Fizan Ekspresi programını hazırlayıp sunan Milat Bülent Kılıç, Duşanbe yolculuğundan kalan izlenimleri; çelişkili dönüşümleri, dilsel ayrışmaları, müzikle kurulan bağları, devletin ideolojik yüzünü ve sıradan insanların gündelik zarafetini anlatıyor.
Son aylarda, İran kökenli Sovyet şairi Abulqasım Lahuti’nin şiirlerini çevirmekle meşguldüm. Çalışmamın sonunda niyetim, kitabın basılmış hâlini alıp Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’ye gitmek, birkaç insana ve bir iki kütüphaneye doğrudan ulaştırmaktı. Fakat baskı sürecinde kimi terslikler oldu; kitap yetişmedi. Yine de Duşanbe planımdan vazgeçmedim.
Aslında “Tacikistan’a gittim” demek biraz iddialı olabilir; çünkü yalnızca başkent Duşanbe’de kaldım. Ülkenin yüzde 93’ü dağlar ve kayalıklarla kaplı olduğu için başka kentlere ulaşmak kolay değil. Her yere uçak yok, her yerde havaalanı da bulunmuyor.
Bu yazıda Tacikistan’a yaptığım bu kısa ama yoğun yolculuğun izlenimlerini paylaşmak istiyorum. Elbette sosyal medyada, gezi bloglarında bu ülkeye dair birçok bilgi bulabilirsiniz. Ama ben, Fizan Ekspresi’nin penceresinden bakmaya çalışacağım; yani duygusal, tarihsel, politik ve kişisel bir perspektiften...
Türkiye’den Tacikistan’a birkaç farklı rota var: İstanbul–Duşanbe doğrudan uçuşu, Ankara–Taşkent–Duşanbe ya da Bakü üzerinden bağlantılı uçuşlar gibi. Türkiye ile iki saatlik bir zaman farkı bulunuyor. Ülkenin para birimi Tacik Somonisi ve Türk Lirası orada görece daha değerli. Yine de, Tacikistan’ın, komşu Özbekistan’dan daha pahalı olduğunu söylemeliyim.
Duşanbe Havaalanı küçük ve olanakları oldukça sınırlı. Ama kentin merkezi neredeyse yürüyerek gidilebilecek kadar yakın. Kentte taksi uygulamaları kullanılmıyor, ama taksiler ucuz, yeni ve konforlu. Her yer Çin malı elektrikli taksilerle dolu. Yine de şoförlerin çoğu kenti yeterince tanımıyor ve navigasyon programlarını da neredeyse kullanamıyor. Kadın taksi şoförleri de var ve bazıları oldukça yaşlı.
Duşanbe’de bir de “taksi dolmuş” sistemi var. Sürücüler içeriden kimi kartlar gösteriyor; bu kartlarda yazan rakamlar hat numaralarını temsil ediyor. Kent içinde troleybüsler ve belediye otobüsleri de kullanılıyor. Mavi üzerine beyaz damalı halk otobüsleri, halkların halk otobüsü kardeşliğini temsil edermişçesine size Türkiye’de olduğunuz duygusunu veriyor.
Tacikistan, yabancılardan vize isteyen ülkelerden biri. Bu prosedürün biraz da gelir amaçlı olduğu izlenimini edindim. Ülkede sanayi yok denecek kadar az, tarım arazileri sınırlı. Bu yüzden devlet turizmi teşvik etmeye çalışıyor. Doğa turları, dağ yürüyüşleri, belki de avcılık gibi etkinlikler öne çıkıyor. Ayrıca ülkenin ciddi bir maden rezervi bulunuyor. Ancak bu kaynakların ne kadar işlendiğini ve nasıl paylaşıldığını pek bilmiyorum.
Bölge, Çin, Rusya, Hindistan ve Batılı güçler arasında görünmez bir rekabet alanı gibi. Sessiz ama derin bir nüfuz mücadelesi yaşanıyor.
Gençlerin bir kısmı İngilizce konuşabiliyor, ancak genel olarak yabancı dil konusunda zayıflar. Rusça ya da Farsça bilmiyorsanız sıkıntı yaşayabilirsiniz. Buna karşın, şaşırtıcı biçimde Türkçe bilen çok sayıda insana rastladım. Özbek kökenliler, Türk dizileri izleyenler ve bir dönem FETÖ’nün kurduğu okullarda okuyanlar bu grubun başını çekiyor.
