Kopuk Bağlar'da Fatma Genç ve Hasan Ateş, bütün bir dünya ile ilişkilenmeyi sağlayan en önemli teknolojik araçlardan birisi olan "radyo"dan, tarih boyunca dünyada ve Türkiye'de ifade ettiklerinden söz ediyor.
Fatma Genç: Apaçık Radyo’dan merhabalar. Uzun bir aradan sonra merhaba demenin heyecanı ve mutluluğu içerisindeyiz. Açık Dergi içerisindeki Kopuk Bağlar programına hoşgeldiniz. Ben Fatma Genç.
Hasan Ateş: Ben Hasan Ateş. Radyoda olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Duyduğunuz gibi ne kadar heyecanlı olduğum da anlaşılıyor.
F.G.: Evet, bugün ilk başladığımız zamanlardaki heyecanı taşıyoruz. Bu heyecanla radyoyu konuşmak istedik. Radyo, nesneler içerisinde bizim için en özellerinden birisi de… Çünkü radyo bedensel olarak da bir hareket serbestliği yaratıyor. Hem anlatan hem de dinleyen için, elini ya da gözlerini sabitlemeden, rahatlıkla dinleyebileceği bir özgürlük alanı da sağlıyor. Apaçık Radyo’muzun 30. yılını da kutlamak istiyoruz. İyi ki var ve var olmaya da devam etmesi en büyük temennimiz.
Öncelikle biraz radyodan bahsetmek istiyorum. Radyo Latince’de radier diye geçiyor; ışın saçmak ve ışımak fiil kökü. Türkçe’ye de radyo olarak geçiyor bu kelime. 100 sene 100 nesne ansiklopedik çalışmasında radyo maddesini yazan İlkay Kara’nın yazısından da bahsetmek istiyoruz. Yazı TDK’nın radyo tanımıyla giriş yapıyor. Radyo şöyle tanımlanıyor: Elektrik dalgalarının özelliğinden yararlanarak seslerin iletilmesi sistemi; elektrik dalgalarıyla düzenli yayın yapan istasyon ve bu istasyonun programlarını düzenlemekte görevli kuruluş; bu istasyonun yayınlarını alan araç. Yani sesi alıcıya, dinleyiciye doğrudan ulaştıran, çalışırken, seyahat ederken, araç kullanırken yapılan işe engel olmadan eşlik eden bir araç radyo. Bizim için de radyo işitsel bir ortak kamusal alan, yani işitsel müştereğimiz. Şu an dinlediğiniz radyo kanalı Apaçık Radyo da, birbirini dinleyen, birbiriyle konuşan ve birbirinden öğrenen koca bir topluluk. Bizim için bu topluluk çok kıymetli. Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları şiirinden bir radyo alıntısı yapmak istiyoruz. Sevgili Kübra Oğurtanı'nın hazırladığı “Eğlenemiyoruz” yazılarını da anmak isteriz. Der ki Nazım: “Ben 55 yaşında bir radyomanım. Yani illetimiz radyomani. İnsanların seslerini dinliyorum, dünyanın dört bucağından bana sesleniyorlar. Onlarla alakamız uzaktan, yaptıkları işler umrumda değil bunları nasıl anlattıklarına meraklıyım. Şarkılarını da seviyorum doğrusu, hangi dilde, hangi usulde olursa olsun, yeryüzünün bütün şarkılarını.” Önce radyo vardı ve bizim kulağımız da radyodaydı, bu küçük kutuda. Bertolt Brecht 1936’da bir radyo şiiri yazıyor. Diyor ki:
“Sen küçük kutu, tutun bana kaçalım.
ki taşırken seni evden gemiye, gemiden trene
kırılmasın lambaların.
Düşmanlarım hakkımda atıp tutarken yanımdaydın
hem yatağımın hem acımın.
Onların zaferlerinden benim kulaklarımdan geçen,
Gece en son sen, sabah ilk ses sen
Söz ver bana birden bire susmamak için.”
