Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş; ekolojik tasarımcı, yazar ve eğitmen Melih Aşanlı ile sakatların her zaman dile getirdiği erişilebilirlik meselesine çözüm sunma açısından en öncelikli kısımdaki tasarım kavramını ele alıyor.
Alper Tolga Akkuş: Merhaba, Apaçık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoş geldiniz. Ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 11 Aralık 2024 Çarşamba. Bu haftaki programımızı destekleyen Clinton Wiley’e teşekkür ederek başlamak istiyorum programa. Bu hafta sakatların her zaman dile getirdiği erişilebilirlik meselesine çözüm sunma açısından en öncelikli kısımdaki tasarım kavramına bakacağız biraz. Konuğum da benim çok sevdiğim bir arkadaşım, Melih Aşanlı. Tabii Melih'i konuk alacağım ama öncelikle şuna değineyim ben; geçen hafta 60. yayın dönemi başladı Açık Radyo’nun - Apaçık Radyo’nun ise birinci. Açık Radyo’nun ise 60'ıncı yayın dönemindeyiz şu anda ve 56. yayın dönemiyle Sakat Muhabbet sizinle buluşmuştu yani Sakat Muhabbet’in de 5. yayın dönemi oluyor Açık Radyo’da ve Apaçık Radyo'da ilk olmak üzere. Bana bu alanı açan Ömer Madra başta olmak üzere tüm Açık Radyo ailesine teşekkür ediyorum ve dinleyicilerimize de teşekkür ediyorum, aynı zamanda her hafta programı destekleyen destekçilerimize de teşekkür ediyorum. Melih nasılsın, iyi misin, nasıl gidiyor hayat Çanakkale'de?
Melih Aşanlı: İyi abi güzel gidiyor. Geçen hafta İstanbul'daydım, şimdi Çanakkale'ye geldim. Kışları şehir şehir gezmekle geçiyor ve daha çok İstanbul'a gidip geliyoruz. Söyleşiler, programlar oluyor. O tarafta haberler nasıl, sen neler yapıyorsun?
A.T.A.: Mersin birkaç gündür soğuktu, bugün ise iyi. Ben açtım kapıyı, pencereyi şu anda. İstanbul, Çanakkale daha soğuktur eminim, burada Mersin’de daha ılıman. Melih, ilk sorum sabit, sen dinlediysen biliyorsundur; Melih Aşanlı kimdir, bugüne kadar neler yapmıştır ve bir sakatlığın bulunuyor ise bunu da bizimle paylaşır mısın?
M.A.: Güzel sanatlar mezunu, önceden dağcılık ile başlayan, sonra ise doğa ve ekoloji ile tanışan bir canlı aslında Melih Aşanlı. 2010'da kırsala geçtik eşim ve aynı zamanda iş ortağımla ve Harmonia diye Türkiye'deki ilk tasarım ofisini, ekolojik tasarım stüdyosunu kurduk. Birkaç amacımız var; kurum ve kuruluşlara danışmanlık yapmak, düzenli olarak eğitimler vermek, kırsala geçiş entegrasyonu için bilgi üretmek. Bu sene dördüncü kitabım çıktı; Ekolojik Tasarım Kuramı - Cilt 1: İnsanın Yolculuğu Göreceli İlkeler Bütünü. Geçen hafta da o yüzden İstanbul'daydım. Ekolojik tasarım kuramı yazdım ki çok zormuş kuram yazmak hakikaten. Birinci cildini anca bitirdik 300 sayfada, ikinci cildi bakalım ne olacak diye düşünüyorum. Onun dışında projeler yapmak; çocuklara, yetişkinlere, kurum ve kuruluşlara olabildiğince ekolojik tasarımı anlatmak, bilgiyi yaymak gibi bir misyonumuz, vizyonumuz var. Tasarımcı olduğumuz için de projelere ‘sizin probleminiz ne’ ya da ‘biz bu problemi ekolojik olarak nasıl çözeriz’ diye bakıyoruz. Geniş bir yelpazede bir iş tanımımız var, anlatırken de o yüzden zorlanıyorum. Kırsalda bir eğitim arazimiz var, orada da eğitim veriyoruz yazları. Onun dışında şehirlerde eğitimler, seminerler, projeler devam ediyor.
