Antroposen Sohbetler'de Utku Perktaş, ‘Evrim Teorisi’ üzerine gerçekleştirdiği serinin ilk bölümünde Hacettepe Üniversitesi, Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ergi Deniz Özsoy ile birlikte evrim kuramının bilimsel, tarihsel ve etik boyutlarını konuşuyor, Darwin ve Wallace’ın bilimsel dostluğundan yola çıkarak doğal seçilimin ne anlama geldiğini, kolektif bilim üretiminin önemini ve evrim düşüncesinin günümüzdeki yansımalarını ele alıyor.
Satırbaşları
- Evrimi yalnızca bir biyolojik süreç olarak değil, düşünsel bir devrim olarak da ele almalıyız.
- Evrim, bireylerin değil, popülasyonların özelliğidir. Kalıtımsal farklılıkların zaman ve mekânda değişmesiyle ortaya çıkar.
- Darwin, evrim sözcüğünü ilk baskıda özellikle kullanmaz. Çünkü o dönemde evrim, embriyonik gelişim gibi ereksel bir anlam taşır.
- Doğal seçilim, evrim kuramının temelidir ama Darwin ona bir mecaz gözüyle de bakar; çünkü doğada tek bir doğal seçilim biçimi yoktur.
- Wallace’ın mektubu Darwin’in hayatını değiştirdi. 20 yıl boyunca sakladığı teoriyi nihayet açıklamaya iten bir dönüm noktasıydı.
- Wallace, Darwin’i her zaman kucaklamıştır. Ama bilim tarihini sınıfsal farklar ve temsil üzerinden de okumak gerekir.
- Bilimsel üretim büyük oranda kolektiftir. Dehalar gökten düşmez; başka yıldızların ışığıyla parlarlar.
- Evrim kuramı Darwin ve Wallace’ın değil, bir düşünsel kolektivitenin ürünüdür. Bilim, birlikte inşa edilen bir çabadır.
Evrimi Düşünmek: Kuram, Tarih ve Kolektif Hafıza
Evrim, yalnızca doğadaki türlerin zaman içindeki değişimini açıklayan biyolojik bir kuram değil; aynı zamanda modern bilimin düşünsel omurgasını oluşturan, çok katmanlı bir kavramsal dönüşüm sürecidir. Bu dönüşüm, doğanın nasıl işlediğine dair sorularımıza verdiğimiz yanıtları, canlılara yüklediğimiz anlamı ve insanı doğa içindeki konumunda nasıl tahayyül ettiğimizi derinden etkilemiştir.
Charles Darwin’in Türlerin Kökeni (1859) ile sistemli biçimde temellendirdiği doğal seçilim kuramı, canlıların rastlantısal varyasyonlar ve çevresel baskılar altında nasıl biçimlendiğini açıklarken, aynı zamanda doğayı bir ‘plan’ ya da ‘tasarım’ fikrinden koparıp süreçsel bir anlayışa yöneltmiştir. Ancak bu düşünsel devrim, tek bir kişinin zihninde filizlenen bir kuramdan ibaret değildir. Alfred Russel Wallace’ın 1858’de Darwin’e gönderdiği mektup, aynı kuramsal çerçevenin farklı coğrafyalarda, farklı koşullarda ama benzer gözlemlerle kurulabileceğini göstererek, evrimin bireysel değil kolektif bir düşünsel çaba olduğunu kanıtlamıştır.

Charles Darwin’in kurşun kalemiyle çizdiği bu şema, türlerin ortak atadan dallanarak evrimleştiği fikrinin ilk görsel ifadesidir. Defterine “I think” (Sanırım) yazarak başladığı bu çizim, modern evrimsel biyolojinin temel metaforu hâline gelen “yaşam ağacı” kavramının doğuşunu simgeler. Bu sayfa, evrimi bir tasarımdan çok, süreç ve akrabalıklar üzerinden kavrayan bilimsel düşünce devriminin görsel belleğidir.
Darwin’in kuramı dört temel ilkeye dayanır: Tür içi varyasyon, kalıtım yoluyla aktarılan özellikler, canlılar arasında yaşam mücadelesi ve avantajlı özelliklere sahip bireylerin daha çok hayatta kalıp üreme şansı bulması. Bu ilkeler, doğal seçilim sürecinin temelini oluşturur. Evrimsel değişim, bu süreçte zaman içinde birikir ve popülasyonlar farklı çevresel koşullarda farklı yönlerde evrilir. Günümüzde bu çerçeve, genetik varyasyon, mutasyon ve sürüklenme gibi modern kavramlarla zenginleşmiştir. Ancak Darwin’in gözlem gücü ve sade çıkarımları, hâlâ evrimsel biyolojinin temel yapı taşlarını oluşturmaktadır.

Solda Charles Darwin (1809–1882), 1859’da yayımladığı Türlerin Kökeni ile evrim kuramını sistemli biçimde temellendiren doğa tarihçisi. Sağda ise Alfred Russel Wallace (1823–1913), aynı kuramı bağımsız biçimde geliştirerek 1858’de Darwin’e yazdığı mektupla birlikte Linne Derneği’nde ortak bir bildiriye imza atan bilim insanı. İkili arasındaki bu etik işbirliği, bilim tarihinde nadir görülen bir entelektüel dayanışma örneği olarak hatırlanır.
