"10 Ekim Katliamının dünya katliamlar tarihinin en ön sırasında bulunduğunu unutmamak gerek"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge, katliamının altıncı yılında Türkiye'nin katliamlar tarihini değerlendirdi ve Pandora Belgelerinin ifşa ettiği yolsuzlukları ele aldı. 

(11 Ekim 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

 

Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş, mehaba Feryal, merhaba herkese, iyi yayınlar ve günaydın!

Özdeş Özbay: Günaydın!

ÖM: Evet, gene her zamanki gibi gayet kompleks, karışık bir hafta sonundan sonra karmaşık bir dünyaya göz attık. Bir ufak tur atalım, neyle başlıyoruz?

AB: 10 Ekim anması vardı, dün katliamın altıncı yıldönümüydü. Nice kuşak hayatımızın büyük bölümünü cinayetler ve katliamlarla geçirdik. İsterseniz 10 Ekim Katliamı ile başlayalım; 10 Ekim 2015’te 103 kişinin ölümüyle, yüzlerce kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan “Emek, barış ve demokrasi mitingi” katılımcılarına IŞİD saldırısı oldu. İlk bölümde değindiniz mi katliama?

ÖM: Değindik biraz, evet.

AB: Son günlerde altı siyasi parti, parlamenter sisteme geçiş hedefi ile bir araya geldi malum; Gelecek, Deva, İyi Parti, CHP, Demokrat Parti ve Saadet Partisi. “Acaba bu partilerin hangileri 10 Ekim’le ilgili bir açıklama yaptı?” diye baktım. Sadece CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bir tweetle andı, ancak anmaya gitmedi, mağdurların aileleri, arkadaşlarıyla, o insanlarla bir araya gelmedi. Kılıçdaroğlu çarşı, pazar dolaşıyor ama 10 Ekim’in yakınlarıyla anma toplantılarına katılmadı. CHP’den bildiğim kadarıyla üst düzey katılım olmadı ki katliamda Malatya’dan 14 CHP’li il gençlik üyesi katledilmişti. Diğer beş partiye de baktım, hiçbirinden de açıklama yok! Altı parti, yeniden demokrasiyi kurma hamlesiyle bir araya geldi, çok iyi de oldu, deklarasyon da yayınlayacaklarmış, ancak 10 Ekim konusunda en ufak bir açıklama olmadı. Atlamış olabilirim ama gördüğüm açıklama yok. 

ÖM: Bir şey ilave edeyim; dünya tarihinin gördüğü de en büyük katliamlardan biri. Benim de ona birazcık bakma fırsatım oldu hafta sonunda; dün ve Türkiye’nin en büyüğü olduğu muhakkak ama işte Fransa’daki büyük bir, 130 kişi yanılmıyorsam öldürülmüştü, onun dışındaki tek bir seferde toplu katliam olarak en büyüklerinden biri dünyadaki. Buna rağmen de böyle bir tepkisizlik var öyle mi?

"Muhalif altılı partinin 10 Ekim Katliamı ile ilgili olarak açıklaması olmadı"

AB: Evet, baktım üşenmedim, maalesef yok. Aslında Davutoğlu ve Babacan bu olayda çok önemliler, diğerlerinin önüne geçiyorlar. Çünkü o sırada Davutoğlu başbakan, danışmanı da Babacan’dı. Şimdi bu siyasetçiler muhalefete geçtiler. Ancak katliam olduğunda görevdeydiler. Sayın Davutoğlu’nun katliamın hemen sonrasında bazı açıklamalar oldu. Ayrıca muhalefete geçtikten sonra da bazı açıklamaları oldu. Katliamın hemen sonrasında, neredeyse ambulanslar gelirken, Davutoğlu katliamın sorumlusu olarak “kokteyl terör örgütlerini” işaret etmişti. Neden? Kimdir bu örgütler? 10 Ekim Katliamı sonrasında, katliam haberlerine yayın yasağı gelmişti. Birkaç yıl sonra Davutoğlu muhalefette geçtiğinde “2015 Haziran seçimleriyle Kasım seçimleri arasındaki katliamlarla dolu bu süreci bana anlattırmayın” dedi. “Terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz” dedi. Başbakan olarak inisiyatif geliştiremediğini söyledi, “bana başbakanlık yaptırmadılar” dedi. Bunu yolsuzlukla ilgili de söyledi, 17-25’le ilgili yüce divan meselesiyle de söyledi. “Elimi bağladılar” dedi, “Anlatacaklarım var” dedi. 

