Ali Bilge'yle Ekonomi Politik'te yaşanan afetin ardından gündeme gelen insan hakları ihlallerini ve yaklaşan seçimleri konuşuyoruz.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer bey!
Özdeş Özbay: Günaydın!
Ö.M.: Stüdyodayız biz.
A.B.: Çok güzel, sevindim, hayırlı olsun!
Ö.M.: Teşekkürler.
A.B.: Ne kadar süre geçti? 2,5 sene oldu mu?
Ö.M.: Evet, 2,5 seneyi geçti. Özdeş’le biz hiç alışık değiliz stüdyoda bir arada yapmaya, uzaktan Zoom’la yapıyorduk. Şimdi kendimizi oldukça iyi hissediyoruz.
A.B.: Radyo demek stüdyo demek, orayı koklamak, orayı yaşamak demek, ben de sevindim.
Ö.M.: Bugün gündemimiz de olağanüstü yoğunlukta bir gündem tabii sık sık olduğu gibi ama giderek yoğunlaşıyor. İklim meselelerini bir yana bıraktık ama seçimler var, seçimlerle başlayalım yoksa depremle mi?
A.B.: Uluslararası Ceza Mahkemesi, Ukrayna’da savaşta kaybolan çocuklar nedeniyle, Putin ve Rusya’nın çocuk hakları birimi başkanı hakkında yakalama kararı çıkarttı. Bu çocuklar savaş ortamında ebeveynlerinden, ailelerinden koparılıp, Ukrayna topraklarından Rusya’ya naklediliyor, daha sonra bu çocuklar Rus ailelere veriliyor. Biz de, tarihimizde böyle çok şeyler yaşadık, Ermeni tehciri- kıyımı, 1937 Dersim tertelesi, pek bilinmez 1939 depremi sonrasında da benzer durumlar yaşandı.
Ö.M.: Erzincan değil mi?
A.B.: Erzincan depremi sonrası bölgeden aileler, kimsesiz çocuklar yeni iskân yerlerine gönderildi. Tarihimizde de böyle uygulamalar oldu, Alevi Kürt, Ermeni çocuklar, özellikle Türk asker ailelerine verildi, bunlar yaşandı.
6 Şubat tarihli depremler sonrasında da sayısız kayıp insanlar ve çocuklar var. Bunların nerede oldukları bilinmiyor, yakınları çaresiz, nereye başvuracaklarını bilmiyorlar. Geçen gün bir haberi takip ettim, kayıp yakınları, o ilden bu ile, hastaneleri yoğun bakımı, morgu dolaşıp duruyorlar. Bu çocuklar/insanlar insan tacirlerine mi satıldı? Organ mafyasının, çocuk mafyasının, köle ve insan tacirlerinin elindeler mi? Ukrayna’da kaybolan çocuklar için Ukrayna, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurmuş, şikayetçi olmuş ve yakalama kararı çıkartmış, uygulanması çok zor ama bu prosedürü işletmiş.
Ö.M.: İnsanlık suçu sayılıyor evet.
A.B.: İnsanlık suçu, sayısını bilmediğimiz kadar çok, kayıp insanlar var, depremin kayıp çocukları var. Geçmişte nasıl kayıp Ermeni kızları, Alevi kızları, çocukları olduğu gibi, bugün de depremin kayıp çocukları, kayıp kadınları, kayıp insanları var.
Türkiye ve dünyada da kayıp ve köle insanlara ilişkin raporlara baktım. Küresel çağdaş kölelik raporları yayınlanıyor. Bu durumdaki insanların dünyada sayıları sürekli artıyor. 2018 yılında dünyada, 40 milyonu aşkın bu durumda olan insan bulunuyormuş. Bunlar, modern köle, çağdaş köle denilen insanlar.
Küresel Çağdaş Kölelik Tahminlerine göre, 2021 yılında dünyada 50 milyon kişi çağdaş köle durumunda. Bu insanların 28 milyonu zorla çalıştırılıyor, 22 milyon ise zorla evlendirilmiş.
2018 Küresel Kölelik İndeksi’ne göre Türkiye'de 509 bin modern köle bulunuyor. Türkiye'de, her bin kişiden 6.5'inin, zorla çalıştırılan veya zorla evlendirilen “modern köleler” olduğu raporlara yansımış durumda.