Tacikler, İranlılar ve Afganlar birbirlerini rahatlıkla anlayabiliyor. Fakat bu diller arasında bana tatlı gelen kimi farklar var. Örneğin İranlılar “yarın”a “ferda” diyor, Tacikler ise “pegah”. “Ceviz”e ise İranlılar “gerdu” (dönmek-yuvarlak anlamında), Tacikler “çahar meğz” (dört beyin) diyorlar. “Helikopter” sözcüğü de kullanılıyor ama İranlılar “bal-gerd” yani “döner kanat” derken Tacikler “ çerkh-bala” yani “üstten pervaneli”/ “üstten çarklı” diyor.
Tacikistan’ı bir taşra ülkesi olarak hayal ediyorsanız, Duşanbe sizi şaşırtabilir. Duşanbe kent merkezi mimarisiyle bir Avrupa ya da Kuzey Amerika kentini andırıyor. Dev ağaçlar, geniş parklar, fıskiyeler ve modern yapılarla dolu. Ancak şehirden biraz uzaklaşınca görünüm değişiyor. Tacikistan ülkesinin kuruluş günlerinin izlerini taşıyan yapılar, sokaklar başlıyor ve bu bölgelerde başka bir samimiyet, başka bir cazibe hissedebiliyorsunuz.
Kentteki yapılaşma çılgınlığının orta vadede sorun yaratabileceğini düşündüm. Çünkü Duşanbe, dağlarla çevrili bir kent. Yaz aylarında sıcaklık 48 dereceye kadar çıkabiliyor. Bu da ileride hava kirliliği ve bunaltıcı sıcakların yaratacağı ciddi çevre ve sağlık sorunlarını beraberinde getirebilir.
Bir başka önemli konu da, bu yapılaşmanın bir yüzünün rant, diğer yüzünün ise sosyalist geçmişi silme çabası gibi gözükmesi. Duşanbe’nin merkezine Çinli mühendislerin inşa ettiği görkemli başkanlık sarayı yerleştirilmiş. Hemen yakında görkemli bir hükümet binası var. Bu büyük yapılar, sosyalizm döneminden kalma zarif ama sade yapıları adeta görünmez kılmış.
Örneğin bir zamanlar Duşanbe’nin simgesi sayılan ve daha geçen kış orada duran “Çayhane Rahat” artık yok. Aynı cadde üzerindeki Lahuti Tiyatrosu’nun da yıkılması gündeme gelmiş, ama halkın itirazları nedeniyle şimdilik durdurulmuş.
Kentteki bir diğer görkemli yapı da Ulusal Kütüphane. 15 katlı falan, devasa bir bina ve biçimiyle açık bir kitabı andırıyor. Örneğin, kitapların tasnif biçiminde bir geri kalmışlık göze çarpsa da, büyük ve iyi işleyen bir kütüphane. Hemen üye olup dijital kaynaklara da erişim sağlayabiliyorsunuz.
Ülkede, Devlet Başkanı İmamali Rahman, 1992’den beri iktidarda. Her yerde onun adı, resmi, sloganı var. Ulusal Kütüphane’nin bir köşesinde duran 40-50 kitaplık bir koleksiyon yalnızca onu anlatıyor.
Yine de halkın önemli bir kesimi, iç savaşı sona erdirme çabası ve istikrarı sağlama gücü nedeniyle ona saygı duyuyor. Ülkenin radikal dinci akımlara karşı aldığı önlemler de rejimin laik kesimlerce destek görmesinde etkili. Çünkü bugünün Tacikistan’ı, iç savaştan bu yana en fazla hurafe ve gericilikle karşı karşıya kaldığı dönemden geçiyor.
Sosyalist mirasa yönelik mesafeli yaklaşımı, Lahuti’nin müze evinde daha da net gördüm. Devrimci şairin evi bakımsız, perişan bir haldeydi. Görevli kadınlar şair hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Kanepede bir çocuk uyuyordu; ev yemek kokuyordu; eşyalar dağınık ve kırıktı.
Oysa Abulqasim Lahuti, Tacikistan’ın kurucularından biriydi. Ülkeye matbaa aletini getiren ilk kişi olması bile tek başına onun öneminin kanıtıdır.
