Dünyayı Çevirenler Kayıt Arşivi
Podcast kanalları ve üyeliği hakkında daha detaylı bilgi almak için tıklayın.
Vigdis Hjorth travma anlatısı, aile içi gerilimler, hafızanın politik boyutu ve kadın kimliği ekseninde şekillenen minimalist ama yoğun bir anlatıya dayanan tarzıyla otobiyografik kurgunun en önemli çağdaş temsilcilerinden biri. Sade görünen cümlelerin ardında neler yok ki? Derin psikolojik çözümlemeler, hakikat arayışları, karakterlerin iç dünyalarını ve mahrem kapılarını yavaş yavaş açışı. O kapıların ardında da asla bağırmadığı halde son derece sert, sarsıcı resmedişleriyle travmatik yaşamlar, dünyalar. Sonundaysa bireyin içsel çalkantılarıyla toplumun görünmez baskıları arasındaki çatışmayı incelikli bir biçimde işleyişi ve okurlarını bir yüzleşmeye de davet edişi.
Sadece yazdıklarıyla değil, edebiyatın otobiyografi ile kurgu arasındaki sınırlarını bulanıklaştırarak “bireyin adil ve iyi yaşama hakkı”na dair politik veçhesini düşündürmesi bakımından da çok önemli seslerden o.
Bugün ikinci kez Norveç’e uzanacak ve Norveç edebiyatının en dikkat çeken, cesur kalemlerinden Vigdis Hjorth’u Miras, Annem Öldü mü ve Postane Günlükleri kitaplarının çevirmeni Dilek Başak ile konuşacağız.

Dilek Başak'la Vigdis Hjorth üzerine
Dünyayı Çevirenler’de Didem Bayındır'ın Édouard Louis'yle sınıf, kimlik, cinsellik, politika ve arkadaşlık bağları üzerine söyleşisinin ikinci ve son bölümüne kulak veriyoruz.

Édouard Louis İstanbul'da: "Şiddet istikrarsızdır"
Here is the second and final part of Didem Bayındır's interview with Édouard Louis on class, identity, sexuality, politics, and friendships.

Édouard Louis in Istanbul: “Violence is unstable”
Didem Bayındır, Édouard Louis ile edebiyat ekseninde sınıf, kimlik, cinsellik, politika ve arkadaşlık bağları üzerine konuşuyor.

Édouard Louis İstanbul'da: "Politik olan kişiseldir"
For two weeks, we will be engaging in a literary discussion centered on class, identity, sexuality, politics, and friendship through the writings of Édouard Louis.

Édouard Louis in Istanbul: "The political is personal"
Olaylardan çok zamanın ve belleğin akışıyla ilgilenen Juan José Saer’in edebiyatını Gökhan Aksay ile konuşuyoruz.
Juan José Saer anlatmıyor, hatırlıyor. Cümleleri uzun, parantezli, tekrarlarla dolu. Sessizliklerle, boşluklarla konuşuyor. Gerçekle kurmacayı iç içe geçiriyor; bir limon ağacı ya da bir nehir kıyısı, sadece fon değil, hatırlamanın taşıyıcısına dönüşüyor. Latin Amerika edebiyatında alışık olduğumuz büyülü gerçekçilikten farklı bir yerde duruyor: Gerçeğin kendisi zaten yeterince büyülü. Geçmişin izlerini taşıyan ama yaranın kaynağını unutmuş karakterlerle, edebiyatı bir düşünme ve hissetme alanına çeviriyor.

Gökhan Aksay'la Juan José Saer üzerine
Latin Amerika edebiyatının unutulmaz sesi Joan José Saer’i konuşuyoruz. Zamanı doğrusal değil; döngüsel kurgulayan, anlatmaktan çok hatırlayan; sesi değil sessizliği öne çıkaran yazar Saer'i gündelik olanın içindeki çatlaklardan sızan belleği, geçmişin izlerini ve unutul(a)mayanları Gökhan Aksay ile birlikte ele alıyoruz.

Gökhan Aksay'la Joan José Saer üzerine
Gecenin Sonuna Yolculuk'u ve Louis-Ferdinand Céline'i çevirmeni Yiğit Bener ile konuşuyoruz.

Yiğit Bener'le Louis-Ferdinand Céline üzerine
Modern Alman edebiyatının melankolik sesi; toplumla mesafeli, gözlemci ve içe dönük karakterleriyle, gündelik hayatın sıradanlığında varoluşsal boşlukları görünür kılan Wilhelm Genazino'nun Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk, O Gün İçin Bir Şemsiye ve Elden Düşme Dünya adlı romanlarını çevirmeni Tevfik Turan ile konuşuyoruz.

Tevfik Turan'la Wilhelm Genazino üzerine
150’den fazla eseri Türkçeye kazandıran usta çevirmen Seçkin Selvi ve onun yaşamını kaleme alan gazeteci-yazar Zeynep Miraç ile bir araya gelerek, çevirinin sadece teknik değil, aynı zamanda etik, edebi ve toplumsal bir uğraş olduğunu; bir ömrün mücadelelerle dolu 'ödünsüz' hikâyesini konuşuyoruz.

Bir Ömrün Mücadelelerle Dolu Ödünsüz Hikâyesi: Seçkin Selvi