"Marmara Denizi'ni yaşatmak için hep birlikte savunalım"

-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay ve Nevin Sungur, 'Marmara Yaşasın' serisinin dördüncü programında sualtı görüntü yönetmeni Tahsin Ceylan ve Kuzey Ormanları Savunması sözcüsü Banu Uzpeder ile bir araya geliyorlar.

""
Tahsin Ceylan ve Banu Uzpeder'le Marmara Yaşasın
 

Tahsin Ceylan ve Banu Uzpeder'le Marmara Yaşasın

podcast servisi: iTunes / RSS

Nevin Sungur: Herkese merhaba, Apaçık Radyo'da Dünya Mirası Adalar programını dinliyorsunuz. Ben Nevin Sungur.

Derya Tolgay: Ben Derya Tolgay.

N.S.: Teknik masada Berke Akmeşe ve destekçimiz Aylin Vartanyan Dilaver'e çok teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Şimdi bildiğiniz gibi, maalesef Marmara Denizi'nde müsilajın gündeme tekrar gelmesi üzerine bir ay kadar önce ‘Marmara Yaşasın’ serisine başlamıştık ve bugün de aynı seriden devam ediyoruz çünkü durum gerçekten çok ciddi.

Geçtiğimiz günlerde Tekirdağ'da balıkçıların ağlarına takılan müsilaj görüntüleri vardı; bugün de Bursa'nın Mudanya ilçesi sahillerinde deniz yüzeyinin yine müsilajla kaplanmış olduğuna dair haberleri okuduk. Bugün, bu konuyu iki konuğumuzla konuşacağız. İlk konuğumuz, sualtı görüntü yönetmeni ve belgesel yapımcısı Tahsin Ceylan. Dediğim gibi, kendisi sualtı görüntü yönetmeni ve belgesel yapımcısı; 120'nin üzerinde ödül sahibi. Son olarak iki sene önce Marmara Denizi'nde müsilajla ilgili Denizdeki Pandemi: Müsilaj isimli bir belgesel hazırladı ve hatta kendisiyle konuştuğumuzda bu belgeseli Cannes Film Festivali’ne gönderme planı içerisinde olduğunu da söylemişti. Hoş geldiniz Tahsin Bey.

Tahsin Ceylan: Merhaba, hoş bulduk.

D.T.: Hoş geldiniz.

T.C.: Merhaba.

N.S.: Tahsin Bey, yaklaşık iki hafta önce Marmara Denizi'ne daldığınızda çektiğiniz müsilaj görüntüleri basında çokça yer aldı. Görüntüler sanatsal olarak çok etkileyiciydi ama tehlikenin vardığı boyut açısından da çok ürkütücüydü. Öncelikle sizden bu belgesel çalışmaları sırasındaki gözlemlerinizi bizimle paylaşmanızı isteyeceğim; denize daldığınızda nasıl bir ortamla karşılaştınız?

T.C.:Öncelikle Apaçık Radyo dinleyicilerine selam olsun diyorum. Sizlere de apaçık anlatayım bu müsilajı.

Aslında sadece bir fotoğraf çıktığında ya da görüntü olduğunda üzerine konuşuluyor ana hikayenin başlığı yaşamımızla ilgili. Soluduğumuz havanın içindeki oksijenin %70'i denizlerden geliyor ve bunun %50'sini de tek hücreli bir canlı olan fitoplanktonların fotosentezine borçluyuz. Yani dünyada en önemli organizma nedir sorusunun cevabı fitoplanktonlardır.

Peki, buradan niye başlıyorum? Fitoplanktonların %45'ini diatomlar, %55'ini de dinoflagellatlar oluşturuyor. Dinoflagellata, ortamda besin tuzları ve organik maddeler çok arttığı zaman organik maddeleri de sindirir ve hızla çoğalır. Aslında biliyorsunuz, ekosistemde birinci tüketici, birinci üretici, ikinci üretici, ikinci tüketici diye bir denge vardır. Bu denge bozulduğu zaman, bu dinoflagellatlar çok artar. Biz onları gözle göremeyiz, çok mikroskobik canlılardır ama onların ölüleri bizlerin müsilaj dediğimiz, suyun üzerinde gördüğümüz ölü tabakadır.

