Ali Bilge, Ekonomi Politik'te geçtiğimiz hafta altı muhalefet partisinin ittifak görüşmelerine değindi ve cumhuriyet tarihinde, Birinci Meclisten bu güne mutabakat kültürünü yorumladı, HDP'siz bir mutabakatın ihtimalini tartıştı.
(14 Şubat 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)
Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş, Feryal günaydın!
ÖM: Evet, bir gün gecikmeyle de UNESCO’nun Dünya Radyo Günü, onu da kutluyoruz hep birlikte. Bir hafta boyunca da sürdürmeye çalışacağız.
AB: Dünyada ilk radyo yayını ne zaman oldu diye baktım, ABD ‘de 1906 yılında Noel gününde başlamış, New York limanında demirleyen gemiler radyoyu dinlemişler. İlk yayında klasik müzik çalınmış, İncil’den alıntılar okunmuş. Ticari olarak da ilk radyo yayını 1920’de Pittsburgh’da başlamış, bizde de 1927’de başladı değil mi radyo yayını?
ÖM: Evet.
AB: Fazla bir zaman geçmemiş aslında, televizyon kadar uzun değil yani.
ÖM: Günün en önemli şeyi de UNESCO’nun bu seneki kutlamasında söylediği “Güven düzeyi düşüyor”, sosyal medyada yalan içerikler filan da körüklüyor bu şeyleri, dünya üzerindeki son gelişmeler ve Covid-19 salgını, dolayısıyla “Medyaya olan güven erozyona uğradı.” diyor BM’in eğitim, bilim ve kültür örgütü, “Ama haberlere olan güven genel bir artış gösteriyor, dünya üzerinde birçok vatandaş halen radyoya diğer medya türlerinden daha fazla güven duymaktadır.” diyor.
AB: Çok önemli, okudum gönderdiğiniz bildiriyi. Güven en önemli mesele zaten; siyasetten, medyaya kadar her alanda güven azalmış vaziyette, radyoların halen bu güveni koruyor olması önümüzdeki mücadele süreçleri açısından çok önemli, özellikle iklim mücadelesinde radyoların önemli bir yeri olacağı görülüyor. Radyoya güven duyulması iklim ve demokrasi mücadelesi için alan belirliyor, radyoların güvenilir nefesler olacağını gösteriyor. Bunun için radyomuzu ve radyoları desteklemeye devam!
ÖM: Evet, aynen öyle.
AB: Nereden başlasak?
ÖM: Hiç fırsat bulamadık, üzerinde durmaya vakit kalmadı ama bugün ittifak meselesiyle muhalefetin bir araya gelebilmesi, ittifak kurabilmesi konusunda bir platform oluşturabilmesi meselesini konuşalım, siz de uzun süreden beri radyoda çok konuşmuştunuz. Bu hafta sonunda da altı parti bir araya geldiler, isterseniz onunla başlayalım.
AB: Başlayalım, gerçekten çok uzun yıllardır bu mevzu üzerine elimden geldiğince, aklımın erdiğince yazdım, çizdim, konuştum. Ekonomi Politik’te bilhassa bu konuları gündeme getirdim. Siyasetçilerle ilişkilerimde, STK’larla ilişkilerimde, sosyal platformlarda bıkmadan ittifaklar meselesini gündeme getiren bir kişiyim. Üzerine uzun yıllardır çalıştığım bir alan. Gezi’den bu yana ittifak mevzusunun hep üzerinde durdum. Önceki dönemlerde de ittifaklar hususu hep üstünde durduğum bir konu olagelmiştir. Yaptığım çalışmaları bir gün konuşabiliriz daha ayrıntılı olarak, 30 yıl yayınladığım dergide yaptığım çalışmaları ve çok öncesindeki yaptıklarımı. Türkiye adım adım Gezi’den, Roboski’den sonra antidemokratik gelişmelere sahne oldu, sonuçta bir otokratik rejime gömüldü.