A.T.A.: Bir sakatlığın var mı? Çok geniş bir kavram sakatlık yani ucu bucağı olmayan bir şey. Sen ne dersin? Sakat mısın diye sorduğum zaman bir garipsiyorsun ama mesela bir tane konuğum, ‘Ben gözlük kullanıyorum, o da sakatlık’ demişti. Şu an senin de gözlüğün olduğu için aklıma o geldi mesela.
‘Bence duygusal sakatlık en büyük sakatlık’
M.A.: Tabii bu bir engel sonuçta, özellikle görmek bir tasarımcı için ciddi anlamda sıkıntılı bir olay. Bir sene önce aldım ben bu gözlüğü ve dedim ki, ‘Ben bununla görüyorum ama net değil’. Doktor da, ‘Artık o kadar olacaktır yani yaş 45. Hipermetrop var, miyop var, astigmat da var. Artık bir daha net göremeyeceksin, o renkler bir daha öyle olmayacak’. İnsana dokunuyor tabii ama bence duygusal sakatlık en büyük sakatlık. Biz birçok ekolojide bunu görüyoruz yani kişinin duygusal olarak sakatlanması bence daha ciddi bir sorun diye düşünüyorum.
A.T.A.: Bunu bir açabilir misin, duygusal sakatlık nedir? Yani ben anlamadım, dinleyenler de anlamadıysa bir açalım istersen biraz.
M.A.: Yani genel olarak çok akıl üzerinden gidip duygularımızın peşine pek düşmüyoruz ve kırılganlıklar, kırgınlıklar, anlaşılamamak, iletişim kuramamak ile birlikte süreç içerisinde aslında sakatlanmamıza sebep oluyor ciddi anlamda. Türkiye'ye hatta dünya geneline baktığımız zaman da gittikçe antidepresan kullanım oranları ve depresyona giren insan sayısı daha çok artıyor. Bu, bizim duygusal olarak sakatlandığımız anlamına geliyor yani yeni artan bir şey değil - 10 sene önce de artıyormuş şimdi de artıyor ve gittikçe artıyor yani muhtemelen ileri ki bir sürede hepimiz antidepresan kullanıyor olacağız.
A.T.A.: Ben kullanmıyorum ki bence sen de kullanmıyorsun herhalde.
M.A.: Yani belki.
A.T.A.: Genelde benim de yakın çevremdeki herkes kullanıyor, doğru söylüyorsun. Yabancılaşma ile bu dediğin şey aynı şey mi yoksa ikisi farklı şey mi? Yabancılaşma diye bir şey de var ya; teknolojinin getirdiği duruma dair söylenen bir şey yabancılaşma aslında.
M.A.: Orada da aslında bütüncül bir şeyden bahsediyoruz yani insan da çok bütüncül bir canlı ve yabancılaşma tek başına bunu karşılamıyor. Ama yabancılaşma dediğimiz kavram yani teknoloji üzerinden insanın geçmişiyle yabancılaşması, doğayla yabancılaşması ya da eko anksiyete dediğimiz bir olayda artık teknolojiyi itip, teknolojiye yabancılaşıp, doğaya gitmek gibi bir hassasiyeti olan ve yok olacağız gibi bir kırılganlığı olan da var. O kadar karmaşık bir dönem içerisindeyiz ki şu anda bir kavram mutlaka bir başka kavramın ucuna değiyor.
Tasarım nedir ve ‘Dünyayı Kurtaran Tasarım’ programı
A.T.A.: Tabii tasarıma da girelim yavaştan ki tema konumuz da bu zaten bu hafta. Tasarımla alakalı hem Açık Radyo'da, hem de Apaçık Radyo'da pek çok program oldu bugüne kadar ve en son Dünyayı Kurtaran Tasarım programı var Özlem Yalım'ın hazırlayıp sunduğu; Çarşamba günleri, 15 günde bir yayınlanıyor yani bizimle aynı gün yayınlanıyor. Onun son bölümünü dinledim, 4 Aralık tarihinde yayınlandı; ‘Tasarım dünyayı kurtarabilir mi?’ diye bir konuya girmiş Özlem Hanım ve aslında sen de biraz bahsetmiştin; tasarımı aslında bir probleme çözüm getirme diye tanımlamış Özlem Hanım. Sen demin demiştin, ‘psikolojik olarak ihtiyacına göre problemi anlayıp tasarım yapıyorum’ diye. Tasarım nedir, onu alalım mı senden?