Video file


Peki, ölmüş hali aslında oraya bir zarar veriyor mu? Onlara dokunabilirsiniz, jelatinimsi bir maddedir ve hiçbir zarar vermez. Fakat bunlar aşağıya doğru indiği zaman dipteki oksijeni tüketir ve dibe bağımlı yaşayan canlılar oksijensiz kalır. Marmara'nın şu anda yaşadığı tam da bu. Zaten Marmara'da 30 metrenin altında oksijen seviyesi sıfıra yakın. Biz daha önce 35 metrede deniz patatesleriyle ilgili bir çekim yaptık ve binlerce deniz patatesinin öldüğünü görüntüledik, haber yaptık. Şu anda Marmara'daki oksijensizlik oranı yüzeyde de artıyor çünkü Marmara'yı besleyen tek su kaynağı Karadeniz'den gelen su.

Karadeniz'i, İstanbul Boğazı'nı kapatırsanız, Marmara bir müddet sonra tamamen bir çukura döner ve hiçbir canlı kalmaz.

N.S.: Tuzlu su kaynağı olarak diyorsunuz değil mi?

T.C.: Aslında Marmara'da iki su tabakası var; yüzeydeki 0-20 metre aralığındaki besin açısından zengin sular Karadeniz kökenli, diğer tuzluluk açısından daha zengin olan sular da Ege'den geliyor. Ama tuzlu sular Marmara'da çok etkili değil yani ona hayat vermiyor. Marmara'nın yüzeyindeki o canlı topluluklarını, biyoçeşitliliği zenginleştiren Karadeniz'den gelen sular.

Mesela İzmit Körfezi'nde bu konuda çok fazla çekim yaptık. İzmit Körfezi, yıllar önce Avrupa Birliği fonlarıyla bir arıtma tesisinin kurulduğu bir yer. Orada normalde 0-20 metrede inanılmaz bir canlılık var. Fakat bu müsilajla beraber bu canlılık yavaş yavaş yok oluyor.

N.S.: Çok özür dilerim kesiyorum. Sizin en son paylaştığınız görüntüleri Ceylan.tahsin Instagram hesabınızdan da görebilir dinleyicilerimiz, bunu belirtelim öncelikle. Siz bu görüntüleri İzmit körfezinde mi çektiniz?

T.C.: Bu görüntüleri Kocaeli'de çektik. Onların içinde çok sıra dışı bir görüntü var. Mesela deniz anaları pelajik alan denilen su kütlesinde gezer ve zooplanktonlarla beslenirler. Bu deniz anaları maalesef müsilajlara yapışmışlar ve kendilerini kurtaramıyorlar ve bir müddet sonra da yaşamlarını yitiriyorlar. Bir diğer sıkıntı da müsilaj yukarıyı yani denizin üstünü kapladığı zaman güneş ışığı aşağı geçemiyor ve geçemediği zaman da yaşam kaynağımız olan canlılar fotosentez yapamıyor. Aslında hayatta her şey fotosentez ile başlar. O yüzden aslında bilinen bir şeydir; denize arıtma bırakmamamız lazım ya da bu organik maddeleri ileri biyolojik arıtmayla bırakmamız lazım ama şu anda da bırakılmıyor - bundan da bir ders almadı ülkemiz. Sadece bakanlığın ceza kesmesiyle bu soruların çözümünün olabileceğine ben ihtimal vermiyorum. Dipte yaşanan bir trajedi, büyük bir trajedi var ama biz de suyun altındaki o sessiz dünyanın sesi ve gözü olmaya devam ediyoruz.

N.S.: O görüntülerde müsilajın içinde kalan balıklar, yengeçler vardı. Kaç metreden sonra başlıyor bu görüntüler?

