İklim Kuşağı Konuşuyor'da Atlas Sarrafoğlu, mikroplastik kirliliğinden orman yangınlarına, merkez bankalarının iklimle ilgili sorumluluklarından iklim adaleti konusunda Uluslararası Adalet Divanı’nın verdiği tarihi karara kadar pek çok önemli başlığı ele alıyoruz.
Merhaba sevgili Apaçık Radyo dinleyicileri. İklim Kuşağı Konuşuyor programına hoşgeldiniz, ben Atlas Sarrafoğlu. 18 yaşındayım ve son altı senedir Apaçık Radyo için İklim Kuşağı Konuşuyor programını hazırlıyorum. Amacım sizlere iklim krizinin bilimsel yönlerini raporlar ve araştırmalarla göstermek, iklim aktivizmi ve iklim bağlamındaki haberleri ulaştırmak. Bugün de sizin için seçtiğim haberler ile buradayım.
İlk haberim mikroplastiklerle ilgili: Metal şişe kapakları, içeceklerde mikroplastik kirliliğinin önemli bir kaynağı olabilir. Fransa Gıda Güvenliği Ajansı tarafından yapılan ve hakemli bir dergide yayımlanan yeni bir araştırma bunu ortaya koydu.
Araştırmacılar; bira, su, şarap ve gazlı içeceklerdeki mikroplastik seviyelerini karşılaştırdı ve tüm örneklerde mikroplastik bulundu ancak en yüksek mikroplastik seviyeleri cam şişelerdeki sıvılarda tespit edildi. Bu şaşırtıcı kirlilik kaynağı ise cam şişelerin metal kapaklarında kullanılan polyester bazlı bir boya oldu.
Araştırmanın ortak yazarlarından Alexandre Dehaut, bu bulguların 'gerçekten çok şaşırtıcı' olduğunu belirtti.
Mikroplastikler, ya doğrudan tüketim ürünlerine eklenen ya da daha büyük plastiklerin zamanla parçalanması sonucu oluşan çok küçük plastik parçacıklarıdır. Bu parçacıklar, aralarında BPA, ftalatlar ve PFAS gibi insan sağlığı için ciddi riskler taşıyan binlerce maddenin de bulunduğu 16 bine yakın plastik kimyasalı içerebilir.
Yeni çalışmada araştırmacılar; su, cam, metal ve karton kutularda bulunan içecekleri inceledi ve hepsinde mikroplastik buldu ancak cam şişelerdeki mikroplastik seviyesi, plastik şişelere göre yaklaşık 50 kat daha fazlaydı. Cam şişeler metal kapaklarla kapatılırken, plastik şişeler plastik kapaklarla geliyordu. Araştırmacılar, plastik kapaklarda, metal kapaklardakiyle aynı türde boya kullanılmadığını da vurguladı.
Yunanistan'ın güneyindeki Korint kenti yakınlarında bu hafta başında büyük bir orman yangını çıktığı bildirildi. İtfaiyecilerin kavurucu koşullar altında alevlerle mücadele ettiğini belirten yetkililer, yangını söndürme çabaları sürerken birkaç köyün tahliye edildiğini aktardı. Yerel itfaiyeye göre, 15 uçak ve 12 helikopter tarafından desteklenen 180'den fazla itfaiyeci, belediyenin dağlık bölgesindeki bir çam ormanında çıkan yangına müdahale etmek üzere görevlendirildi. Şu ana kadar herhangi bir yaralanma vakası bildirilmedi. Yunanistan'ın bazı bölgelerinde sıcaklıkların yaz aylarında yaklaşık 40 santigrat dereceye kadar yükselmesi acil durum ekipleri için zor koşullar yaratıyor. Salı günü erken saatlerde bir yangın söndürme helikopteri, Atina'daki ayrı bir yangınla mücadele için su toplamaya çalışırken denize düştü. Üç mürettebat üyesi de kurtarıldı ve yakındaki bir hastaneye kaldırıldı.
