Ali Bilge, Ekonomi Politik'te, Türkiye Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati'nin geçtiğimiz günlerde ifade ettiği 'heteredoks ekonomi programı'nın ne olduğunu, uygulanabilirliğini tartışıp sakıncalarını anlatıyor.
(17 Aralık 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Ali Bilge: Günaydın Özdeş, günaydın Feryal, iyi haftalar hepinize, iyi yayınlar. Bugün Ömer bey yok değil mi?
Özdeş Özbay: Evet.
AB: İsterseniz bu hafta seçtiğimiz konular çerçevesinde konuşmaya, değerlendirmeye başlayalım.
ÖÖ: Tabii.
AB: Öncelikle bugün 17 Ocak, Kavala davası var, bunu belirtelim. Avrupa Konseyi’nin, Kavala davasını işaret ederek, iki gün sonra, 19 Ocak’ta dolacak olan Türkiye’ye verdiği bir süre var. Sonrasında Türkiye’nin üyeliğinin askıya alınma durumu söz konusu.
ÖÖ: Yani yaptırım uygulanabilir.
AB: Evet.
ÖÖ: Eğer yarınki duruşmadan Kavala’ya dair, serbest bırakılmasına dair bir karar çıkmazsa 19 Ocak’ta yaptırım kararı çıkabilir.
AB: Evet, çıkmazsa. Gelişmelere Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik durumla ilişkilendirerek bakmakta fayda var. Yaptırımlar uygulanan bir ülke pozisyonundasınız zaten, bu durumun katmerleşmesi hiç hayra alamet değil. Bu iki konu önemli, bunu işaret ederek başlamış olalım.
Son haftalarda ekonomide içinde bulunduğumuz kaotik duruma ilişkin bazı değerlendirmeler yapıldı. Maliye Bakanı Nurettin Nebati, “Heterodoks ekonomi programı uyguluyoruz.” Dedi. Bu açıklama, beni ve kuşağımdaki ekonomi gazeteci ve bürokratlarını çok eski yıllara götürdü. Çünkü, uzun yıllar bu konuları konuştuk. Türkiye 1970’lerde yüksek enflasyonla tanıştıktan sonra enflasyonla mücadele ve ekonomide dengeleme programları üzerine pek çok deneme yapıldı. Kapalı ekonomiyken izlenen politikalar ayrı bir deneyim setidir. Açık ekonomiye geçtiğimiz 1980 ve 1989 sonrası enflasyonla mücadele ve istikrar programları hep tartışıldı, konuşuldu. 1986’da ekonomi yayıncılığına başladım; Türkiye’nin koşullarında “hetorodoks istikrar programları, ortodoks istikrar programları nasıl bir istikrar programı olmalı?”, bu sorular ve yanıtları, iktisadi hayatımızın önemli bir bölümünü oluşturdu. İktisatçıların, gazetecilerin ve akademisyenlerin gündemini işgal eden bir konuydu. 1980’lerdan itibaren ve özellikle 1989’daki sermaye hareketleri serbest bırakıldıktan sonraki yeni hayat biçiminde “Yaşadığımız ekonomik dengesizlikler ve karşılaştığımız krizler üzerine, bu durumdan ülkeyi nasıl kurtarırız?” diye sağdan sola pek çok iktisatçının çalıştığı, yayın yaptığı uzun yıllar geçirdik. Ben dergide sayısız makaleler yayınladım, kapaklar yaptım. Dergide en fazla bu alan üzerine yayın yaptığımızı söyleyebilirim.