M.A.: Bence çok doğru bir podcast olmuş, 4 Aralık’taki programı ben de senden sonra dinledim sen bahsedince. Çok ilginç; tasarım dünyayı kurtarabilir mi? Evet, tasarım dünyayı kurtarır. Sanat dünyayı daha güzel ve yaşanılır kılar ama tasarım dünyayı kurtarır. Bu arada dünyanın değil aslında insan yaşantısının kurtarılmaya ihtiyacı var, o yüzden tasarım yapmak zorundayız yoksa dünyanın bence pek bir kurtarılmaya ihtiyacı yok ama insan dünyası diye baktığımız zaman tek şansımız tasarım çünkü bu sistemi biz kurduk. Şehirleri, kentleri biz kurduğumuz için yapay bir sistem bu sistem. Dolayısıyla da tasarlanması gerekiyor. Tasarlamak için de bizden çok daha iyi bir tasarımcı olan doğadan örneklerle tasarlanması gerekiyor. Ekolojik tasarımın devreye girdiği kısım da burada. Tasarım, sorunlu bir alan, bir silah da diyebiliriz tasarıma- aslında ben baruta çok benzetiyorum yani havai fişek yapıp altında eğlenebiliriz de. Tasarım, insanı eğlendirmeye yarayan bir şey olabilir ama dinamit de yapabiliriz tasarımda ki yapılıyor da. Yine aynı podcast'e bir gönderme olarak, orada mesela çok güzel bir şey söylüyordu Özlem Hanım; ‘tükettikçe üretmek değil, tüketmek için üretmek’ diye bir kavram var yani sırf tüketilsin diye yapılan tasarımlar var. Bu da tasarımın bir parçası tabii ki yani burada, tasarımda niyetimiz ve hedefimiz ne olmalı sorusu çok önemli. Şöyle diyebiliriz; mesela bu bozulsun, biz bunu böyle tasarlayalım, bu bir işe yaramasın ama güzel gözüksün, biz bunu böyle tasarlayalım. Tüketime odaklanarak bir tasarım yapabiliriz ya da hayvanlar için tasarım yapabiliriz, bütüncül bir tasarım yapabiliriz, uzun ömürlü bir tasarım yapabiliriz ve ekosistemi düşünerek de bir tasarım yapabiliriz. Burada tasarımcının niyeti, donanımı çok önemli.
A.T.A.: Ortalara bir yere de geldik sayılır programda. Sen bir müzik seçtin mi, ne dinleyelim bu hafta Apaçık Radyo’da?
M.A.: Bizden bir şeyler gelsin, Mor ve Ötesi'nden “Gül Kendine”.
A.T.A: Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta yakın dostum Melih Aşanlı ile tasarım ve sakatlık konusunu ele alacağız. İlk bölümde Melih kendini ve çalışmalarını anlattı, tasarıma bir giriş yaptık. Tasarım ve sakatlık dediğim zaman sende neler uyanıyor? Oradan başla ben devam ettiririm zaten.
Sakatlık ve Tasarım
M.A.: Bir kere artık olabildiğince düşük maliyetli, hızlı imalat ve anı kurtarmak üzerine tasarımlar yapılıyor yani şu anki kentlerimiz - bütün dünya için konuşuyorum, genelleme yapıyorum - böyle tasarlanıyor ya da gelişigüzel tasarlanmadan akışına bırakılıyor. Ben ilk bir sohbette de yıllar önce söylemiştim; sekiz sene önce bebeğim olduğunda puset kullanmaya başladığımda sokakların ve caddelerin ne olduğunu gördüm yani bir bebek arabasını ilk kez kullanıyordum ve mağazalar, alışveriş merkezleri, caddeler, kaldırımlar yani her yer ama her yer böyle ciddi engellerle dolu. Bunu ilk orada farkettim: Bu konu evrensel tasarımın bir konusu - gerçi bu da bir eleştiri durumu. Evren dediğimiz şey de v bu tasarım alanı sadece insanları alıyor ama en azından bütün insanları alıyor. Dün gene bir podcast’e bakarken, kurcalarken Türkiye'de 1 milyon görme engelli olduğunu duydum. Bu çok ciddi bir rakam ve biz kötü tasarımlar yaptığımız için ya da tasarım yapmadığımız için potansiyelimizin çok büyük bir kısmını evlerde tutuyoruz. Yani insanlık olarak potansiyelimizin, mutluluğun büyük bir kısmını evde tutuyoruz demek bu ya da yaşamın büyük bir kısmını evde tutuyoruz demek ciddi anlamda. O yüzden baştan tasarlanması gerekiyor ve bu bütüncül bir şey. Yani mesela, yaşlılar için de bir tasarım yok, çocuklar için de bir tasarım yok, bebekler için de bir tasarım yok. Yani bence bir çocuk da engelli; zihni değil ama bedensel bir engeli var.