Kıvanç Nalça’nın çevirdiği bu dizeleri Vedat Sakman da “Sen Küçük Kutu” diyerek seslendirmiş:
Buradan sevgili Hasan’a sözü vermek istiyorum. Nasıl bir serüveni var radyonun?
H.A.: Teşekkür ederim bu heyecanlı ve güzel girizgah için. Radyonun kısaca tarihinden bahsedip, bizdeki sürecine değinmek istiyorum. Radyo fikrinin 1860’larda itibaren ortaya çıktığı varsayılıyor. Birinci Dünya Savaşı sürecinde savaş teknolojisi olarak kullanılıyor. Denizcilik alanında kullanılıyor. Özellikle sıcak savaş günlerinde radyo dalgaları gemilerin hem kendi aralarında hem de kara ile iletişimi sağlıyor. Kablosuz iletişimi sağlayan radyo sinyalleri kısa sürede denizcilik sahasından havacılık sahasına doğru, dolayısıyla karasal yayına doğru bir seyir izliyor. İlk radyonun kullanımı ABD’de de gerçekleşiyor. 1920 yılları itibariyle Pittsburgh kentinde kullanılıyor. Sonrasında İngiltere’de 1922 yılında BBC tarafından kullanılmaya başlanıyor. Türkiye’de ise 1926 yılında kurulan Telsiz Telefon Türk Anonim Şirketi radyo için önemli bir tarihi ifade ediyor. Bu şirket Fransızlar ile ortak kurulan bir şirket. On yıllığına radyo faaliyetleri bu şirkete veriliyor. 1927 yılında Sirkeci’deki Büyük Postane’de 5 kilowat verici ile ilk yayın gerçekleştiriliyor. Bir hoparlör yardımı ile yapılan ilk yayında Eşref Şerif Bey, “Aloooo alooo muhterem samiin…” diyerek yayına başlıyor. Türkiye’deki ilk süreç bu şekilde gerçekleşiyor. Radyo 20. yüzyılın iki, belki biraz uzatırsak üç çeyreği için soğuk savaş dalgası, iletişim aracı denilebilir. Bu çok kritik bir şey, çünkü radyo 20. yüzyıldaki siyasal ideolojilerin propaganda aracına dönüşüyor. Radyo frekansları aracılığıyla ideolojilerin evlere taşınması, evlerde bir propaganda makinesinin işlemeye başlaması söz konusu oluyor. Özellikle Nazizim döneminde Avrupa nezdinde bu çok etkin ve yaygın bir şekilde kullanılıyor. Almanlar, ABD tarafından sıklıkla kullanılan, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden inşa edilen uluslararası dünyanın, sistemin, liberal kapitalist dünyanın büyük bir ideolojik aracına dönüşüyor radyo. Sovyetler Birliği ile savaşta da, Soğuk Savaşın çok kutuplu dünyasında da çok önemli bir yer edinmeye başlıyor. Dolayısıyla her eve giren bir nesnke, meta ve bu nesne-meta aracılığıyla bir ideolojiler savaşından bahsedebiliriz.
F.G.: Türkiye’de Cumhuriyet döneminde radyonun nasıl bir seyri var? İlk radyo yayını İstanbul Radyosu’ndan yapılıyor, Ankara Radyosu kuruluyor ilerleyen süreçte. Radyonun Cumhuriyet döneminde nasıl bir işlevi var?