2021 yılında dünyada çağdaş köle kadın ve çocukların sayısı 50 milyona çıkmış, kabaca bir hesaplamayla Türkiye’de 650 bin civarında, çağdaş köle kapsamında insan var, içinde çocuğu var, kadını var.
Ö.M.: Evet rakam olarak hem de vaka olarak son derece düşündürücü ve vicdanları kanatan bir durumdan bahsediyoruz.
A.B.: Kesinlikle, böyle bir durumda olan bir ülkesiniz. Bu rakamlara son yıllarda akın akın yurt dışından gelen göçmenlerin dahil olduğunu zannetmiyorum. Çok ciddi bir problem zaten vardı.
Geçen hafta da konuştuk, kamu otoriteleri tarafından depremle ilgili doru dürüst bilgi verilmiyor. Kaybolan yakınları nedeniyle aileler aciz durumda, ölülerinin yerlerini bilmiyorlar, ölüp ölmediklerini bilmiyorlar, kayıp olup olmadığını bilmiyorlar, nerede olduklarını bilmiyorlar, muhatap bulamıyorlar. Bu da bir insanlık suçu değil mi? Bu vatandaşlar bu meçhul duruma ilişkin uluslararası ceza mahkemesine mi gitmek durumundalar? Depremde kaybolan insanlarımız hakkında inanılmaz bilgisizlik içindeyiz, kayıplar kaç kişidir, kimlerdir bilmiyoruz.
Türkiye zaten, her alanda, her sektörde, her konuda yanlış ve yalan bilgi üzerine oturuyor.
Ö.M.: Bir aile çocuğunu kurtarmış deprem enkazının altında ama yaralı. Teslim ediyor ambulansa, yetkililere ondan sonra kayboluyor çocuk. Hiçbir hastanede bulamıyorlar, sonunda bir hastanede ölüsüne rastlıyorlar yani böyle inanılmaz haberler de var.
A.B.: Özellikle çocuklar, organ mafyasının eline düşebiliyor.
Ö.M.: Evet. Yetkililere, ailesine haber verilmemesi hakikaten Kafkaesk.
A.B.: Deprem sonrasında sayısız alanda yaşanan dramlar var. Çoluğuna, çocuğuna sahip çıkamayan, ölüsüne, dirisine sahip çıkamayan, ne olduğu bilinmeyen bir durumla karşı karşıyayız. Rusya’nın kaybettiği çocuklar ve UCM sicili böyle, Türkiye’nin de yakın tarih kayıplar sicili böyle. Acıların, dramların altını çizerek programa başlamış olduk.
Seçimlere yaklaşıyoruz, Peki nasıl seçimlere gidiyoruz? Erdoğan’ın anayasaya aykırı bir şekilde Cumhurbaşkanı adayı olduğu bir halde gidiyoruz, YSK’da bu adaylığı onaylıyor, ayrıca çeşitli saldırılar oluyor muhalefet partilerine…
Ö.M.:Artı Gerçek’te ilginç bir haber vardı, YSK kayıtlarına göre deprem sonrası bölgeden göç eden 2 milyon civarında seçmenin 338 bini seçmen kaydını bulunduğu kente taşımış. Yani 1.600 bin kişi adresini taşımamış, 17%’lik bir bölüm taşımış sadece, 83% taşımamış. Bu da çok yani seçim günü seçmen kaydının bulunduğu ile dönmezse oy kullanamayacak, mesela böyle de çok tuhaf bir durum var.
Ö.Ö.: Muhalefet partileri bir tür mobilizasyon yapması gerekiyor.
Ö.M.: Kesinlikle. Ben de onu söyleyecektim.
A.B.: Liste heyecanı nedeniyle seçim güvenliği biraz geriye itiliyor, seçim güvenliği en önemli mesele.Deprem nedeniyle seçmenlerin durumu çok önemli, bahsettiğiniz rakamlar ve yüzdeler sonuçları etkileyecek durumda. Ayrıca Türkiye’nin, 3 günlük kan ihtiyacı kaldığını Kızılay söylüyor.
Ö.M.: Evet bu da inanılmaz bir şey tabii.
Ö.Ö.: Bu tabii Kızılay’ın arka arkaya yaşadığı krizlerle ilgili, güven kaybının bir sonucu.