Yunanistan'da yangınlar gece boyu devam eden müdahalelerle kontrol altına alındı. Avrupa'da orman yangınları Lüksemburg büyüklüğünde bir alanı yok etti. Yunanistan'ın sıcak ve kurak yaz aylarında orman yangınları yaygın olarak görülüyor ve yetkililer bu yıl şimdiye kadar düzinelerce yangına müdahale etti. Yunan hükümeti, Mayıs ayında yaptığı açıklamada artan orman yangını risklerini ele almak için bu yaz rekor sayıda itfaiyeciyi görevlendireceğini ve drone filosunu neredeyse iki katına çıkaracağını açıkladı. Bölgede devam eden sıcak hava dalgaları, kuraklık ve şiddetli rüzgarlar nedeniyle orman yangını riski yüksek olmaya devam ediyor. Uzmanlar iklim değişikliğinin bu durumu daha da kötüleştirdiğini belirtiyor. Büyük bir yangın 2018 yılında Atina'nın doğusundaki sahil kasabası Mati'yi kasıp kavurmuştu. İnsanlar kaçmaya çalışırken evlerinde ve yollarda mahsur kaldı. Aralarında alevlerden yüzerek kaçmaya çalışırken boğulanların da bulunduğu 100'den fazla kişi hayatını kaybetti.
Ülkemizde bu hafta içinde 43 ilde 40 derecenin üzerine çıkan sıcaklar yaşamı zorlaştırıyor ve bu sebeple bir çok yerde yangınlar devam etti. Ayrıca Çarşamba günü Eskişehir'in Seyitgazi ilçesindeki orman yangınına müdahale ederken alevlerin arasında kalan beş orman çalışanı ve beş AKUT mensubu 10 kişi hayatını kaybetti.
İstanbul Teknik Üniversitesi’nden bilim insanlarının yaptığı yeni bir araştırma, 2021’de yaşanan Büyük Manavgat Yangını üzerinden mega-yangınlarda insan etkisinin belirleyici rolünü ortaya koyuyor. Araştırmaya göre, insan eliyle başlayan yangınlar, doğal nedenli yangınlara kıyasla çok daha geniş alanları etkiliyor. Simülasyonlara göre ise insan etkisi olmasaydı Manavgat’taki yangın dörtte bir büyüklükte kalabilirdi.
Çalışma, sadece iklim değişikliğinin değil, insan yerleşimleriyle doğal alanların giderek iç içe geçmesinin de yangınların artışında etkili olduğunu vurguluyor. Özellikle yaban hayatı ve insan yaşam alanlarının kesiştiği bölgelerde yangınların daha sık, şiddetli ve kontrolsüz hale geldiği belirtiliyor.
2021 yazı, Türkiye dahil Güney Avrupa’nın birçok bölgesinde eş zamanlı çıkan büyük yangınlarla hafızalara kazındı. Bu dönem, bilim insanlarının iklim krizinin artık farklı dinamiklerle etkisini gösterdiğini fark ettiği bir kırılma noktasıydı. Artık sadece yangın sayısı değil, etki alanı da büyüyor; yani dünyamız mega-yangınlar çağına girmiş durumda.
Türkiye gibi Akdeniz iklimine sahip bölgelerde yangınların yaklaşık %90’ı insan eliyle başlıyor. Sigara izmariti, sıcak motorla kuru otlara park etmek gibi küçük ihlaller bile büyük felaketlere dönüşebiliyor. İnsan kaynaklı yangınlarda, doğal yangınlara oranla daha az nem ve yağışla karşılaşıldığından yayılma hızı ve etkisi de çok daha büyük oluyor.
Uzmanlar, sadece orman girişlerini yasaklamanın yeterli olmadığını, esas çözümün yerelde yaşayan halkın yangınla mücadelede aktif rol üstlenmesi ile mümkün olabileceğini savunuyor. Eskiden etkin olan 'orman köylüsü' uygulaması, bugün bilim ve teknoloji ile desteklenerek yeniden canlandırılabilir. Yerel halkın eğitilmesi, gönüllü yangın ekiplerinin kurulması ve bu ekiplerin güncel uyarı sistemlerine erişmesi, mega-yangınlarla mücadelede hayati önem taşıyor.
Ülkemizin ormanları, doğası gereği yangınla başa çıkabilen bir ekosistem barındırsa da, günümüz mega-yangınlarının arkasında sadece iklim krizi değil, insan etkisi de büyük rol oynuyor. Bu nedenle, bireysel ve toplumsal sorumlulukla, yangınlara karşı bilinçli ve organize olunması şart. Aksi halde, gelecekte daha sık ve yıkıcı yangınlarla karşılaşmak kaçınılmaz olacak.
Yeni yayınlanan bir raporda ise Merkez Bankalarına kritik uyarı geldi. London School of Economics bünyesindeki Ekonomik Geçiş Uzmanlığı Merkezi “CETEx” tarafından yayımlanan yeni bir rapor, merkez bankalarını iklim değişikliğinin neden olacağı küresel işgücü şoklarına karşı hazırlıklı olmaları konusunda uyarıyor. Raporda, iklim krizinin özellikle tarım ve inşaat gibi doğrudan sıcağa maruz kalan sektörlerde verimliliği düşüreceği, bu durumun ise hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkelerin istihdam piyasaları üzerinde ciddi baskılar yaratacağı vurgulanıyor.
