Doğa gazetecisi, iklim aktivisti, radyo programcısı ve bizlerin sevgili arkadaşı…. Yücel Sönmez, onca inceliği, zarafeti, vakarı, kadirbilirliği, kimseden esirgemediği o müthiş sevecenliğiyle aramızdan geçip gitti. Geriye yüceltmeye mecbur olduğumuz mücadelesi ve ona dair çok güzel hatıralar kaldı.
- Sana Burgaz’dan bir ev alalım, Yenalım.
- Alalım abi de, nasıl alalım?
- Orası kolay.
Ona hep kolaydı zaten. Hayatta hep bir kolaylık icat edenlerdendi. Yolumuza çıkan ya da kendimize ve birbirimize çıkardığımız tüm zorluklara inat, hayata kendi ruhu gibi hafif ve rahat tarafından bakardı.
Saatlerce yürümüştük, yorulmuştuk, Galata’da kulenin dibindeki kahveye çökmüştük. O gün neden o kadar yürüyüp yorulduğumuzu hatırlamıyorum ama bana çok sevdiği adayı, Burgazada’yı anlattığını iyi hatırlıyorum. “Güzel” demişti. “Rahat” demişti. “Biz bizeyiz” demişti.
Yücel “biz bizeyiz” dediğinde, sadece yakınlarını, komşularını düşünmemek gerektiğini bilirdim. Kuşlarla da biz bizedir. Bulutlarla da biz bizedir. Taşla toprakla, rüzgârla, ağaçlarla, dalgayla da biz bizedir.
Öyleydi Yücel… Hayatla, doğayla, bizimle biz bizeydi. Rahattı. Güzeldi. Onca inceliğiyle, onca zerafetiyle, vakarı, kadirbilirliği ve kimseden esirgemediği o müthiş sevecenliğiyle aramızdan geçip gitti.

Yücel Sönmez… Doğa gazetecisi. Bakın, ne kadar güzel tınlıyor kulaklarda, ne rahat oturuyor ağza: Doğa gazetecisi… Kuşların, ağaçların, rüzgârın habercisi… Ama bir yandan kuraklığın, fırtınanın, çatlayan toprakların da muhabiri… Felaketleri önden söyleyen ama pek azımızın dinlediği Cassandra… Açık tarlaları, dolaşık ormanları, yangın yerlerini evi bilen Artemis…
“Uzaklarda bir yerlerde bir şeyler kök salıyor”un ne demek olduğunu bize tekrar tekrar belleten; ilkokulda öğretilen ama hemen unuttuğumuz ‘hayat bilgisi’ derslerini hatırlatmak için çabalayan aktivist… Sadece yazarak değil, sesiyle de insanlara dokunan radyocu… Kendisini de çok güzel tarif eden radyo programının adı gibi bir yeryüzü tanığı. Yücel Sönmez’i anlatacak, onu tarif edecek ne çok kategori var. Ama o öylesine bir kategoriye değil, kategorilerin en genişine sığar ancak: Doğaya…
Doğa gazeteciliği ile ilgili yazdıklarımı romantik hislerle yazmıyorum. Kelimenin tam anlamıyla çağdaş bir iş yapıyordu Yücel. Günümüze, çağımıza yaraşır bir iş. “Çanlar hepimiz için çalıyor” gazeteciliği… Bir süredir tecrübe ettiğimiz üzere, iklim, yakın geleceğin bir, iki ve üç numaralı maddeleri haline gelecek ve onu isabetli bir şekilde anlatmak, sadece bilgi sahibi olmayı değil doğaya ilişkin doğrudan bir deneyimi de gerektiriyor. İşte Yücel o tecrübenin ete kemiğe ve daha önemlisi ruha bürünmüş haliydi. Hem masadaydı hem sahadaydı. Nesli tehlikede ceylanların, yılanların, arıların derdindeydi. Kelebeklerin, köpekbalıklarının, caretta caretta’ların onları asla rahatsız etmeden izindeydi. Hes’lere karşı direnen köylülerin, atadan kalma kadim tekniklerin peşine düşmüş çiftçilerin yanındaydı. Onların sesini memlekete, kitlelere ulaştırdı. Tam olarak şu: Yücel Sönmez, sadece insana değil, kurda kuşa, nehre ve rüzgâra da ses olmuştu.