"Yapılan ittifakları da kurucu irade gibi algılamak gerekir"
“Otokrasiden nasıl bir çıkış yapabilir, nasıl bir çıkış gerçekleşebilir?” Siyasi parti liderleri de dahil elimden geldiği kadar bu mevzuların üzerine dikkat çekmeye çalıştım. Aslında daha erken bu çalışmaların yapılması, ittifakların kurulması gerekiyordu, bu nedenle cumartesi geç bir buluşma, geç bir dokuma oldu, ama önemli bir dokuma. Yani bu ittifak, takvimi geriye aldığımızda, 2017 referandumu öncesinde dizayn edilebilseydi, bugün yaşanılan baskı rejimi kolaylıkla gelmez ve sürmezdi. Daha öncesinde 2014-2013’lere uzandığımızda gidişatın nereye evirileceği, Türkiye’nin adım adım otokrasiye ve yolsuzluğa gömüleceği çok net gözüküyordu.
Dokunulmazlıkların kaldırılması desteği dahi, diğer katkılarla iktidara verilen desteklerle ana muhalefet aslında ittifaklar politikasında çok geç kaldı. AKP içindeki muhalefet de çok geçe kaldı, bugün iktidarın içinden çıkan iki muhalif parti bulunuyor; bu iki partinin liderleri, bugünkü otoriter rejime maalesef içinde bulundukları partiden zamanında ayrılmayarak destek vermiş oldular. Evet, bugün saçlarını yoluyorlar ama maalesef ittifak mevzusunu tüm bu yanlışlar uzattı, ama yine de gelinen nokta önemli. Bir enkaz ülkesi haline geldi Türkiye, iktisadi, sosyal ve siyasal bir enkaz altındayız, demokrasi dışı bir rejim içindeyiz.İçinde bulunduğumuzdurumdan ancak uzunca sürecek olan bir ”mutabakatla tedaviyle” çıkılabilir, mutabakatla yeniden Türkiye inşa edilebilir,yapılan mutabakatları, ittifakları da kurucu irade gibi algılamak gerekir.
Cumartesi günkü toplantı, geç kalınmış bir araya gelmedir ve aynı zamanda eksik bir araya gelmedir. Eksiklik hemen kendini gösteriyor, parlamentonun üçüncü büyük partisi, muhalefetin ikinci büyük partisi HDP bu birliktelikte şu anda yok. Bu çok önemli bir eksikliktir ve yanlıştır; ittifakta HDP’yi görmemek, görmezden gelmek demokrasi inşasını da eksik görmek anlamına gelir.
Türkiye’nin kurucu iradesi olarak gördüğümüz Birinci Meclisi tekrar hatırlatmakta fayda var; 2020 yılında da Birinci Meclisin 100 yılı nedeniyle bir sempozyum düzenliyorduk ama Covid nedeniyle yapamadık, ancak yazıları yayınladık. Bunları siyasi parti yöneticileriyle de paylaşmıştım.
Birinci Meclis önemli bir örnek; Birinci Meclis Kürtlerin ve Türklerin bir araya geldiği bir meclistir. Mecliste Kürt milliyetçileri de Türk milliyetçileri de vardır, bir mutabakat vardır o mecliste. 1919’dan 1924 Lozan bitimine kadar, büyük tehlike olarak belirlediği tehlikeye karşı Kürtler ve Türkler bir mutabakat belirlemiştir. Kürtlerin %85’i -Koçgiri bölgesi hariç- bu meclisi desteklemiş ve ittifak içinde yer almışlardır. Nitekim Lozan görüşmelerinde delegasyon başkanı İsmet İnönü, “Büyük Millet Meclisi Kürtlerin ve Türklerin ortak meclisidir, ben bu iki halkın temsilcisi olarak buradayım.” diye sözlerine başlamıştır.
