Yıldız Tar'la Trump'ın zaferinden sonra Amerika'da ve dünyada LGBTİ+ları ve 20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü'nü konuşuyoruz.
Ömer Madra: Merhabalar. Günaydın Yıldız.
Yıldız Tar: Günaydın.
Özdeş Özbay: Günaydın.
Y. T: Bayağı oldu. İçim bir kıpır kıpır oldu açıkçası.
Ö. Ö: Bu arada da bir sürü gelişme oldu tabi.
Y. T:Apaçık Radyo hayırlı olsun diye başlayalım. İsterseniz seçimlerle, Amerikan seçimleriyle girelim direkt konuya.
Ö. Ö: Tabii, evet.
Y. T: Evet, Trump kazandı. Zaten bir yandan bana şaşırtıcı gelmedi açıkçası. Trump suikast girişiminden kurtulduğunda kazandı diye düşünmeye başlamıştım kendi adıma. Ama Trump'ın kazanmasından ziyade nasıl kazandı şu anda önümüzdeki dönemi belirleyecek gibi duruyor. LGBTİ+ hakları açısından da, genel anlamda demokrasi ve haklar mücadelesi açısından da.
Trump'ın çok güçlü bir ortağı vardı: Elon Musk. Bu programda da, Merhaba Canım'da da Elon Musk'ın transfobisini konuşmuştuk daha önceki programlarda. Önümüzdeki dönem zorlu bir dönem olacak gibi. Amerika'daki, ABD'deki LGBTİ+ endişeli olduklarını paylaşıyorlar. Oradaki LGBTİ+ örgütlerinin açıklamalarına baktım nasıl değerlendirmişler diye seçimi. Genel olarak bir tarihi hatırlamak ve hatırlatmak nosyonunu tercih etmişler.
LGBTİ+ topluluğu çok uzun yıllardır ABD'de, diğer dışlanmış topluluklar gibi ve şu anda da gerçekten de acımız gerçek. Lavanta Korkusu dönemi dedikleri 1940'lar 50'lerde ABD senatosunun eşcinselleri fişleyip işten attığı dönem ardından Stonewall ayaklanmasından, HIV epidemisinden bahsedip tarihimizde hep böyle kötü dönemler oldu ama hepsinden çıktık diyorlar. Bu tabii kritik Trump'ın seçilmesini bu kadar büyük karanlık dönemlerle, LGBTİ+'ları toplu devlet operasyonlarının olduğu dönemlerle özdeşleştirmeleri bence gerçekçi. Yani gerçek dışı olmadığını söyleyemeyiz. Bunun gerçek dışı olduğunu söyleyemeyiz.
Çünkü bir önceki Trump döneminde o zamana kadarki yasal kazanımların her birinin tırpanlandığını görmüştük: Evlilik eşitliğine dair müdahaleleri oldu, transların zaten özellikle trans karşıtı bir iktidar vardı, o dönem transların birçok hakkına saldırısı olmuştu, senetonun ve merkezi hükümetin, federal hükümetin LGBTİ+ meselesinde adım atmasını her türlü engelleyen bir dönem yaşadı ABD'deki LGBTİ+'lar. Tabii bu dönem diğer ülkeleri de etkiledi.
Yani onlar Trump'tan kurtulduk 4 yıllığına. Yerine Joe Biden geldi. Biraz daha etkisiz bir başkan profili olarak. Nispeten daha rahat nefes aldılar ama Trump'ın yarattığı dalgayla uğraşıyoruz biz hala daha dünyada. Oradan güç aldılar. Çünkü her daim dünyada farklı LGBTİ+ karşıtı ülkeler, bunu devlet politikasına dönüştüren yerler oldu. Rusya bunların başında geliyor elbette. Ama Trump döneminde kendisini buna karşı bir tür demokrasi havarisi gibi sunan ABD'nin pulları dökülmüştü ve buradan güç alan diğer aşırı sağ iktidarların biz güçlendiğini görmüştük. Şimdi ikinci Trump döneminde daha da sert geleceğini düşünüyor ABD'deki LGBTİ+ hak savunucuları, daha programlı geleceğini düşünüyor.