Bu konuların hiçbirinin tek başına bir mesele olmadığının, her şeyin birbirine bağlı olduğunun da farkındaydı ve dahası farkına varmamız için gözümüzü açıyordu. Yücel’in radyo programlarından birinden, yeni sayılabilecek bir örnek vermek isterim. Apaçık Radyo, Yücel’in ardından, onun imza attığı programları bir liste haline getirdi. Önce Ömer Madra ve Özdeş Özbay ile sonra Güven Eken ile imza attığı ‘Yeryüzü Tanığı’ isimli programın, 30 Nisan 2024 tarihli ilk bölümünü açıp dinlediğimde, Yücel’in ağzından dökülen şu bilgece sözlerle ve yine çok güzel formüle ettiği o kaçınılmaz soruyla karşılaştım:
“Bir İspanyol şarap şirketi, işçilerinin yüzde seksenini iklim değişikliğini gerekçe göstererek işten çıkardı. Yine geçen hafta Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından bir rapor yayımlandı; bu rapor iklim değişikliğinin işçi sınıfının yüzde yetmişini bir şekilde tehdit ettiğini gösteriyor. Ama ben iklim krizinin getirdiği sonuçlara ilişkin işçi hareketinde ne bir söylem duyuyorum, ne bir eylem görüyorum. Bu konu hayatlarını bu kadar ilgilendirmesine rağmen insanlardaki bu kayıtsızlığa anlam veremiyorum. Bu kayıtsızlık, doğanın haklarını savunmak konusunda da bizi zayıflatıyor. Şimdi şunu merak ediyorum: İşçi haklarıyla doğanın hakları ne zaman birleşip yeni bir eylem biçimi ortaya çıkaracak acaba?”

Evet, bu bir bağlantı meselesi. Her şey, herkes birbiriyle bağlantılı. Yücel işte bu bağlantının hem üstadı hem de kendisiydi. Yılların fotomuhabiri Sebati Abi’nin (Karakurt) bir haber peşindeyken çektiği bir fotoğraf var. Yücel, kumların üzerine yatmış; denize doğru ilerleyen bir caretta caretta’yı sevgiyle ve hayranlıkla seyrediyor. Ama onların hangisi Yücel hangisi kaplumbağa? Yücel’i tanıyan herkes çok iyi anlayacaktır ki, ikisi arasında pek bir fark yok aslında. Her şey, herkes birbiriyle bağlantılı. Tüm ruhlar, tüm canlılar birbirine bağlı. Bir bütünün parçası…
Bizim o parçalar ile ilgili eksiklerimiz var. Yücel hepimize bu eksikleri hatırlatandı. Her şeyi tekrar kolaylıka hatırlayabilirdik. Yapabilirdik. Sevebilirdik. İnsan doğada kendi elleriyle bir ev yapabilir mi? “Yapabilir, doğal malzeme kullanırsan kolay.” Köpekbalıkları ve yılanlar korkunç hayvanlar mı? “Değiller, bilgi eksikliğini giderirsen, onlardan korkmamak ve hatta onları sevmek kolay.” Ağacımızı, kuşumuzu, kurdumuzu nasıl koruyalım? “Onları tanırsan inan çok kolay.”
Ve tanıtırdı.. Anlatırdı. Bir öğretmen gibi sabırla. Hayranlıkla. Merakla.