Birinci Meclisin bu iradesini cumartesi günü maalesef göremedik. Ancak eksikliğe rağmen önemli bir birliktelik olduğunu belirtmek isterim. Çünkü bu eksikliğin çeşitli formüllerle tamamlanacağı, aşılacağı düşüncesindeyim.Türkiye’de bu ittifak kültürü güçlü değildir. Uzun yıllardır bu mesele ile haşir neşirim, umarım bir gün ittifak özel yayını yaparız, bu konudaki anılarımı da paylaşırım. Türkiye’de siyasetçinin ittifak anlayışına, mutabakat anlayışına ilişkin yaşadığım örnekleri anlatmak isterim. Ülkede ittifaklar hususunda kültürümüz pek yok, solda da yoktu; 1980 öncesi Türkiye’nin sol dünyasına bakalım, orada da bu yokluğu görürüz. Mutabakat kültürü öyle kolay gelişmiyor, moderniteyle birlikte ve demokrasiyle birlikte gelişen bir şey.
"İttifak kurmak, dersler çıkararak bir araya gelmeyi içerir"
Önümüzdeki dönemde HDP ile 6’lı ittifak arasındaki ilişkinin çeşitli mekanizmalarla kurulabileceği ümidini besliyorum. Çeşitli siyasal mühendislik hareketlerinin olabileceğini, çeşitli araçların kullanılabileceğini düşünüyorum. Bunlar olabilir, yapılabilir; çünkü başka türlü bir çıkış yolu yok, ittifaksız çıkış yolu yok.
Önceki yıllarda “demokrasi cephesini” gündeme getirdiğim zamanlar “cephe” kelimesini çok militarist bulanları mı ararsınız, ittifak deyince “sosyalistlerin ittifakını” anlamak gerektiğini söyleyenleri mi ararsınız , “ittifak demeyelim, buluşma” diyelim diyenleri mi ararsınız, yeni kurulan sağ partilerin “ ittifak gündemizde yok, biz iktidara talibiz” demelerini mi ararsınız, HDP ile ittifakı “aklına yatıran başka çıkış olmaz” deyip, ancak bundan kaçanları mı ararsınız... Yani çeşit boldu, zor meşakkatli bir iştir bu işler.
Şunu unutmamak gerekir, ittifak kurmak, bir araya gelmek; dersler çıkararak bir araya gelmeyi içerir. Sayın Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlıkların kaldırılmasında izlediği tavrı hiçbir zaman unutmaması lazım. 10 yılı aşkın süredir genel başkan, bu süre içerisindeki hatalarını da göz önünde bulundurması lazım. Ayrıca ittifak mevzusu sadece siyasal partilerin tepesinde, üst piramitte yapılan bir uygulama değildir; bunun yatay ve dikey eksenleri vardır, bu eksenleri de beslemek gerekir. Bunların en önemlisi örgütlü toplumdur; barolardan odalara kadar uzanan sivil toplum örgütleridir, mesleki örgütlerdir. 1980 öncesi deyişimizle, demokratik kitle örgütlerinin de ittifak eksenlerini oluşturması lazım. Yerel örgütlerin de bu biçimlenmeyi benimsemesi, hayata geçirmesi lazım.
Anadolu toprakları tarihteki en büyük istilayı Moğol istilasında yaşadı. Taş taş üstünde kalmadı.Moğolların en önemli vurduğu yerler de kütüphanelerdi.Bu coğrafyada Moğolların altüst edişinden sonraki en büyük altüst oluş son 20 yılda yaşandı. Bu altüst oluşun yarattığı enkazdan yeni bir Türkiye çıkartma projesi yapılacaksa bu ancak mutabakatla inşa edilebilir, mutabakatla memleket tamir edilebilir. Dolayısıyla toplumun tüm kesimlerinin mutabakat sürecine katkıda bulunması, düşünürlerin, bu konuda geriden gelen aydınların bu mevzu üzerinde daha fazla kafa yorması gerekir…
Elbette 21. yüzyılın otoriter rejimlerinden çıkışa ilişkin deneyimler pek yok. Daha çok 20. yüzyıl deneyimlerine sahibiz, ama sonuçta mutabakatsız çıkış olmayacağını ve sivil itaatsizliklerle bu süreçlerin desteklenmesi gerektiğinin belirtmemiz de gerekiyor. Sonuçta sivil itaatsizlik de pasif bir isyan biçimidir, “hayır” demektir. Önümüzdeki dönemde mutabakatla yürünmesi gerekiyor, mutabakatla kurucu siyasi iradenin oluşması gerekiyor.