Tacik şiiri güzel örnekler içeriyor ama bizdeki ya da İran’daki gibi yenilikçi, atılımcı bir şiir anlayışları yok. Şiir, geleneğin ve belli politik temaların baskısı altında. Şiirde bir de geleneksel biçimlerin ağırlığı hissediliyor. Müzikte de iyi örnekler var ama muhalif bir ton bulmak olanaksız. O alanda da gelenek hâkimiyetini sürdürüyor. Tacik ve Özbek restoranlarının ve otellerinin ortak bir özelliği var. Yoksul, sıradan bir mekana gitmiyorsanız eğer bu her iki türdeki mekanlar son derece süslü, şatafatlı olabiliyor. Tavan süslemeleri, duvar nakışları, rölyefler, avizeler bütün şıklığıyla mekanları birer saray yavrusuna döndürüyor. Duşanbe’deki kimi restoranların bir miktar farklı bir özelliği var; gerçek anlamıyla bizdeki düğün salonlarına ya da gazinolara benziyorlar.
Bebeklerden, ısınma turları atan sevgili adaylarına, turistlerden söz kesme töreni düzenleyenlere kadar herkesin buluştuğu, dans ettiği, yiyip içtiği, dilerse alkol tükettiği ya da nargile kullandığı mekânlar. Benzer mekânları Özbekistan’da da bulabiliyorsunuz. Bu mekânlarda daima müzik ve geleneksel dans grupları var ama danslar da müzikler de fazla turistik bir nitelik taşıyor ve bu nedenle çoğunlukla yüksek bir kalitede olamıyor. Yine de güzel bir akşam geçirmek için yeterli olabiliyor.
Fakat, gerçek, nitelikli Tacik müziği dinlemek isteyenler için Duşanbe’deki asıl mekanın Gurminc (Gurminj) Müzik Enstrümanları Müzesi olduğunu söylemeliyim. Hafta içinde, mesai saatlerinde bu mekana giderseniz eğer, sizi şatafatlı yerlere yakın olsa da mütevazı bir mahallede yer alan basit bir yapı karşılıyor. Demir kapı açılıyor, bir avlu ve bir evin salonunu andıran bir salon görüyorsunuz. Duvarlarda geleneksel Tacik ve bölge çalgıları asılı. Ayakkabılarınız çıkararak girdiğiniz, konuklar için birkaç sandalyenin bulunduğu, bir yanıyla sıradan bir yer. Ama içeride Tacik halk müziğinin ustalarını bulabiliyorsunuz ve onlar da konuklara birkaç parçalık da olsa bir müzik dinletisi ve küçük bir dans gösterisi sunabiliyorlar. Burada bazen başka ülkelerden gelen müzik öğrencilerinin de ustaların yanında meşk ettiğini görebiliyorsunuz.
Tacik halkı, bana göre iki temel özellikle tanımlanabilir: ilki son derece iyi, iyi niyetli ve saygılı insanlar olmaları. Bu özelliklerinin bu çağda uzun süre korunamayabileceğini düşünsem de, gerçekten takdire değer buluyorum.
İkincisi ise şaşırtıcı düzeydeki temizlik. Tacikistan ve Özbekistan sokaklarında çöp görmek neredeyse olanaksız. İzmarit yok, çöp kutusu az ama sokaklar tertemiz. Parklarda, duman çıkaran o şeyi içmek yasak ya da yalnızca belirli alanlarda serbest. Otellerin, restoranların ve mağazaların temizlik ortalaması bana kalırsa dünyanın pek çok yerinden çok daha yüksek.
Bir ülkeyi gezmekle onu anlamak arasında büyük fark var. Ben, bir ülkenin, bir halkın ancak evlerdeki yaşantıya tanıklık ederek tanınabileceği kanısındayım. Bu konuda da sınırlı bir izlenimim var. Ben, Lahuti’nin izinden yürüdüm bir anlamda. Bu nedenle büsbütün turistik olmayan bir çerçevede hem geçmişe hem bugüne hem de geleceğe bakmış oldum.
Duşanbe, bir kent olarak modernleşirken geçmişini kaybetme riskiyle karşı karşıya. Taciklerse, bu iki dünya arasında dengede durmaya çalışıyor. Umarım başarırlar.