Hadi bir de biraz hafif bir örnek vereyim. Gazetede sabahladığımız bir geceydi. Yücel, “Ah neredeyse unutuyordum yahu” diyerek çantasından toza toprağa bulanmış bir poşet, o poşetten de daha önce hiç görmediğim, pembeli yeşilli, sopaya benzer bir bitki çıkardı.”Kuşkonmaz mı” dedim çok da ihtimal vermeden. “Değil” dedi. “Bunun adı ışkın, belki hiç görmemişsindir.” Eh, haklıydı. “Bak Yenal Bilgici” dedi, “Bu doğuda çok yetişir; Munzur’dan, dağlardan getirdim.” Bir yazı için oralara gitmiş, eli boş gelmemişti. “Yenir mi bu Yücel?” “Hem de nasıl yenir, çok da taze, soyacaksın, bak böyle…” Bir tane soyup verdi. Ağzımda mayhoş, biraz toprak biraz ağaç biraz çimen biraz su biraz orman biraz dağ bir tat… Her şeyden biraz ama yine de kendine özgü. Sevdim. Sonraki yıllarda reçeliyle, turtasıyla Batı’da bir ‘rhubarb’ çılgınlığı da yaşandı. Bizim ışkının bir benzerini, rhubarb adıyla herkes keşfetti. Bende bir gurur; Yücel sayesinde herkesten önce bilmenin gururu. Sonrasında ışkını, nerede, neyin içinde gördüysem yedim. Herkese de “Yücel bunu bir defasında Munzur’dan getirmişti, ben de öyle öğrendim” diye anlattım. Bizim doğa öğretmenimizdi Yücel. Ülkemizde yetişen, böyle güzel böyle lezzetli bir bitkiyi bile çoğumuza o öğretmişti. Bir de sanki bizimle arada bir dalga geçerdi; eh fena cahildik biz de.

Bu yazıyı yazmaya oturduğumda, odalara sığamadım. Evde olmadı. Ofise de gidemedim. Yine de çıktım dışarı; ne yapacağımı bilemez halde dolaşır dururken, bir parkın önünden geçtiğimi fark ettim. Anladım. Girdim parka; bir banka oturdum ve yazmaya koyuldum. Karşımda ulu bir ağaç, biraz ileride bir su çağlıyor… El ele tutuşmuş anaokul çocukları geçiyor önümden… Sonra köpekler ve insanları… Arada bir kafamı kaldırıp bakıyorum onlara. Burası Yücel’i yazmak için doğru bir yer, diyorum. Yücel’i hatırlamak için doğru bir yer.
“Sana Burgaz’dan bir ev alalım.”
Alamadık tabii. Denemedik de. Eminim düşündüğümden çok daha kolaydı, senin de hep söylediğin gibi… Olmadı yine de. Normaldir; araya hayat girdi, mesafeler girdi. Ama o gün sana şunu dedim mi demedim mi hatırlamıyorum; demediysem de diyorum bak: “Almayalım Yücelim, benim Ada’da evim var zaten, oradasın sen.”
Artık bedenen orada değilsin. Ama senin de bende bir evin var. Kalbimdesin. Hepimizin kalbindesin...
Yücel Sönmez (1976-2025)
Doğa ve iklim gazetecisi, aktivisti, radyo programcısı, yeryüzü tanığı…
Yaptığı tüm işler, kendini adadığı doğa mücadelesinden izler taşıyordu.
Doğa Derneği’nde görev yaptı. 15 yılı aşkın gazetecilik serüveninde Bursa Olay, Radikal, Hürriyet ve Oksijen’de çalıştı. Radyo programcılığı yaptı. En son Apaçık Radyo’da Güven Eken’le beraber ‘Yeryüzü Tanığı’ isimli programına imza atıyordu. Alaca - Adım Adım Doğaya Dönüşün Hikâyesi (Hürriyet Yayınları) ve Haritalarla İstanbul Gezi Rehberi (İBB Yayınları) isimli iki kitap yazdı.
* Gazete Oksijen'de Yenal Bilgici'nin "Yeryüzünün güzel tanığı, kurdun kuşun ince ruhlu habercisi" adlı yazısından alınmıştır.