Afetler Kader Değil: 17 Ağustos’tan 6 Şubat’a Ne Değişti?

-
Aa
+
a
a
a

Altın Saatler ekibi konukları Murat Sungur Bursa ve Doç. Dr. Bülent Özmen ile 17 Ağustos 1999 depremlerinin 26. yılı vesilesiyle 1999-2023 hattındaki dersleri masaya yatırıyor.

""
Afetler Kader Değil: 17 Ağustos’tan 6 Şubat’a Ne Değişti?
 

Afetler Kader Değil: 17 Ağustos’tan 6 Şubat’a Ne Değişti?

podcast servisi: iTunes / RSS

Gürhan Ertür: Altın Saatler programındayız. Bugünkü programı Mehmet Nuray Aydınoğlu, Aziz Şasa, Elvan Cantekin, Muzaffer Tunçağ ve Nazan Cömert hep birlikte sunuyoruz. Teknik masada yeni bir arkadaşımız var. Kendisine merhaba ve hoş geldin diyoruz. Salih Işıker sesimizi sizlere ulaştıracak. Telefon numaramız 212-343-4040. Elektronik posta adresimiz [email protected].

Altın Saatler programlarının ses kayıtlarını internet adresinde, podcast bölümünde dinleyebilirsiniz. Bugünkü programımızın destekçisi Haluk Ara’ya teşekkürlerimizi iletiyoruz. Bugün iki konuğumuz var: Murat Sungur Bursa ve Doç. Dr. Bülent Özmen. Hoş geldiniz değerli konuklarımız.

Ben hemen sizleri tanıtmak istiyorum. Kısaca Doç. Dr. Bülent Özmen, Gazi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi. Araştırma alanları; mühendislik ve teknoloji, afet yönetimi, deprem, Türkiye’nin afet/deprem gerçeği ışığında tespit ve öneriler, acil durum ve afet yönetimi planlarının gelişimi ve yerel yönetimlere yansımaları, TBMM Deprem Araştırma Komisyonu raporlarının tarihsel gelişimi. Bu başlıklı çalışmaları bugünkü programımıza ışık tutacak. Murat Sungur Bursa, 99 depremleri döneminde Başbakanlık Proje Uygulama Birimi direktörü olarak çalıştı ve Dünya Bankası kredileriyle afet bölgelerinde yapılan konut inşaatlarının organizasyonunu gerçekleştirdi. Sürdürülebilirlik, çevre, enerji ve ulusal afet hazırlığı ve stratejileri konularında yurt içinde ve yurt dışında danışmanlık yapmaktadır. Aynı zamanda Sürdürülebilirlik Akademisi Yönetim Kurulu Başkanlığını da yürütüyor. Evet, tekrar hoş geldiniz değerli konuklarımız. Arkadaşlar sizler de hoş geldiniz: Nuray Hocam, Aziz Şasa, Elvan Cantekin, Muzaffer Tunçağ, Nazan Cömert. Merhaba.

Evet, bugünkü programımızın konusunu Elvan Cantekin arkadaşımızdan rica ediyorum. Kendisi bir hazırlık yaptı. O hazırlıkla başlayalım lütfen Elvan. Söz sende.

Elvan Cantekin: Teşekkürler. Konuklarımıza tekrardan merhaba diyorum. Esasında normal akışımız içinde geçtiğimiz hafta yaşadığımız yahut da hâlâ yaşamakta olduğumuz iki afet var: Birincisi orman yangınları, ikincisi Sındırgı’daki 6.1 büyüklüğündeki deprem. Programımız içinde zaman ayırabilirsek bunlara da değinmek istiyoruz. Bu programa özellikle 17 Ağustos 1999 Marmara depremlerinin 26. yılına girdiğimiz için, o depremler ve 6 Şubat 2023 depremlerine kadar geçen sürede neler olduğuna odaklanmak istiyoruz. Programımızın cıngılında da yer aldığı gibi Altın Saatler’de bu iki deprem arasında geçen süreçte neler yapıldı, neler yapılmadı; bunu konuklarımızla sık sık değerlendirmeye çalıştık, bundan sonra da yapacağız.

