Ufuk Turu'nda Ahmet İnsel, geçtiğimiz seneden beri devam eden Endonezya'daki protesto gösterilerine, Çin'deki Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi'ne ve gelecek hafta Fransa'da gerçekleşecek olan güven oylamasına mercek tutuyor.
Ömer Madra: Günaydın Ahmet, merhabalar!
Ahmet İnsel: Günaydın!
Özdeş Özbay: Günaydın!
Ö.M.:Ufuk Turu’na Endonezya’dan mı başlıyoruz?
A.İ.: Evet, Endonezya’dan başlayalım çünkü Endonezya’da geçen Pazartesi’den beri yani dün değil, 1 hafta önceki Pazartesi’den beri önemli protesto gösterileri ve maalesef ölümle sonuçlanan polisle çatışmalar yaşanıyor. Geçen Pazartesi başlamış bir hareket değil, sonuçta 2024 sonunda başlayan ve 2025 başında iyice hızlanan protesto gösterileri Endonezya’da dönem dönem canlanıyordu son 9 ay zarfında. Bu protesto gösterilerine katılan öğrenciler, işçiler taksi şoförleri, özellikle motor taksi dediğimiz araçların kullanıcıları ki bunlar bir şekilde kurye olarak çalışıyorlar ve bu gösterilerin ana teması, yaşanan gelir, alım gücü düşmesi ve buna karşılık milletvekillerinin, parlamento üyelerinin, hükümetin, yöneticilerin lakayt kalmaları, örneğin Şubat ayında ilginç çünkü çelişkili bir gösteri protesto hareketiydi. Endonezya başkanı Prabowo Subianto, okullarda bedava öğle yemeği verme projesini getirmek için hükümet bütçesinin başka kalemlerinde, özellikle bazı sosyal yardımlarda kısıtlamalara gitmişti ve Şubat ayında buna karşı oluşan çok büyük bir tepkiyle gösteriler genişlemişti. Dönem dönem bu gösteriler genişlerken haksız vergiler, ağır vergiler, alım gücü, işsizlik ve polisin şiddeti, özellikle de II. Dünya Savaşı’nda kurulmuş olan ve silahlı örgütlere karşı mücadele için teşkilatlanmış Brigat mobil (Brimob) adını taşıyan polisin bir ünitesinin - aslında bizim harekat polisine benzeyen bir yapısı var yani harekat tugayı da diyebiliriz - elinde askeri silahlar var. Tabii silahlı örgütlere karşı mücadele için tasarlanmış fakat günlük gösterileri bastırmak için giderek daha fazla kullanılan ve halkın tepkisini çeken bir hareket. Bu protesto gösterileri sırasında bu harekat tugayı polislerinin şiddetine maruz kalarak birkaç kişinin ölmesi, özellikle geçtiğimiz Perşembe günü bir taksi moto şoförünün harekat tugayının kamyoneti tarafından ezilip ölmesi gösterileri daha da şiddetlendirdi.
Bu gösterilerde en fazla geçtiğimiz Pazartesi günü zirveye çıkmasına neden olan ise bunu bir hükümet nasıl tasarlar üzerindeydi. İnsan gerçekten siyasi partilerin bir kısmının, milletvekillerinin önemli bir kesiminin, cumhurbaşkanının bu siyasi gerçeklikle bu kopuşu herhalde bundan daha anlamlı bir karar temsil edemezdi. İşsizlik, alım gücünün düşmesi, vergilerin ağırlığı nedeniyle yapılan gösteriler, Endonezya’nın parça parça çeşitli yerlerinde devam ederken, parlamento milletvekillerine maaşlarına ilaveten bir ikamet tazminatı kararı aldı. Bu ikamet tazminatının miktarı da takriben 2 bin 800 Dolar.
Ö.M.: Yani 3 bin dolara yakın ayrı bir gelir mi veriyorlar?