Ülke kaynaklarının çarçur edilişine her gün tanık oluyoruz. İçinde bulunduğumuz rejim, ekonomik drijizm denilen bir yapıdır. Otokratik rejime hakim olanların kontrol ettiği sermayenin, toplumun tüm kesimlerinin sahip olduğu devlet kaynaklarını, kişisel servete, kendi servetlerine dönüştürdüğü sayısız örneklerle her gün karşı karşıya kalıyoruz. Bu dönem ülkede devletin mülksüzleştirildiği bir dönem olarak tarihe geçecek bence. Kamusal varlığın kişisel varlıklar haline dönüştüğü bir dönem. Benzer bir dönemi İttihat ve Terakki’nin cumhuriyetin ilk döneminde yerli burjuvazi yaratma uygulamalarında görebiliriz. AKP kendisine uygun bir burjuvazi yarattı ve sermayenin ve kamusal servetin el değiştirmesine yol açtı. Dolayısıyla, ülkenin iktisadi topoğrafyası değişti, servet transferlerine tanık olduk. Dolayısıyla bir araya gelen partilerin ittifakında değişen iktisadi topoğrafyanın farkında olarak pek çok alt başlıklarla birlikte yürümesi lazım. İttifaklar, çok değişik sorun çözüm masalarının bir araya getirilmesini gerekli kılar. Üzerinde çalışacak çok konu bulunuyor. Muhtemelen bizim gibi yayın organları önümüzdeki dönemde ittifak mevzularının üzerinde durmaya, çalışmaları, düşünceleri, yorumları, analizleri aktarmaya devam edecek. İsterseniz bu konuyu burada keseyim.
"Altı milyon oy almış bir partiyi görmezden gelirseniz Türkiye geleceğini eksik kuruyorsunuz demektir"
ÖM: Bitirirken ben de bir ufak ilavede bulunayım izninizle; yani güçlendirilmiş parlamenter sistem mutabakatı adı verilen bir şey, altı muhalefet partisinin lideri bir araya geliyor, işte CHP başta olmak üzere İyi Parti, Gelecek Partisi, Deva Partisi, Saadet Partisi ve Demokrat Parti genel başkanları katılıyor. Beş saatten fazla görüşme var, fakat yani burada güçlendirilmiş parlamenter mutabakatında parlamento içindeki en büyük üçüncü partinin dışarıda tutulmuş olması bir eksiklik. Neden HDP temsil edilmediğine yönelik eleştirilere de Kılıçdaroğlu, “HDP’yi yok saymıyoruz, onunla da görüşüyoruz, ihtiyaç olduğunda yine görüşeceğiz.” diye bir cevap vermiş. HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar da “HDP’yi yok sayan anlayışın Türkiye’ye nasıl bir gelecek vaad ettiğini açıklaması gerek.” demiş.
AB: Böyle gelecek oluşturulamaz. Bunu hep vurgulamak gerekiyor; eğer siz altı milyon oy almış bir partiyi, HDP’yi görmezden gelirseniz Türkiye geleceğini kuramıyorsunuz, eksik kuruyorsunuz demektir.
ÖM: Bunu kastetmiştim.
AB: Dolayısıyla bu kompleksten sıyrılacak formüller, çözümler üretmemiz gerekiyor.
ÖM: Evet, HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan da “Biz kendi yolumuzda yürümeye devam edeceğiz, yolumuz üçüncü yoldur, bu üçüncü yola herkes bir gün muhtaç olacak.” demiş.