Rapora göre, dünya genelinde 1,2 milyar çalışan iklim kaynaklı bozulmalara karşı savunmasız durumda. Isınmanın 1.5 - 2 dereceyle sınırlı kaldığı en iyimser senaryolarda bile iş gücü kaybı kaçınılmaz görünüyor. Özellikle düşük gelirli ülkeler sel, kuraklık ve aşırı hava olayları gibi fiziksel risklerle daha fazla karşı karşıya kalırken, zengin ülkeler ise kirletici sanayilerden çıkış sürecinde ekonomik yapılarında büyük sarsıntılar yaşayabilir.
Raporun yazarı Joe Feyertag, merkez bankalarının bu çevresel riskleri para politikalarına ve operasyonlarına entegre etmesi gerektiğini vurguluyor. Aksi halde, artan sosyal eşitsizlikler, daha yüksek enflasyon ve istikrarsız istihdam piyasaları kaçınılmaz olabilir çünkü iklim değişikliğinin neden olduğu verimlilik kaybı, hem arzı düşürerek enflasyonu yükseltir, hem de ekonomik büyümeyi zayıflatır.
Joe Feyertag, 114 merkez bankasının görev tanımlarını incelediğinde yalnızca 15’inin istihdamı birincil ya da ikincil hedef olarak açıkça belirttiğini gördü. Bu bankalar arasında İngiltere, ABD ve Avustralya Merkez Bankaları da yer alıyor. Görev tanımları izin verdiği sürece merkez bankalarının, düşük karbonlu sektörlerde iş gücünü teşvik edecek adımlar atabileceğini belirten uzman, bunun hem geçiş sürecini yumuşatacağını, hem de ekonomik direnci artıracağını söylüyor.
Sonuç olarak, iklim değişikliğinin ekonomik ve sosyal etkilerine karşı yalnızca hükümetlerin değil, merkez bankalarının da yeni sorumluluklar üstlenmesi gerekiyor. Aksi takdirde, küresel ekonomi, istihdam ve eşitlik açısından çok daha kırılgan hale gelebilir.
İklim değişikliğinin yol açtığı felaketlerden en fazla etkilenen yoksul ve kırılgan ülkeleri desteklemek amacıyla kurulan Kayıp ve Zararlarla Mücadele Fonu ise zengin ülkelerin ödeme sözlerini yerine getirmemesi ve dayanışma ruhundan uzaklaşarak 'yatırım mantığıyla' hareket edilmesi nedeniyle sert eleştirilere hedef oluyor.
Zengin ülkeler şimdiye dek fona 789 milyon dolar taahhüt etmiş olsalar da, bunun yalnızca 348 milyon dolarlık kısmını ödediler. İtalya, AB, Lüksemburg gibi birçok ülke ne zaman ödeme yapacaklarını bile açıklamış değil. Birleşik Arap Emirlikleri, Avustralya ve İsveç gibi ülkeler ise taahhüt ettikleri parayı yıllara yayarak, yılda sadece küçük miktarlar veriyor. Bu durum, fonun harcama planlarını ve uzun vadeli destek stratejilerini ciddi biçimde zorluyor.
Fon kurulunun bazı üyeleri, kısıtlı kaynaklar nedeniyle “özel sektör yatırımı çekebilen projelere öncelik verilmesini” savunsa da, bu yaklaşım gelişmekte olan ülke temsilcileri ve iklim savunucuları tarafından tepkiyle karşılandı. Mısır temsilcisi Mohamed Nasr, fonun yatırım mantığıyla değil, dayanışma ilkesiyle çalışması gerektiğini söyledi. Climate Action Network başkanı Tasneem Essop da fonun Dünya Bankası mantığıyla yürütülmesini eleştirerek, “Bu bir yatırım fonu değil, iklim mağdurlarına destek amacı taşıyan bir dayanışma fonu olmalı,” dedi.
Fonun sınırlı kaynaklara sahip olmasına rağmen, yönetim kurulu eş başkanı Richard Sherman, ilk proje çağrısının Ekim 2025’te yapılacağını ve Şubat 2026’da bazı projelerin onaylanmasının beklendiğini açıkladı ancak hâlâ fonun mali yapısı, paranın nasıl saklanıp dağıtılacağı gibi temel detaylar üzerinde çalışılıyor.