A.İ.: Evet, Jakarta’da ki asgari ücretin en yüksek olduğu yer başkent olduğu için taşraya gidilse daha da düşüktür büyük ihtimalle asgari ücret. Jakarta’daki asgari ücretin neredeyse 10 katı ikamet tazminatı yani maaş değil, maaşın ne olduğunu bilmiyorum ve bu gerçekten bardağı taşıran son damla olduğu anlaşılıyor halkın nezdinde. Pazartesi günü başlayan gösteriler, Perşembe günü de devam etti ve bu gösteriler sırasında harekat tugayının bir vasıtasının biraz evvel bahsettiğim gibi moto taksi şoförünü ezmesi protestoları iyice alevlendirdi. Göstericiler, Endonezya’nın Sulawesi adasında idari binayı yaktılar ve maalesef bu yangın sırasında üç kişi öldü. Aynı adada polis muhbiri olduğunu zannettikleri bir kişiyi de göstericiler döverek öldürdüler, linç ettiler. Ayrıca da üç milletvekilinin ve maliye bakanının evini yağma ettiler. Bu tepkinin boyutlarını anlatmak için bu detayları veriyorum.
Cumhurbaşkanı Prabowo Subianto, 24 Ekim’de yani neredeyse bir sene önce seçilmişti ve daha önce savunma bakanlığı yapmıştı. Ayrıca en anlamlısı da Endonezya’nın eski diktatörü Suharto’nun damadı kendisi. Dolayısıyla Subianto, Suharto diktatörlüğünün baskı rejimini de bir şekilde temsil ediyor aynı zamanda. Endonezya’da öğrencilerin ve diğer grupların, halkın sadece Jakarta’da değil, çok çeşitli kentlerde sürdürdükleri gösteriler geçtiğimiz Pazar günü cumhurbaşkanının milletvekillerine verilen tazminatın iptal edilmesi kararını almasına yol açtı. Diğer taraftan moto taksi şoförünü öldüren harekat tugay kamyonetinin içindeki yedi polis hakkında soruşturmaya açıldı ve bunlardan birkaç tanesinin cezalandırılması, meslekten uzaklaştırılması bekleniyor. Diğer taraftan da Endonezya başkanı tabii ki bunlara gösterilerin akşam saat 18:00’de hava kararır kararmaz bitmesi koşuluyla izin verileceğini belirtti. Başkanlık sarayı önünde Pazar günü bin kişi civarında gösterici bir protesto gösterisi yaptı ve çatışma olmadan bitti. Tabii bu arada insan hakları örgütleri sadece altı kişinin ölmediğini, 20 kişinin de şu anda kayıp olduğunu, nerede olduklarının bilinmediğini ve belki de ölmüş olabileceklerini belirtiyorlar. Başkan Subianto, bu ortamda tabii Çin müttefiki veya Çin ile yakın ilişkiler kurmak isteyen 20’ye yakın devlet başkanının katıldığı Şanghay zirvesine katılmadı. Endonezya’daki durum herhalde çok daha vahim olsa gerek ve bu durumu izlemeye devam edeceğiz.
Biliyorsunuz, Endonezya çok büyük bir ülke; yanılmıyorsam 260 milyon nüfusu var, dünyanın en büyük Müslüman ülkelerinden birisi ve belki de en büyüğü yanılmıyorsam yani Hindistan’dan da daha büyük Müslüman sayısı itibariyle. Çok geniş adalara yayılmış, aslında takım ada ve geçmişten gelen çok ciddi bir diktatörlük ve unutmayalım ki 1965’te dünyada en büyük komünist parti üyesi katliamının yapıldığı bir ülkedir Endonezya. 1965 sonrasında Endonezya, Amerikan emperyalizminin desteklediği çok büyük bir şiddetle bastırılmış bir komünist hareket orada köreltildi. Ayrıca ülke, bölgede ilk bağımsızlığını kazanan ülke yanılmıyorsam, 1941’da bağımsızlığını kazanmış bir ülke ve 1955’te de hatırlayacaksınız - Ömer sen daha iyi hatırlarsın - Bağımsızlar Konferansı’nın Bandung’da başlamasını sağlayan, girişimi sağlayan ülke olmuştu Endonezya.
