"İşkence de dahil olmak üzere, suç devlet için işlenince meşru oluyor"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge, Ekonomi-Politik'te Kürt sorununa ve organize suçlara dair hazırlanmış uluslararası raporlar üzerinden gündemi yorumluyor. 

(8 Kasım 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

 

Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş, merhaba Robi, herkese iyi haftalar ve iyi yayınlar!

ÖM: Teşekkür ederiz. Nedir haftanın genel rengi?

AB: Haftalardır devam eden kara görünüm daha da koyulaşıyor. Birkaç konuya değinmek istiyorum; geçen hafta muhalefetteki iki parti liderinin, Kılıçdaroğlu’nun ve Akşener’in özellikle Kürt mevzularına ilişkin açıklamaları dikkat çekti. Akşener, “HDP PKK ile arasına mesafe koymalıdır, Kürdistan söylemi terör örgütünün söylemidir” dedi. Siirt’te bir vatandaşla olan diyalog sonrasında söylendi bu sözler. Kılıçdaroğlu da Yozgat’ta “altı okumuzdan biri milliyetçiliktir. Süleyman Şah türbesini eski yerine götüreceğim. Kandil denen yuvayı da yerle yeksan etmezsem bana Kılıçdaroğlu demesinler, bu mücadele yürek işidir” dedi. Kürt meselesi üzerinden muhalefette sanki bir yarış başladı. Erdoğan’ın AKP iktidarının gidici olduğu izlenimine kapılan muhalefet, AKP’den çözülen ve çözülmeye aday seçmeni Kürt sorunu ve HDP karşıtlığı üzerinden yakalama gayretine giriyor. AKP’den çözülen seçmeni paylaşma gayreti içinde girmiş oldular, çözülmeden pay almak istiyorlar. Muhafazakar ve Kürt hassasiyeti olan bu kesime Erdoğan ve Bahçeli gibi yaklaşmak kendi mantıklarına göre bayağı karlı bir iş. Kürt sorununa Türk milliyetçiliği üzerinden, aynı zamanda askeri çözümü başa koyarak yaklaşmanın nelere yol çatığını görmezden gelen bu politikanın, sorunun muhataplarıyla konuşmadan, meclisi ortaya koymadan, askeri çözümlerle yaklaşmanın sorunu daha da katmerleşmesine yol açtığını yüzyıllık pratikten biliyoruz. Üstelik Akşener ve Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamaları, HDP davasının Anayasa Mahkemesi’nde sonuçlanmasına az bir zaman kala yapmaları dikkat çekiyor. Adeta HDP’nin kapatılmasından iki parti de iktidardan daha fazla medet umar pozisyonda. 

Uzun yıllardır devam eden, çözüm sürecinin bitiminden beri devam eden, MHP-AKP iktidarının “PKK sorunu eşittir Kürt sorunu, PKK sorunu eşittir HDP, PKK ile mesafe koyun” şeklindeki yaklaşımı, HDP’yi dışarıda bırakan, ötekileştiren yaklaşım muhalefet partilerince de benimsenmiş oluyor. Aslında CHP ve İYİ Parti’nin “mesafe koyun” yaklaşımına söylenecek bir söz var: onlar da Türk ırkçılığı, Türk milliyetçiliği, faşizmle aralarına mesafe koysunlar ki herkes mesafe koyduğunda oturup bir masada konuşabilsin.

Şayet, HDP’yi, MHP-AKP çizgisinde değerlendiren bir muhalefet bloğu olacaksa, kuvvetli bir demokrasi mücadelesine de gerek yok, otoriter rejimi şikayet etmelerine de gerek yok. Bu iki parti de iktidar olmayı hedefliyorlarsa, otoriter rejimle aralarına mesafe koymayı istiyorlarsa, HDP’ye bakışlarını düzetmek durumundalar. “HDP’yi PKK bağlamında görüyoruz” diyen Meral Akşener, 2019 yerel seçimleri sonrasında ne söylemişti? Seçim başarısı sonrasında CHP’ye de teşekkür etti, HDP seçmenine de teşekkür etti. Bu sözleri unutmayalım, kayıtlarda olması lazım. Dolayısıyla, otoriter rejimden bir çıkış yolunu Türkiye yazacaksa, çıkış yolu denklemi yazılacaksa, ittifak denkleminde HDP olmadan başarı imkanı gözükmüyor. Böyle olduğunu kendileri de çok iyi biliyorlar.