H.A.: Burada kritik bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Programlarımızda nesneler üzerinden konuşurken, nesnelerin, doğada bulunan varlıkların, herhangi bir şeyin ulus devlet, sermaye birikim süreci ile ilişkisini, kalkınma, gelişme paradigmasında nesnelerin metalara dönüşümünü konuşurken kurumları ve işleyişini de çok önemsiyoruz ve odağı buraya konumlandırıyoruz. Radyo için de benzer bir süreç yaşanıyor. Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi kurucularından bir tanesi, büyük ortak Türkiye İş Bankası oluyor o dönemde. Türkiye İş Bankası adına Celal Bayar var, Anadolu Ajansı adına Siirt Milletvekili Mahmut Soydan, Gümüşhane Milletvekili ortaklardan birisi. Tüccar Sedat Nuri İleri ve Bolu Milletvekili Fahri Rıfkı Atay… Bunların tamamı bu şirketin bileşenleri. Bu anlamıyla da çok önemli. Türkiye’de hem tüccarın, hem özel şahısların, tabii ki devletin desteklediği özel sektörün, büyük bir banka grubu ile birlikte yol aldığını görüyoruz. Bu da kritik, radyoda da bu süreç devam ediyor. Burada dönemin gazetecisi, sonradan Demokrat Parti Milletvekili olacak, Burhan Belge’den bir alıntı yapmak istiyorum. Radyoya ilişkin erken Cumhuriyetin temel belirlenimlerinden birisine işaret ediyor: “Birçok işleri birden gören aletler vardır. Radyo böyle bir şeydir. Mükemmel bir halk üniversitesidir. Çeşitli konserlerin verildiği bir salondur. Gazetedir. Resmi tebliğlerin ilan edildiği duvardır. Tiyatro ve opera sahnesidir. Büyük vasıflarından biri de icabında bütün bir milleti başına toplayabilecek bir miting, meydan olmasıdır.” Bu anlamıyla hem kendi dönemini hem de yirminci yüzyılın ilk üç çeyreğindeki bu kritik nesneyi, kutuyu, cihazı özetleyen bir vurguya sahip. Tabii ki erken Cumhuriyet tarihinde radyonun kendisi ulus devletleşme sürecine bağlı olarak da “milli birlik”in kurulmasının önemli öğelerinden bir tanesi. Aynı zamanda radyo batılılaşma, kültürel modernleşmenin de önemli araçlarından bir tanesi oluyor. Bu anlamda radyodaki kritik tartışmalardan birisi de alaturka müziğin çalınıp çalınmayacağıdır. Belirli bir dönemde, yaklaşık iki yıl, yasaklanıyor Alaturka müzik. 1936 yılında bundan vazgeçiliyor. Modernleşmenin, kültürel batılılaşma sürecinin ve kalkınmanın ideolojik aracı ve mekanizması diyebiliriz radyo için. Başlangıçta İstanbul’da radyo vardı ama Ankara radyosu da var. Sen İstanbul’u ben de Ankara’yı çok sevdiğim için bunu söylemeden geçemeyeceğim. Ankara’da radyo denemeleri Ankara Palas’ın bodrum katında gerçekleşiyor. Bugün bizim radyoya gösterdiğimiz ilgi o dönemde pek gösterilmiyor. Örneğin o dönemde bir gazete haberi şöyle diyor: “İtiraf etmek lazım gelir ki gazetelerimiz telsizle hiç meşgul olmadılar. Örneğin Kadıköy sebze hali, tramvay şirketinin yeni arabaları kadar dahi bahsetmediler.” Bu da oldukça ilginç. Toplum başlangıçta radyoya hızla uyum sağlayamıyor. Sonrasında Telsiz dergisi çıkıyor. Bu dergi, radyoyu çok zevkli, ucuz ve beğenilen eğlence vasıtasıdır diye tanımlıyor. Radyo zaman harcamadan dinlenebilen, yalnızlığı gideren bir eğlence vasıtası olarak tanımlanmaya başlanıyor. Radyo, Cumhuriyetin hem modernleşme hem de batılılaşma sürecinde insanların zamanını, etkinliğini de programlayan bir nesneye dönüşüyor.