Hetorodoks ve ortodoks iktisat programları kavramlarıyla ne zaman tanıştığımı düşündüm, 1980’lerin sonlarına doğruydu. İstanbul’da bir Dünya Bankası toplantısıydı sanıyorum, orada bir konuşmacı vardı. O kişi Michael Bruno isimli bir iktisatçıydı. Bruno, İsrail Merkez Bankası’nda araştırma genel müdürlüğü ve başkanlığı da yapan bir kişiydi. Daha sonra Dünya Bankasının baş ekonomisti ve başkan yardımcısı da oldu. Dünya Bankasında baş ekonomist aynı zamanda başkan yardımcısıdır. O toplantıda Bruno‘nun ülkelerin istikrar programları ve enflasyonla mücadele ve dengeleme programlarına ilişkin bir konuşma yaptığını hatırlıyorum. Heterodoks-ortodoks iktisat programları kavramlarıyla bu toplantıda tanıştık. Daha sonraki yıllarda Türkiye’de bu konuda çok ciddi bir külliyat oldu. 1989’da -hep altını çiziyorum- sermaye hareketleri Türkiye’de serbest bırakıldı. Türkiye kapitalizmi için çok önemli bir gelişmeydi. 1990 yılında T.C. Merkez Bankasının o zamanki ekibi, Türkiye tarihinde ilk defa bir para programı açıkladı. Parasal hedeflerini, o yıla ilişkin beklentilerini, para programı altında bir belgede açıkladı. Merkez Bankasının para programı açıklaması ilkti, o zaman için yenilikti. Liberalizmin çeşitli aşamalarında yeni kavram ve gelişmelerle karşılaşıyorduk, özellikle bağımsız merkez bankacılığı, yeni parasal kavramlar, tanımlar gündemimize giriyordu. Para programı 1990 yılı için parasal parametrelere ilişkin yapılmış yeni bir çalışmaydı. İşte bu programın açıklandığı toplantıda yapılan sunumunda, “gelirler politikasından” söz edildi. Biz bunu anlamakta zorlandık; “Neydi bu gelirler politikası?” İlk defa karşılaştığımız bir kavramdı. Kastedilen vergi gelirleri, devlet gelirleri değildi. Dün, o yıl yayımladığımız dergilere baktım; 1990 yılı içinde hem dönemin Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Ercan Kumcu ile hem de Hazine Müsteşar Yardımcısı Mahfi Eğilmez’le, “gelirler politikası” üzerine görüşmeler, söyleşiler yapmışım.
"Heterodoks iktisat" kavramı, 1980 ve 90'larda dünyada yaşanan ekonomik krizlerle Türkiye'ye de sirayet etti
O yıllarda ülke, küresel sermaye hareketine entegre olmaya başlamıştı. Yeni kavramlarla, tanımlarla, kurumlarla, yaklaşımlarla, yeni tür krizlerle tanışıyorduk. 1980’li, 1990 yıllarda Latin Amerika’da ağırlıklı olmak üzere, Güney Doğu Asya’da, Sovyet bloğunun yıkılmasından sonra Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan krizlerle ortodoks ve heterodoks iktisat politikaları, istikrar programları Türkiye’nin iktisadi hayatına girdi. Hem kamu tarafında hem akademik tarafta ciddi çalışmalar yapıldı, akademik ve popüler iktisat yazınında yer almaya başladı.
Şimdi tüm bunları neden anlatıyorum? Aslında arkamızda ciddi bir birikim var. Dünya’da ve Türkiye’de pek çok deneyim yaşandı, çok sayıda başarısız ve toplumsal maliyeti yüksek olan programlar uygulandı. Az sayıda başarılı olanları oldu. Türkiye olarak, çoğunlukla bu programların kurgulanmasında ve işletilmesinde Uluslararası Para Fonu (IMF)’yla yan yana olduk. Diğer ülkeler de çoğunlukla böyle yaptı. Gelişmekte olan ülkeler krizlere girdikleri zaman genelde gittikleri, başvurdukları yer IMF oldu. Türkiye’de IMF’nin üyesi; taze ve daha ucuz kaynağı da oradan buluyorsunuz. İster ortodoks olsun ister heterodoks olsun istikrar programlarının arkasına bir finansman paketi koymanız gerekiyor. Çünkü çoğunlukla iktisadi dengesizlikler, dış ve iç açıklardan kaynaklanan problemler nedeniyle ortaya çıkıyor. Dolayısıyla genelde ülkeler, cari dünya kapitalist sistemi içinde yer almışlarsa, uluslararası kuruluşlara gidiyorlar, birlikte oturup bir program yapıyorlar.