Sonuç olarak, iklim krizinden en çok zarar gören ülkeler için kurulan bu fon, şeffaflıktan uzak, yavaş ilerleyen ve dayanışmadan çok yatırımcı mantığına kayan bir yapıya doğru evriliyor. Gelişmekte olan ülkeler ve iklim savunucuları ise fonun özüne dönmesini, hızlı ve adil şekilde destek sağlamasını talep ediyor.
İklime karşı kırılgan ada ülkelerinden biri Tuvalu var merceğimde yine. Pasifik ulusu Tuvalu'da nüfusun %80'inden fazlası, yükselen deniz seviyeleri nedeniyle ülkenin kıyılarını yutmaya başlamasıyla Avustralya'dan çığır açan bir iklim vizesi talep ediyordu. Yetkililerin iki hafta önce açıkladığı rakamlara göre, Avustralya'nın 'dünyada türünün ilk örneği' olarak nitelendirdiği iklim göçü anlaşması kapsamında her yıl Tuvalu vatandaşlarına vize sunuluyor.
Avustralya Yüksek Komisyonu, başvuru sürecine 8 bin 750 kayıt geldiğini duyurdu. Bu rakam, ülkenin 2022 nüfus sayımına göre 10 bin 643 olan toplam nüfusunun yüzde 82'sine denk geliyor. Komisyon, bu program yılı için sadece 280 vize sunulduğunu ve bu nedenle birçok kişinin vize alamayacağını belirtti.
Gezegenin iklim tehdidi altındaki en hassas bölgelerinden biri olan Tuvalu'nun, bilim insanlarının tahminlerine göre önümüzdeki 80 yıl içinde yaşanmaz hale geleceği korkusu yaşanıyor. Takımadaların dokuz mercan adacığından ikisi şimdiden büyük ölçüde sular altında kalmış durumda.
Bu haftanın son haberi olarak, Lahey’den gelen iklim adaletini paylaşmak istiyorum ve bu oldukça heyecan verici bir gelişme; dünyanın en yüksek mahkemesinden iklim krizini acil ve varoluşsal kriz olarak tanımlayarak, fosil yakıtlara tarihi uyarı geldi.
Geçtiğimiz Çarşamba dünya tarihinde bir dönüm noktası yaşandı. Birleşmiş Milletler’in en yüksek yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanı yani ICJ, ülkelerin iklim değişikliğine karşı hukuki yükümlülüklerini net bir şekilde ortaya koyan tarihi bir görüş yayımladı.
140 sayfalık bu danışma görüşünde, mahkeme açıkça şunu söylüyor: Devletler fosil yakıtlarla mücadele etmek zorunda. İklim sistemine zarar vermeyi önlemeyen devletler ise tazminat ödemekle ve zararları onarmakla yükümlü hale gelebilir.
Lahey’deki Barış Sarayı’nda görüşü açıklayan ICJ Başkanı Yūji Iwasawa, iklim krizinin doğal ekosistemleri ve insan hayatını tehdit eden ciddi sonuçlar doğurduğunu ve bu durumun 'acil bir varoluşsal tehdit' oluşturduğunu söyledi. Mahkeme sadece hükümetleri değil, özel sektörü de işaret ediyor: Devletler, ülkelerindeki şirketlerin iklim krizine neden olan faaliyetlerini düzenlemek zorunda. Yani artık “şirket yapıyor, ben sorumlu değilim” deme dönemi sona eriyor.
Bu tarihi görüş, Pasifik Adalarından bir grup hukuk öğrencisinin yıllar süren mücadelesi ve Vanuatu hükümetinin diplomatik çabaları sayesinde ICJ’ye taşındı. İki hafta süren duruşmalarda, iklim krizinden en fazla etkilenen ülkeler, dünyaya en çok sera gazı salan birkaç ülkenin yasal olarak sorumlu tutulması gerektiğini savundu. Buna karşı çıkan büyük ülkeler ise, Paris Anlaşması dışında başka bir yükümlülüklerinin olmadığını öne sürdü. Ancak mahkeme bu savunmaları reddetti.
ICJ, Paris Anlaşması’nın yanı sıra Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Ozon Tabakasının Korunması Anlaşmaları, Deniz Hukuku Sözleşmesi gibi birçok uluslararası anlaşmanın da devletlere iklim konusunda sorumluluk yüklediğini belirtti. Aynı zamanda 'kuşaklar arası adalet', 'ortak ama farklı sorumluluklar' gibi uluslararası teamül hukuku ilkelerine de atıfta bulundu.