Ö.M.: Aynen öyle. Bir de senin sözünü ettiğin olayların görüntüleri de dehşet verici; polis ve askerler müthiş şiddet kullanıyor. Göstericiler de taş vs. ellerindeki her şeyi atmaya başladılar. Şunu hatırladım; Joshua Oppenheimer’in iki tane çok önemli filmi vardı Endonezya toplu katliamı hakkında. Biraz önce sözünü ettiğin gibi, 1965-66’da Endonezya’da 1 milyona yakın insan öldürülmüştü. Yanlış hatırlamıyorsam, 2014 yılındaki filmin adı The Look of Silence (Sessizliğin Bakışı) idi. Arkasından bir de TheAct of Killing (Öldürme Eylemi) adlı bir film daha yaptı kendisi. Birçok televizyonda 1 milyon kişinin öldürüldüğü operasyonu övünerek anlatan insanlar vardı ve onlarla konuşuyordu belgeselde, müzikaller bile yapılmıştı. Endonezya böyle bir ülke!
A.İ.: Evet, Endonezya’daki gelişmeleri izleyeceğiz tabii ki. Beni gerçekten çok şaşkınlığa düşüren ve ‘bu kadar da olmaz’ dedirten olay bu yoksulluk ortamında, bu memnuniyetsizliğin bu kadar açık biçimde ısrarla ifade edildiği bir ortamda milletvekillerinin asgari ücretin 10 misli bir aylık tazminatı kendilerine biçmeleri. Bunu ‘gerçeklikten kopma hali’ diye ifade ediyoruz ama bence o bile yetersiz.
Ö.Ö.: Bir de yöntem bilmiyorlar herhalde? Zaten bu kadar toplumsal muhalefet varken çifte maaş, dörtlü maaş vs. almıyorlar. O zaman milletvekilleri meclisten kararı geçirip kendilerine para alıyorlar, ilginç!
A.İ.: Evet. İsterseniz hemen Çin’e geçelim; Endonezya Cumhurbaşkanı’nın gidemediği, katılamadığı Şanghay örgütünün zirvesi 31 Ağustos ve 1 Eylül tarihlerinde Pekin’de değil, Pekin’e 150 km. uzaklıktaki bir liman kenti olan Tianjin’de yapıldı. 20’ye yakın devlet ve hükümet başkanı katıldı, Türkiye’den de Tayyip Erdoğan katıldı bu zirveye. Zirve sadece örgüt üyelerine değil, örgütün gözlemci statüsünde olan Türkiye gibi ülkelere de açılmıştı. Eylül 2025 zirvesi Şanghay örgütünün en geniş katılımının olduğu zirve yanılmıyorsam bu.
Bu zirveye katılanların içinde Rusya başta olmak üzere Pekin’in hakimiyeti, Pekin’in hegemonyasının bir şekilde tescil edildiği bir zirve oldu bu. Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping, yaptığı sık ikili görüşmelerle Cumartesi’den itibaren Çin’i bir tür ABD karşısında alternatif dünya gücü olarak tescil ettirmiş durumda. Xi Jinping’in yaptığı konuşmada da zaten bunu şu andaki dünyada gerileyen gücü ve özellikle de Gazze’deki soykırımsal müdahaleyi sürdüren İsrail’e yaptığı gözü kapalı destek nedeniyle ABD’nin kaybettiği prestiji kendisine çevirmeye çalışan bir söylemi vardı. Konuşmadan alıntı yapacak olursak, ‘Bu yüzyılı belirleyecek olan dönüşümler şu anda dünyada hızlanıyor ve çok net biçimde istikrarsızlık, belirsizlik ve öngörülemezlik etmenleri artıyor’ ve bunu dedikten sonra dünya yönetiminin çalışmasını - ‘dünya yönetimi’ derken Birleşmiş Milletler vari bir organizasyonun çalışmasını iyileştirmek, müzakere yoluyla sorunları çözmek ve global güneyin güçlerini birleştirmek amacı güttüklerini ifade etti – yani ‘Global güneyin güçlerini birleştirmek’ tabiri Çin’in aşağı yukarı yerleştiği alanı ifade ediyor aynı zamanda. Çarşamba günü de Pekin’de çok büyük bir askeri tören yapılacak ve bu törende II. Dünya Savaşı’nın sona ermesi ve Japonya’nın teslim olmasının 80. yıl dönümü kutlanacak. 40 civarında askeri birliğin gösteri yapacağı ve Çin’in yeni silahlarını sergileyeceği bir gövde gösterisi olması da bekleniyor.