Bugün evrimi konuşmak, yalnızca biyolojik mekanizmaları değil, aynı zamanda bilimin nasıl üretildiğini, kimlerin sesiyle anlatıldığını ve hangi tarihsel bağlamlarda şekillendiğini de düşünmek anlamına gelir. Darwin’in ‘evolution’ sözcüğünü ilk yıllarda özellikle kullanmaktan kaçınması, bu kavramın 19. yüzyıldaki ereksel ve embriyolojik anlamlarını yeniden düşünmemize neden olur. Wallace’ın ise Darwin’e göre çok daha sınırlı kaynaklarla, fakat güçlü bir gözlem kapasitesiyle aynı kuramsal yöne varmış olması, bilim tarihinin sınıfsal temsillerle nasıl iç içe geçtiğini hatırlatır.
Tarih, çoğu zaman rekabetin gölgesinde yazılır. Oysa Charles Darwin ve Alfred Russel Wallace’ın ilişkisi, bilim tarihinde nadir rastlanan bir etik ortaklık örneğidir. Wallace’ın mektubu kolaylıkla bir öncelik kavgasına yol açabilirdi ama iki bilim insanı da birbirlerine karşı kişisel cömertlik ve entelektüel saygı ile yaklaştılar. Wallace, Darwin’i ‘doğal seçilim fikrini en derinlemesine kavrayan kişi’ olarak görürken; Darwin de Wallace’a bilimsel katkılarından dolayı hükümetten maaş bağlatacak kadar takdir göstermişti. Elbette görüş ayrılıkları da vardı: özellikle insan evrimi, eşeysel seçilim ve spiritüalizm konularında. Ama tüm bu farklılıklara rağmen, aralarındaki dostluk 30 yıldan fazla sürdü.
Darwin’in Wallace’a yazdığı şu cümle, bu ilişkinin özeti gibidir:
Hayatımda çok az şey beni seninle aramızda hiç kıskançlık olmadan geçen bu ilişkiden daha fazla tatmin etti.
Bilim, sadece fikirlerin değil, aynı zamanda bu fikirlerin etik ve insani bağlamlar içinde yeşermesinin de bir tarihidir. Darwin ve Wallace’ın öyküsü, evrim kuramının yalnızca doğaya değil, bilime ve dostluğa da dair olduğunu gösterir.
İşte bu nedenle, Antroposen Sohbetler’in yeni serisine başlarken, yalnızca evrimi değil, aynı zamanda bilimin temsilini, düşünsel eşitliğini ve tarihsel adaletini konuşmak istiyoruz. Prof. Dr. Ergi Deniz Özsoy’la birlikte gerçekleştirdiğimiz bu ilk bölümde hem teknik, hem de tarihsel katmanlarıyla evrim kuramına bakarken, bilimsel üretimi bireylerden kolektif yapılara, gözlemlerden kuramlara uzanan çok boyutlu bir emek alanı olarak ele alıyoruz.
Soru sormaktan vazgeçmeyenlere, evrim kuramına hoşgeldiniz. İyi dinlemeler, güzel bir okuma yolculuğu olması dileğiyle...
Utku Perktaş: Merhabalar! Antroposen Sohbetler'e hoşgeldiniz, ben Utku Perktaş. Ve bugün Antroposen Sohbetler'de çok özel bir seriye başlıyoruz. Daha önce kitaplar üzerine bir seri yapmıştık ama bu sefer ‘Evrim Teorisi’ üzerine bir seri yapacağız ve bu yeni seride evrimin uzun soluklu hikayesine yakından bakmaya çalışacağız. Bu ilk bölümde ise evrimi yalnızca bir biyolojik süreç olarak değil, aynı zamanda düşünsel bir devrim olarak da ele almaya çalışacağız.
Çok önemli bir konuğum var bugün; Prof. Dr. Ergi Deniz Özsoy. Evrim dediğimizde aslında neyi kastettiğimizi, bu kavramın zaman içinde nasıl dönüşüm geçirdiğini, doğal seçilimin neden bu kuramın merkezinde yer aldığını ve 1858 yazında Darwin'in hayatını değiştiren bir mektup var ki o mektubun bilim tarihindeki yerini sorularla konuşmaya çalışacağız ve ayrıca ismini burada anmadan edemeyeceğiz. Mektup dediğimiz için Alfred R. Wallace'ın katkısını belli ölçüde yeniden değerlendirerek bir pencere açacağız aslında çünkü bu bir seri olacak ve bilim sadece bireysel dehaların değil, aynı zamanda kollektif çabaların ürünü olabilir mi sorusunu ve Wallace ile Darwin'in yolları bize bu konuda ne anlatıyor sorusuna odaklanıp cevaplar bulmaya çalışacağız. Dolayısıyla bu bölüm sadece geçmişi anlamak için değil, bilimsel düşünmenin doğasını, adaletini ve sürekliliğine dair de yeniden düşünmek için bir davet niteliğinde olacak. Bu girişi çok uzatmayayım, Ergi Hoca'ya bir merhaba demek istiyorum, kendisi programda. Hocam, hoşgeldiniz, davetimi kabul ettiniz ve ne iyi ettiniz. Eksik olmayın! Ne var ne yok, nasılsınız?
