İran Cephesinde İlk Raundun Ardından

-
Aa
+
a
a
a

Apaçık Radyo'da Fizan Ekspresi programını hazırlayıp sunan Milat Bülent Kılıç "12 Gün Savaşı" sonrası İran'daki gelişmeleri aktarıyor.

""

İran–İsrail cephesinde şu an itibariyle bir sessizlik söz konusu. Ama İran muhalefetinden çok geniş bir kesim bunun birinci raund olduğunu düşünüyor. Her iki tarafın da savaşı sonlandırmaktan yana olmadığını, bunun da kaçınılmaz olarak ikinci raundu getireceğini düşünüyor. Gerçekten de ateşkesten bu yana İran da, İsrail de, ABD de kazanan tarafın kendisi olduğunu, asıl kutbun kendisi olduğunu söylemeye devam ediyor.

İran muhalefetinden kimi figürler, İran’ın büyük bir darbe yediği görüşünde. Hatta kimileri İran’a saldıranın İsrail ya da Amerika olmadığını, tam da İran İslam Cumhuriyeti'nin kendisi olduğunu söylüyor. Onlara göre, mollalar, İran’ı öyle bir hale getirdi ki bu, halkın bir bölümünün yabancı ülkelerin bu saldırılarını bir yardım, bir kurtuluş umudu olarak görmesine neden oldu. Yani ‘mollalar aslında İran’a yönelik bu saldırıları normalleştirmediler, ülkenin yıkımını, teslimiyetini meşrulaştırdılar’ diyorlar.

İçerdikleri haklılık payına karşın bu ifadeler, İsrail’in bölgedeki on yıllardır süren saldırganlığını görmezden geldiği için tabii ki sorunlu. Hep söylediğim gibi, iki taraf da varlığını birbirine borçlu. İki taraf da zulmünü ve elbette sömürüsünü ötekini bahane ederek süreklileştiriyor. Öte yandan, bir günlük savaşın sadece İsrail cephesine maliyetinin 1 milyar doları bulduğu ifade ediliyor. Bu da ancak derin bir sömürüyle mümkün olabiliyor.

Kimi sol yorumcular, bu 12 günlük savaşın (buna “12 Gün Savaşı” denmeye başlandı) iki büyük sonuç doğurduğunu öne sürüyor: Birincisi, “Şehzade” Rıza’yı bir kurtuluş umudu olarak göstermeye çalışan Şahçı, monarşist cephenin İran sınırları içindeki itibar kaybı. İkincisi de, İsrail’in ve Batı’nın kuyrukçuluğuyla rejimi devirme girişimlerinin, bu umudu taşıyanları rezil edecek bir forma gelmesi… Sahiden böyle mi, emin değilim. Belki bir ölçüde böyle. Yani özellikle “Şehzade” Rıza’nın maskesinin düşmesi konusunda belli bir işlevi olduğu öne sürülebilir ama bence böyle yorumlar için henüz çok erken. Böyle düşünürsek, emperyalist ülkelerin propaganda ve organizasyon gücünü görmezden gelmiş olabiliriz. Gözleme devam etmeliyiz.

Öte yandan, İsrail’in sarsılmazlık, dokunulmazlık imajının sarsıldığını, İran’ın bu anlamda bir kazanım elde ettiğini de düşünebiliriz. Bu, başlı başına önemli bir durum. Çünkü İsrail rejiminin küstahlığı, gaddarlık ve saldırganlığı devam ediyor.

"Devam ediyor" dediğim bu tutumun en aşağılık örneklerinden birinden söz etmek istiyorum. Netanyahu’nun, İsrail’in İran’a saldırısının ilk günlerinde çekilmiş bir videosu dolaşmaya başladı internette. Biri soruyor: “İran’ı sadece füzelerle mi yıkmayı düşünüyorsunuz?”; “Hayır,” diyor Netanyahu. “İranlılar hassas, duygusal insanlardır. Onların yiyecek ve su kaynaklarına zarar verirsek anneler, çocuklarının aç kalmasının acısını rejimden çıkartırlar; biz de böylece rejimi diz çöktürürüz.”

Sahiden diyecek söz bulamıyorum. Doğrusu buluyorum da, diyemiyorum. Molla rejiminin de barbar olduğunu biliyorum ama onlar en azından söylem düzeyinde hiç bu kadar alçalmadılar.

Hatırlarsanız, tam tersi bir noktada durmama karşın, Mehsa Olayları sürecindeki bir programımda Hamaney’i de övmüştüm. Ayaklanan gençleri düşmanın kışkırttığını, kullandığını söylüyordu ama “Onlar bizim çocuklarımız” diyordu. Öldürülen, idam edilen, kör edilen gençlerin mollaların çocukları olmadığını tabii ki biliyorum ama söylem düzeyinde de olsa, konunun bu biçimde ambalajlanması, itiraf etmeliyim ki, hoşuma gidiyor.