AB: Bazı yorumları, değerlendirmeleri de dikkatli yapmakta fayda var çünkü Türkiye’nin geleceğini, Kürtlerin ve Türklerin ortak geleceğini konuşuyoruz. Mutabakat süreçlerini genişletici çözümler bulmaz lazım. Tek kanallı değil, çok kanallı, gelişli gidişli kulvarlar oluşturmak lazım. Türkiye’nin entelektüel enerjisinin ittifak mühendisliğine harcanması lazım. Bu alanda zenginleştirmeye ve zenginleşmeye ihtiyacımız var.
10 yıllık süreçte en büyük eksikliğin siyasi partilerde olduğunu gördüm; Birinci Meclisin bir ittifak meclisi olduğunu bile bilmiyorlardı. Türkiye’de az da olsa yaşanan ittifak deneyimleri önemlidir, bunları göz önünde bulundurmak lazım. HDP’nin de kendine açıklık getireceği hususlar bulunmaktadır. Açık açık belirtelim, konu buraya geldi söyleyelim; HDP, Demirtaş’la birlikte seçimlere girdiğinde %14 oy aldı, %15’lere vurdu. 2015’te barajı mesele etmediler, HDP ile seçime katıldılar. Önceki seçimlere deneyimlere baktığımızda baraj nedeniyle bağımsız giriyorlardı ve %7 oy alıyorlardı. İmralı ve Kandil inisiyatifinin yüksek olduğu zamanlarda yapılan seçimlerde bağımsız giriyorlardı, oyları %7’de kalıyordu. HDP ile, Demirtaş’la girdiğinde %14 oy alıyor ve ülkenin üçüncü partisi oluyorlar. Bunu görmek ve buradaki sorunu aşmak lazım. Türkiye’de yeniden demokrasinin inşasını gerçekleştirmek ve demokraside kaybettiğimiz toprakları yeniden kazanmak istiyorsak Kürtlerle Türklerin birlikte olacağı bir süreci tanımlamamız gerekiyor.
"Mesele, birbirine sempati duymayan insanların ortak sempati duymadığı bir yapıya karşı birlikteliğinin oluşturulmasıdır"
İttifak politikaları alt başlıkları ile birlikte bir dünya konu var, çok konuşacağız. Türkiye baharı yaşamak istiyorsak bunu sadece Türkler değil, sadece Kürtler de değil; Kürt ve Türk halkları, varlıkları ile birlikte yapmak zorundayız. Denklemi yazabiliriz, formülleri yazabiliriz; alfa parametresi 6’lı ittifaksa beta parametresi HDP’dir, bunu görmezden gelemezsiniz. 2019 yerel seçimlerinde başarı HDP’nin desteğiyle gerçekleşti. Hatta 2019 yerel seçim başarısı, sinerjisi sayesinde bugünün 6’lı ittifakı kurulabildi, bunu görelim. Tekrar edelim, adres olarak bakılması gereken yer Birinci Meclisteki ittifak manzumesidir. Sık sık o deneyime bakmakta fayda var. Çok hasarlı bir ülke burası, hasarlı ülkeye bir gelecek oluşturabilir miyiz, ona bakmamız gerekiyor. Türkiye ekonomisi her türlü darboğaz içerisinde debelenmeye devam ediyor. Hafta içerisinde “yastık altı altın atağı” başladı. İsterseniz bir iki de ona değinelim.
ÖÖ: Ben birkaç bir şey söyleyebilir miyim Ali bey? Yani bu bahsettiğiniz, az evvel HDP’den bahsettiniz ya, orada da bir ittifak oldu, %13’lere çıktı diye. Burada çok ciddi bir fark vardı, çünkü o arada Gezi direnişi olmuştu ve HDP siyasi partilerle yanyana gelmekten çok Türkiye’nin toplumsal hareketlerine açılmıştı. Yani HDP hareketi, feminist hareketi de taşıdığı vb. gibi, Gezi direnişinin mücadelelerini ya da taleplerini içselleştirmişti. Şimdi karşımızda ittifak denilen proje ise oldukça sağcı; hatta AKP içerisinden çıkan, MHP içerisinden çıkan sağ, hatta aşırı sağ, böyle partilerin toplumsal hareketlerle ve onun talepleriyle ilgili şeylerle bağlantısı yok; hatta bizzat CHP “Sokağa çıkmayacağız.” Diyor, İşçiler sokaklarda hak mücadelesi yaparken… Yani böyle bir fark var.