Ergi Deniz Özsoy: Teşekkür ederim Utku Hocam. Çok teşekkürler, ben teşekkür ediyorum davetin için.
U.P.: Daha önce sizin çeviriniz üzerinden Türlerin Kökeni üzerine konuşmuştuk ve ben de kitabı okuyorum şu anda. Bitmedi henüz ama dipnotlarla beraber aslında epey bir evrim kitabı olmuş. Sadece Charles Darwin'in Türlerin Kökeni çevirisi olarak değil, evrim anlamında - hem tarihsel, hem de kavramlar anlamında birçok şeyi anlamak için önemli bir eser. Ben burada tekrar altını çizeyim.
E.D.Ö.: Teşekkür ederim. Ben de zaten çeviriye başlarken böyle dipnotlu, bir yandan da metnin kendisinin Darwin'in zihin dünyası üslubunu yansıtmasını amaçlayarak ama dipnotları da zenginleştirerek, güncelleyerek aslında bir çeviri yapmak istemiştim. Aslında çeviriden ziyade senin de söylediğin gibi kritik bir edisyon oldu yani evrime başlangıç kitabı gibi.
U.P.: Çeviriler sonuçta var ama bu kitabın özelliği, çevirinin ötesinde bilgi alabileceğimiz, evrim konusunda iyi bir evrim kitabı gibi olmuş esasında. Sanırım böyle söylenebilir.
E.D.Ö.: Mümkün olduğunca çok fazla şey yapmadan, şişirmeden, abartmadan, mümkün olduğunca ben de öyle yapmaya çalıştım. Bazen de özellikle bugünkü modern evrimsel biyoloji bilgilerini kullanarak günümüzde evrim karşıtlığının da sözde eleştirilerinin söz konusu olduğu yerler açmaya çalıştım.
U.P.: Eksik olma hocam, çok güzel. Şimdi yeni bir seriye başlıyoruz ve senin de katkın çok önemli. İki farklı konuğumuz daha olacak aslında bu seride ve sonra da bir panel yapmayı planlıyoruz hep beraber. Dolayısıyla aslında dört programı toplamda evrime ayırmış olacağız. Antroposen Sohbetler'de Türlerin Kökeni’nden bağımsız olarak ben çok yapmak istiyordum böyle bir seriyi ve zannediyorum başaracağız. Senin için uygun olursa ilk soruma geçeyim istiyorum bugünkü programla ilgili olarak. Şimdi evrim dediğimizde gerçekten neyi kastediyoruz ve bu kavram hem teknik, hem de tarihsel anlamda zaman içinde nasıl değişti? Kısaca konuşabilir miyiz?
E.D.Ö.: Tabii evrim deyince, yani biz biyologlar ve evrimsel biyoloji çerçevesinde tanımlanmış bir evrimi anlıyoruz ve anlamak zorundayız diye düşünüyorum ben. Yoksa evrim çok geniş bir anlam çerçevesi içerisinde; kültürel evrim diyebilirsiniz, sosyal evrim diyebilirsiniz, evrim ile iktisadın kesiştiği nokta vs. var ama bunlar bizim evrimsel biyolojinin çerçevesinin görece dışında kalan tanımlamalar. Aslında biyolojik anlamda evrim dediğimiz zaman en basit olarak şunu söyleyeyim yani teknik kısımlara belki birazdan geçeriz ama herhangi bir biyolojik özelliğe sahip olan bireyler arasındaki değişkenlerin zaman ve mekan içerisinde bu değişkenlik kalıtımsal olmak durumunda yani mekan içerisinde oransal olarak aslında belli bir yöne doğru veya belli bir duruma doğru değişmesi, yaygınlaşması şeklinde olmalı. Çok kaba bir tabir bu ama popülasyonlar bir grup özelliğidir, evrim veya evrimleşme ve bizim anlamamız gereken şey de temelde budur, evrim olması için özellikleri mutlaka kalıtımsal bir nitelik taşıyor olması gerekir. Mesela ineklerdeki süt verimi, bir böceğin kanat uzunluğu ve herhangi bir memelinin veya omurgasız bir canlının vücut ağırlığı vs. bunlar kalıtımsal olduğu takdirde buradaki değişkenlikler, bireyden bireye görülen farklılıklardır. Peki, bunlar ne yapar? O zaman-mekan boyutunda değişime uğrarlar. Değişimin temel etkenleri de çevreyle girdikleri veya yeni çevreleriyle girdikleri etkileşimlerdir. Aynı zamanda kimi süreçler deterministiktir ve bu değişimi yaratan, evrimleşmeyi yaratan doğal seçilim de budur. Kimi süreçler ise stokastiktir yani belirsizlik içerir, genetik sürüklenme de böyle bir süreçtir. Dolayısıyla bizim evrimleşme için anlamamız gereken temel biyolojik anlamda çerçeve, kalıtımsal olan biyolojik özellik farklılığının değişkenliğinin zaman ve mekanda aldığı biçimler ve hatta bu biçimler eğer ilgili formlar bir şekilde birbirlerinden tamamen hem zamanda, hem de mekanda olması gerekmiyor, uzaklaşmış ve üreme açısından artık birbirlerinden iyice ayrılmışlar ise yani görece görece ayrılmış ve ekolojik olarak da ayrılmış ise biz bunlara her tür de diyebiliyoruz.