Bugüne kadar özellikle afet risklerinin ve zararlarının azaltılması ile afete müdahale başlıkları altında birçok konuyu değerli konuklarımızla birlikte ele aldık. Afet sonrası iyileştirme ve yeniden inşa çalışmalarıyla ilgili olarak da, özellikle 2023 depremleri sonrası bölgedeki durumu zaman zaman dinleyicilerimize aktarmaya çalıştık. Biliyoruz ki Hatay başta olmak üzere bazı önemli sorunların yaşandığı bir gerçek. Bugünkü programımızda biraz geriye gidip, 99 depremleri sonrasında başta kalıcı konutlar ve sosyal altyapıların yeniden inşa süreçlerinin nasıl geliştiği, neler yapılıp neler yapılamadığı ve o günlerden bugünlere aktarılması gereken derslerin neler olduğu gibi konuları ele almak istiyoruz.

Tabii bu konuda özellikle Bülent Bey’den, TBMM’de hazırlanan raporlar ve benzeri başlıklarda konunun nasıl ele alındığı üzerinde durmasını isteyeceğiz. Afetler, doğru politikalar oluşturulup doğru kararlar alınır ve doğru uygulamalar gerçekleştirilirse, afetten etkilenen toplulukların sürdürülebilir ve güçlü bir şekilde kalkınmaları için bir fırsat olarak da görülebilir. 99 depremlerinden sonraki yapılanlar gerçekten bu fırsatları değerlendirdi mi, yoksa fırsatları kaçırdık mı? Bugün 2023 depremlerinin ardından yaşanan süreçte hâlâ bu fırsatları kaçırıyor muyuz, olaylar nasıl gelişiyor; bunları da değerlendirmekte yarar var diye düşünüyorum.

Öncelikle 99 depremlerine geri döndüğümüzde hatırlatma için birkaç rakam vereceğim. Biliyorsunuz, 17 Ağustos 1999’da Marmara Bölgesi’nde, Gölcük merkezli 7.4 büyüklüğündeki depremde resmî rakamlara göre 17 binin üzerinde insanımızı kaybettik; 43-44 bin civarında kişi de yaralandı. Oldukça büyük bir yıkım söz konusuydu. Hasar raporlarına baktığımızda doğrudan konut ve işyeri hasarı için değişik rakamlar görüyoruz. Bu yüzden farklı kaynaklardan yeniden kontrol etmeye ihtiyaç duydum. İlk raporlarda 66 bin konutun yıkıldığı yahut ağır hasar aldığı, yaklaşık 10 bin civarında işyerinin yıkıldığı veya ağır hasar aldığı belirtiliyor. Daha sonraki OECD ve Afet İşleri Genel Müdürlüğü kaynaklı raporlarda yıkılan konut sayısı 90 binin üzerine çıkıyor. Orta hasarlı konut sayısı 67 bin, işyerlerinde 9.927 gibi bir rakam var. Bunları Kahramanmaraş depremiyle karşılaştırdığımızda oldukça ilginç sonuçlar görüyoruz.

İki deprem arasında büyüklük ve şiddet farkları var. Kısaca karşılaştırırsak; Marmara depreminde (Afet İşleri’nin yayımladığı rakama göre) 93.006 konut yıkılmışken, bu rakam Kahramanmaraş ve ardından Hatay depremlerinde 596 bin. Orta hasarlı konutlar Marmara’da 104 bin görünürken, Kahramanmaraş’ta 139 bin. İşyeri hasarlarında da benzer bir oranlama söz konusu. Etkilenen insan sayısı aşağı yukarı aynı: 1999’da 15 milyon, 2023’te 14 milyonu aşkın kişi. Sonrasında gerek konutlarda gerek altyapıda büyük bir yeniden yapılanma ihtiyacı ortaya çıkıyor. Bu genel veriler ışığında 99 sonrasındaki yeniden inşa ve iyileştirme süreçlerini; neler yapıldı, neler yapılamadı, nasıl bir süreçten geçildi; kaynak, planlama ve uygulanan stratejiler nelerdi; bugünler için hâlâ süren eleştiriler neler; örneğin 2023 sonrası bölgesel planlama eksikliği gibi başlıkları konuşmak istiyoruz.

Bu anlamda Murat Bey’le başlamak istiyorum. Murat Bey, Dünya Bankası kaynaklarının kullanıldığı konut ve sosyal altyapı inşaatlarının yürütülmesinden sorumlu olan Proje Uygulama Birimi’nin direktörüydü. Bizi kısaca 99 depreminin sonuna götürüp, yeniden yapılanma/yeniden inşa süreci nasıl yaşandı; bu konuda bilgi verebilir misiniz?