1970’leri de içerecek şekilde baktığımızda, IMF ülkelere ortodoks programlar dediğimiz, genel kabul görmüş programları önerirdi, bu şekilde standby anlaşmaları olurdu, niyet mektupları verilirdi, istikrar programları uygulanmaya çalışılırdı. O ortodoks programların detaylarına girmek istemiyorum ama maliye politikası, para politikası, dış hesaplara yönelik kısıtlar, hedefler konurdu, özellikle de iç talebin kısılmasına dönük önlemler yer alırdı. Programların kurgusuna göre, ısınan ekonomiyi soğutmak gerekiyordu, iktisadi dengelemenin sağlanması için talebin azaltılması ve büyümenin düşürülmesi gerekiyordu. Açık ve kapalı ekonomide ortodoks programlar bu şekilde dizayn ediliyordu.
ÖÖ: Kemer sıkma politikaları dediğimiz programlar.
AB: Evet, kemer sıkma programları denilen programlar. Dar gelirliler ve yoksullarla bu programların ilişkisine birazdan değineceğim. Hetorodoks ve ortodoks programlar geliştiriliyordu, ancak genelde ülkelerin yaşadıkları ekonomik dengesizliklerin çoğu, geçerli olan finansal kapitalizmin doğası gereği oluşan dengesizliklerdi. Gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin yaşadıkları krizler, dünya finansal sisteminin örgüsünden, özgünlüğünden kaynaklanan sistemik sonuçlardı. Ülkeler önerilen iktisat programlarını doğru veya yanlış uygulasalar da maliyeleri farklı olsa da kaçınılmaz sonlarla, krizlerle karşılaşıyorlardı.
Sadece maliyetler değişiyordu, özellikle dış açık problemi, döviz problemi olan ve tasarrufları da düşük ülkelerde uygulanan iktisat politikaları hükümetlerin yönetim becerisine göre değişiyordu ama eninde sonunda büyük ya da küçük krizle sonuçlanıyordu. Krizle sonuçlanan durumlarda, çıkış için istikrar programı ortaya konduğunda da mesele, heterodoks olsun ortodoks olsun, toplumsal grupların programın maliyetini nasıl üstlenileceğidir. İstikrar programının maliyetini kimler, nasıl üstlenecek? Cevaplanması gereken soru budur… Ücretliler, işçiler, köylüler, toplumun yoksulları, dar gelirlileri mi programın maliyetini üstlenecek? Kimler üstlenecek; zenginler mi yoksullar mı? Mesele, maliyetin eşit ve adil bir şekilde bölüştürüp bölüştürülmeyeceğidir.
Heteredoks ya da ortodoks, "asıl mesele maliyetin nasıl bölüştürüleceği meselesidir"
Hayatım da bu soruların yanıtlarıyla, kavgasıyla ve tartışmalarıyla geçti. Biraz önce söz ettiğim Michael Bruno sonrası bizde de arayışlar başladı. İsrail deneyimini yakından incelemeye başladık. Michael Bruno’dan sonra (kendisi erken vefat etti), hatırlıyorum dönemin İsrail Maliye Bakanlığı müsteşarı İstanbul’da kapalı bir toplantıya çağırıldı. İsrail’de bu istikrar programını uygulayan ekibin önemli bir ismiydi. Emanuel Sharon’la Michael Bruno bir ikiliydi; Sharon deneyimlerini Türkiye’de kapalı bir gruba aktardı ama toplantının notlarını bulamadım maalesef, üzerinden bayağı yıllar geçmiş.