Peki o zaman, her iki konuda da “anlatacaklarını anlat o zaman!” dedik, diyoruz da. Ancak 10 Ekim Katliamının yıl dönümünde de Davutoğlu dönemin başbakanı olarak bildiklerini anlatmadı! Eski başbakan yardımcısı da ne biliyorsa, o da anlatmadı. 

CHP Genel Başkanı da sadece bir tweet atmayla yetindi ki katliamda ölenlerden 14 ‘ü partisinin üyesi idi. Muhalif altılı partinin 10 Ekim katliamı ile ilgili olarak açıklaması olmadı. CHP’den sadece bir tweet. Davutoğlu’nun sözünü ettiği 2015 Haziran’la Kasım arasında 862 kişi öldürüldü. Ceylanpınar’ı Suruç’u hatırlatırım; bu kadar insan katledilmiş, PKK çatışmaları, baskınları da var. 

2015 Haziran-Kasım, altı aylık sürede Türkiye’nin kaderinin nasıl değiştiği gözlerimizin önünde. HDP’nin %13 oy aldığı Haziran seçimleri Erdoğan’ın iktidarını kaybetmesiyle sonuçlandı, çoğunluğu sağlayamadı. Hemen sonrasında memlekette kan dökülmeye, bombalar patlamaya, katliamlar yaşanmaya başladı. Çözüm süreci bitirildi. Bu olaylar devam ederken yeniden seçimlere gidilmesiyle, YSK ve diğer seçim destekleriyle birlikte AKP oy oranını %49’lara çıkardı. AKP’nin oy oranının artışında katliamların, korku dünyasının katkısını görmezlikten gelmek mümkün değil.Otoriterliğe giden yolun döşenmesi süreci, şaibeli seçimler ve referandumlarla devam etti. 

Muhalif altılı parti demokrasiyi ve parlamenter rejimi Türkiye’de yeniden inşa ettiğinde, velev ki bir gün inşa ettiğimizde, bu katliamlarla ilgili olarak o günkü meclisin çalışmasını beklemek durumundayız, değil mi? Türkiye’de Susurluk sonrası yapılan araştırmalarda belli bir mesafe alınmıştır, meclis çalıştı o dönemde, 1970’lerin kontrgerilla faaliyetlerine bile girildi. Sonuçta çalışan meclislerde eksik de olsa belli ilerlemeler sağlanabiliyor. Ancak hesap sorulamadı, çünkü askeri, bürokratik vesayet rejimi söz konusuydu. 

"Ömrümüz katliamları izlemekle geçti, siyasi cinayetleri izlemekle geçti"

Muhalif altılı grubun 10 Ekim Katliamına bakışı maalesef böyle. Eğer öldürülenler solcu ise, Kürt ise, onlar ölebilir, dile gelmezler, anılmazlar, açıklama yapılmaz! Altı muhalif partinin, ittifakın tavrı böyle. CHP’nin de karınca ezmez tavrı aynen devam etti. Beklerdik ki 14 üyesinin de katledildiği 10 Ekim’de, CHP’li yetkililer orada olsunlar, dün gözaltına alınanlarla, yakınları ölen insanlarla birlikte olsunlar. Hatta beklerdik ki şayet gerçekten demokrasi talep ediyorlarsa altı parti toplu bir açıklama yapar ve parlamenter sisteme geçildiğinde sorumlularının ortaya çıkarılacağının sözünü verir. Bunlar olmadı, görmedik. 10 Ekim’e böyle bir pencereden bakmak istedim, bu anlamda ümit veren bir şey yok. 

