damla Kellecioğlu'yla çizgi roman çevirmenliği üzerine
Vigdis Hjorth travma anlatısı, aile içi gerilimler, hafızanın politik boyutu ve kadın kimliği ekseninde şekillenen minimalist ama yoğun bir anlatıya dayanan tarzıyla otobiyografik kurgunun en önemli çağdaş temsilcilerinden biri. Sade görünen cümlelerin ardında neler yok ki? Derin psikolojik çözümlemeler, hakikat arayışları, karakterlerin iç dünyalarını ve mahrem kapılarını yavaş yavaş açışı. O kapıların ardında da asla bağırmadığı halde son derece sert, sarsıcı resmedişleriyle travmatik yaşamlar, dünyalar. Sonundaysa bireyin içsel çalkantılarıyla toplumun görünmez baskıları arasındaki çatışmayı incelikli bir biçimde işleyişi ve okurlarını bir yüzleşmeye de davet edişi.
Sadece yazdıklarıyla değil, edebiyatın otobiyografi ile kurgu arasındaki sınırlarını bulanıklaştırarak “bireyin adil ve iyi yaşama hakkı”na dair politik veçhesini düşündürmesi bakımından da çok önemli seslerden o.
Bugün ikinci kez Norveç’e uzanacak ve Norveç edebiyatının en dikkat çeken, cesur kalemlerinden Vigdis Hjorth’u Miras, Annem Öldü mü ve Postane Günlükleri kitaplarının çevirmeni Dilek Başak ile konuşacağız.

Dilek Başak'la Vigdis Hjorth üzerine
Dünyayı Çevirenler’de Didem Bayındır'ın Édouard Louis'yle sınıf, kimlik, cinsellik, politika ve arkadaşlık bağları üzerine söyleşisinin ikinci ve son bölümüne kulak veriyoruz.

Édouard Louis İstanbul'da: "Şiddet istikrarsızdır"
Here is the second and final part of Didem Bayındır's interview with Édouard Louis on class, identity, sexuality, politics, and friendships.

Édouard Louis in Istanbul: “Violence is unstable”