T.C.: Aslında 0-20 metre aralığında. Kameramı tuttum, suyun altında sanki bulutlar gibi dalga dalga, boy boy müsilaj var. Dinoflagellatların ölü hali aslında ama dediğim gibi, onlar mesela midyelere yapışıyorlar çünkü midyelere toksik bir etki yapmıyorlar ama o midyeyi yiyenlerde daha önce felç vakaları görüldü, öyle bir kayıt da var. Mesela tehlike altında olan türlerden deniz atları vardır Marmara'da, onların solungaç kapağına girip yapıştığı zaman hayvan solunum yapamıyor ve ölüyor. Dibe bağlı yaşayan deniz hıyarları, deniz kestaneleri yani şu anda Marmara'nın dibindeki canlılar tamamen oksijensizlik ile mücadele ediyor. Hareketli türler kaçıyor ama diğerleri orada yaşam savaşı veriyor.

N.S.: Tahsin Bey, bu belgeseli hazırlarken iki sene önce de Marmara'da dalış yaptınız ve o görüntüleri çektiniz. O gün ile bugün arasında nasıl bir fark ya da nasıl bir benzerlik var?  

T.C.: Aslında küresel ısınmanın da bunda bir payı var. Marmara, bu aylarda önceki yıllara göre 2.5 °C daha sıcak. Evet, sıcaklığın da payı var bunda ama çok basit bir anlatım ile söyleyeyim; organik maddeleri denize bırakırsanız bu durum oluşur. 

N.S.: Ben sadece sizin tanıklığınız anlamında soruyorum.  

T.C.: Aslında daha büyük bir trajedi bekleniyor şu an, ben öyle tahmin ediyorum. Önceki yıllarda İzmit Körfezi'den Çanakkale'ye bütün Marmara'yı görüntülemiştik ama bence yine büyük bir trajedi bekleniyor. Ben yüksek düzeyde öyle bir trajedi olabileceğine ihtimal veriyorum. 

N.S.: Çok endişe verici gerçekten. 

T.C.: Hani diyorlar ya balıkçı ağını çekerken bir müsilaj takıldı, bunun kadar normal ne olabilir? Ama İstanbul'da, Sarıyer'in önüne gidin, orada hala balıkçılar balık avlıyorlar -tabii bu bir dengedir. Şimdi denizdeki zooplanktonları küçük balıklar yiyor, hamsi yiyor, gümüş balıkları yiyor. Siz bir türün neslini azalttığınız zaman o boşluk başka bir şey ile doldurulur yani evren boşluk affetmez, anlaşılmayan bir şey yoktur burada. Herkes nedenleri konusunda bir şeyler söylüyor ama bence Marmara’ya kıyısı olan bütün fabrikaların, bütün belediyelerin harekete geçmesi gerekiyor. O bölgede fabrikalar var ve bunların hepsiyle ilgili ortak bir karar almak gerektiğini düşünüyorum. 

Biz aslında rönesans mantığıyla yani görsellerle durumu anlatmaya çalışıyoruz - görsel üzerinden duyarlı olmak ihtimali daha yüksektir diye düşünüyorum. 

D.T.: ‘Rönesans görseli’ diye çok güzel bir şey söylediniz ama eylemsel olarak da hakikaten uyanma zamanı. Bizim uyanmama ve kamuoyu oluşturmak için sesimizi duyuramama diye bir sorunumuz da var. Üzerimize o sorumlulukları da almalıyız.  

N.S.: Çok teşekkürler Tahsin Bey. 

T.C.: Ben teşekkür ediyorum. 

D.T.: Gözünüze, eliniz, emeklerinize sağlık.  

T.C.: Sağolun. Bu arada ben yakın tarihte Adalar’da dalış yapıp görüntüledim oraları, inanılmaz güzel biyoçeşitlikleri kayda aldım. 

N.S.: Onu da ayrıca başka bir programda konuşuruz, çok teşekkürler. 