Bir 2025 projesi diye bir belge sızdırılmıştı zaten. Trump'ın bundan sonra ne yapacağı dair, bağımsız olduğu söylenen ama ezelebet cumhuriyetçileri destekleyen bir vaktin projesiydi ve bir restorasyon yapılması gerektiği, Biden döneminin uygulamalarının hepsinin üzerinden geçilip onları bir restore edilerek bir Trump iktidarının sağlamlaştırılması gerektiği söylenmişti. En büyük rakibi de burada Elon Musk.
İlginç bir birliktelik. Çok şaşırtıcı bir yanıyla daha önce birbirleri hakkında söylediklerini düşünürsek ama başka ülkelerdeki modellere de uyuyor artık bana kalırsa. Güçlü, yetkiyi elinde toplamaya çalışan bir başkan modeli ve onun hem finansal sadece finansal da değil aynı zamanda siyasal olarak da destekleyen teknoloji ya da savunma sanayinde güçlenmiş bir zengin işadamı profili. Bu profil tanıdık da geliyordur bize. Sadece ABD açısından geçerli olmadığını söylemiştik. Hani coğrafyamızda da benzer profillerin olduğunu görüyoruz ve bu ikilinin uygulamalarının ne olacağını göreceğiz. Ama benim ilk beklediğim şey en azından ilk dönemlerde biraz belki LGBTİ+ meselesine dair o kadar adım atmayabilirler ama 2025 içerisinde kazanılmış hakların bir bir tırpanlanacağı bir dönemleri bekliyor. Bu da sadece ABD'yi etkilemeyecek. Buradan ilham alan dünyanın birçok yerindeki devletlerin, hükümetlerin benzer tutumları olacağını göreceğiz.
Rusya zaten bu meseleyi artık arşa taşıdı. Bizim program yapamadığımız dönemde yeni bir yasa geçti. Artık çocuksuz yaşamın propagandasını yapmak da yasak. Önceden LGBTİ+ propagandası diyorlardı sadece. Ardından etki ajanlığı dediler, onların etki ajanlığı ve bunun üzerinden fonlar ya da herhangi bir uluslararası dayanışmanın parçası olmayı kriminal bir hale getirdiler. Son gelinen nokta, çocuksuz yaşamın propagandasının yasaklanması oldu.
LGBTİ+'da pişen geldi, bütün topluma yediriliyor. Rusya bir laboratuvar gibi düşünürsek, o laboratuvardan çıkanlar şu anda ABD dahil dünyanın her yerinde daha baskıcı, daha demokrasi karşıtı, insan hakları karşıtı güçler için bir örnek teşkil ediyor. O deneyin sonuçları üzerinden kendi yol haritalarını çiziyorlar. Türkiye'de de benzer bir şey göreceğiz gibi duruyor. Şimdi ABD'de bir yandan Trump'ın profili de bana çok ilginç geliyor. Şu açıdan hem ilginç geliyor hem de vakaya adiye diyebiliriz ama hem zalim hem güçlü bir profil çiziyor. Seçim kampanyasını hatırlayalım. Biden rakibi iken Biden yaşından ve güçsüzlüğünden dem vuruyordu.
Kamala Harris rakibi olduğunda kadın olması üzerinden bir dem vurdu ve güçlü bir erkek olarak orada olduğunu söylüyor ama aynı zamanda da mağdur. Liberallerin, onlar liberaller dediği Demokrat Parti'nin ve onun çevresindeki siyasetin sansürcü olduğunu, söz haklarını ellerinden aldığı, insanları ezdiği, baskıladığı Trump'ın da bir suikast girişimine ve kendi söylediği şekliyle asılsız davalara maruz bırakılan bir figür oldu. Yani böyle bir tür mesiyenlik bir figür inşa ettiler. Demokrat Parti ise Biden'in hastalığını ve başkanlık yapmaya yetersiz olduğunu saklayarak zaten kaybetti. Dünyanın hiçbir yerinde anladığımız kadarıyla halkları, toplumları kandırarak Onları hani artık şu son dönemin moda terimi olan gaslightlayarak, hayır öyle değil canım aslında böyleydi, aslında şöyleydi diyerek kandırarak iktidar sürülmüyor. Başka türlü kandırmak gerekiyor anladığımız kadarıyla. Onun diyetini ödediler ama onların ödediği diyet onlarla kalmayacak. Şöyle bir misyenik bir güçle donanmış. dünyayı kurtaracağını söyleyen bir Trump'la baş başayız. Ne yara tiyatrolarda ilk hedeflerinden biri olacak gibi duruyor.