Murat Sungur Bursa: Elbette memnuniyetle. Öncelikle şunu söylemeliyim: 99 depremi ile “asrın felaketi” diye nitelendirilen Maraş depremi mukayese edildiğinde, doksan dokuzda devlet ve toplum olarak çok daha hazırlıksız, kurumsallaşmasını tamamlamamış bir dönemden geçiyorduk. 99 depremi sonrasında, uluslararası finans kuruluşlarının uzmanlarının da desteğiyle, Türkiye’nin kurumsallaşması ve gelecekteki afetlere risk azaltma bakımından hazırlıklı olunması için çok kapsamlı çalışmalar yapıldı.

Başbakanlık Proje Uygulama Birimi’nin o dönemdeki fonksiyonu; hasarların rehabilitasyonu, konutların yapılması, ticarethane, hastane, yurt, sağlık tesislerinin inşası ve acil durumlara müdahale kurumlarının güçlendirilmesi gibi alanlarda ciddi faaliyetler yürütmekti. Hatta depremzedelerin morallerinin düzeltilmesi için kültürel sosyal etkinlikler düzenlemeye kadar uzanan bir yelpaze vardı. Öncelikle şu tespiti yapmak zorundayız: Marmara depremi sonrasında gördük ki;

Haberleşme çökmüştü. Sonraki afetler için birinci yatırım alanının haberleşme altyapısı olması gerektiği belirlendi.

İlk yardım ve kurtarma faaliyetlerini organize edemedik; yerli yabancı ekipler afet bölgesinde yeterince koordine edilemedi. Kurumsallaşma, hazırlık ve planlamanın önemi ortaya çıktı.

Yıkımın önemli nedeni; inşaatların standartlara uygun, mühendislik ve bilimsel yöntemlere göre yapılmamasıydı.

Finansman açığı aniden oluştu. Afet sonrasında çözülmeye çalışılırsa ülke ekonomisini sarsabileceği için risk azaltma ve risk transferi mekanizmaları geliştirildi.

Risk transferinden kastım; DASK kapsamındaki zorunlu deprem sigortasıdır. 99’dan bu yana sistem, binaların afet sonrasında hızla belirli bir geri dönüş almasını mümkün kıldı. Bunun ötesinde, başlangıçta geçici sonra kalıcı hâle gelen afetlere hazırlık ve zararların giderilmesine yönelik vergiler konuldu; beklenti, bu vergilerin ülkenin afet risklerine hazırlığını sağlamasıydı. O dönem en çok konuşulan olası İstanbul depremi idi. 15 milyonu aşkın merkez nüfusu (çeperle 25 milyon) nedeniyle olası maddi hasarın GSYH’nin %10-12’si olacağı öngörülüyordu. Nitekim Maraş merkezli depremde gerçekleşen hasar, bu öngörülerin bina dokusu bakımından isabetli olduğunu gösterdi.

Aldığımız derslerin somut karşılıkları oldu: Deprem Yönetmeliği 1999’u milat kabul ederek hızla güncellendi; 2006’da yenilendi, son olarak 2018 yönetmeliği yürürlüğe girdi. Başbakanlıkta merkezi bir koordinasyon birimi kuruldu; süreç daha sonra AFAD teşkilatına dönüştürüldü. Ancak AFAD’ın doğrudan en üst yönetim birimine bağlı olma öngörüsünden uzaklaşıp İçişleri Bakanlığı’na bağlanması, kanaatimce “risk azaltma” fonksiyonlarını ikinci planda bıraktırdı. AFAD’ın yalnız “olağanüstü hâle müdahale” eksenine sıkışmaması, risk azaltma ve hazırlık kapasitesini tüm kamu, yerel yönetim, özel sektör, hane halkı düzeyinde güçlendirmesi gerekir.

İstanbul özelinde İSMEP yürütülüyor. 2006’da başlayan bu projede, başta okullar, hastaneler, kamu işyerleri, yurtlar ve temel altyapı olmak üzere İstanbul olası depreme hazırlanıyor. 1999 öncesi yapılmış okulların neredeyse tamamı yıkılıp yeniden yapıldı veya güçlendirildi (sayı 1200’e yaklaştı). Sağlık tesisleri de benzer şekilde yenilendi. Bu yatırımların tümüne rağmen “İstanbul depremi”ne tamamen hazır mıyız? Kanaatimce hayır. Toplanma alanı standartlarına uygun altyapı çok az; 2006 ve 2018 yönetmeliklerine uyum konusunda şüpheler var. Kamuoyuna yansıyan açıklamalarda hazır betonun belirli oranlarda standarda uymadığı dile getiriliyor. Beton standarda uygun değilse mühendislik ne kadar iyi olursa olsun istenen dayanım sağlanamaz; demir standardı ve denetim de ayrı sorun alanları.