Sonuçta enflasyonla mücadele ve istikrar programları gündemimizin başat konusu oldu. İstikrar programları hetorodoks ve ortodoks yönleri ile uygulanır ama asıl mesele maliyetinin nasıl bölüştürüleceği meselesidir.Genelde ağır basan, zengin sınıfların, iktidarları maliyeti yoksullara, dar gelirlilere yüklemesidir. Çoğunlukla böyle sonuçlanmıştır.
Aslında ortodoks programlar ağır programlardır; yoksullar için maliyeti düşünmeyen programlardır, çoğunlukla da demokratik olmayan toplumlarda uygulanır. Şili örneğini hatırlayalım; askeri rejimin diktatörü Pinochet ve neo liberalizmin, aşırı serbestinin ideoloğu Milton Freedman ve ekibinin yıllar süren ağır ortodoks programı IMF ile birlikte Şili’de uygulandı. Demokrasi yok edilmişti. Program, işçi sınıfının ve tüm emekçilerin taleplerinin göz ardı edilmesi, baskılanması, zulmedilmesi, siyasal ve iktisadi planda baskı altına alınması ile uygulandı. Genelde ortodoks programlar, ağır programlardır, demokrasinin kıt olduğu, demokrasinin olmadığı darbe rejimlerinde ağırlıklı uygulanan programlar olarak karışımıza çıkıyor.
İsrail deneyiminde farklıydı. Bu nedenle heterodoks program denenmişti. Heterodoks programlar da ortodoks programları içeriyordu, ancak ilaveten enflasyon beklentilerini de kırmak için gelirler politikası devreye sokuluyordu. Burada gelirlerden kasıt vergi gelirleri değildi. 1990 para programının sunumunda, Merkez Bankası’nın hükümete yaptığı öneride söyledikleri buydu. Sonrasında gelirler politikası kavramı üzerine tartışmalar başladı. Benim de dergide yaptığım söyleşilerde “gelirler politikasının” ne menem bir şey olduğunu anlamaya/anlatmaya çalışıyorduk. Gelirler politikası ile istikrar programına ilaveten fiyatların, ücretlerin, faiz ve kiraların dondurulması öneriliyordu. Enflasyonu bu şekilde yenme, ekonomide dengeleme ve ekonominin yeniden büyüme rotasına geçmesi planlanıyordu. İşte İsrail deneyiminde karşımıza çıkan buydu; gelirler politikasını istikrar programına eklediğiniz zaman heterodoks programlara ulaşıyordunuz. İsrail deneyimi buydu.
Şimdi, bakan Nebati’nin bunların hiçbirinden haberi yok. En ufak bir şekilde böyle bir kültürden haberi yok. Türkiye’de, dünyada 50 senedir bunlar konuşulur. Çok farklı örnekleri bulunuyor, yaşandı. “Heterodoks program uyguluyoruz.” diyen Nebati’nin bunlardan hiçbir şekilde haberi yok.Haberi olsa şunu bilir; heterodoks programlar belli ölçüde demokrasi kalitesine sahip demokratik ülkelerde uygulanma şansı olan programlardır. Yani istikrar programında heterodoksi devreye girmişse, yani gelirler politikası devreye girmişse bunun uzlaşmaya dayanması, lazım uzlaşarak sen bunları dondurabilirsin. Dolayısıyla toplumsal kesimler arasında uzlaşma yapılabilmesi de demokrasi ister. Toplumsal kesimlerin bir araya getirilmesi için asgari demokrasi gerekir.