Bu tür bir kavram, senin de bildiğin üzere tartışmalı yani çok sayıda farklı tür kavramı var. Biyolojik tür kavramı en çok bilenen olsa bile ekolojik tür kavramı ve filogentik tür kavramı da bunların içerisinde. Sonuçta bizim doğada gördüğümüz farklılıkları yaratan, temeli kalıtımsal olan biyolojik özellik değişkenliğine bağımlı bir değişim süreci evrimleşme ve tabii bu zaman içerisinde çok anlam değişikliğine uğradı çünkü 19. yüzyılda özellikle evrim denildiğinde, özellikle Darwin öncesinde bu bir gelişim ile eş tutuluyordu yani embriyonik gelişim ise aslında ‘evolution’ veya ‘development’ anlamında oydu - baştan sona ne olacağı belli bir süreç. Bir embriyonun gelişmeyecek döllenmiş yumurta tabiri bu anlamda kullanıyordu. O yüzden Darwin öncesindeki evrim anlamı budur ve Darwin'in özellikle evrimi bu anlamıyla kullanmaktan kaçınmıştır.
19. yüzyıl içerisinde Darwin’in eserlerine baktığımız zaman, ne zaman ki Türlerin Kökeni’nde ve sonraki eserlerinde Darwin'in ilerlemeci olmayan bir tonda, doğal seçilimle, ortak kökenden türeyiş çerçevesinde kastettiği şekliyle anlamına kavuşunca evrim sözcüğünü görece olarak yaygın olarak kullanmaya başlamıştır. Bu konuda mesela Peter Bowler'ın 1975'te yayınladığı evrimin değişen anlamları üzerine bir çalışması vardır ve buraya baktığımızda, evrimin belli bir sona doğru ilerleyiş yani teleolojik veya ereksel bir gelişim anlamından tamamen temelinde doğal seçilimin yer aldığı - Darwinci şekilde söylüyorum - bir körleme, bir süreç, bir var olanın kullanılması doğal seçilimle böyle bir sonucu konu çok uzun vadede kestiremeyeceğimiz bir süreç olarak değişkenlik, kalıtımsal değişkenlik temelinde ele alındığı bir anlama kavuştuğunu görüyoruz ve modern evrimsel biyoloji de bu genel anlamıyla kullanır.
U.P.: Çok teşekkürler hocam, çok güzel bir giriş oldu. Ben burada bir şey daha söylemek istiyorum; The Descent of Man de zannediyorum senin çevirinle geliyor yakında, ben buradan söyleyebilirim galiba değil mi?
E.D.Ö.: Evet o da Ekim gibi Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkacak.
U.P.: Harika! Kazım Taşkent serisinden geliyor değil mi?
E.D.Ö.: Oradan geliyor ve bunu da dipnotladım aynı zamanda.
U.P.: Evet, o da detaylı bir kitap olacak gibi görünüyor. Hocam, evrim kelimesini zannediyorum Charles Darwin ilk defa The Descent of Man'in önsözünde kullandıktan sonra Türlerin Kökeni'nin yeni baskısına dahil ediyor ve ondan önce hiç kullanmıyor bu kelimeyi.
E.D.Ö.: Kullanmaz, ilk baskılarda, kökende hiç kullanılmaz çünkü az önce konuştuğumuz gibi, evrimin anlamı bambaşka bir şeydir yani baştan sonu belli olan bir süreç, çok ereksel bir süreç ve tipik olarak gelişimine benzetilir, gelişime eş tutulur. Bu bir embriyonik gelişim yani var olanın katlanarak, katlarına açılarak aslında tezahür etmesi, ortaya çıkması şeklindedir evrim kelimesinin anlamı. Darwin bunu özellikle kullanmaz. Bu kelimeden kökeninin başlarında ilk baskılarda kaçınmasının temel sebebi de budur zaten.
U.P.: Anlıyorum, tarihçeden bahsedince bunu da belirtmek istemiştim ben hani. Hocam ilk soru için çok teşekkür ediyorum. Şimdi ikinci soru olarak da doğal seçilim neden evrim teorisinin merkezinde yer alıyor ve bu mekanizmayı diğerlerinden ayıran temel özellik nedir? Bu seri için bence tam can alıcı bir soru gibi geliyor bu bana çünkü doğal seçilim kelimesi aslında Türlerin Kökeni’nin ilk baskısında çıkıyor.
E.D.Ö.: Bunun iki sebebi var; bir tanesi tarihsel yani kökene baktığımızda, evrim kuramının temel çatısını ortaya koyan esere baktığımızda sonuçta var olan biyolojik çeşitliliğin bir rekabet ortamı içerisinde biçimlenmesi şeklinde evrimleşme ortaya konduğu için ve burada da Darwin hemen üçüncü bölümden itibaren, dördüncü bölümden itibaren doğal seçilimi telaffuz etmesine etmesinden dolayı bu yerleşmiş bir perspektif olarak gelir ve zaten çok makul bir yaklaşımla Darwin'in zamanında da aslında çok iyi biyolojik temelleriyle bu işi açıklamaya çalışır, biyolojik varyasyonu, değişkenliği ortaya koyar. Ondan sonra bu değişkenlik, çevre koşulları çerçevesinde hayatta kalma ve üreme başarısını artıran biçimleri itibarıyla aslında değişimi yaratmaya ilgili değişkenlik yaygınlaşarak başlar. Dolayısıyla Darwin, bunun adını doğal seçilim diye koymuştur ama şunu da belirtmek lazım ki kökeni zaten çok bellidir; Darwin der ki, ‘Doğal seçilim aslında bir bakıma işi kolaylaştıran çok genel bir şey, kavramlaştırma ise bir nevi mecaz’ der. Çünkü tek bir doğal seçilim yok.