A.T.A.: Bir hafta önce ben bir sakat bir arkadaşımla ‘Normaiciyique’ diye bir şey uydurduk, öyle bir şey konuştuk. Bu kavramsal bir şey ve orada ‘herkes sakat’ dedik aslında bir yandan da, en tepeden bakarsan öyle. Mesela o tekerlekli sandalye kullanan bir sakattı ve dedim ki ona, ‘Sana sandalyeye mahkum diyorlar ama herkes dolmuşa, arabaya, otobüse mahkum ve bu da mahkumiyet sonuçta oradan bakarsan’.
Şimdi sen bir tasarımcısın. Görme engelli biri için Melih Aşanlı’nın aklına ilk ne geliyor? Ya da duyma engelli bir için ya da yürüme engelli bir için aklına ne gibi çözümler geliyor? Meliha Aşanlı’ya bir görme engelli geldi ve dedi ki, ‘Bana bir şey tasarla’. İlk ne uyanır senin aklında?
M.A.: Direkt şunu yaparız; yeni nesil tasarımlar. Yani geçmişteki gibi bir kişiyi alıp da kafasına göre bir şey tasarlayabilecek bir durumda değiliz artık. Ekolojik tasarımcı biraz oyun kurucu gibidir. Bir görme engelli ya da duyma engelli biri geldiğinde, ben, o dünyayı bilmiyorum ve önce o dünya ile tanışmam lazım. Bir ekip kurarız. Şu çok saçma geliyor bana; kadın haklarını savunmak adına bir panel düzenleniyor ve altı tane erkek gelip konuşuyor ya da görme engellilerin dertleri nedir diye bir panel düzenleniyor ve konuşanların içinde görme engelli yok Ben bunu bilemem ki, benim bununla tanışmam lazım. Benim tasarımcı olarak birinci görevim malzemeyi tanımak. Yani malzeme nedir? Saha bir malzemedir mesela, materyal bir malzemedir. Her şey, problem bir malzemedir. Bunları, problemi de tanıyacağım ben. Bunlarla alakalı bir ekibe ihtiyacımız var. Zaten tasarımın ezbere olmasının ya da gerçekten işe yaramamasının tek sebebi, bir kişinin oturup tasarım yapması. Yani bir park tasarlıyoruz mesela, park bahçelerden bir iki kişilik bir ekip - mühendis, mimar neyse - oturup park tasarlıyor. Parkı kullananlarla birlikte tasarlanır böyle bir şey aslında.