D.T.: İstersen şimdi şöyle yapalım; uyanma zamanı, eyleme geçme zamanı dedik. Bütün bunları da “Wake Up” ile yapalım. Llunr çok güzel söylüyor. 

N.S.: Şunu da söyleyelim; Filistin ve Lübnan asıllı bir şarkıcı Llunr, gerçek ismiyle Bader Khatib. “Bu bir harekete geçme çağrısıdır,” diyor şarkısında. Aslında Gazze için yazdığı bir şarkı “Wake Up”. “Her şey için harekete geçme vaktidir” diyor, “Dünya için bir harekete geçme vakti”. 

D.T.: Dünya için, her yer için geçerli. Hepimize “Wake Up”. 

N.S.: Evet, “Wake Up”. 

D.T.: Şimdi diğer konuğumuz sevgili Banu Uzpeder bağlandı, sahadan bize ses verecek. Kendisi Kuzey Ormanları Savunması'nın kuruluşundan beri, 11 senedir de gönüllüsü ve sözcüsü. Sevgili Banu, bizi duyabiliyor musun? 

Banu Uzpeder: Evet, benim sesim geliyor mu? 

D.T.: Harika, hoş geldiniz. 

B.U.: Hoş bulduk, nasılsınız? 

D.T.: “Wake-Up” diyerek uyanmaya çalışıyoruz. Kuzey Ormanları Savunması ve Türkiye Ormancılar Derneği'nin birlikte düzenlediği Marmara Denizi'nin çevresel felaketlere karşı durumunu ele almak üzere bir çağrınız vardı ve bu nedenle Pazar günü birlikteydik. Uzmanlar, STK'lar, bilim insanları ve bizim davamızın avukatı Tunç Lokum oradaydı. Etkinlik sonunda da deniz ekosistemini savunmak için ortak bir platform oluşturulması çağrısı yaptınız. Sözü sana bırakalım; öncelikle bize nereden, hangi sahadan sesleniyorsun? Onu söyle istersen. 

B.U.: Şu anda Şile'nin Kadıköy Köyü’ndeyiz. Burada zaten 10 türbinlik bir rüzgâr enerji santrali projesi vardı. 10 türbin şu anda halihazırda çalışıyor burada. Aynı alanda, Kadıköy Köyü’nde yine ormanlık alanda sekiz tane daha türbin dikmek üzere bir zirve enerji santrali projesi geldi buraya. Bu projeyle ilgili çevrede etki değerlendirme toplantısı oldu bugün, daha doğrusu olmadı yani biz köylülerle beraber toplantıya girmeyeceğimizi bildirerek bir tutanak tuttuk. Çeşitli STK'lardan arkadaşlar, temsilciler geldi, tutanağımızı imzaladılar. Avukatımız eşliğinde şu anda içeride bir toplantı oluyor. Burası çok soğuk, İstanbul da çok soğuk ama burası bir miktar daha soğuk. Bu soğuğa rağmen bir çok köylü burada, güzel bir toplantı oluyor şu anda. 

N.S.: Kolay gelsin. Derya'nın da bahsettiği, Pazar günü toplantısından çıkan çağrı metnini sizden dinleyelim. Nelerin altı çizildi, nelere dikkat çekildi?

B.U.: Tabii ki. Pazar günü Kadıköy'de, Gazhane’deydik. Türkiye Ormancılar Derneği ve Kuzey Ormanları Savunması'nın çağrısıyla ‘Marmara Cankurtaranını Arıyor’ başlıklı bir toplantı yaptık. Bu aslında bizim uzun zamandan beri üstünde çalışmakta olduğumuz müsilaj tehlikesine karşı kuracağımız bir birliğin ön hazırlık toplantısıydı. Burada çeşitli öneriler oldu - zaten daha önce üstüne konuştuğumuz şeylerin tekrarı da oldu aynı zamanda. Fakat oraya katılan herkesin üstüne anlaştığı ve bizim daha önce yayınladığımız bildiriden yaptığımız şu çağrıyı yinelemek istiyorum; Marmara Denizi’nde müsilaj tehlikesi uzun zamandan beri var. Biliyorsunuz, şu anda Ege Denizi’ne de ulaşmış durumda - hatta bugün Mudanya sahilinin 100 metre açığında görüldü. Çok ciddi bir tehlike bu. Zaten bu sene bu kadar erken çıkmasının sebebini hocalar söylüyor, çok ciddi bir tehlike altındayız. 