Darwin, ‘Mesela diyelim ki bir kış vakti, kışın çok sert geçtiği bir dönemde, bir kurt popülasyonunda bir av bulmak, besin bulmak için resmen kanlı bıçaklı mücadeleye benzetilebilir ama aynı zamanda doğal seçilim, nedir ya da var olma mücadelesinin temelinde olduğu söylenen nedir? Diyelim ki bir çölde suyu verimli kullanmayla ilgili birtakım morfolojik anatomik özelliklerin gelişmiş olduğu, kaktüs açısından da bu özelliklerin daha az uygun olanlarına sahip olanlar bakımından bir var olma mücadelesidir’ der. Dolayısıyla son derece çeşitli ve katmanlı bir olgular serisine karşılık geldiğini düşündüğü için bunu söyler Türlerin Kökeni’nde ve ‘Ben bunları tek bir genel kavramla ifade ediyorum’ der. Dolayısıyla doğal seçilim, bu genel anlamıyla herkesin, daha doğrusu popüler anlamıyla herkesin aklındaki popüler anlamına o zamanlarda kavuşmuş olmasına karşın, Darwin yine çok dikkatlidir aslında yani son derece geniş biyolojik olguları içerdiğini söylüyor.
Doğa bilimcileri de doğal seçilimin bu anlamını iyi kavradıkları için aslında doğadaki birden çok farklı adaptif durumlara, işlevle, yapı ile işlev arasındaki ilişkinin uzamsal ve zamansal değişimlerine tanık oldukları için doğal seçilimi çok makul buluyorlar başlangıçta ama tabii daha sonra doğal seçilimin perspektifine itirazlar yapılıyor, o ayrı mesele. İşte Darwin'in, Darwinizmin karanlık dönemi denen bir dönemi vardır. 1900'lerin başında, 1890'lardan 1915'lere kadar ilerleyen bir dönem bu, böyle söyleyelim. Sonuçta bu çok merkezi bir konumda çünkü kalıtımsal bir değişim var. Ondan sonra bireyden bireye farklılıklar kalıtımsal değişiklik gösteriyor ise elbette çevre de değişiyor dolayısıyla. Bireylerin ihtiyaçları ölçüsünde bu değişiklikleri ne denli çevreleriyle etkileşime sokarak aslında hayatta kaldıkları ve üredikleri kritik bir durum olarak ortaya çıkıyor. Bu da doğada çok gözlenen bir durum olduğu için sonuç olarak doğal seçilim ile evrimleşmeye, daha doğrusu evrimleşmenin temelinde doğal seçilim oturmuş oluyor. Bu tabii işin tarihsel kökleri fakat elbette bu tarihsel köklerle bağlantılı olarak evrimsel biyolojinin bu izah biçimlerini araştırma programına, evrimsel genetiğin popülasyon genetiğinin eklemlenmesi yine daha çok doğal seçilim ve onunla ilgili problemler çerçevesinde gerçekleşiyor. Burada 27, 28 ve 50'lere kadar tamamlanan süreci söylüyorum ve buna ‘modern sentez’ adı verilir, burada da Fisher'ın büyük rolü vardır. Bu doğal seçilimin temel teoremi şeklinde ilk defa doğal seçilimi hem matematiksel olarak izlenebilir, hem de Mendel'in ortaya koyduğu ilkeler çerçevesinde iyi bir genetik şablona oturtulabilir şekilde tanımlayınca sonuçta siz evrimsel değişimi daha çok doğal seçilimle izah edilmiş bir kalıba sahip olarak görüyorsunuz.
Elbette buna ilişkin, Fisher'ın programına ilişkin bilimsel itirazlar ve o programı daha esnek ve daha zenginleştiren çalışmaları da herhalde daha çok siviller tarafından genetik anlamda gerçekleştiriliyor ve sonuçta böyle bir zengin doğal seçilimin doğadaki heterojen yapısına uygun bir perspektif ile ele alındığı bir evrimsel genetik şablona oturmuş bir modern evrimsel biyoloji bilgisi var.