LGBT’de pişer, heterolara da düşer… https://t.co/KnGTn9B6y5
— yıldız tar (@yildiz_tar) October 21, 2024
Ö.M: İzninle bir araya gireyim. Trump’ın seçilmesinden sonra atadığı bakanlara baktığımızda inanılmaz bir ters yüz olayı yaşanıyor. Örneğin, Sağlık Bakanlığı’na Robert F. Kennedy Jr. getirildi. Kendisi, Amerikan tarihinin gördüğü en büyük aşı karşıtlarından biri. Ayrıca suikast sonucu öldürülen ABD Başkanı John F. Kennedy’nin yeğeni ve yine suikastla hayatını kaybeden Robert F. Kennedy’nin oğlu. Robert F. Kennedy Jr., inanılmaz komplo teorileri ortaya atıyor. Amerika’nın COVID döneminde, dünyada en çok ölüme neden olan ülke olduğunu düşünürsek—COVID’den ölenlerin %10’u ABD’deydi—bunun sebeplerinden biri de aşı karşıtlığıydı. Şimdi bu kişi Sağlık Bakanı oldu; gerçekten çok ilginç.
Adalet Bakanlığı’na da Trump’ın ilginç seçimleri oldu. Dışişleri Bakanlığı için Florida Senatörü Marco Rubio’yu seçti. Rubio, tam anlamıyla LGBT+ karşıtı bir figür ve oldukça kışkırtıcı söylemleriyle tanınıyor. En büyük sürpriz ise Matt Gaetz oldu. Gaetz, Adalet Bakanlığı’ndaki sistematik yolsuzlukları bitireceğini ve bakanlığı suçla mücadeleye odaklayacağını iddia eden bir paylaşım yaptı. Ancak kendisi, seks amaçlı insan kaçakçılığı suçlamalarıyla gündemde. Suçlama henüz iddianameye dönüşmedi ama Cumhuriyetçi Kongre üyeleri bile Gaetz’in Senato onayından geçemeyeceğini düşünüyor. Buna rağmen, bu isim Adalet Bakanlığı’na getirildi.
Verimlilik Bakanlığı’nı da doğrudan maskotlaştırdılar diyebiliriz. Yani bu atamalar, dünyayı baştan aşağı ters yüz eden bir tablo sunuyor. Allah herkese kolaylık versin.
Y.T: Evet, bir yandan da şu kritik bir mesele: Trump’ın önceki döneminde, Kongre’de ve Senato’da onu frenleyebilecek bir Demokrat ağırlığı vardı. Ancak bu seçimlerin sonuçlarına baktığımızda, hem Senato hem de Temsilciler Meclisi’nde Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğunu görüyoruz. Böyle bir durumda umut edilen şey, Cumhuriyetçilerin içinde Trump’a yakın olmayan ya da onun politikalarına karşı durabilecek isimlerin denge ve denetleme mekanizması oluşturması.
Amerikan sistemi, “Hiç kimse sınırsız güce sahip olamaz, çünkü bizim denge ve denetleme mekanizmalarımız var” iddiası üzerine kurulu. Ancak Trump, bu mekanizmaları tamamen devre dışı bırakmaya çalışıyor ve bunda da başarılı görünüyor.
Bir diğer önemli başlık ise dünya gündeminde yer alıyor: Trump’ın geleceği bir yana, 5 gün sonra, 20 Kasım’da, Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü var. Bu gün, 1998’de ABD’de Rita Hester isimli siyah bir trans kadının öldürülmesinin ardından, 1999’da bir trans aktivistin önerisiyle küresel bir anma gününe dönüştü. O günden bu yana, dünya genelinde transları anmak ve mücadele mesajı vermek için etkinlikler düzenleniyor.