"Heterodoksi toplumsal mutabakat sağlanmasını içermektedir"
Nitekim o dönemde, yayınladığım İktisat İşletme Finans dergilerinde -kapaklara da yansımış – “Nasıl bir istikrar programı?” ve “Toplumsal uzlaşma” “Siyasal uzlaşma” üzerine çok fazla söyleşiler/görüşmeler yapmışız. İyi hatırlıyorum, TUSİAD’dan işçi sendikalarına, esnaf örgütlerine kadar... Şemsi Denizer’le görüştüğümü hatırlıyorum; Denizer, Türk-İş’in Genel Sekreterliğini de yaptı, 1989-90’daki işçi hareketlerinin lideridir. 15-16 Haziran’dan sonraki en büyük işçi eylemlerinis yaşamıştık o dönemde. Haklarını alabilmek ve ücretlerini yükseltmek için Zonguldak’tan Ankara’ya 100 bin insan yürümüştü. Heterodoksi toplumsal mutabakat sağlanmasını içermektedir. Sınıflar arası uzlaşma, ekonomik anayasa kavramları filan bu dönemlerde ortaya çıktı. “İktisadi sorunlar hepimize dokunuyor. Özellikle enflasyondan sermaye de işçiler de rahatsız. Neden bu sorunun üstesinden gelemiyoruz?” “Bir mutabakat arayışı içerisinde olalım, gelirler politikası nasıl işletilmeli?” gibi soruların yanıtlarını arıyorduk.
Şimdi bütün bunları, Maliye Bakanı Nebati’nin “Heterodoks program uyguluyoruz.” demesi üzerine anlatıyorum. Arkada bir tarih var. Mahfi Eğilmez de Nebati’nin açıklamaları üzerinde durdu, yanıt verdi. Çünkü o kuşak, bürokratlar, gazeteciler, akademisyenler bu süreçlerin canlı tanıklarıyız. Literatürle, yaşanan pratiklerle hiç ilgisi olmayan sözlerdir Nebati’nin söyledikleri. Bu külliyattan ve kavramdan kendisinin haberi yok... Kulaktan dolma konuşuyor…
ÖÖ: Peki hiç somut bir açıklamada bulundu mu? Yani ne demek onun gözünden heterodoks? Mesela diyelim ki sizin bahsettiğiniz gibi bir demokratik süreç yok ama her ekonomi politikasının bir ana kazananı vardır, işte egemen sınıf içerisinde bile olsa. Belki egemen sınıfın… Mesela ihracata dayalı diyor ama işte “Finans sektörünü de kolluyoruz” vs. diye bir şey demesi lazım öyle değil mi yani? Böyle bir politika yapıyoruz. İlk zaten göreve başladığı gün yeni ekonomi politikasının ayrıntılarını açıklayacağı söylenmişti. Daha sonra, ben görebildim, 1-2 sayfalık bir açıklama yaptı. Daha sonra devam etti mi? Yani tam olarak biz nasıl bir ekonomi politikası içerisindeyiz, ayrıntılı bir açıklama yaptı mı Bakan Nebati? Hatırlayamıyorum. Bu heterodoks ekonomi politikaları konusunda böyle somut bir şey söyledi mi?
AB: Söylese zaten bu kadar çene patlatmam yani! “Örneklerinde görüldüğü gibi Türkiye IMF’siz heterodoks bir politika izliyor; fiyatları, ücretleri dondurdu, toplumsal kesimleri de bir araya getirdi, programın bütünü içine gelirler politikasını uzlaşma ile yerleştirdi” deriz, ama ortada yazılı bir doküman, çerçeve yok. 2001 yılında devreye giren ekonomik ve sosyal konsey bir anlamda bu tür işler için kuruldu. Heterodoks programlar uygulamak durumunda kaldığımızda taraflar konseyde bir araya gelsin, toplumsal kesimler, sermaye, işçi sendikaları, hükümet konuşsun diye... Sonuçta günümüz kapitalizmde yoksulların haklarının mücadelesini iktisat politikasındaki araçları kullanarak yapabilirsiniz. Tercihlerinize bağlı olarak bazı kararlar alarak zenginden fakire aktarımlar yapabilirsiniz, bölüşüm ve gelir dağılımı ile ilgili kararları ağırlıklı maliye politikası araçları olmak üzere para politikası araçlarıyla yapabilirsiniz. Ancak bizde uygulanan istikrar programlarında bunlar hiçbir şekilde olmadı. Zenginlerin, sermayenin dediği oldu. Özellikle son 2001 programında, krizin maliyeti yoksullara ödetildi. Benim kavgalarımın büyük bir bölümü de bundan kaynaklandı zaten.