Tabii burada bu kuramsal çerçeveyi çalışılabilir hipotezlere uygun olgularla veya hipotezlerin test edildiği olgusal durumlarla ele alan saha çalışanları var; Ernst Mayr var, paleontoloji cephesinden George Gaylord Simpson var, Ledyard Stebbins var ki çok önemlidir kendisi. Bitkiler bakımından bu şekilde evrim alır. Bunların hepsine baktığımızda daha çok doğal seçilimle evrimleşmenin böyle farklı yönleriyle bile olsa yer aldığını görüyoruz. Dolayısıyla doğal seçilimle evrimleşme en önemli, en temel evrimleştirici süreç ve mekanizma olarak günümüze kadar varlığını korudu ve açıklayıcısı da çok yüksek çünkü biz mesela bugün genele baktığımızda evrimsel genetik genom ile çalıştığımızda seçilimle belirlenmiş yoğunlukları veya türden türe miktarları farklı bile olsa çok sayıda genomik bölge görüyoruz mesela. Dolayısıyla bir türün, bir organizma grubunun evrimleşmesinin çok önemli bir parçası aynı zamanda yani biz gördüğümüz üzerinden doğal seçilime aynı zamanda bir değer atfediyoruz. Tabii kimi zaman bu atfedilen değerler aslında bu evrimsel biyolojinin sınırlarını aşacak derecede bir spekülasyon alanına girmiş yani bu ultra seçilimcilik veya adaptasyonculuk dediğimiz durumlar var ama bunlar böyle olsa bile, doğal seçilimin çok merkezi bir konumda olduğunu, olgularla desteklendiğini ve doğal seçilimi ölçmek için, görmek için, hem deneysel araçlarımızın, hem de gözlemsel araçlarımızın yetkinleştiğini gerçeğini değiştirmiyor. Dolayısıyla bilimin kendi evrimsel biyolojinin kendi iç dinamiği içerisinde sürekli olarak başvurduğumuz bir perspektif, bir çerçeve olarak doğal seçilim var bugün baktığımızda.
U.P.: Çok teşekkürler hocam, çok açıklayıcı oldu, çok güzel oldu. Bilim tarihinde adalet ve temsil konularına da belki biraz kapı aralayabiliriz. Bu noktada Alfred Russell Wallace'ın evrim teorisine katkısı neden uzun yıllar boyunca Darwin'in gölgesinde kaldı?
E.D.Ö.: Gölgesinde kaldı ama şunu da görmek gerekiyor yani bu gölgede kalma meselesi anladığım kadarıyla, benim okumalarımdan çıkardığım çıkardığım kadarıyla Wallace'ın yaptıklarının Darwin zamanında tamamen göz ardı edilmesi ve Wallace'ın bir kenara itilmesi şeklinde bir genel durum söz konusu değil çünkü kendisi Darwin'in çok daha ayrıntılı ve sistematik bir şekilde meseleyi ele aldığını söyler, hakkını teslim eder. Hatta 1889'da yayınladığı Darwinizm diye bir kitabı vardır ve bu kitap, Darwin'e ve doğal seçilime adanmıştır büyük oranda. Dolayısıyla Wallace'ın bilimsel kariyerine veya düşünsel kariyerine baktığımızda doğal seçilim ile evrimleşme önemli ama her şey değil. Ancak daha sonra, bu darbenin sistematik olarak çok derin bir şekilde ele alınmış olması olduğuna göre, hem de bu bilimin kültürel, sosyolojik yapısı üzerinden baktığımızda Darwin'in erişebildiği bilimsel yayın yapan yerlerin, kurumların görece bolluğu, Darwin'in varlıklı aile ve aristokratik kökeni Darwin'in işlerini kolaylaştırmışa benziyor. Ama bu şu demek değil yani ikisinin de aynı ağırlıkta kuramsal çalışmaları var. Ancak birisi Darwin'in sahip olduğu veya şanslı bir bilim insanı olarak aslında erişebildiği imkanların yüksek olmasından dolayı tamamen bastırılmış ve Darwin de bu şekilde ön plana çıkmış.
Yani Wallace'ı gölgede kalmış şeklinde kavramak, iş evrimsel biyolojik çerçeve gelince bana çok doğru gelmiyor ama elbette eğer bilim tarihi perspektifinden bakacaksak şunu da demek lazım artık çünkü Darwin'den sonraki evrimsel biyolojide Darwin'deki birtakım kritik noktaları reddetmiştir zaten ama dönem itibarıyla bakacak olursak yani kurucu babalar ve kurucu atalar çerçevesinden bakacak olursak Darwin'in doğal seçilimi evrim kuramı değil de, Darwin-Wallace doğal seçilimi, evrimleşme kuramı desek, tarihsel kökleri bakımından çok daha doğrudur diye düşünüyorum aslında.
U.P.: Çok güzel bir şey söyledin çünkü her zaman Darwin'i kucaklayan bir yapıya sahip olmuştur Wallace. Herhalde mizacı, yapısı, karakteri gereği böyledir. Benim bildiğim kadarıyla Darwinizm kitabı da öldükten sonra ortaya çıkıyor ve doğal seçilimi eleştiriyor.
E.D.Ö.: Bir yandan eleştirir doğal seçilimi ama bir yandan da tabii doğal seçilim eleştirdiği yönler daha çok Wallace'ın sosyal meselelere nasıl baktığına dair söyledikleri üzerinden görülmelidir.
U.P.: Sosyalist bir adam herhalde yani Darwin'den çok farklı bir politik bakış açısına sahip.
E.D.Ö.: Başka bir yere savruluyor gidiyor ki doğal, insanların izlediği yollar farklıdır. Zaten kökleri itibariyle de Wallace ve Darwin birbirinden sınıfsal anlamda ayrılar.
U.P.: Evet, çok çok ayrılar.