Önce savaşı, ardından da ateşkesi içeren bu süreçte, kimi muhalif grupların tutumlarını bir ölçüde netleştirdiklerini söylemek mümkün. Örneğin, eskiden kalma kimi örgüt ve partilerden kopanların oluşturduğu ve görece yeni bir siyasi oluşum olan İran Sol Partisinden bir sorumlu, “Hiçbir koşulda, hatta Siyonizmle karşı karşıya geldiğimizde bile bu rejimin yanında durmayacağız. Çünkü işgale karşı mücadele, diktatörlüğü meşrulaştırmamalı,” diyor.
Bir de şunu söyleyebilirim: Eğer İsrail’in İran’a saldırısı, Gazze’deki soykırımdan önce olsaydı, İran’ın kimi muhalif cephelerinde, belki de, İsrail’e duyulan yakınlık bağlamında, şu an olduğundan daha fazla karşılık bulabilirdi. Ama Gazze ile bir açıdan eş zamanlı yürütülen bu operasyonda, Molla rejimine ne kadar karşı olursa olsun, kimi çevreler katille aynı fotoğraf karesine girmekten kaçınıyor sanki ya da bundan utanıyor.

İran muhalefeti arasında bu aralar çok popüler olan bir siyasi terim var. İlginizi çekeceğini sanıyorum. Hatta bu adı ve bu terimi bir kenara not edin derim, çünkü potansiyel olarak bu gibi insanlardan bizde de çok var.

Sözünü edeceğim kişinin adı Ahmet Çelebi. Köken olarak Irak Türkmen’i bir politik figür ve Saddam dönemindeki muhaliflerden. Bölgedeki Türkmen aşiretlerinin desteğini alan ve onları temsil ettiği kabul edilen bir aileden geliyor.

Ahmet Çelebi, 1990’ların başında, Irak’ta, Saddam’a karşı bir direniş örgütü kurmuş. Bu örgüt, Irak İslami Devrim Hareketi olarak biliniyor. Çelebi, bu hareket aracılığıyla, hem Irak’taki Türkmenlerin hem de diğer Şii ve Kürt muhaliflerinin birleşmesine öncülük ediyor. Ama asıl numarası, Amerika Birleşik Devletleri’yle kurduğu sıkı bağlarda. Çelebi, 2003 yılında Amerika’nın Irak’ı işgal etmesine hararetle destek veren biri oluyor. Bundan sonra da, Irak’taki birçok siyasi çevre tarafından vatan haini olarak niteleniyor. 2015’te de –bir anlamda anavatanı olan– Amerika Birleşik Devletleri’nde ölüyor.

Bu aralar, İran muhalefeti Ahmet Çelebilerden geçilmiyor: Bunların başında da eski Şah’ın oğlu “Şehzade” Rıza geliyor. Öyle ki bu Rıza, bir açıklama yapıp “İsrail, İran İslam Cumhuriyeti’ni çok zayıf düşürdü, şimdi Batı bizi desteklese de şu rejimi bir deviriversek,” diyebiliyor. İşte bu insan tipinin yaptığı iş de İran politik çevrelerinde Farsçasıyla “çelebi sazi” yani Ahmet Çelebi gibi davranmak, ‘çelebilik örgütlemek’, ‘çelebilik organize etmek’ olarak kullanılıyor. Bir hainlik, bir ihanet künyesi yani!

Molla rejiminden nefret etmelerine karşın, ayrılıkçı, etnikçi grupların açıklamalarından ve sürecin İran’ın parçalanmasına doğru gittiğinden kaygılanan çevreler de var. Ve bu kaygıların yersiz olduğu söylenemez. Yani kimse rehavete kapılmasın; İsrail–İran parantezi kapanmış değil. Geçtiğimiz hafta içinde İran’ın muhtelif noktalarında patlamalar oldu. Rejim, “bizimki planlı imha operasyonları” dedi ama bir şeyleri imha etmek için gece iki sularını seçmiş olması hiç inandırıcı bulunmadı. Irak’ta, Kerkük’te bir patlama oldu. İranlı Kürt gruplarının Irak’taki kamplarında tatbikat yaptığı ve İslam rejimiyle savaşa hazırlandığı söyleniyor. Nitekim önceki gün, İKDP’nin basın sözcüsünün süreci yorumladığı bir videoda, arkadan “güm” diye bir patlama sesi bile duyuldu. Ayrıca, bölge de karışık. Azerbaycan ile Rusya arasında müthiş gerilimler yaşanıyor.

Bir başka kaygı verici haber de, İran’ın bu savaş sürecini bahane ederek- şu an itibariyle-  ülke içindeki yaklaşık 230 bin Afgan’ı ülkelerine geri göndermesi. Zaten çok eskiden beri İran’da en berbat, en zorlu işleri yapanlar çoğunlukla Afganlardı. Şimdi o işlerden de oluyorlar ve Taliban’ın kucağına doğru itiliyorlar.