AB: Var, onu görmüyor muyuz? Görüyoruz, senelerdir de görüyoruz. Ancak malzeme bu. Bu malzemeden bir karışım, helva yapmaya çalışıyoruz. Bunun pek çok eksiği bulunuyor, fıstığı eksik, şekerde düşüklük var vs. ama öbür taraf çok çok kötü… Churchill’in meşhur bir lafı var, “Hitler, İngiltere’yi işgal edecek olsa Avam Kamarasında şeytan için 1-2 güzel laf ederim.” diyor. Tehlikenin boyutları çok yüksek, bunun farkına vararak çalışılmalı. İttifak mevzuları çok ince işçilik ister; ittifak mühendisliği, mutabakatla tedavi çok ince siyaset planlamalarını ve mühendisliği gerektirmektedir. Türkiye’deki demokrasi güçleri bunlara çözüm üretmek durumunda. Tıkanık yerleri önce geçmek, tekrar dönerek çözmek mümkün olabilir. Benim “pürüz gidericiler” dediğim mekanizmalar devreye girebilir. Bugün bu kadar konuştuk ama böyle mekanizmaların da devreye girmesi lazım. Kanaat önderleri, STK’lar, entelektüel kesimlerin vs. ittifaklar politikasına katkılarının olabileceğini düşünüyorum. Yani sonuç itibariyle mesele, birbirine sempati duymayan insanların ortak sempati duymadığı bir yapıya karşı birlikteliğinin oluşturulmasıdır.
ÖÖ: Ama bu anti Erdoğan bir ittifak. “Bir vizyonu var mı?” meselesinde, artık orada işler değişiyor.
AB: Şimdi bak, öyle bakınca sonuca varamıyorsun. Biz bu şekilde davranarak 12 Eylül’de darbeyi gördük, biliyor musun? Ben artık, Erdoğan’ın torununun idare ettiği bir ülkede de yaşamak istemiyorum. Artık bir şekilde mesafe almak gerekiyor. Seni de anlamıyor değilim, çoğunda seninle aynı fikirdeyim. Bir de yaşadıklarımı anlatsam sen de diyeceksin “nasıl bunlara katlanıyorsun?” Yani “İttifak deme bana!” diyen bir toplum burası, oralardan buralara gelindi, dolayısıyla bence yaratıcılığımızı, bilgilerimizi bu alana teksif etmek durumundayız. Malzeme bu kadar, buradan yürümeye, geliştirmeye çalışmak gerekiyor, yoksa çıkış yok. 21. yüzyılın ilk çeyreğini ıskalamış enkazda bir Türkiye gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bakın eğitimde geldiğimiz duruma; yastık altı altınlara müracaat edildi. Vaktimiz var mı, ona girebilir miyiz?
ÖM: 1-2 dakikamız var sadece.
Yastık altı altınlar
AB: 1987 yılındaydık, Adnan Kahveci o zaman çok önemli bir siyaseti figürdü, başbakan başdanışmanıydı, ancak Özal’ın başbakan yardımcısı pozisyonundaydı. Kahveci, Türkiye’deki yastık altı altın mevzusunu gündeme getirmişti. Derginin ikinci yılıymış, onunla röportaj yapmıştım. Adnan bey özetle şunu söylüyordu “Türkiye’de iç tasarruflar yetersiz, sermaye birikimi yetersiz, ancak halkın yastık altında çok ciddi bir altın stoğu var. Bu tasarrufları mobilize edersek, bu kaynaklar sanayiye akar, istihdam olur, iş yaratırız.” O zamanlar Kahveci konuyu gündeme soktu, nitekim bazı enstrümanlar, altın sertifikaları, altına dayalı mevduat-tahvil gibi enstrümanlar zamanla devreye girdi. O dönemlerde Türkiye’de altın piyasası da liberalize oldu. Daha önce devlet tekelindeydi altın, aşama aşama liberalizasyon oldu. Adnan bey bir hesapta ortaya koymuştu; o yıllarda ülkeye önemli ölçüde altın kaçak girerdi, altın kaçakçılığı yapılıyordu, döviz ve altın kaçakçılığı yapılıyordu. Kahveci’ye göre yılda 30 ton altın kaçak giriyordu ülkeye, hesaplamıştı o zamanki rayiç bedellerle ve son 30 yılda bunu 900 ton ettiğini söylüyordu, ülkedeki yastık altı altın tasarrufunun miktarını ortaya koyuyordu .