Mustafa Sarı Hocamız da Pazar günkü toplantının açılış sunumunda da bunu belirtti; “Marmara Denizi hasta bir çocuktur. Eğer astımlı çocuğunuza normal bir çocuğa davrandığınız gibi davranmayacaksanız Marmara Denizi’ne de astımlı bir çocuk gibi davranacaksınız.”
 
Biz bununla ilgili acil olarak dört madde üzerinde duruyoruz. Bunları hemen söyleyeyim: 

1) Marmara Denizi’nde ve akarsularımızda gerçekleşen derin deşarj ve kontrolsüz atık salımına; 

2) Marmara ve Batı Karadeniz’de sanayi faaliyetlerini yorumlaştırmaya; 

3) Endüstriyel balıkçılık faaliyetlerine;  

4) Kanal İstanbul Projesi ve bağlı uygulamalarına derhal son verilmelidir. 

Bu dört madde bir an önce hayata geçmez ise Marmara Denizi’ni gerçek anlamda kaybedeceğiz. Marmara Denizi ve denizler sadece sucul bir ortam değil, aynı zamanda oksijen de üretir. Deniz ile beraber oksijenini de kaybediyoruz. 

D.T.: Ben Pazar günkü toplantıda da bahsetmiştim; Dünya Mirası Adalar Ekoloji ve Kültür Derneği'nin de kurucularından Sera Tolgay’ın iki senelik bir çalışması var. O rapor hazırlandı ve orada da yapılacaklara odaklanılıyor ve bunlardan en önemlisi sadece Marmara'nın kendisini değil; ormanlarımızı, sulak alanlarımızı yani havzayı korumak. Dolayısıyla sizin Kuzey Ormanları Savunması o kadar kıymetli ki.. Buraların kaybedilmesinin de müsilajı tetiklemesi gibi bir durumu var değil mi? Sizin çalışmalarınız neleri gösteriyor burada? 

B.U.: Elbette. Havza kelimesi çok önemli gerçekten. Kuzey Ormanları dediğimiz alan Bulgaristan'dan başlayıp Düzce, Bolu sınırına kadar gidiyor ve bu alan bir ekosistem olarak dünyanın en sayılı ekosistemlerinden bir tanesi. Burada çok fazla su değeri, su kaynağı var. Bu kaynaklar, tatlı su ve denizlerle beraber çok ciddi bir su varlığımız aslında. Bu havzada aynı zamanda birçok göl de var. Dolayısıyla demin bahsettiğim, derin deşarj meselesi çok çok önemli bir madde. Bunu senelerden beri bütün bilim insanları söylüyor. Fakat bu konudaki denetimlerin hala çok büyük eksiklikleri olduğunu biliyoruz. Aslında su alanlarını koruma noktasında görmezden gelinen birçok nokta da var. Dolayısıyla evet, havza meselesi çok üstünde durulması gereken bir konudur. 

N.S.: Bu seri içerisinde bugüne kadar katılan bütün konuklarımıza sormaya çalıştım; siz bu çalışmaları ve bu toplantıyı yaparken herhangi bir şekilde yerel belediyelerle bağlantıya geçtiniz mi ve eğer geçtiyseniz onlardan ne cevap aldınız? Çünkü Marmara çevresindeki belediyelerin de çok aktif bir şekilde bu iş içerisinde yer alması gerekiyor bir taraftan da. 

B.U.: Tabii, daha önce yaptığımız çalışmalarımızın - müsilajla ilgili olan çalışmalardan bahsetmiyorum - bir çoğunda yerel belediyelerle iletişime geçtik. Zaten onlarla beraber kent konseyleriyle, yerel belediyelerle de ilişkiye geçiyoruz. 