Kullanıcı, alıcı tarafında da bilincin eksik olduğunu düşünüyorum. 99 sonrası “Afetler kader değildir” demiştik. Doğru tedbirlerle, tabii olayları afet düzeyine çıkmadan atlatmak ya da zararı asgariye indirmek mümkündür. Reaktif değil, proaktif olmak zorundayız; zarardan sonra yarayı sarmak yerine önceden önlem almalıyız. Uzmanları kullanmalı, öngörü yapmalı, ona göre önlemeliyiz. Ne yazık ki Maraş depremi sonrası kayıplar, olası İstanbul depremindeki muhtemel kayıpları adeta başka bir coğrafyada göstermiş oldu. Hâlâ İstanbul ve Türkiye’nin pek çok yeri risk altında. Orman yangınlarında da yeterli altyapı, teçhizat, teknoloji, insan gücüne sahip olmadığımız görülüyor. Kentsel dönüşümün yakın dönem uygulamaları ve karşılaşılan sorunlar, geniş kamuoyunun ciddi bir bilgilendirme ve bilinçlendirmeye ihtiyacı olduğunu gösteriyor; aksi takdirde “dirençli toplum” seviyesine ulaşmamız zor.

Umarım Elvan arkadaşımızın sorularını karşılayabilmişimdir; ilave sorular olursa yanıtlamaya çalışacağım.

E.C.: Çok teşekkürler Murat Bey. Sağ olunuz. Sözleriniz arasında geçtiği için İSMEP’in açılımını da dinleyicilerimize verelim: İstanbul Sismik Riskin Azaltılması ve Acil Durum Hazırlık Projesi. İstanbul Valiliği’ne bağlı İstanbul Proje Koordinasyon Birimi tarafından yürütülmektedir.

Nazan Cömert: 17 Ağustos’tan beri hem depremlerle, afetlerle ilgili önemli bilgiler elde edildi, hem de yaşanan afetlerle çok değerli deneyimler kazanıldı. Kurumsal ve idarî yapılar değişti. Fakat yıllardır konuşulan konuların aynı kalması dikkat çekici. Genelde büyük depremlerden sonra bir Meclis Araştırma Komisyonu kuruluyor ve kapsamlı raporlar hazırlanıyor. 2023teki rapor 700+ sayfa. Bu kadar bilgi 25 sene içinde bu raporlara nasıl yansıyor? Bu raporların bir itici gücü var mı? Hazırlanma süreci ve çıktıların politika değişikliğine yol açıp açmadığı konusunda Bülent Bey’e sormak istiyorum.

Bülent Özmen: Merhabalar. Sorunuza yanıt vermeye çalışayım. TBMM’de deprem, iklim değişikliği, terör gibi önemli konularda ihtiyaç dahilinde araştırma komisyonları kuruluyor. Biz de “ilk ne zaman kuruldu, bugüne kadar kaç tane kuruldu” gibi soruların yanıtlarını arayan bir makale hazırlamıştık. İlk depremle ilgili komisyon 1962’de kurulmuş; günümüze kadar sekiz komisyon var. Cumhuriyet Senatosu döneminde dört ayrı komisyon kurulmuş. İlk yıllardaki raporlar, içerik ve öneri bakımından son raporlarla kıyaslandığında oldukça sığ kalıyor.

Komisyon raporunu hazırlayıp sunmazsa yok hükmünde sayılıyor; üç komisyon bu nedenle düşmüş. Bugüne dek TBMM’de dokuz deprem komisyonu görüyoruz; sadece biri deprem dışı afetleri de kapsıyor. Komisyonların tamamına yakını büyük afetlerden sonra kurulmuş; yalnız 2010’daki komisyon büyük afet olmadan kurulmuş ve tamamlanmıştır. 1999 sonrasında hemen bir komisyon kurulmuş; 2010, 2020, 2023’te de kuruldu. 2020’de İzmir ve Elazığ-Malatya depremleri etkiliydi. Son komisyon 6 Şubat 2023 depremlerinden sonra kuruldu ve raporunu sundu.