Türkiye ekonomisi, Kürt sorununa askeri müdahaleleriyle son 40 yılda 3 trilyon Dolar kaybetti

Bakın çok önemli bir rapor yayınlandı, üç haftadır değinmek istiyordum ama bir türlü fırsat bulamadım. Bu rapor, 1984’ten beri devam eden Kürt sorununda çözümsüzlüğün mali bedelini, iktisadi kayıpları ortaya koyuyor. Londra’da bulunan Demokratik İlerleme Enstitüsünden araştırmacı-yazar İzzet Akyol tarafından yazılan bir rapor. Kürt sorununda askeri çözümün bedeline ilişkin Türkiye iktisat yazınında çok az, sınırlı araştırmalar vardır. Demokratik İlerleme Enstitüsü’nün “düşük yoğunluklu savaşın ekonomik maliyeti” başlığını taşıyan rapora göre, güvenlikçi politikaların ve savaşın tercih edilmesiyle Türkiye ekonomisinin son 40 yılda 3 trilyon Dolar kaybettiği hesaplanmış. Kürt sorununu, Türkiye devletinin şiddet ve terör sorunu olarak görmesinin sonucunda maliyeti bu şekilde hesaplanmış. Rapor, devletin meseleyi şiddet ve terör sorunu olarak görmesinin PKK’yı da beslediğini ifade ediyor. “PKK ile mücadelenin askeri yöntemlerle kazanılabileceği varsayımı hem Kürtler arasında PKK’nın sempatisini arttırıyor hem de desteğin arttmasına yol açıyor” diyor. Üç trilyon Dolarlık kaybın teknik olarak nasıl hesapladığını da açıklıyorlar. Türkiye’nin milli gelirleri, enflasyondan arındırılmış bir şekilde, satın alma gücü paritesi ile reel efektif kurla hesaplanmış, bunlar biraz teknik hususlar fazla girmeyeyim. 40 yılın faturası üç trilyon Dolar! Raporun detayları şeyde var, yansıdı, VOA yayınlandı. Mecliste konuşarak çözebilseydik kayıplar Türkiye ekonomisine aktarılmış olacaktı. 

Geçen haftalarda değinmiştim, Kürt sorununun 100. yılındayız. 1921 yılında Koçgiri ayaklanması olmuştu. İlk ayaklanma olarak bilinen ayaklanmadan bu yana, 100 yılda harcanan kaynaklar da başlı başına inanılmaz rakamlar olsa gerek. Mete Tuncay hocanın “Tek Parti İktidarı” kitabı 1981 yılında yayınlanmıştı. Kitaptaki dipnotlarda İngiliz kaynaklarına dayandırılarak genç cumhuriyetin Kürt meselesine harcadığı mali ve insani kayıplar veriliyordu. Şimdi hatırlamıyorum tam rakamları ama çok yüksekti. İngiliz kaynaklarının abartılı yaklaştığını kabul etsek bile, %50’si bile inanılmaz rakamlara tekabül ediyordu.

HDP'nin kapatılma davasındaki iddianame

Dolayısıyla, 100 yıl boyunca inanılmaz iktisadi ve insani kayıplara yol açan, milyonlarca insanı etkileyen, maddi ve manevi kayıplara yol açan kanlı sorunda ana muhalefetin ve ittifakın sorunu çözme projesi geliştirememesi, AKP-MHP çizgisini devam ettiren yaklaşımı sergilemesi gelecek açısından da büyük endişe veriyor. Kürt sorununu çözmeden Türkiye’nin 21. yüzyılı çıkaramayacağını anlamıyorlar. 