N.S.: Aslında bu müsilaj konusuyla ilgili sormak istemiştim. 

B.U.: Tamam, geçmedik, net bir şekilde söyleyeyim bunu çünkü bu çalışmamızın ikinci ve üçüncü aşaması aslında. İlk başta daha çok STK'larla ve bilim insanlarıyla oturup, onların değerlendirmelerini dinleyip, onlarla beraber bir yol haritasının başlangıcını çizmeyi tercih ettik. İkinci ve üçüncü aşamada kamu kurumları, karar vericiler, belediyeler ve yerel kamu unsurları devreye girecek ki bizim onlardan isteyeceğimiz, talep edeceğimiz noktaları tam olarak belirlemiş olalım. Bu konuda çok haklısınız ki zaten sadece belediyeler değil, bakanlık yetkilileriyle de toplantılar yapmayı planlıyoruz. Dolayısıyla sorunuzun cevabı bir sonraki toplantılarda olacak.  

D.T.: Bütün bu bizim yaptığımız programlara katılan konukların söyledikleri ve kendi çalışmalarımızdan çıkan sonuç şu; derin deniz deşarjlarının derhal durduruluyor olması lazım çünkü hem bilimsel çalışmalar, hem de bilim insanları ve uzmanlar tespit etmiş ve  raporlamış durumda: Marmara Denizi bir alıcı ortam değildir. Bunu bir an önce kapatmamız lazım ve kapattırmak için de her alanda kamuoyu oluşturmamız gerekiyor çünkü neoliberalizm, teknofeodalizm ve onun yarattığı sermaye hiçbir şeyi tanımıyor, her yeri dümdüz ediyor. Bizler harekete geçmez isek bu kaynakların hepsi gidecek gibi gözüküyor- buna biz Marmara Denizi'nde şahitlik ediyoruz, Los Angeles yangınlarında şahitlik ediyoruz. Her alanda bu böyle ve bu yüzden Marmara'nın yaşayıp yaşamaması da bizim ne yapıp ne yapmayacağımıza bağlı sanırım. 

N.S.: Bu arada devlet ne yapıyor diye soracak olursak, bakanlık bol bol ceza kesmiş. 

D.T.: Bu üisilaj meselesi güzel gelir kaynağı. 

N.S.: Evet, Marmara Deniz Havzası'nda yürütülen müsilaj denetimleri kapsamında Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi ve Balıkesir Büyükşehir Belediyesi'yle dört ayrı işletmeye toplam 10.3 milyon lira idari para cezası uygulandığı belirtildi. Umarım bütün bu kaynaklar, bu derin deşarjın durdurulması ve Marmara'nın temizlenmesi için kullanılır. 

B.U.: Bu ceza kesilen belediyelerin hangi belediyeler olduğunu biliyoruz. Sadece bütün her şeyin sorumlusu Tekirdağ ve Balıkesir tabii ki ve aynı zamanda bu şirketlerin de belediyelere bağlı şirketler olması manidar. 

N.S.: Kesinlikle. Derin Deşarj A.Ş.’nin başındakinin de Tekirdağ Valisi olması da manidar. Tamam, süremizi çok aşmaya başladık, çok teşekkürler Banu Hanım katıldığınız için, kolay gelsin oradaki toplantıyla ilgili. 

D.T.: Çok teşekkürler, iyi ki varsınız. 

B.U.: Siz de iyi ki varsınız. İyi yayınlar, sağolun. 

D.T.: Hoşça kalın. Evet, bugün konuklarımız belgesel yapımcı Tahsin Ceylan ve Kuzey Ormanları Savunucuları sözcülerinden Banu Uzpeder'di. Bizi dinlediğiniz için teşekkür ederiz. 

N.S.: Çok teşekkürler, devam edeceğiz. 

D.T.: Marmara yaşasın, Adalar hepimizin!

N.S.: Marmara yaşasın, Adalar hepimizin!