Radyonun, 1927’den sonra “milletin sesi” olma özelliklerinin yanında aynı zamanda modernleşmenin de bir aracı olduğunu söyledik. Radyo oyunları ve programları yoluyla gerçekleşiyor bu. Batılı müzik çok yoğun ve etkin bir şekilde dinlenilmeye başlanıyor. 1936 yılından itibaren radyo artık büyük ölçüde özel şahıs firmalarının işlettiği, Fransızlarla ortak işletilen bir şirket olmaktan çıkarılıp devlet radyosu kuruluyor. Burada “devlet radyosu” vurgusu Uygar Kocabaşoğlu hocaya ait. Bu önemli bir belirleme. Uygar hoca Şirket Telsizinden Devlet Radyosuna kitabında bunu dönemlere ayırıyor. 1936-40 arasını geçiş yılları, 1940-46 arasını Savaş dönemi, 1946-60 arasını çok partili dönem ve 1960-64 arasını da radyo üzerinden tanımlıyor. Üç dönem gibi düşünürsek tek partili, çok partili, 27 Mayıs sonrasında radyonun kullanımına ilişkin bir değişiklik söz konusu. Tek partili dönemde radyonun da tek yönlü kullanımının uçlara vardırılması gibi süreç de izlenmeye başlıyor. İtiraz edilen parti tekelindeki radyo vurgusunun devam ettiği ve pekiştiği bir dönem olarak da görülüyor. Esas olarak devlet radyoculuğu diyebileceğimiz bu vurgunun temel birkaç özelliği var. Bir tanesi yeni bir iletişim aracı ve bu aracın ulus devlet içerisinde yaygınlaşması başlangıçta devlet eliyle gerçekleşiyor. Kuruluşunda, İş Bankası, Anadolu Ajansı ve gerçek kişiler var. Aydınlar açısından bu, toplumsal hayatın yeniden biçimlendirilme aracı olarak algılanıyor ve dinleyiciler açısından bakıldığında, devlet eliyle kurulmuş bir mekanizma olsa da, hoşça vakit geçirilebilecek, eğlenilecek bir araç olarak görülüyor.
Radyo tartışmalarına ilişkin olarak bir kaç tane önemli nokta var. Tek partili dönemde “radyo neye hizmet etmeli?” sorusuna devrimin temel ilkelerini içermeli ve buna dönük olarak kullanılması diyorlar. Başka bir grup aynı zamanda eğitim ve kültürel olarak yaygınlaşmalı ve buna hizmet etmeli diye tartışıyor. Her iki tartışma da uzun bir süre devam ediyor. Erken Cumhuriyet boyunca eğlence ve müzik odaklı bir radyo algısı da varlığını uzun bir süre koruyor. İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun buna ilişkin bir alıntısı var: “Radyo eğlencelidir. Radyo lükstür. Radyo olmasa da olur. Radyo eğlendirmekten başka bir işe yaramaz. Radyo yayınları halkın keyfi için çalışmalıdır.” Bir eğitimci olmasına rağmen radyoya ilişkin vurgusunda eğlence işlevinin altını çiziyor.
F.G.: Oradan şunu sorayım. Belleğimizde yer edinen muhalif radyo deneyimleri de var. Onları da açabilir misin?
H.A.: Radyonun bütün bu eğlence vurgusu eve gelen eğlence denilebilir. Ucuz, yaygınlaştırılabilir ve zaman içerisinde evlere giren bir ses var. Tek partiden çok partili hayata geçerken toplumsal muhalefetin bir unsuru olarak 1956 yılında TKP tarafından Doğu Almanya’da kurulan Bizim Radyo var. 1958 yılında yayına başlıyorlar. Günlük yayınlar yapıyorlar, ancak tabii ki haberler bir gün geriden geliyor. Çünkü Türkiye medyasının oraya ulaşması bir gün alıyor. Dolayısıyla anlık haber takibi oldukça zor o yıllar için. Ancak İzmir kıyılarına kadar bir yayın akışı sağlayabilmişler. Türkiye’de muhalif bir ses onlar aracılığıyla duyulabiliyor. Bizim Radyo’nun en temel özelliklerinden bir tanesi Türkiye’nin entellektüel hayatındaki önemli isimlerin orada olması. Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel, Yıldız Sertel, Hayk Açıkgöz, Anjel Açıkgöz ve Nazım Hikmet yayın kadrosunda yer alıyor. Türkiye toplumsal tarihinde bu sihirli kutudaki muhalif dünyayı temsil etmesi açısından da çok kritik bir yeri var.