E.D.Ö.: Çok ayrılar ama evrimsel biyolojinin doğrudan somut çalışma alanlarına baktığımızda, Wallace her zaman dediğim gibi Darwin'i kucaklamıştır. Entelektüel anlamda evrimsel biyolojiyi burada tek başına katmıyorum yani Darwin'den ileride baktığımızda sosyal meselelere duyarlı başka başka konular da okumuştuk.
U.P.: O dönemin gazete ve dergilerine sosyal yapı ile alakalı sosyalizm perspektifinden politik eleştiriler ve yazılar gönderiyor Wallace. Bir de spiritüel bir tarafı var galiba benim bildiğim kadarıyla.
E.D.Ö.: Bu ikisini birleştiren bir zihin dünyasına sahip yani karşılaştığı toplumsal meseleler karşısında bir tür bir vicdan muhasebesi yapabilen birisi bu bağlamda. Darwin de katı bir Viktoryen bir perspektifle insana bakan, insani meselelere bakan bir değil ki zaten her ne kadar dönemin yaygın çerçevesine uygun şeyler söylese de, aslında meseleye yer yer vicdanla bakar. Dolayısıyla Darwin'de de insani hassasiyeti vardır fakat farklı sınıflardan gelmiş olmak aslında bunları doğrudan politik bir düzlem içerisinde dillendirme cesareti bakımından fark yaratıyor ikisi arasında.
U.P.: Çok teşekkürler hocam. Şimdi ben bir de buradan şuna geçeceğim çünkü zaman da daralıyor. 1858 yazı Darwin için bir dönüm noktası oldu ama neden bir dönüm noktası oldu? 1858 yazında Wallace'ın mektubu geldiğinde gerçekten neyi değiştirdi?
E.D.Ö.: Wallace'ın mektubu geldiğinde tabii içerik olarak Darwin bakıyor ki kendisinin söyleyeceklerine çok yakın şeyler var ki uzun yıllardır kendisi de çalışıyor. 1844'te metni yayınlayacakken yayınlamaktan vazgeçiyor ve çoğu bilim tarihçisi, daha doğrusu eski usül çalışan bilim tarihçileri bunun temel sebebinin evrim kuramının o dönem yaratacağı büyük huzursuzluk, büyük gerilimden çekindiği için değil, aslında yeni yapılan çalışmalar Darwin'in daha çok teoriyi olgunlaştırmak için çalıştığını, bu süre içerisinde o yüzden yayınlamaktan vazgeçtiğini söyler. 1844 metinleri bildiğim kadar çok daha serttir, keskindir. Darwin, politik uçlara doğru savrulmuştur bildiğim kadarıyla ama 1859 metni önemli oranda biyolojik bir metindir. Stephen Jay Gould da söyler bir yerde, ‘Böyle büyük bir dünya görüşü şeklinde manifesto olarak okumak istediğiniz de hayal kırıklığına uğrarsınız çünkü kökenleri ile başlangıçta evcilleştirme altındaki varyasyonla başlar. Bir manifesto, dünya düzenine ilişkin şey bununla başlamaması gerekir’ ve haklıdır da.
Mektuptaki içerik kendisiyle doğal seçilim ve evrimleşmeyle büyük oranda çakışınca, Darwin ister istemez arkadaşların zorlamasıyla kitabı hızla yayımlamaya kendini sevk ediyor. Aslında birkaç cilt olarak düşündüğü bir şey bu ve köken özet diye kendisinin sunduğu bir şey ama bir yandan da 400 küsur sayfalık bir özet kendince. Yoksa birkaç cilt olarak düşünmüş ya da en azından kitabı hızlı bir şekilde yazmaya ve yayınlamaya sevk ediyor bu mektup. İçeriğe ilişkin metin okunuyor Linnean Society'de, yanılmıyorsam değil mi? Ama hemen akabinde Darwin kitabı hazırlayıp, özet dediği kitabı hazırlayıp yayınlıyor. Dediğim gibi yani bu anlaşılır bir telaş, çok uzun yıllar emek vermiş. Birkaç cilt, belki üç-dört cilt olarak düşündüğü bir perspektif var aklında. Aldığı bir sürü not, gözlemler var. Okumuşluğu çok yüksek Darwin'in bu arada, döneminin bütün literatürünü neredeyse biyolojik anlamıyla yutmuş tabiri caizse. Dolayısıyla böyle de bir durum söz konusu olunca bir an önce toparlayarak bir özet kitap yazmaya sevk ediyor kendisini.
U.P.: Yani şimdi son sorum şöyle aslında bitirdik hemen hemen programı. Son sorum da hani bunları toparlayacak bir şey. En başta belirttiğim bilimsel keşiflerin bireysel mi yoksa kollektif bir çaba [00:26:00.00] mı olduğunu düşünüyorsunuz? Wallace ve Darwin örneği bu konuda aslında bizlere ne söylüyor?