Katlanınca Kanadyene Dönüşen Bisiklet Hayalim
A.T.A.: Kör bir insanla beraber bir günü, bir haftayı geçirmen gerekiyor çünkü bazen insan içinde olduğu için hayatını, derdini anlatamıyor da olabilir. Mesela benim başıma geliyor; bizim sakatlarla alakalı bir WhatsApp grubumuz var, ayda bir toplanıyoruz. Bana diyorlar ki, ‘Alper sen geçen gün bir etkinliğe gittin, otelde kaldın, ne zorluk yaşadın?’ Bana yaşamadım gibi geliyor ve ‘Bir şey olmadı’ diyorum ama detayına girince fark ediyorum ki ‘Evet, şurada şu olmuştu, burada bu olmuştu’ diyorum. Onu insanın tanımlaması da zor. Mesela seni konuk alınca aklıma geldi; bir yıl, iki yıl önce benim aklımda bir şey vardı. Ben kanadyen kullanıyorum - bu arada kanadyeni bilmeyenler için, koltuk değneğinin dirsek dayanaklı olanına kanadyen deniyor - tek bir kanadyen kullanıyorum ve çok uzun mesafe yürüyemiyorum. Arabam var ama arabayla gitmek de istemiyorum her tarafa yani hem yakıt, hem de ekolojik değil. Benim de öyle şeylerim var biliyorsun zaten gerek yok diye. Diyorum ki benim koltuk değneğim olsun tamam ama açınca da bisiklet olsun, ben süreyim, inince katlansın değnek olsun. Bilmiyorum, olur mu olmaz mı ama ben bunu sana açmıştım. Bir toplantıda, bir yerde buluştuğumuzda nasıl olur diye sormuştum. Sen de dedin ki, ‘Malzeme ağır olur, şu olur, bu olur’. Orada senin, tasarımcının zihin dünyasını gördüm. Birdenbire gözün açıldı, aydınlandı, heyecanlandın ve ‘Alper, bunu bana çok fazla anlatma, gaza gelirsem tutamam kendimi, işim gücüm var. Bir dur, bir sakinleş’ dedin. Ama orada ‘sakinleş’i aslında kendine söyledin. Orada tasarımcıyı tanıdım ben. İşte böyle bir şey. Mesela bu fikir olabilecek bir şey mi? Oradan açayım sana konuyu.
M.A.: Mesala bir tasarımcı için her şey olabilir çünkü bilmiyoruz. Zaten bugün kullandığımız cihazların ya da var ettiğimiz teknolojinin olmasının sebebi de bu. ‘Acaba olabilir mi’, ‘neden olmasın’ gibi düşünen bir canlı var orada, bir insan var yani olabilir. Dolayısıyla böyle yaklaşmak gerekiyor. İkincisi, evet, heyecanlı olduğumuzda şunu da görüyoruz; aklımıza fikirler geliyor, o sırada hangi alanlardayım diye soruyoruz ve artık buradan devam edeceğim diyoruz. Endüstriyel tasarımcı lazım, endüstri mühendisi lazım, meteoroloji bilmemiz lazım gibi veya hafiflik, sağlamlık gibi kriterlere ihtiyacımız var. Ben bir tasarımcı olarak birçok parçayı birleştirmek için farklı alanları biliyorum ama bu şu demek değil; bir endüstri mühendisinin ya da endüstri tasarımcısının işini yapmaya kalkarsan orada iş bitiyor zaten, orada ezbere şeyler başlıyor. Bu şuna benzer - görme engelliler için de aynı şey var: Fikri bulduk, ne yapacağız? Sesli yapacağız. Kolay, her tarafa hoparlör, sesli uyarı koyalım vs. İş bu değil. O zaman böyle saçma sapan ezberci şeylere gidiliyor. TasarımcI için hayat çok problematik bir şey; keyifli ama biz her şeye olabilir gözüyle bakıyoruz zaten. Empati, birinci öncelik o - neden olmasın? Olabilir mi? Mutlaka bir alternatifi vardır. Mesela düşük bütçeler ile olabilir mi? Neden olmasın? Düşük bütçeyle iş yapılamaz mı? Kısıtlı mekan, daha az malzeme ile olur. Bunlar bizim için bilgiler ve bunları harmanlayıp üretiyoruz. O yüzden bizim için hep olabilir durumu var.
A.T.A.: Şu geldi aklıma; Çok eskiden babamın bir toplantısı vardı ve beni göndermişti. Daha üniversiteye bile gitmediğim dönemlerdi, genç zamanlarımdı ve ‘Sen git, bu işi öğren’ demişti. Uludağ'da bir oteldeyiz ve benim oda arkadaşım da Mütedeyyin diye namazında niyazında bir abiydi. Bir gün oturuyoruz otelin kafesinde, ‘Ya Alperciğim, Allah bizi böyle yaratmış; burnumuz burada, gözümüz burada, kulağımız burada. Başka olsaydı ne yapardık’ dedi, ne güzel dedi. ‘Abi,’ dedim, ‘Bizde bu zihin varsa, beyin varsa...’ dedim. ‘Alt tarafımız - adını söylemeyeyim şimdi, radyodayız - üstte, başımız orada olsaydı ona göre yapardık her şeyi ve sonra sen de derdin ki bana ‘Allah bizi böyle yaratmış, ne güzel olmuş’’ diye ekledim. Tasarım da öyle bir şey aslında sanırım.