Ö.M.: Yani yarın?
A.İ.: Evet. Tayyip Erdoğan ve Hindistan başbakanı Narendra Modi, askeri törene katılmadan döndüler ama buna karşılık askeri törene özellikle katılmak için Kuzey Kore başkanı Kim Jong Un geldi. Diğer taraftan Pakistan ile Hindistan daha birkaç ay önce birbirleriyle çatışırlarken törende yan yana gelebildiler. Belarus oradaydı; Birmanya şu anda çok ciddi bir silahlı muhalefet örgütünün baskısı altında ve askeri diktatörlüğün başındaki kişi, Birmanya başkanı oradaydı; Mısır cumhurbaşkanı oradaydı ve Çin’in desteğine ihtiyacı olduğunu açıkça ifade etti. Putin, dört gün Çin’de kalıyor ve Xi Jinping ile bugün uzun bir görüşme yapacak. Gördüğünüz gibi, buraya katılanlar açısından baktığımızda daha çok otoriter veya diktatoryal eğilimlerin, yönetimlerin hakim olduğu bir tablo söz konusu; hepsi değil elbette ama Türkiye de dahil olmak üzere büyük çoğunluğu öyle. Birçok gözlemci Çin’in dünya görüşünün bu çevreler tarafından benimsenmeye başlandığını yani ikili ilişkilerde iki tarafın çıkarları korunur ama kimse diğerinin iç işlerine karışmaz ve dünya evrensel değerlerini bir baskı aracı olarak, bir pazarlık aracı olarak kullanmaz dolayısıyla askeri diktatörlük de olsa, demokrasi de olsa Çin ile ilişkileri sadece iki tarafın siyasi değil ama iktisadi çıkarlarını ön planda tutan ilişkiler olur fikrinin benimsendiğini gösteriyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres de bu toplantıda hazır bulundu yani sadece diktatörler değil ve o da aynı zamanda ABD’nin bu uluslararası kuruluşlara yaptığı desteğin giderek azalması ve uluslararası değerlere yönelik saldırgan tutumu olan ülkeleri - başta da İsrail olmak üzere - desteklemesi nedeniyle oluşan güven kaybını başka şekilde telafi etmeye çalışıyor. Her türlü rejimi kabul eden bu yaklaşım, dolayısıyla ABD’nin kaybettiği moral üstünlüğü iktisadi ve siyasi alanda izolasyonist politika izlemesini ve bu çerçevede bir dizi müttefikinin tepkiyle karşıladığı kararlar almasını kendi yararına çevirmeye çalışıyor. Çin ile çok ciddi sınır ihtilafları olan Hindistan, Trump’ın Hindistan’ın ihraç ettiği mallara %50 gümrük vergisini aniden getirmesi nedeniyle paldır küldür kendisini Çin’e attı mesela. Bu gelişmeler önümüzdeki dönemin uluslararası ilişkilerindeki ana hatları belirleyen gelişmeler büyük ölçüde yani karmaşık bir döneme giriyoruz. Uluslararası ilkelerin, evrensel insan hakları ilkelerinin artık bir dizi devlet tarafından bir norm olma niteliğini kaybetmeye başladığını gözlemliyoruz. Şunu belirtmek lazım ki bu normların kaybolmasında en büyük mesullerden bir tanesi gene ABD.
Ö.M.: Evet, tabii ki kesinlikle öyle.