Ancak hükümetin aralık ayından bu yana izlediği, söyledikleri, “Rekabetçi kur modeli, Çin modeli, yeni ekonomik program, kur garantili mevduat”, tüm bunlar bir mantık silsilesi, bir tutarlılık seti içinde söylenen, yapılan işler değil, birbirini reddediyorlar. Hangi iktisadi okul içinde bulunursanız bulunun, ister liberal okul içinde, ister Marksist okul içinde, nerede olursanız olun, iktidarın söylediklerinin tutarlılığı yok. Adam bir program ortaya koyar, soldan gelen iktisatçılar olarak “Bu sermayenin programıdır; işçi sınıfını, yoksulları, emekçileri mahvedecek programdır.” deriz ve nedenlerini ortaya koyarız. Sermaye sözcüleri de tavrını ortaya koyar. Siyasal iktidarın yapısına göre ortaya koyduğu program değerlendirilir.
"Bakan Nebati'nin açıklamalarının ne heterodoks ne de ortodoks istikrar programı kavramlarıyla ilgisi bulunuyor"
Kavramlar ve politikalar düzeyinde çorba bir durumla karşılaşıyoruz. Temel görüşlere/kavramlara aykırı durumlar, suyun 100 derecede kaynaması neyse öyle bir şey; “Su 100 derecede kaynamaz, 200 derecede kaynar” gibi bir yaklaşım sergilenirse olmaz. Geçmişte yayınlarımızda açıklanan iktisadi programları değerlendirir, eleştirir sonuçlar çıkarırdık, “Program enflasyonu yenmede başarılı olur ama yoksulların belini büker” derdik. Örneğin 2001 programı öyle bir programdı. Ya da “Sınıflar karşısında adil olmuş, ücretlileri kolluyor.” derdik. Hiç rastlamadım ama! Nebati ve öncesinde böyle bir şeyden söz etmek gerçekten mümkün değil. Ekonomi bir ve ikinci sınıf talebesi, ortalama bir öğrencinin bu söylenenlerden daha doğru dürüst şeyler söylemesi mümkün. Nebati’ye göre ekonomi, kur dengeye bu şekilde kavuştu. Enflasyon ocakta pik yapacak, ondan sonra tek haneye düşecekmiş, arkadaşlarımız…
ÖÖ: Bu şekilde, 2023’te enflasyondan bahsediyordu, Bakan Nebati’nin “Enflasyon ocak ayında pik yapacak, 2023 seçimi öncesinde tek haneye geri inecek.” şeklinde öngörüsü var.
AB: Şimdi sevgili dostumuz, gazeteci arkadaşım Alaattin Aktaş, Dünya gazetesinde yazdı, enflasyon dahil pek çok rakamsal süreçleri analiz eden bir arkadaşımızdır. Ocak hariç, 11 ay sıfır çıksa bile bu rakamlara ulaşılamayacağını ortaya koydu kendisi.
ÖÖ: Güzelmiş, bunu hiç görmemiştim!
AB: Bunları Alaattin geçen gün ekranda söyledi, izledim. Aynı zamanda Dünya gazetesinde, kendi köşesinde yazdı. İpe sapa gelmez bir durumla karşı karşıyayız. IMF’lere falan gidiş neden oluyor biliyor musun? Krizlere girmeden önce bir program hazırlama becerisini gösteremeyince IMF’ye gidiyorsun, “Biz yapamadık, sen yap abi benim adıma!” diyorsun. Üstelik bugün IMF’yle de temaslarını kesmiş bir iktidar söz konusu. İktisat bilimiyle, politik iktisatla da önemli ölçüde ilişkilerini kesmiş durumdalar!