M.A.: Ben çok önemsiyorum engellileri. Bir kere engelsiz bir tasarım olmadan ekolojik bir şey olmaz. Ekoloji bütüncüldür ve burada bir akıl tutulması da görüyorum; insanlar nerede? Hayata engelli olarak başlıyoruz biz bebekken, çocuk olduğumuzda. Engellerimiz vardır, bedenimiz yetmez bazen, zihnimiz yetmez. Yaşarken de engelli olabiliriz. Ben mesela üniversitede dağcılık yapıyordum, düştüm, diz kapağımı kırdım, üç ay koltuk değnekleriyle gezdim - al sana engellilik. Belki altı ay gezecektim. Başımıza bir kaza geldiğinde bizim engelli olma ihtimaliniz çok yüksek. Yaşlandıkça engelli oluyoruz zaten. Bu sırf vücut engeli de değil ki; gözümüz görmemeye başlıyor, kulağımız duymamaya başlıyor, kullandığımız ilaçların sayısı artıyor. Bazen çok yaşlanmaya da gerek yok, kalp yetmezliğimiz oluyor, yürüyemiyoruz, rampa çıkmamamız gerekiyor, merdiven çıkmamız gerekiyor. Yani insanın hayatında engellilik sürekli olarak uğradığı bir alan. Engelli başlayıp engelli bitiriyoruz bu hayatı aslında. Ona rağmen kentlere bakıyoruz ve mümkün değil. Nasıl yani, bu nasıl düşünülemiyor? Mezarlıklarda yazar ya ya ‘bir gün her canlı ölümü tadacaktır’ diye, bir gün her canlı aslında engelliliği tadacaktır.
A.T.A.: Yani mesela ben kendimden örnek vereyim - benim aklıma gelen bir şey yok; toplantılara, STK'lara, şunlara bunlara gidiyorum ve orada çay molası veriliyor ve orada zaten daha çok insanlar sosyalleşiyor, tanışıyor, ediyor, iş dönüyor aslında ama ben ona katılamıyorum çünkü ayakta dikilemiyorum ve o da ayakta olan bir şey. Hep onu düşünüyorum ve beni burada yalnızlaştırıyor bu insanlar ki aslında haberleri bile yok. ‘Alperciğim, sen de gel’ diyorlar ama ‘sen de gel’ ile olmuyor. Öyle bir şey yapacaksın ki ben de içinde olduğumu hissedeyim ya da mesela otelde kalıyorsam bir etkinlik için ve otelde kahvaltı yiyeceksem duramıyorum orada, bir tane garsondan rica ediyorum, ‘Sen kafana göre getir’ diyorum ama adam da ‘Sen seç’ diyor. Bunlar küçük küçük şeyler ama bunları çözmek çok basit aslında yani ufak ufak detaylarla, bir tasarımla aslında bunun çok basit çözümleri olabilir. Ben kendim için diyorum ama tabii ben sakatlığı, topallığı bildiğim için bunu söylüyorum ama işitme engelini bilen, görme engelini bile kendisi yaratacak bir yandan da. Odaklanmamız gereken şey engeller değil; çözümler gibi geliyor bana.
M.A.: Zaten meslek olarak durduğum yer çözmek, problem çözmek, olabildiğince problemi çözmek ve bu biten bir şey değil. Hayatta sürekli problem çözeceğiz ki daha doğruya ulaşalım. Dediğine katılıyorum yani konu şu değil ki bunu da çok görüyorum; desteklemek değil, bu zaten böyle olmalı yani bir engelli rampası yapmak demek artı bir değer değil - bu hayatın kendisi olmalı. Zaten bunu biz katma değer olarak düşünüyoruz, bu hayatın kendisinde var, sesli bir uyarı koymak bu hayatın kendisinde var. Dalgın bir insan da olabilirim, o an için görmüyor olabilirim yani böyle anlarım var. Bunu hayatta normalleştirmek, bunu hayatın içine dahil etmek. Burada da bir düşünce yapısı devreye giriyor yani biz seminerlerde, eğitimlerde sıklıkla bu konuda duruyoruz. Konu, düşünce, bakış açın... Kırsala mı gitmek lazım? Hayır, düşünceyi değiştirmek lazım, bütüncül düşünceye geçmek lazım. Biz söyleşilerde ve eğitimlerde özellikle ekoloji konuştuğumuzda spesifik olarak mimarlık konuşmuyoruz, en çok bu noktada değerlendiriyoruz; düşünce yapısını değiştirmek, bütüncül düşünebilmek, birlikte düşünebilmek, öncesini ve sonrasını düşünmek.