Türkiye'de de bu günün, yani 20 Kasım’ın, 10 yılı aşan bir geçmişi var. Özellikle Pembe Hayat Derneği'nin başlattığı etkinliklerle önem kazandı. Bu sene de çeşitli etkinlikler düzenleniyor: Diyarbakır Dağ Dayanışmanı Kadın Ahali Derneği bir etkinlik yapacak, İzmir Barosu İzmir’de etkinlik düzenleyecek ve Ankara'da Ankara Onur Haftası çerçevesinde başka etkinlikler gerçekleşecek. Bunun ötesinde yeni bir LGBTİ+ derneği kuruldu: İzmir’de kurulan 20 Kasım Derneği, adını da bugünden alıyor. Bu derneğin kurulması, baskıların ve LGBTİ+ derneklerinin kapatılması endişesinin sürdüğü bir dönemde yeni bir örgütlenmenin varlığı umut verici.
20 Kasım, Türkiye'de her zaman önemli bir gün oldu çünkü nefret cinayetleri hâlâ yaygın bir sorun. Türkiye yasalarında nefret cinayeti veya suçu tanımı yok; bu nedenle yasalarla tam olarak çerçevelenmemiş bir kavramdan, daha çok insan hakları ve siyasal boyutuyla ele alınması gereken bir meseleden bahsediyoruz. Birçok örnek verebiliriz: Hande Buse Şeker, İzmir'de bir polis memuru tarafından öldürülmüş, dava hâlâ sürüyor; ağırlaştırılmış müebbet verilmedi, dosya istinafta. Başka bir örnek, Ecem Seçkin’in davası. Ecem, 2022'de 20 Kasım eylemine katılan bir aktivistti, ancak 2023'ün başlarında öldürüldü. Cinayet davası boyunca birçok suçlama ve iddia iddianameden silindi, tasarlayarak öldürme suçlaması kayboldu. Cezasızlık, bu tür davalarda sıklıkla karşılaşılan bir sorun.
Nefret cinayetlerinde yargının tutumu dikkat çekici; LGBTİ+ derneklerinin müdahil olma talepleri çoğu zaman reddediliyor ve mağdurların aileleri de genellikle davalarla ilgilenmiyor. Bu durum, yargının davalara ilgisizliğiyle birleşince cezasızlık riski daha da artıyor. Hande Kader ve Ahmet Yıldız davalarında da olduğu gibi birçok cinayet faili bulunamıyor veya dava sonuçlanmadan süreç duraksıyor. Türkiye'de yargı, homofobik ve transfobik nefret cinayetlerini ciddiyetle ele almıyor. Davalarda haksız tahrik ve iyi hal indirimleri sıkça kullanılıyor, bu da cezanın düşmesine neden oluyor.
Bu davalarda nefret suçlarının açıkça tanımlanması, cezasızlıkla mücadelede kritik öneme sahip. Ancak şu anki durumda, nefret cinayetleri çoğunlukla adli olaylar olarak ele alınıyor ve toplumsal etkisi göz ardı ediliyor. Toplumun dışlanmış kesimlerine yönelik nefret suçlarında cezanın artırılması gerektiği halde, indirimlerle mevcut cezalar bile düşürülüyor. Bu, hukuk sisteminin sorunu ve nefret cinayetlerindeki örüntüler yalnızca mevcut hükümetin politikalarına bağlanamaz; daha derin bir yapısal sorun söz konusu. Özellikle LGBTİ+ bireylerin öldürülmesinde, yargının üstü kapalı bir biçimde “fıtrat” olarak kabul ettiği bir anlayışın varlığı, adaletin tesis edilmesini zorlaştırıyor.
Ö. M: Evet, geleceğe ilişkin çok iyimser bir bakış sahibi olmak pek mümkün değil ama mücadeleye devam ediliyor herhalde.
Y. T: Evet, çok teşekkür ettim. Tekrar hayırlı olsun Apaçık Radyo. Teşekkür ederiz. İki hafta sonra görüşmek üzere.