Bakın MÜSİAD diyor ki “Politika faizini düşürdünüz ama bizim kullandığımız kredi faizleri yükseldi!”. Böyle bir şey olur mu? Bir ekonomide politika faizini düşürüyorsun ancak hazine faizi dahil diğer bütün faizler yükseliyor ve senin gözetmek istediğin kesimler bundan zarar görüyorsa, o zaman çıkış yolu formülünün yanlış olduğu ortaya çıkmıyor mu? Şu anda kelimenin anlamıyla “saldım çayıra mevlam kayıra” şeklinde bir anlayış hakim, ya tutarsa şeklinde bir anlayış hakim, bu nedenle her an geri dönüşler olabilir beklentisi hakim. Bürokrasi, ekonomi bürokrasisi çok zedelendi, zedelenmenin ötesinde kayboldu. AKP’den ayrılan, Deva ve Gelecek partilerinde bulunan AKP’nin iktisat politikaları içinde yer alan arkadaşlar var. Bu arkadaşlar birinci ve ikinci dönem AKP ekonomi heyetini oluşturan arkadaşlardı. Bu arkadaşlar yapılan uygulamaların çok anlamsız olduğunu her gün ortaya koyuyorlar.
Dolayısıyla Nebati beyin söylediklerinin ne heterodoks ne de ortodoks istikrar programı kavramlarıyla ilgisi bulunuyor. Tarihsel bir perspektif içinde Latin Amerika, Asya, Türkiye, Rusya, Doğu Avrupa deneyimlerinden edinilmiş bir içerik oluşturmuyor. Karşımıza çıka çıka kur garantili bir mevduat çıkıyor, o da işte faizi yükseltmemek amacıyla yapılan bir operasyon. Bundan medet umuluyor.
Türkiye dış etkilere de çok açık bir ülke. Dışa açık olması sebebiyle Amerika’daki faizlerin yükselmesi, omikron dalgası nedeniyle gelebilecek kısıtlamalar çerçevesinde dünyada yaşanacak daralma, ekonomiyi daha da perişan edebilir. Çin’in bu yıl ekonomik büyümesi sorunlu görülüyor. Çin gibi dev ülkeler, bizim gibi ülkelerin ticaretinde yer eden önemli ülkeler, fiyatlandırma mekanizmalarını etkileyen ülkeler. Dolayısıyla dünya hali kötü. Böyle ortamlarda, hiç parlak olmayan süreçlerde ehil olmayan insanlarla devam etmek yeni facialara yol açabilir.
Kur bir yıl içinde 7 liradan 13 liraya çıkmış. Yapılan yanlışlarla yükselen kurun 18 liradan 13’e düşmesini zafer zanneden bir iktidarla karşı karşıyayız. Günlük hayatımızda hepimiz görüyoruz, tüm fiyatlar tırmanış içinde, enflasyon şaha kalkmış bir vaziyette. Enflasyonda çok yüksek rakamlara şahit olacağız ve bunu önleyebilecek bir politika seti de ortaya konmuş değil.
"Dönüşümün olması ciddi bir muhalefeti gerektirmektedir"
Nitekim siyasal sertleşmenin de, iktidarın siyasi katılaşmasının yükselerek devam ettiğini görüyoruz. Ekonomik hoşnutsuzluklar yükseliyor, meydanlarda değil ama zihinlerde muazzam bir tepki var. Henüz tepki sokaklarda değil ama zihinlerdeki tepkinin sokaklardaki tepkiye dönüşmesi bir an meselesidir. Böyle bir dönüşümün olması ciddi bir muhalefeti gerektirmektedir, bunu öngörecek, düzenleyecek bir muhalefeti gerektirir.