A.B.: Gözden kaçmış olabilir, seçimlere nasıl bir ortamda gidiyoruz dosyasına bunu da ekleyelim. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi, bir rapor hazırlamış,rapora göre Covid-19 sonrası dünyada kokainin ham maddesi olan koka ekimi, 2021- 2022 yıllarında 35% artmış. Türkiye'nin kokainin geçiş ülkesi olması da yükselmiş. 2014’den 2022’ye Türkiye'de ele geçirilen kokain miktarı 7 kat artmış, 2021 yılında 2.8 ton kokain yakalanmış.
Ö.M.: Evet, kan azalırken kokain artıyor.
A.B.: Kokain artıyor evet.
Ö.M.: Fundanur Öztürk’ün BBC Türkçe’den çok çarpıcı bir haberi vardı, ‘Kızılay’ın ulusal kan stoku kritik seviyenin altına düştü’ diye ve Sağlık Bakanlığı’nın devreye girmesi gerektiğini söylüyor sağlık profesyonelleri. Şöyle izah etmişler: Kan tedariki sadece Kızılay’ın yetkisinde ‘Kızılay kan satıyor mu?’ soruları filan gündemdeyken hastanelerde ameliyatların yapılamaması durumu var. Hastaların kendi çabalarıyla kan bulduğu söyleniyor ve fakat Sağlık Bakanlığı’ndan yapılan ‘önemli bir durum yok’ diye bir açıklama var.
A.B.: “3 günlük stokumuz kaldı” diye Kızılay ilan etti, onlardan aldık biz bu bilgiyi.
Ö.M.: Yani Sağlık Emekçileri Sendikası Ankara Şube başkanı da “kimse holdingleşip ticari işlere giren bir kuruma kanını vermek istemiyor. İnsanlar bağış yapmaktan kaçıyor” demiş haklı olarak.
A.B.: Aslında sadece holdingleşme değil içini boşaltarak holdingleşme denebilir buna.
İktidar, daha önceki seçimlerde olduğu gibi, 2015 ve sonrasında yapılan seçimlerde olduğu gibi, bir güç konsolidasyonu artık yapamıyor. Otokratik rejim eskisi gibi vites arttıramıyor. Artık oylarını arttırmaya yarayan, dış borca dayalı iktisadi büyüme mümkün değil, yerinde yeller esiyor, çeşitli dar boğazlar içinde krizlere sürüklenen, debelenen bir ekonomiyle eski oy yüzdelerine sıçrayamıyor. Bugün dış ve iç sermayenin, geleneksel sermayenin çıkarları iktidarla örtüşmüyor. Hatta AKP’nin yarattığı havuz sermayesi ile de uyuşmazlıklar olduğu görülüyor. Dış kaynağa bağımlı bir ekonomi sonuç itibarıyla, bu kaynak da 2018’den beri ülkeye girmiyor.
Böyle bir durum aslında sönümlenme hâlidir, iktidarda görülen sönümlenme, çaresizlik hâli de, hırçınlıklara, sözlü ve fiili saldırganlıklara yol açıyor. Siyasi ahlak adına ortalıkta bir şey kaldığını söylemek mümkün değil.
Ö.M.: Bu kan meselesinin güven kaybı genel bir sembol gibi de alınabilir yani genel siyasi duruma, seçim ortamına filan da uygulanabilir. Kan kaybediyor ve yerine getirilemiyor çünkü güven yok yani güven sorunu da en dibe indi, öyle görünüyor, kritik seviyenin altına düştü güven.
A.B.: Kansızlık nedeniyle, Hizbullah’ın uzantısıyla işbirliği yapıyorsunuz, kadına şiddeti uygun gören partiyle işbirliği yapıyorsunuz.
Hizbullah deyince Hizbulkontra’yı anlatan bir kitap aklıma geldi. Eski programlarda da değinmiştik. JİTEM’in kurucusu olan JİTEM’i Ben Kurdum diye kitap yazan Albay Arif Doğan. Bu kişi vefat etti sonra Neden kurduklarını şöyle açıklıyor: “Neye karşı kurduk? PKK’ya karşı kurduk, seri eylemler yaptırdık, benden sonra farklı şeyler yapmış olabilirler.” İnanılmaz iddialar var bu kitapta, yıllardır yalanlanmadı. Şimdi iktidar böyle bir vahşi örgütün uzantılarıyla işbirliği yapıyor ve bu uzantılar şu anda muhalefeti tehdit ediyor.