Aslında yastık altı altın meselesi yıllardır konuşulan bir konudur. AKP döneminde pek çok kez, hatta geçen sene de gündeme geldi. Aslında, Nebati’nin söylediği mekanizma var, Türkiye’de çalışıyor; halkın ziynet eşyasının mobilize olması, tasarruf olarak banka sistemine girmesi ve ondan gelir elde etme süreçleri tanımlanmış vaziyette, yeni değil. Şimdi kuyumcuları da eklemişler. Tüm bunlar şunu gösteriyor; dövizde o kadar zor durumdalar ki kur garantili mevduattan, altın garantili mevduata geçişle rezervleri artırabilir miyiz çabası hep bunlar. Acayip acayip polisiye tedbirler, 1500 kuyumcu devreye girecekmiş falan… Altyapı yok soygunları arttırır bunlar… “Zihni sinir projeleri” devam ediyor gene. Bunların hepsi, içinde bulunulan çaresizliği gösteriyor.
Kıbrıs’ta yaşanan Falyalı olayına da girmek istiyordum, ama vaktimiz yok. Ancak bu tür insanların yaptığı yasa dışı ticaretin pek bilinmeyen sonuçlarına değenineyim. Geçen 12 yılda, 2010’dan 2021 sonuna kadar ödemeler dengesi bilançosuna, yani cari açık dediğimiz hesaplara baktığımızda bir husus göze çarpıyor; ödemeler dengesi bilançosunda bir kalem vardır, “Net hata ve noksan”, kaynağı belirsiz giriş ve çıkışları ifade eder. 94.4 milyar dolarlık hareketlilik olmuş kümülatif olarak bu 12 yılda. Bunlar neler bilmiyoruz, açıklayamaz bir pozisyondayız. Ayrıca yurt içinde yaşayan, yerleşikler dediğimiz tüzel ve gerçek kişiler, geçtiğimiz 12 yılda 71 milyar Dolar dışarıya para göndermiş, yurt dışında edinim yapmış, menkul veya gayrimenkul edinmiş ya da sermaye transfer etmiş. Türkiye manzarası çok kötü. İşin içinden çıkış, tek bir vücut üzerinden olmuyor, değişik formülleri bir araya getirerek çıkış yolları hesaplamamız gerekiyor diyeyim. Bitireyim mi?
ÖM: Evet, lütfen. Bir de son bir haber başlığı vereyim, konut maliyetlerinin tavan yaptığı, evlerin tutulamaz boyutlara geldiği, 2022’de de fiyatların en az %60 daha artacağına dair bir haber de vardı T24’de yeni bir analiz. Yani bunları konuşmaya daha devam edeceğiz.
AB: İttifak mevzularına zaten değiniyorduk ama yine zaman ayırabiliriz. Ülkenin bu şekilde tedavi sürecine girdiğini, gireceğini düşünerek buraya enerji sarf etmesi gerekiyor diyelim bitirelim.
ÖM: Bitirelim. Çok teşekkür ederiz Ali bey, görüşmek üzere.
AB: Radyo günümüz kutlu olsun ayrıca.
ÖÖ: Görüşmek üzere.
AB: Hoşça kalın!