Mahkeme ayrıca şu çok önemli noktayı da vurguladı: Temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre, yaşam hakkı, sağlık hakkı, yeterli yaşam standardı gibi temel insan haklarının ön koşuludur.
Bu görüş bağlayıcı olmasa da, uluslararası hukukta büyük bir ağırlığı var ve gelecekteki iklim davalarında önemli bir referans olacak. Zaten Vanuatu hükümeti bu belgeyi şimdi BM Genel Kurulu’na taşıyıp küresel bir karar çıkarmaya hazırlanıyor.
Peki bu ne anlama geliyor?
Artık hiçbir ülke 'iklim değişikliği küresel bir sorun, ben ne yapabilirim ki' diyemez. Her ülke kendi payına düşeni yapmakla yükümlü. Fosil yakıt üretimi, teşviki ya da sübvansiyonu yapan ülkeler, bu politikalarıyla iklim sistemine zarar veriyorlarsa, bunun bir 'uluslararası hukuka aykırı eylem' sayılabileceği artık resmi olarak ilan edilmiş oldu.
İklim adaleti için mücadele eden ülkeler, gençler, sivil toplum örgütleri ve hukukçular için bu görüş büyük bir kazanım. Ülkemizde de benim de aralarında bulunduğum İklim için Gençlik ekibinin bir iklim davası var ve programımda da bahsetmeye çalışıyorum sık sık. Lahey’deki görüş bildirisi üzerine bir bülten yayınladılar, sizinle bu bülteni paylaşarak programımı kapayacağım.
Uluslararası Adalet Divanı (ICJ), iklim değişikliğinin acil ve varoluşsal bir tehdit olduğunu ilan ederek temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevrenin bir insan hakkı olduğunu resmen tanıdı. Bu çığır açan karar, devletlerin iklim krizine karşı eylemsizliklerinin uluslararası hukuka aykırı sayılabileceğini ortaya koyarak, iklim adaleti için güçlü bir hukuki zemin oluşturdu.
Mahkeme ayrıca, Paris Anlaşması kapsamındaki Ulusal Katkı Beyanları (NDC’ler) ile ilgili yükümlülüklerin altını çizdi. NDC’lerin yalnızca biçimsel olarak hazırlanmasının yeterli olmadığı; içeriğinin 1.5°C hedefiyle uyumlu, en yüksek mümkün düzeyde bir hedef taşıması gerektiği vurgulandı. Aksi takdirde, yetersiz ve etkisiz NDC’ler bir ülke için uluslararası sorumluluk doğurabilir.
Tam da bu nedenle, bizim açtığımız dava, bu kararın doğrudan bağlandığı önemli örneklerden biridir. Türkiye dahil pek çok ülkenin sunduğu NDC’ler bilimsel ve hukuki gerçeklerle örtüşmemektedir. Bu karar, devletlerin iklim vaatlerinin artık sadece siyasi değil, hukuki denetime de tabi olduğunu gösteriyor.
Altı yıllık bir kampanyayla Pasifik’ten Lahey’e taşınan bu süreç, öğrenci hareketinden küresel adalet mücadelesine dönüşen Pacific Islands Students Fighting Climate Change (PISFCC)’nin eseri. Onları liderlikleri, cesaretleri ve kararlılıklarından dolayı yürekten kutluyoruz.
Ve onlardan umut ve ilham alarak, biz de biliyoruz ki: Değişim mümkün.
Bugün, Uluslararası Adalet Divanı’nın bu kararıyla sadece tarihe tanıklık etmiyoruz; biz de davamızla bu tarihin bir parçasıyız ve iklim adaletine bir adım daha yakınız. Sen de iklim adaleti adına açtığımız haklı davamızda yanımızda yer alarak, başlattığımız kampanyamıza destek olmak istersen imzala ve paylaş!” demişler. Ben de sizinle bağlantıyı paylaşayım. Kampanyayı change.org üzerinden Gelecek Hakkımız İçin Davacıyız başlığı altında bulabilirsiniz.
Şu anda sıcakta veya klimalı odalarınızda otururken size şunu hatırlatmak istiyorum. Bugün büyük ihtimalle kayıtlara en sıcak gün olarak geçebilir. Dünyanın dört bir yanında önüne geçilmez yangınlar var ve UMUT kendini bu kez Lahey’de gösterdi. Takipte kalalım. Sizin için seçtiğim şarkılar önce John Legend’dan "Tomorrow" ve sonrasında Seth Glier’den "Justice For All". Gelecek hafta buluşana dek kendinize, sevdiklerinize ve gezegenimize iyi bakın.