Korku yayma psikolojisi, korku politikası ve araçları önceki yıllarda aktif bir şekilde kullanıldı. Bugün eski araçlar pek kullanılmıyor, sanki kullanım değerlerini yitirdiler.
Korku deyince de aklıma koku meselesi geldi, siz gördünüz mü? Cumhurbaşkanlığına yeni parfüm setleri satılmış “cumhurbaşkanlığı kokusu” diye. Cumhurbaşkanlığının her yerinde kullanılan koku setleri varmış.
Ö.M.: Hayır, siz özel muhabirlik yapıyorsunuz, çok güzel öğrenelim, bizi bile atlattınız! Özellikle Özdeş araştırma gazetecilikte vahim durumda şimdi!
A.B.: Koku işi önemli! AKP Kadın Kolları yöneticisi Elif Başgöze, Cumhurbaşkanlığına özel, Cumhurbaşkanı imzalı ve amblemli kolonyalar, parfümler, oda kokuları olan setler hazırlanmış ve satmış…
Ö.M.: Güzel kokular değil mi?
A.B.: Şişelerin üzerinde Cumhurbaşkanlığı forsu da var, aynı zamanda bu koku setleri Kızılay’a da satılmış, pek çok belediyeye, kamu bankalarına PTT’ye de satılmış, Birgün mahreçli bir haber.
Ö.M.: Kızılay’a mı satılmış? Ne demek bu?
A.B.: Kızılay da satın almış bu kokulardan.
Ö.M.: Öyle mi?
A.B.: Evet.
Ö.M.: Kızılay güzel kokmak istiyor anladığım.
A.B.: Evet, bu parfümlerin ve kokuların alınmasının sebebi hikmeti olmalı, herhalde ağır bir koku var bu kurumlarda, onu kaldırmak için, bu ağır kokuyu bertaraf etmek için olmalı!
Ö.M.: Bana kan kokusu gibi geldi!
Ö.Ö.: Böyle bir film vardı, hatırlıyor musunuz? Parfüm, Koku diye, bir katilin hikayesi.
Ö.M.: Çok ünlü bir roman da var, Fransız.
A.B.: Koku işinin de, yaşadığımız anormalliklere eklenmesi gerekiyor.
Önceki seçimlerde iktidarın kullandığı, pek çok aracın kullanım değeri kalmadığını söyleyebiliriz, demiştim. “Kandil, Öcalan, FETÖ, beka sorunu, herkes terörist” eskisi gibi pek konuşulmuyor. Toplu katliamlar beklentisi korkusu yaymak, bunlar pek gündemde değil gibi.
Ancak esas depremi konuşmuyorlar, depremi ve sonuçlarını dinsel söylemle silmeye çalışıyorlar. Muazzam bir kampanya var bu konuda iktidar medyasında. Güvenlik bürokrasisi, diyanet ve bazı devlet organlarının, depremi akıldan silmek için muazzam çalıştığı anlaşılıyor. Hem depremin, hem de ekonomik gidişatın, seçmen üzerindeki etkisini silmeye dönük gayret sarf ediliyor. Elbette iktidar medyasıyla da ortaklaşa yapılıyor. Bu kapsamada seccade meselesi gündeme getiriliyor, neydi o bilekliğin adı? Baharda bileğe bağlanan ipten, idam ipi çıkarılıyor. Gördünüz onu değil mi bileklikleri?
Ö.M.: Hayır onu da atlamışız.
A.B.: Baharda bileklere bağlanıyormuş.
Ö.M.: Öncü habercilik yapıyorsunuz.
A.B.: Magazinin hası devam ediyor, bir şey deniyor ona? Baharın geldiğini müjdeleyen...
Ö.Ö.: Kılıçdaroğlu’nun taktığı bilekliği mi diyorsunuz?
A.B.: Evet evet. Onu büyütüyorlar ve idam halatı haline getiriyorlar ya. Böyle bir afiş ürettiler, seccadeyle birlikte onu kullanıyorlar son günlerde.
Ö.Ö.: Marteniçka bilekliği.
A.B.: “Kılıçdaroğlu bileklikle idamı ima ediyor” diyorlar.
Ö.M.: Aferin Özdeş!
A.B.: Ayrıca mucizeler tekrar devreye giriyor, Karadeniz doğalgazı mesela...