A.T.A.: Son soru olarak, ekolojik sakatlık tasarımı nasıl olabilir bilmiyorum, benim aklıma bir şey de gelmiyor. Mesela sen beni tanıyorsun, beni gördün, yürüyüşümü biliyorsun. Ekoloji üzerinden ne tasarlayabilirsin mesela? Yani buradan bir küçük bir şey de çıktı gibi de sunalım istiyorum dinleyicilere.
M.A.: Bir çıktı çıkarmak açıkçası çok zor ama şöyle düşünürsek yani kabaca tasarım açısından ekolojiyi tanımlarsak, biz, burada bütüncül yaklaşmaya çalışıyoruz yani her şey için tasarım. Öyle bir şey üretiyoruz ki ya da üretmeye çalışıyoruz, doğaya zararlı olmayacak, uzun ömürlü olacak, tüketimi desteklemeyecek, kullananın konforunu sağlayacak, biyoçeşitliliğe zarar vermeyecek, zehirlemeyecek vb. Ekolojik tasarım dediğimiz zaman çok geniş bir perspektifte bakmamız gerekiyor. Biz daha insan türü için, kendimiz için barışçıl ve bütüncül bir tasarım yapamıyor iken hala tasarımlarımız engelli tasarımları, o tasarımları, bu tasarımları diye ayırıyor iken bütüncül tasarıma zaten geçemeyiz çünkü ekolojide ve diğer türleri de dahil etmemiz gereken bir durum var. Bizim kendi türümüzde zaten handikaplarımız var, engellerimiz var yani kendi türümüz için biz bir tasarımda netleşmemişiz. O yüzden ‘bakış açısı’ diyorum ama ekolojik tasarımda ne önerirsin? O anlamda bir ürün mantığında oturup üzerinde çalışmak lazım. Ben sadece şunu öneriyorum; bütün tasarımlar bir mükafat gibi sunulmamalı, bir standart olmalı. Kötüye gitmiyor bu arada yani gittikçe de düzeliyor aslında yapılı çevremiz, zaman geçtikçe ilerleyiş var. 20 sene öncesinin kentlerinde yaşamıyoruz artık. Burada farkındalık artıyor tabii ama daha da olmalı ve böyle böyle daha da başarılı olacak diye düşünüyorum. Ben burada da görüyorum, İstanbul'da da gördüm, metrolarda da gördüm en son İstanbul’da - daha barışçıl olmuş ama daha nasıl olabilir diye de bakmak lazım tabii. Yani benim gözümden daha barışçıl eskiye göre.
A.T.A.: Melih çok sağol konuk olduğun için Sakat Muhabbet’e. Bu hafta Melih Aşanlı idi konuğumuz. Senden son sözlerini de alarak bitirelim istersen bu haftaki programı.
M.A.: Sen de sağol, böyle sohbet etmek iyi geliyor. Ulaşıyoruz, yan yana duruyoruz. Ben şuna inanıyorum; birlikte yapacağız ne yapacaksak. Mutluluk da bütünde varsa var, huzur da bütünde varsa var. Tasarımı da yapacaksak birlikte ekiple yapacağız. O yüzden ne kadar yan yanalık, o kadar ekolojik olmak aslında. Herkese sevgiyle kalın diyorum.
A.T.A.: Yani şu var ya, ekolojide kenar etkisi yani yan yana gelme, kenarda olma holistik olma aslında. Çok sağol konuk olduğun için. Destekçimiz de Clinton Wiley idi, kendisine de teşekkür ediyorum. Bir de Sakat Muhabbet’i bitirirken bir sloganla bitiriyorum; ‘Bütün sakatlar eğleşin’ diyorum. Bir sonraki hafta görüşmek üzere hoşçakalın.