Hüsnükabul Kayıt Arşivi
Podcast kanalları ve üyeliği hakkında daha detaylı bilgi almak için tıklayın.
Bu yayında yeryüzünde artan insanlık dışı muameleler üzerinden bir "barbarlaşma" sürecinin izini sürüyor ve Homi K. Bhabha'nın "kabile milliyetçiliği" kavramıyla örtüşerek ele alınıyor. Bhabha'nın perspektifinden, liderlerin azınlıkları hedef alması ve toplumsal yaşamın dışına itmesi; Bu yeni siyasi dilin, toplumda muhalifliği suç sayma eğilimini artırdığına ve genel bir saygısızlık ortamı yarattığına dikkat çekiliyor. Homi K. Bhabha'nın makalesinden yola çıkarak, onur kırma ve aşağılama siyasetinin uzun vadeli toplumsal etkilerini vurguluyor ve toplumsal bölünme risklerini artırabileceğine işaret ediyor.
Barbarlaşma ve yeni siyasetin onuru kırma tehlikesine doğru
Hindistan'da BJP'nin iktidarı altında anti-müslüman politikalar artarken, Modi'nin Netanyahu ile olan yakınlığı da eleştiriliyor olacağız. 2019'da açıklanan Vatandaşlık Yasası Müslümanları hedef alırken, diğer dini gruplara vatandaşlık hakkı tanıyor. Bu politikalar toplumsal gerginliği artırırken, Hindistan'ın İsrail'e silah ve para ihraç etmesi de tepki çekiyor. Bu durum, ülkenin iç ve dış siyasetinde derin etkilere yol açıyor.
Hindistan'ın Anti-Müslüman Politikaları ve İsrail İlişkisi
Judith Butler'ın Hannah Arendt'in kötülüğün sıradanlığın okumasını yeniden yapacağız. Burada Butler, kötülüğün sıradanlığını ve kötülüğü yapanların bile farkında olmadıklarını vurguluyor. Ayrıca, facianın temsilinin imkansızlığı ve görünmez gerçekliği tartışıyor. Kapitalizmin bu görünmez gerçeklikteki rolünü vurgulayarak, günlük hayatın göz önünde bulundurmadığı ölümler ve felaketlerle ilgileniyor. Örneğin, Erzincan İliç maden faciası gibi olaylar, kapitalizmin mekânsal gerçekliği ile ilişkilendiriliyor. Yayında ayrıca, insanların bu gerçekleri görmezden gelmeyi tercih ettiğini ve tanıklığın imkansızlığını tartışıyoruz.
Görünmez Gerçeklik ve Kapitalizmin Yansımaları: Judith Butler'ın Hannah Arendt perspektifinden bir okuma
Bu yayınımızda, günümüzde dünya genelinde yaşanan mülteci sorunlarına, sınırların ötesindeki insan hakları ihlallerine ve bu bağlamda ortaya çıkan duvar inşaatlarına odaklanmaktadır. Konuşmacılar, özellikle Mısır'ın Gazze sınırındaki duvar inşaatını ve bu durumun Filistinliler üzerindeki etkilerini ele alıyoruz.
Sınırların Ötesindeki İnsanlık durumu: Mültecilik, Duvarlar ve İnsan Hakları
Göç İdaresi'nin 17 Şubat'ta yaptığı 'Sınırdışı ve geri gönderme merkezlerindeki insanlık dışı ortamla ilgili haberlerin yanlış ve yanıltıcı olduğu' yönündeki basın duyurusunu ele alıyoruz.
Göçmen Politikası İnsan Hakları Çerçevesi
Dün 'Dünya Radyo Günü'ydü. Biz de bu güne eşlik etmek istiyoruz. 'Biz' dediğimizde, ne dersek diyelim, kelimelerin sınırları tam da burada ortaya çıkıyor. Ama şimdilik göçmen mi, mülteci mi, sığınmacı mı, misafir mi demeliyiz? Bilmiyorum, bu kelimelerle kendimi hala rahat hissetmiyorum.
Bugün size dünün önemini ve duygularını taşıyan, bir nevi günlük ya da hikaye anlatımı diyebileceğimiz bir metinden bahsetmek istiyorum.
Her gün, her programın başında, bu sesi duyuyorum: “Kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine Açık Radyo”
Türkiye'de 6 Şubat depreminin yaşandığı şehirler aynı zamanda yoğun göç alan bölgelerdi. Başta geçici koruma kapsamındaki Suriyeliler olmak üzere bölgede kayıtlı ya da kayıtsız çok sayıda mülteci yaşıyor.
Depremin üzerinden bir yıl geçerken göçmenler toplumun en sessiz kesimi oldu. Bir yıllık süreç, başta Suriyeliler olmak üzere mülteciler açısından nasıl geçti?
ANTAKYA/ADIYAMAN/KAHRAMANMARAŞ/HATAY
Bugünkü yayınımızda, bir göçmen arkadaştan gelen 'Ne zaman gitti bu tren?' mektubunu okuyoruz. Ardında, geçen yayınımızda hem Gaziantep, hem Kilis, hem de İzmir’deki haberleri değinirken, şöyle bir soru aklımda kaldı. İki yayında arka arkaya dile getirildi: 'Toplumsal travma' ve bununla bağlı 'Toplumun duygusu?' Burada konu mülteci hakları değil, 'Toplum ne hissediyor?' sorusu. Bu yayında hem bu soruyla ilgili hem de duygu halleriyle ilgili daha ayrıntılı konuşacağız.
"Ne zaman gitti bu tren?"
Bugünkü yayınımızda, bir göçmenin yazdığı 'Kimse benim adımı bilmiyor' mektubunun kişisel hikâyesini seslendireceğiz.
Kimse benim adımı bilmiyor
Bugünkü yayınımıza bir önceki yayınla yani Hannah Arendt ve Frantz Fanon’la devam etme ihtiyacı duyuyoruz. Bunun nedeni, önceki yayınımızda Frantz Fanon'un çalışmasını, 1961'de yayımlanan Yeryüzünün Lanetleri'ni az tartışmış olmamızdır. Bu nedenle bu kez Frantz Fanon'a biraz daha odaklanıp 'şiddet' kavramı ile birlikte Fanon’un tekrar tekrar yazdığı 'tanınma ve kimlik' kavramını tartışmaya çalışıyoruz.
Frantz Fanon contra Hannah Arendt: Fanon ile yüklü hayatı (yeniden) düşünmek