Ö.M.: Bu müjdeyi sizden önce verdik, bizim de kendi araştırmalarımız var elbette.
A.B.: Sonra tank ve helikopter motor üretimi.
Ö.Ö.: TOGG’un da ilki verildi direk Cumhurbaşkanı’na.
A.B.: TOGG’da var, defalarca helikopter, tank motoru da yaptık. Kanal İstanbul pek yok farkındaysanız, bu seçimde fazla konuşmuyorlar.
Ö.Ö.: Geçtiğimiz haftalarda “yapacağız, engelleyemeyecekler” dedi Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Ö.M.:Evet ama çok kuvvetli bir şey değil.
A.B.: Tören filan göremiyoruz. Bağlantısı olmayan köprü temeli filan atılmıyor, SİHA da biraz geri planda gördüğüm kadarıyla. 20 Nisan’da çok önemli haberler vereceklermiş. Uzay ve ayla ilgili bir şeyler olabilir mi?
Ö.M.: 20 Nisan’da şeyi veriyorlar: Karadeniz’den iklim yıkımının en temel sebebi olan fosil yakıtların açılımı geliyor. 20 Nisan’da verecekmiş müjdeyi Erdoğan.
Ö.Ö.: Ben o kısmı anlamadım, ocaklarda kullanılıyor ne demek?
A.B.: Gaz sanayide niye kullanılmasın, üstelik orası sanayi bölgesi. Sanırım seçmeni etkilemek için yemek pişirilen ocak devreye sokuluyor.
Ö.M.: Belki maden ocaklarında kullanılır.
AB: Evde vatandaşın ocağı…
Ö.M.: Vatandaşın mutfağı yanacak yani.
Ö.Ö.: Doğalgaz işleme sürecinde bir şey mi falan diye düşündüm.
Ö.M.: Yok.
A.B.: Mucizelere, ekonomide Mehmet Şimşek mucizesi de eklendi, adam kaç kez “yok gelmem” diyor. Ama, ekonomide “Şimşek mucizesi” olacağı hep dile getiriliyor.
Mehmet Şimşek geçmişte Türkiye’nin borçlandığı Londra’da mühim uluslararası kuruluşlardan birinde çalışıyordu. Ali Babacan ve ekibiyle görüşerek, Türkiye hazinesine borç vermeye çalışan bir arkadaştı. Bu arkadaş, daha sonra Babacan ekibine karşı bir alternatif olarak siyasete sokuldu Erdoğan tarafından. Bir dönem de ciddi değerlendirildi ama gidişatın farkına varınca ayrıldı. Yeniden Mehmet Şimşek sanki zorla devreye sokuluyor.
Ö.M.: Toplantıdan sonra da arka kapıdan ayrılmış, tören yapılmadan böyle bir dedikodu da vardı. Kulis de takip ediyoruz Ali Bey!
A.B.: Evet hep birlikte takip ediyoruz, zaten sürekli birbirini tekrar eden hikâyeler bunlar. Normal bir ülkede ve hukuk sisteminde olsanız, sadece “Varlık Fonu” uygulamalarından ve kur korumalı mevduattan, bin yıl hapis yatılır. Merkez Bankası bilançosundaki gerçek dışı kârlardan, olmayan kârları varmış gibi göstermeyi de ekleyin bunlara… Sayısız anormallikler yaşandı ve yaşanıyor.
Türkiye’de hesap vermemezlik yönetim biçimi haline gelmiş durumda. Olağan bir şey hesap vermemezlik. Olağanüstü uygulamalarla yılları geçirdik.
Birleşmiş Milletler’in depremden etkilenen bölgelere ilişkin bir değerlendirmesi oldu. 16 milyona yakın insan deprem bölgesinde yaşıyor. Türkiye’nin gıda ve tarımsal üretiminin 20%’sinden fazlasını üreten tarım illeri bunlar.
Tarımsal açıdan çok önemli bir bölge, yurt içi tarımsal hasılanın 15%’ini oluşturuyor, tarımsal ihracatının da 20%’sine katkıda bulunuyor. Bölgede muazzam bir tarımsal işgücü kaybı var. 6,4 milyar dolar civarında hayvancılıkla birlikte maddi kayıp var. Tarımsal altyapı da çökmüş durumda, yem kıtlığı, tohum kıtlığı yaşanıyor, eğer bunlar halledilemezse 2024’te açlık, kıtlık ve yüksel fiyatlar yaşayabiliriz. Bunları bize FAO duyuruyor, ama biz bunları Tarım Bakanlığı’ndan, Beştepe’den duyamıyoruz.