Her şeyin, ekonomik ve siyasal hoşnutsuzluğun tırmanış içinde olduğu, ancak önemli ölçüde insanların umudunu da yitirdiği bir ülkede yaşıyoruz, böyle devam etmesi pek mümkün değil. Artık umudu tırmanış içerisine sokmak gerekiyor, bunun da toplumsal ve siyasal ittifaklarla yapılması gerekiyor.
Ezcümle, Bakan Nebati ve iktidarın ekonomiyle ilgili söylediklerinin karşılığını bulabildiğimiz, gerçekten tartışmaya değer bir yazın yok. Nitekim böyle bir şey olsaydı, hükümet daha önce açıkladığı orta vadeli ekonomik programlarda bunları açıklardı; “Kararlarımızın arkasında, şöyle bir doküman arkasında şöyle bir düşünce yatmaktadır, şunları yapacağız. İlk altı ayda bunlar olacak, birinci yılda bu olacak, kaynak paketimiz budur, program süresince iktisadi kurumlar şu pozisyonda olacaktır.” gibi… Böyle bir şey koyardı. Bunların hiçbiri yok…
ÖÖ: Bakan Nebati, biliyorsunuz ağzıyla değil daha çok gözleriyle konuşan bir bakan! TRT’ye çıktığında, rakam sorduklarında öyle cevap vermişti, “Gözlerime bakın ne görüyorsunuz?” diye!
AB: O bile, tek başına içinde bulunduğumuz aciz durumu ortaya koymaktadır. Ne kadar gayri ciddi bir durumda olduğumuzu ortaya koymaktadır. Bakanın ve etrafının ne kadar boş olduğunu anlıyoruz. Aslında biz yalanla yaşıyoruz! Heterodoks programlarda merkez bankası bağımsızlığı çok önemlidir. Zaten bağımsızlık kavramı hetorodoks programlar gelişirken söz konusu oldu. Çünkü merkez bankası bağımsız olursa, siyasal otoritenin güdümünde olmadan program uygularsa enflasyonun düşme olasılığı daha yüksektir. Nitekim Yeni Zelanda’da merkez bankası başkanı ve ekibi enflasyonu düşüremezse görevden ayrılma şartı getirilmişti. Başarısız olursa görevden alınıyordu merkez bankası başkanları. Enflasyonu düşürme işi adeta ihale ediliyordu. Bazı heterodoks programlar bunları da kapsıyordu. Şimdi bugün TCMB, iktidarın kasası konumunda.
Kurun 13’lerde, 13,5’larda olmasının nedenini hepimiz biliyoruz; bütün arkadaşlar yazıyor, gözlemliyoruz, kamu bankaları ve Merkez Bankası tarafından yıllardır uygulanan, kurallara uygun olmayan arka oda müdahaleleri oluyor, olmayan dövizi satıyorsunuz. Eksi döviz rezervlerindesiniz zaten, rezervi arttıran bir kaynak girişi olmuyor. Nitekim Çin hariç gelişmekte olan ülkelere yabancı kaynak girişleri durmuş durumda. Döviz kurunu belirleyecek en önemli husus döviz talebidir. Dövizin kıt olduğu ve talebin de olduğu bir ülkede kanamayı bu şekilde durduramazsınız. Allem edip kellem edip döviz tevdiat hesaplarını bozdurarak rezerv yükseltmeye çalışan, muhasebe teknikleri ile döviz rezervi artırmaya çalışılan bir ülke pozisyonundayız.
ÖÖ: Evet, süremizin de sonuna geldik Ali bey.
AB: Başka konularımız vardı ama değinemedik.
ÖÖ: Evet, zaman yetmedi.
AB: Evet, peki size iyi yayınlar diliyorum, hoşça kalın!
ÖÖ: Çok teşekkür ederiz, haftaya görüşmek üzere.
AB: Görüşmek üzere.