HDP yargılamaları devam ediyor, savunmalara geçildi. Orada da evlere şenlik bir durum var. AKP iktidarının başlattığı ve 2015’te sona eren Kürt sorununa çözüm süreci iddianamede yer alıyor. Devletin kanun çıkararak başlattığı savaşa, şiddete karşı geliştirdiği çözüm süreci, iddianamede partinin kapatılmasına gerekçe gösteriliyor. 

ÖM: Ali bey bir şey soracağım; bu çözüm sürecinin gerekçe gösterilmesi ne şekilde oluyor? Yani bir terör faaliyeti mi oluyor, sayılıyor? Terör örgütüne ortaklık etmek filan gibi bir şey mi sayılıyor, nedir?

AB: O dönemde görüşmeler yapılıyor ya, o dönemde İmralı ile, Kandil ile ve Norveç’in arabuluculuğu ile de Oslo’da görüşmeler yapılmıştı. İddianameye karşı HDP sözcüsünün savunmasında “bu görüşmelerde devlet yetkilileri üst düzeyde vardı, MİT başkanı vardı” deniyor. İddianamede devletin gözetiminde yapılan görüşmeler, terör örgütüyle görüşmeler olarak HDP’ye yazılıyor. Görüşmeler HDP’yle, Öcalan’la, devlet yetkilileri ve Kandil görüşmeleri suç unsuru olarak nitelendiriliyor Üstelik bu sürecin dayanağı olarak kanun çıkarılmıştı biliyorsunuz. 

ÖM: Evet.

AB: Devletin görevlilerinin yer aldığı Dolmabahçe mutabakatını hatırlayın kimler vardı orada? AKP temsilcileri, başbakan yardımcıları, MİT, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı yetkilileri. Müsteşarlık kuruldu bu iş için hatırlayın. Çok konuştuk o devirde. Sonra bu Kamu Güvenliği Müsteşarlığı lağvedildi. O süreçte devlet yetkileri ile birlikte yapılan görüşmelerin tutanakları yayınlandı. Bunun kapatılmaya gerekçe gösterilmesi kadar absürt bir durum olamaz herhalde? 

Şunu belirmekte fayda var; CHP’nin bahse konu olan çözüm sürecine yaklaşımı o dönemde de bugünden farklı değildi. Meselesinin konuşarak çözülmesini terör örgütüyle masaya oturmak olarak gündeme getirdi. Bugün de Kürt probleminde -Suriye politikasında da- bir netlik olmadığı anlaşılıyor. Son tezkereye “hayır” verilmesinin ötesinde, Türkiye’nin Suriye’deki pozisyonunu, ki kimilerine göre işgalci, kimilerine göre bölgeyi sınırına katmış pozisyonunu, sürdürecek mi İyi Parti ve CHP? Ya da sınırlarımız dışında cereyan eden duruma katılmamız yanlış diyerek BM tarafından Suriye’nin belirlenen çizgisine mi çekilecek? Bu konularda da bir netlik göremiyoruz. Geçen hafta iki muhalefet liderinin açıklamalarıyla Kürt sorununa AKP ve MHP’den çok farklı bakmadıklarını anlıyoruz. Türk milliyetçiliği üzerinde yaklaşım ve militer yaklaşım, güvenlikçi yaklaşım aslında iktidar çizgisinden farklı değil; “biz daha iyi yaparız” demek istiyorlar. 

ÖM: Evet, bugünkü şeyde de, yani bugünkü toplanacak olan kabine toplantısında da bu sınır ötesi operasyon da önemli bir başlık olarak çıkacak herhalde? Yani “konuyla ilgili olarak Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın bir sunum yapması ve bu sunumun da terörle mücadeleye ilişkin olması bekleniyor” diye yazmış internet gazeteleri, mecraları.

ABD'nin düzenleyeceği demokrasi zirvesinde Türkiye'nin olmadığı iddiası

AB:Türkiye 100 yıl boyunca iki alanda inanılmaz kaynak ve enerji harcadı; biri laiklik mevzusu, diğeri de Kürt sorunu. Türkiye’nin otoriter rejimi bir çıkmaz içinde boğuşuyor. Çıkmazları çözemeyen boşa geçen zirveler oluyor “Roma’da Biden ile birbirimize göz kırptık”, “Glasgow’a korumalarımızı almadılar, katılmıyoruz” vb. şeyler, bunlar boşuna değil, rejim çıkmaz içinde.