F.G.: Radyodan bahsederken ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı özgürlükleriyle de ne kadar iç içe geçmiş bir şeyden bahsettiğimizi vurgulamak gerekir. Türkiye’de özgürlükler konusunda özellikle ifade özgürlüğü konusunda ciddi sorunlar olduğu birçok raporda ifade ediliyor. Bunlardan birisi İfade Özgürlüğü tarafından hazırlanan Unutulmama Hakkı ve Hatırlama Hakkı raporları… Bu çok önemli iki rapora erişmek mümkün. Bu iki raporun dikkat çektiği önemli bir husus var. Türkiye’de özellikle sulh ceza hakimlikleri üzerinden ciddi bir istismar olduğu ve toplumun hatırlama hakkının bu kurumlar aracılığıyla ihlal edildiğine dikkat çekiyor. Engelli web sitesi çalışması da uzun süredir bunun istatistiklerini tutuyor. Erişim engeli getirilen alan adları, URL ve Twitleri kayıt altına alıyorlar ve durumun vahameti görünüyor. Ayrıca haberler ve içerikleri de erişim engelleriyle karşı karşıya… Açık Radyo’nun lisansının iptal edilmesi, gazetecilerin gözaltına alınması, tutuklanması ve bunların sayısının giderek artması endişe verici bir durum. Türkiye bu nedenlerle “özgür olmayan ülkeler” kategorisinde anılıyor. Çok güncel bir konuya da değinmek gerekir. Etki Ajanlığı düzenlemesi. Her ne kadar mecliste şu an torba kanundan çıkarılmış olsa da bu demek değildir ki yeniden gündeme gelmeyecek. Bildiğiniz üzere yasa yapmak da delik deşik edilmiş bir durumda. Bir torbadan çıkarılan bir düzenleme başka bir torba kanun olarak yeniden önümüzde gelebiliyor. Etki ajanlığı düzenlemesi, geçtiğimiz yıl çokça tartışılan dezenformasyon yasasından daha büyük bir etkiye sahip olacak bir düzenleme olarak tartışaçıkılıyor. Özellikle medya kuruluşları, gazeteciler ve sivil toplum örgütleri için ciddi kaygı verici olarak değerlendiriliyor. Çok soyut, belirsiz ve keyfiyete açık maddeler içeren düzenleme ile yapılan haberlerin rahatlıkla suç kapsamına sokulabilmesinin yeni bir kılıfı olarak değerlendiriliyor. Bu konu çok devasa bir konu. Ancak tartışılması ve gündemde tutulması önemli.
H.A.: Türkiye’de basın özgürlüğü konusunda radyo ve televizyonların “partizan” olduğu ifade edilir ancak partizanlık vurgusunu yapanların da nasıl partizanlaştığına da şahit oluyoruz. Sesin ve sözün kısılmasına ilişkin bir sürecin nasıl işletildiğini görüyoruz.
Bitirmeden önce çok ilginç bir şeyden de bahsetmek istiyorum. Geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen TÜYAP Kitap Fuarı’nda birinin yaka kartıma dikkatle baktığını fark ettim ve merhaba dedim. “Merhaba. Siz Kopuk Bağlar’dan Hasan Ateş misiniz?” diye soran dinleyicimiz sevgili Şeyma Balcı ile tanıştık. Sesin, titreşimin gücünü gösteren bu güzel karşılaşmayı da anmak isterim.
F.G.: İlk radyo yayını yapıldığında “Görünmez Gök İmparatorluğu” olarak adlandırılmış. Gerçekten Apaçık Radyo’da kocaman bir evren var, dayanışma ve ekip çalışması halinde yol alan büyük bir kuvvet… Karşımızda teknik masada Sevgili Dila Yılmaz var, emekleri için teşekkür ediyoruz. Görüşmek üzere, hoşçakalın…
H.A.: Görüşmek üzere, hoşçakalın…