E.D.Ö.: Bireysel katkılar çok önemli olmakla beraber bilimsel üretim büyük oranda kolektif. Şöyle düşünelim; mesela Darwin beş yıllık bir geziye çıkıyor ve gezide kendisine yardımcı olan bir sürü insan var. O alana çıktığında kendisinden önce yazılmış olan çalışmaları okuyor ve bu da kolektif bilince sahip olduğunu gösteriyor. O bilgiler olmasa, o gözlem fırsatı olmasa, yardımcıları olmasa, dolayısıyla kafasındakileri muhtemelen toparlayamayacaktı veya kafasında toparlayacak kadar bir bilgi birikimi olmayacaktı her şeyden önce ama Darwin tabii çok sabırlı, çok özel bir kişilik aynı zamanda yani hiçbir zaman için bilimsel anlamda söyleyeceklerinin dışına çıkıp aşırı spekülasyona gitmiyor ki köken bunu gösterir zaten her şeyden önce. Gould'un da ‘Dünyayı değiştiren bir manifesto değildir’ demesi de bu yüzden yani nereden başlayacağını biliyor ama sonuçta kendisinden öncekilerin aslında yine omuzlarında yükseliyor. Bilim tarihine geçmiş klasik bir söz, bir deyiş vardır, ‘Kendisinden öncekilerin omuzlarında yükseliyor’ ama kendisinin de daha öncekilerin de olduğu gibi, o kolektif üretimde ortaya koyduğu yepyeni bir perspektif, bir çehre var. Zaten Wallace da başka bir önemli kişilik.
Wallace'da aşağı yukarı aynı şeyleri buluyor ama kapsamı ister istemez imkanları gereği görece olarak daha dar. Zaten tek başına Darwin'e veya Wallace'a bağlı olmayabileceğini de gösteriyor evrim kuramının ortaya atılması bu bakımıyla da ayrı bir şey. Sayısının artmasına bağlı olarak kolektif üretim ve ayrıca Darwin'den sonraki evrimsel biyolojinin izlediği yola bakacak olursak çok önemli büyük isimler var ki bahsettik Fisher'den, Haldene'den, Dobzhansky'den, Simpson'dan... Ama bunların kendileri de yine yoğun bir araştırma grubu ve meslektaşlarıyla çalışıyorlar ve o günden bu yana da aslında evrimsel biyolojiye sayısız katkısı olan bir sürü insan var. Bunlar olmaksızın evrimsel biyolojinin bugünkü çerçevesine, herhangi bir bilim dalının kavuşmuş olmasını bekleyemeyiz. Elbette kavrayışta, derinlikte yüksek insanların rolü çok büyük ama böyle dehaların anlık keşiflerinden, onların yıldızlarının parladığı anlardan zamansız, birikimsiz bir gök kubbeden bir ilhamla bilimin ve bilimsel keşiflerin yapıldığını söylemek tamamen aslında bilimin doğasına ilişkin bir şey, nasıl olduğuna dair bir bilimin doğasına ilişkin bir bilgisizliktir, bir yanılsama. Zaten bu çok geride bırakıldı. Bilim felsefesi açısından da mesela şu an baktığımızda özellikle bu bilim cemaatlerinden bahsederler, bu kavramsal kutuların oluşup o kavramsal kutulara açılmaya başlaması yeni bir paradigmanın eklenmesiyle gerçekleşir. Bunların hepsi bilimin topluluk ve bir kolektif üretim içerisinde bir gerilimi olduğunu, bir değişim gerilimi olduğunu bize söylüyor zaten baktığınızda. Dolayısıyla kolektif bir üretim olduğunu düşünmek ama önemli isimlerin katkılarını da bu kolektif üretim üzerinden yükseldiğini yani yıldızların boşlukta değil de başka yıldızların arasında parladığını görmekte fayda var. O yıldızların ışıklar arasında aldıkları arasında farklar olsa da sonuçta onlardan her zaman için alınan bir bağ, bir beslenme söz konusu daha doğrusu.
U.P.: Hocam çok teşekkür ediyorum, çok güzel bir söyleşi oldu. Ben sorularımı tamamladım ve ilk bölümün de sonuna geldik. ‘Evrim Serisi’nde biz yine beraber buluşacağız, tekrardan bir araya geleceğiz ve diğer konukları da aldıktan sonra en son bir panelimiz olacak. Esasında hep beraber tartıştığımız bir seksiyonunu da planlayacağız. Dolayısıyla bu dört bölümlük serinin ilki bu programla tamamlanmış oluyor. Programın sonuna geldik ve dinleyicilerimize çok teşekkür ediyorum. Önümüzdeki haftalarda Antroposen Sohbetler’de tekrar buluşmak üzere hoşçakalın.
Ek Okuma Önerileri:
Browne, Janet (2002). Charles Darwin: The Power of Place. Princeton University Press.
Browne, Janet (2013). Wallace and Darwin. Current Biology, 23(24), R1070–R1073. https://doi.org/10.1016/j.cub.2013.10.045
Darwin, Charles (2022). Türlerin Kökeni (Çev. Ergi Deniz Özsoy). 4. Baskı. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları. ISBN-10: 625429284X | ISBN-13: 978-6254292842
Gould, Stephen Jay (2002). The Structure of Evolutionary Theory. Harvard University Press.
Keller, Evelyn Fox (1985). Reflections on Gender and Science. Yale University Press.
Larson, Edward J. (2004). Evolution: The Remarkable History of a Scientific Theory. Modern Library.
Mayr, Ernst (2001). What Evolution Is. Basic Books.
Ridley, Mark (2004). Evolution. Blackwell Publishing.
Wallace, Alfred Russel (1870). Contributions to the Theory of Natural Selection. London: Macmillan.
Wilson, Edward O. (1998). Consilience: The Unity of Knowledge. Vintage.