A.İ.: Sadece Çin, Narendra Modi, Tayyip Erdoğan, Belarus veya Putin değil, ABD’nin bugünkü yönetimi ve İsrail’in...
Ö.M.: Pardon sözünü kestim ama Birleşmiş Milletler’in önümüzdeki günlerde, 21 Eylül’de yapılacak olan genel kurul toplantısına mesela Filistin temsilcilerinin katılmasını engellemesi, vize vermemesi uluslararası hukukun tamamen ayaklar altına alınması anlamına geliyor. ABD sadece bir ev sahibi durumunda ve böyle bir yetkisi de yok.
A.İ.: Zaten olmaması da lazım çünkü Birleşmiş Milletler aksi takdirde bir ülkenin kaprislerine bağlı toplantı yapabilen bir kurum oluyor demektir.
Ö.M.: Aynen öyle ama şimdi bu durum devam ediyor ve buna yeterince ses çıkmıyor.
A.İ.: Evet, ayrıca Birleşmiş Milletler’deki 128 mi yoksa 148 mi ülkenin devlet olarak tanıdığı bir kurumun başkanından bahsediyoruz.
Ö.M.: Evet.
A.İ.: Son olarak Fransa ile bitirelim, gerçi gelecek hafta esas ele alırız bu konuyu; Fransa’da çok hareketli bir siyasi döneme girildi, başbakan bütçe görüşmeleri öncesinde güvenoyu talebinde bulundu. 8 Eylül’de güven oylaması yapılacak ve şimdi gözüken duruma göre, partilerin aldığı tavırlara göre de hükümet güvenoyu alamayacak. Dolayısıyla bu hükümetin güvenoyu alamadığı ortamda muhalefetin ve sendikaların başlatmayı tasarladıkları örneğin 10 Eylül’de sendika ve partilerden bağımsız olarak bir taban hareketi olarak örgütlenmeye çalışan ‘Bir gün boyunca her şeyi bloke edelim’ hareketi ne dereceye kadar canlanacak, ne dereceye kadar sönecek? Bunu bilemiyoruz. Hükümetin düşmesinin ertesinde, 18’inde sendikalar bir genel grev çağrısı yapmaya hazırlanıyorlar. Fransa’da Emmanuel Macron’un ikinci başkanlık döneminin artık iyice laçkalaştığı ve yönetim imkanlarını tamamen kaybettiği bir döneme girdiğini söyleyebiliriz.
Burada en büyük sorun aslında Fransa’daki başkanlık rejiminin yarattığı istikrar. Sonuçta toplumun büyük çoğunluğunun tepkisi hükümette olmaktan ziyade esas olarak başkanın çünkü başkan, Fransa’da aynı zamanda icranın da ortak başkanı yani başbakanı atayan kişi. Hükümetin meclisten güvenoyu alması gereği yok örneğin hükümeti belirledikten sonra Macron’a yönelik çok ciddi bir toplumsal tepki var ama başkan beş yıllığına seçildiği ve onu düşürmek mümkün olmadığı için onun yerine başbakanlar sürekli değişiyorlar fakat sorun değişmiyor. Bu başkanlık rejimlerinin gerçekten Türkiye’de olduğu gibi Fransa’daki yarı başkanlık rejimlerinde - hem başbakan var, hem başkan var - başkanı düşürmek mümkün değil. Bu başkanlık rejimlerinin gerçekten son derece yıpratıcı, yıkıcı, demokratik değişimleri engelleyici cephelerini ele veriyor. Bunun önüne geçmek için de getirilen önerilerin maalesef halk nezdinde şöyle bir sorunu var; ‘Cumhurbaşkanını biz seçmezsek milletvekilleri seçecek, biz bu haktan vazgeçmek istemiyoruz’.
Ö.M.: Evet, önümüzdeki hafta çok hareketli geçeceğe benziyor, yakından takip etmeye çalışacağız biz de. Süreyi de bitirdik, çok teşekkür ederiz Ahmet.
A.İ.: İyi günler.
Ö.Ö.: Hoşçakalın!