Ö.M.: Yani Gıda ve Tarım Örgütü BM’in FAO.
AB: Deprem öncesi de feci halde olan Türkiye tarımına ilişkin son durum da böyle. Ayrıca, BM-FAO, küresel gıda fiyatlarının 12 aydır düştüğünü de açıkladı. Ancak gıda fiyatlarının arttığı ülke olarak Türkiye’yi gösterdi. Türkiye dünyada gıda fiyatlarındaki artış oranı en yüksek 5. ülke, 1. ülke Lübnan. Memlekette gıda güvenliği sorun hâline gelmiş durumda.
Ö.M.: Bu da çok önemli. Yani düşüşe rağmen Türkiye’de düşmemesi de ayrı bir sorun olarak karşımızda duruyor herhalde?
A.B.: Kesinlikle, içinde bulunduğumuz durum, hangi parfümle olursa olsun giderilecek bir hâlde değil.
Ö.M.: Ahmet Altan’ın Artı Gerçek’teki son yazısından yola çıkarak listelerde bol katilin bulunduğu ve ta 1980 döneminden, darbeden beri devam eden bir şey suçluların…
A.B.: İbrahim Çiftçi de, aday.
Ö.M.: Evet onlardan bahsediyor, çok ağır bir durumdan bahsediliyordu, tabii onu da hesaba katmamız lazım.
Ö.Ö.: Tolga Ağır yokmuş ama listelerde.
Ö.M.: Öyle mi? Ama mesela başka şeyler de var listeler dışında. Garo Paylan’a suikast soruşturmasında skandal bir takipsizlik haberi var T24’te Gökçer Tahincioğlu yazmış. TBMM’de bizzat silahlı saldırıda bulunmayı planladıklarını ancak vazgeçtiklerini açıklayan ve sosyal medyadan da Paylan’a “yapacak olsak yapardık, kahraman yapmak istemedik seni yoksa iki defa önümüze düşürdük yürürken seni mecliste. Şans eseri falan hayatta kaldın diye mağdur edebiyatı yapma” diye mesaj gönderen Alaattin Çakıcı’nın eski avukatı Sinan İnce hakkında soruşturma tamamlanmış ve takipsizlik almış mesela. Böyle şeyler var yani. Suikast iddiasından tutuklu Levent Göktaş’ın ismi de bu paylaşımda dikkat alınmamış yani “kamera görüntülerini bulamadık” demişler mecliste. İfadesi bile alınmadan takipsizlik kararı verilmiş. Meclis başkanlığı zaten Paylan’ın başvurusuna 2 ay sonra yanıt vermiş. “İnce’nin silahla meclise girdiğini tespit edemedik” demişler ve “ziyaret bilgilerini paylaşamayız”, “kamera kayıtlarına da ulaşamadık” demişler. TBMM kameralarından bahsediyor…
A.B.: Bu meclis daha önce de gördü bunları. Bugün Hizbullah’ın uzantıları yeni. 12 Mart öncesinde öldürülen Dr. Necdet Güçlü vardı, onun katili de vekil olarak meclise gelmişti. Maraş katliamının failleri de meclise geldiler. Gelenek devam ediyor. Demokratik Sol Parti’nin otokratik sağ ittifaka destek verdiğini açıklaması? Ne diyorsunuz?
Ö.M.: Onu artık geçelim.
A.B.: DSP’nin başına gelenler aman Allahım! Nereden nerelere geldi? Partinin kasası doluydu. Bülent (Ecevit) Bey, Allah selamet versin, harcamazdı fazla. Rahşan Hanım da vefat ettikten sonra, partinin kasasındaki para iştah kabarttı, oralardan buralara gelindi…
Ö.M.: Ona da buradan bir “günaydın” gönderelim.
A.B.: Evet partinin bugünkü durumunu görse, ne derdi?
Ö.M.: Türkiye’nin ilk ve tek şair başbakanı.
A.B.: Tagore’dan da çeviriler yapardı.
Ö.M.: Evet, Tagore çevirileriyle meşhur.