İçeriklere bakarsak; 2023 raporunda 118 farklı konuda öneri var. İlginç olan; önerilerin yanında sorumlu kurumların da belirtilmesi. 2020 raporu daha az sayfa olmasına rağmen 268 öneri içeriyor. Sayfa sayısı tek başına kalite göstergesi değil; 2023 raporunda etriye sıklığından beton kalitesine kadar aşırı teknik detaylara sayfalar ayrılmış. Oysa Meclis Araştırma Komisyonu’nun politika belirleyen, yol haritası çizen üst ölçekte kalması gerekir. 1999’dan günümüze ana sorunlar ve çözüm çerçevesi neredeyse aynı; demek ki sorunlarımız bütünüyle çözülmüş değil. Üzücü olan; komisyonlar büyük hevesle kurulup rapor hazırlanıyor, Meclis Başkanlığı’na veriliyor, ilgili kurumlara gönderilip web’e konuyor ve süreç orada bitiyor. En acı taraf bu: Takip ve hesap verebilirlik yok. Raporlardaki önerilerin uygulanıp uygulanmadığının komisyonca takip edilmesi, gereğinde yasal düzenlemelerin hızla yapılması gerekiyor. Örneğin özel ihtisas mahkemeleri önerisi vardı; yasama adımı atılmadı.

Metodoloji açısından; komisyon üyeleri belirlenip başkan ve çalışma usulleri seçiliyor. Kimlerin çağrılacağı listeleniyor: AFAD, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, belediyeler, üniversiteler, Sayıştay, STK’lar… Üç ay (çoğu kez +1 ay) gibi kısa bir sürede mümkün olan herkes dinleniyor. Raporu teknik ekipler taslaklıyor, milletvekilleri son hâlini veriyor. Bizim yaptığımız tarihsel derleme ilk oldu; oysa komisyonların önceki raporları değerlendirip, hangi önerilerin yapıldığını/yapılmadığını ve nedenini incelemesi gerekirdi; bu büyük bir eksik. Türkiye’de ayrıca TAMP (Türkiye Afet Müdahale Planı), TARAP (Türkiye Afet Risk Azaltma Planı) ve son aylarda iyileştirme planı da yayımlandı. Artık Türkiye Afet Yönetimi Stratejisi ve Eylem Planı üst çerçevesinin hazırlanıp, Meclis raporları ve 6 Şubat deneyimleri dâhil tüm verilerle “hap gibi” bir strateji belgesi oluşturulması gerekiyor. Deprem özelinde 2012-2023 Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı vardı; 2023 sonu itibarıyla tamamlandı. Bunun 2025-2030/35 için güncellenmesi ve yol haritasının ivedilikle çıkarılması gerekir.

G. E.: Bülent Bey, çok teşekkürler değerlendirmeleriniz için. Son dakikalarda Sındırgı depreminden de kısaca söz edebilir miyiz?

B.Ö.: Sındırgı depremi, pazar günü 10 Ağustos 1953’te meydana geldi. MTA’nın diri fay haritasında Sima Fay Zonu olarak adlandırılan, Uşak’ın Banaz ilçesinden başlayıp Sındırgı’nın batısına uzanan hat üzerinde, Sındırgı segmentinde oldu. Yer bilimciler için şaşırtıcı değildi; bölge çalışmaları bu hatta bunun ve daha büyük bir depremin olabileceğini gösteriyordu. AFAD’ın 2019’da yürürlüğe giren deprem tehlike haritasında bölge yüksek tehlikeli olarak gösterildi. Bina göçmeleri ve yaralanmalar kabul edilebilir değil; yapılması gerekenlerin masaya yatırılması şart. Artçı şoklar 5.2’ye kadar çıkabilir; bu yüzden yetkililer hasarlı binalara girilmemesi yönünde uyarıyor. Ayrıca “Balıkesir’de 6.1 oldu, bitti” diye düşünmemek gerekir. Balıkesir’de 20 diri fay var; deprem tehlikesi en yüksek illerimizden. Artçıların takip edilmesi ve hasarlı binalardan uzak durulması teknik açıdan elzemdir.

G.E.: Çok teşekkürler. Murat Sungur Bursa ve Doç. Dr. Bülent Özmen bu hafta konuklarımızdı. Her ikinize de çok teşekkür ederiz; programımıza katıldınız, destek verdiniz.

B.Ö.: Rica ederiz. Bu fırsatı verdiğiniz için teşekkürler.

G.E.: Bugün Altın Saatler programında Murat Sungur Bursa ve Doç. Dr. Bülent Özmen konuklarımızdı. 17 Ağustos haftasındayız; önümüzdeki haftayı da 17 Ağustos’a ayıracağız. Farklı konuklarımızın değerlendirmelerini alacağız. Gelecek hafta bu programda tekrar görüşmek dileğiyle. Hoşça kalın.