ABD bir demokrasi kongresi düzenliyor, demokrasi zirvesine katılacak ülkelerin hangi ülkeler olacağı resmi olarak açıklanmadı ama liste basına yansıdı

Yayınlanan listeye göre demokrasi kongresine NATO ülkesi olan iki ülke, Türkiye ve Macaristan, İran, Rusya, Çin, Afganistan gibi ülkeler, demokrasi dışı rejimler yok, Angola ve Gana var. Zirvede konuşulacak konuların başında internet özgürlüğü geliyor. Neden çağrılmıyor? Demokrasisi olmayan, kıt ya da zayıflamış ülkeler çağrılmıyor. İnternet faaliyetlerinde Türkiye ağır kontroller yaşanan bir ülke. Demokratik hak ve özgürlükler aşırı sınırlanmış, kuvvetler birliği yaşanan bir ülke olması nedeniyle çağrılmıyor. Resmiyet kazanmadı ama sızan bilgiler bu doğrultuda. Ülkenizde bir demokrasi sorunu varsa, bu demokrasi sorunu etnik sorunla iç içe geçmiş bir sorun halinde 100 yıldır devam ediyorsa, sadece son 40 yılda bu soruna üç trilyon Dolar kaynak ayırmışsanız, milyonlarca insanın etkilendiği göç hareketlerine yol açmışsanız, sorunu çözmek için hep birlikte egemen milliyetçiliği öne çıkaran bir yaklaşım sergiliyorsanız, çözüme militarist bir gözle bakıyorsanız, büyük bir problematiğin içinde de yer alıyorsunuz demektir. Dolayısıyla zirvelere çağrılmıyorsunuz, yalnız kalıyorsunuz. Türkiye son 10 yılda, özellikle büyük güçleri birbirine düşürerek, kullanarak ayakta kalma politikası izledi. Bu politika geleneksel Türkiye diplomasisini de bitirdi. Yalnızlığa itilmiş durumda bir ülke oldunuz. İslam dünyası ile, hem batı hem doğu dünyası ile ciddi problemler yaşanıyor. Çin’deki Uygur Türkleri meselesinde de izlenen politikanın iflası ortada… 

Peki Türkiye nerede öne çıkıyor? Küresel suç raporlarında öne çıkıyor, çok başarılı bir ülkeyiz! Merkezi Cenevre’de bulunan bir kuruluş olan Uluslararası Organize Suçlar Küresel Girişim Merkezi tarafından yeni bir rapor yayınladı. Rapora AB’nin, Interpol’ün katkıları var, ABD’nin katkıları var. Türkiye 193 ülke arasında organize suç oranlarının en yüksek olduğu 12. ülke olarak yer alıyor. Listede Venezuela 18., Brezilya 22., Rusya 32. Sırada. Raporda “suç pazarı” olarak tanımlanabilecek suç gruplarının faaliyet alanlarına yönelik tespitler de mevcut. Türkiye’nin organize suç örgütlerinin faaliyet alanları sıralanmış; petrol, doğalgaz, nükleer enerji gibi yenilenemeyen kaynaklara yönelik suçlarda ilk sırayı alıyor

ÖM: Bir daha söyler misiniz bunu lütfen?

Türkiye organize suç raporuna göre 12. sırada

AB: İşte bu rapora göre suç pazarları gruplandırılmış; suç grupları var, faaliyet alanlarına göre suçlar. Bu suçlarda ülkelerin sıralamaları var. Genel sıralamada Türkiye 13. sırada ama sektörel sıralama diyelim, petrol, doğalgaz, nükleer enerji gibi kaynaklara yönelik suçlarda ilk sırada yer alıyor. İnsan kaçakçılığında ikinci sırada yer alıyor, silah kaçakçılığı, eroin, dördüncü sırada yer alıyor. Raporda devletle bağlantılı suç grupları kategorisi de bulunuyor. Yani organize suçlarda yer alan aktörler incelenmiş. Türkiye, bu incelemeye yine 12. sıradan girmiş durumda. Ülkemizde işlenen organize suçların, işleyenlere göre yoğunluk dağılımı ve puanları da raporda belirtilmiş. Rapor suç aktörlerinin ve grupların devlete bağlı olarak çalıştığını da ortaya koyuyor. Türkiye’nin puanı çok yüksek. 

Geçen hafta bir suç örgütü lideri daha serbest bırakıldı. Bahçeli’nin çok değer verdiği Kürşat Yılmaz serbest bırakıldı. Selahattin Demirtaş’la Osman Kavala suçları olmadığı tespit edilmiş haldeyken, hem Anayasa Mahkemesine hem de AİHM kararlarına rağmen içeride yatarken, önce suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı serbest bırakıldı, şimdi de yine bir suç örgütü lideri Kürşat Yılmaz. Yılmaz’ın aldığı hapis cezasında 66 yılın, 17 yılını hapiste geçirmesi yeterli sayıldı ve serbest bırakıldı. Rapor da bunu söylüyor; suç işleyen aktörlerin devletin kontrolünde olduğunu söylüyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum içler acısı ve rapor özellikle KKTC ve genel olarak Kıbrıs adasının, güneyiyle, kuzeyiyle bir suç cenneti olduğunu ortaya koyuyor. KKTC’nin, cihatçı örgüt İŞİD tarafından çıkarılarak Suriye’den Türkiye’ye gelen kaçak petrolle ve Libya’dan alınan kaçak rafine petrol ürünlerinin Avrupa pazarlarına gönderilmesi ile bağlantılı olduğu ileri sürülüyor. Rapor inanılmaz tespitlerde bulunuyor. Öyle böyle şeyler değil. Kıbrıs’ın tümüyle Rum kesimiyle birlikte özellikle Rus suç gruplarının faaliyetlerini ortaya koyuyor

Bu rapor başlı başına Türkiye’nin ne durumda olduğunu gösteriyor. Feci bir halde bir ülke olduğumuz açıkça sergileniyor. İnsan kaçakçılığı, eroin, kokain, sentetik uyuşturucular gibi meselelerdeki dehşet pozisyonumuz tek tek sayılıyor. Dikkatimi çeken, en önemli gelen fosil yakıt kaçakçılığının devlet varlığı ile yapılmasının belirtilmesi oldu. Rapor, Türkiye’deki organize suç örgütlerinin faaliyet alanlarında petrol, doğal gaz, nükleer enerji gibi yenilenemeyen enerji alanlarına ilişkin suçlarda ilk sırayı aldığını söylüyor. Türkiye’nin çok önemli bir pozisyonu olduğuna işaret ediyor. 

"İçinde bulunduğumuz durum maalesef çok çok kötü"

ÖM: Ali bey, bir de şey yapılırken, tam yani COP26’ya son dakikada dahil olup yani Paris Anlaşmasına taraf olup sonrasında ona rağmen taraflar arasındaki buluşmaya, COP26 buluşmasına, iklim zirvesine ani bir itibar meselesi yüzünden katılmayışının açıklanmasından sonra bir de bundan bahsediyorsunuz; yani petrol ve diğer bu tip yıkıma sebep olacak şeyler üzerinde de ciddi bir kaçakçılıktan bahsediyorsunuz. Öte yandan bir de Dünya Adalet Projesi’nin son raporuna göre Türkiye’de hukukun üstünlüğü en dipte ve beşinci sınıf olarak nitelendiriliyor. “Türkiye artık Kongo, Sudan, İran, Bangladeş, Myanmar ve Kamboçya gibi ülkelerle aynı sınıfta yer alıyor” diye Haluk Özdalga da yazmış. Yani durum pek iç açıcı değil gibi gözüküyor.

AB: Evet, rapor suç örgütlerinin devletle bağlantılı çalıştığını, korunduklarını tespit ediyor, aktörleri sıralıyor. Mehmet Eymür geçen hafta açıklamalarıyla yine öne çıktı; eski MİT yöneticisi olan Eymür, son 50 yılın derin mahfillerinin en önemli isimlerinden biri. O da “devlet için yapılan her şey kutsaldır” diyor. Ömrümüz bu devletin içini, dışını anlamakla, takip etmekle geçti, özellikle de Susurluk olaylarından sonra, öncesinde Soğuk Savaş bitiminden sonra. Devletin özellikle ödemeler dengesi sorununu aşmak için, cari açık sorununu aşmak için değişik yollara tevessül ettiği, 1970’li yıllar da dahil olmak üzere pek çok dönemde iddia edildi, raporlara konu oldu. 

Suç devlet için işlenince, işkence de dahil olmak üzere, meşru oluyor. Organize suç raporu da bunu gösteriyor; devlet adına yapılan işlerin devam ettiği anlaşılıyor. Geçmişte Türkiye’nin döviz darboğazı yaşadığı dönemlerde geliştirdiği önlemler, ambargolara karşı geliştirdiği önlemler suç unsuru taşısa da devlet için yapılmışsa sorun olmuyor. Eymür’e göre bunları devlet adına yaparsak meşru. Bu işleri devlet adına görevlendirilirken kendi adına yapanlara karşı çıkıyor. İçinde bulunduğumuz durum maalesef çok çok kötü.

Yangınlarda zarar gören köylülere verilmeyen destekler özel şirketlere veriliyor

ÖM: Son olarak ben bir de şeyi ekleyeyim Ali bey, yani Cumhuriyet’ten Sağkal’ın haberine göre, bu geçen, geçtiğimiz yaz bütün ortalığı kasıp kavuran orman yangınlarından sonra Antalya’da, Muğla’da, Denizli’de, Aydın’da ve Isparta’daki Türkiye genelinde odun üretiminin durdurulması gerekirken bunun da yapılmadığı belirtilmiş Tarım Orman İş Genel Başkanı Şükrü Durmuş tarafından. Durdurulmasına rağmen durmamış. Ülkenin her yerinde son hızla devam ediyormuş ve sonucu telafisiz bir yıkım olacak. Yani yangında zarar gören orman köylülerinin hiçbir destek alamadığı aktarıldığı gibi ayrıca da 70 milyar TL’lik büyük bir rantın da anayasaya aykırı olarak özel şirketlere, köylülere, orman köylülerine verilmek yerine ve onların kurduğu kooperatiflere verilmesi gerekirken üretim işinin birtakım şirketlere devredildiği gibi yeni bir vahim durum daha var. Belki ondan da ileride bahsetmek durumunda kalabiliriz.

AB: Evet, yabancı şirketler de girmiş o ihaleye zaten. 

ÖM: Öyle mi? Bilinmiyor ama yani çok…

AB: Şimdi bakın, son 3,5 yılda beş milyondan fazla abone doğalgaz faturasını ödemediği için aboneliğini terk etmiş durumda. Türkiye’de yoksul seçmen sayısı, toplam seçmenin %20-25’ine ulaşmış. Döviz kurunun sıçraması ile yoksullaşma arttı. Şimdi mesele bu yoksul seçmeni, yoksullaşmış orman köylüsü de dahil olmak üzere, bu kesime muhalefet olarak nasıl el uzatacaksın ve nasıl kendine transfer edeceksin? Şah türbesini yerine koymayı, HDP’yi PKK bağlamında görmeyi, Kürt sorununa Türk milliyetçiliği üzerinden bakmayı bırak da bunu çöz. Yoksul seçmenlerin oranı büyük; oy verenler, çalışabilir nüfus bu yoksul seçmen. Bunlara nasıl bir gelecek tasarlayabilirim, hangi kaynakları mobilize edebilirim? Bu konular üzerinde durmak gerekirken hamaset satmak olmuyor. Umarım önümüzdeki dönemde daha kapsamlı yaklaşımlar sergilemeye çalışırlar. Vaktimiz sanıyorum doldu.

ÖM: Doldu evet, çok teşekkür ederiz.

AB: Yoksa çok şey var yani, değinemediğimiz iç karartıcı tonlarca konu var. Size iyi yayınlar, iyi haftalar!

ÖÖ: Çok teşekkürler, görüşmek üzere.