Türkiye’nin en kritik, acı olayları yaşanmıştı. Dönemin Başbakan’ı “Bu konuda bildiklerim var.” diyor, “Açıklarsam yer yerinden oynar.” diyor “Bana başbakanlık yaptırmadılar.” diyor. 

Dönemin karanlık koridorlarında gerçekleşen 10 Ekim ve Suruç gibi katliamlarda İslami terör örgütleri ile istihbarat örgütü, emniyet arasındaki bağlantılar sınırlı ölçüde de olsa meclis ve medyada gündeme geldi. 

Soruşturmayı engelleme ve geciktirme çabaları, dosyaların saklaması ortaya kondu. İstihbaratın IŞİD’le olan görüşmelerine ilişkin belgeler meclise de getirildi. CHP Milletvekili Ali Şeker açıkladı. Katliam sorumlusu İŞİD üyelerinin Ankara’da bir otelde istihbarat yetkilileriyle yaptıkları görüşme de ortaya kondu. Soruşturma dosyalarını geciktiren emniyet müdürü şu anda Konya emniyet müdürü. Geçen aylarda gerçekleşen Konya katliamında gündeme getirmiştik, aynı zamanda Hrant Dink cinayetinde de sorumluluğu olan kişilerden biriydi. Trabzon’ da görevliydi.

10 Ekim Katliamının emniyet ve istihbarat zafiyetleriyle birlikte, gerçekleştirenlerin bu tür bağlantılarıyla birlikte ele alınması gerekli. Bu dönemin aydınlatılması Türkiye’nin kaderini belirlemesi açısından da çok önemli. Sonrasında gelen darbe girişimleriyle Türkiye karanlık bir döneme gömüldü, otoriter bir rejime girdi. Halen bu rejim içindeyiz. Otoriter rejimden kurtulma mücadelesi içindeyken, altılı muhalif platformunun 10 Ekim Katliamını görmezden gelmesi, katliama siyasal ayıklamayla yaklaşması acı ama dikkat çekiciydi. Ömrümüz katliamları izlemekle geçti, siyasi cinayetleri izlemekle geçti. Her güne bir katliam, siyasi cinayet düşüyor neredeyse, yakın tarihin 50-60 yılına baktığımızda. Ama 10 Ekim bütün bu özellikleriyle göze çarpıyor.

ÖM: Evet ben bir de şunu ilave edeyim, Burcu Karakaş Deutschewelle Türkiye’de bir haber yapmış bunun üzerine, “10 Ekim Katliamı davası üzerinden altı sene geçmesine rağmen adalet mücadelesi sürüyor ve avukatlara göre dava için kilit öneme haiz IŞİD’li tanıkların dinlenememesi yargı sürecini de sekteye uğratıyor.” diye. Önemli bir şey var çünkü Ömer Y. diye birisi 2018’de yakalanmış, hakkında istihbari bilgiler de varmış. Hiçbir soruşturmada yok. Sonradan ifadesinde yıllarca IŞİD’e çalıştığını söylemiş, “medya ve propaganda bakanlığı” olarak tanımladığı bölümde memur olarak görev almış. İşte sizin de sözünü ettiğiniz Ankara Katliamı, Suruç Katliamı ve Diyarbakır miting saldırısını gerçekleştiren bir katliamda Ebu Zeynel adlı bir emire bağlı çalıştıklarını ve bu kişinin merkezden bağımsız olarak söz konusu saldırıları örgütlediğini söylemiş. Fakat kendisinin sonuç olarak bu ifadeleri vermesine izin verilmemiş ve serbest bırakılmış. Deutschewelle Türkçe’ye konuşan avukat “bunu halen cezaevindedir herhalde, ağırlaştırılmış müebbet almıştır diye düşünüyorduk, öğrendik ki serbest bırakılmış” demiş. Ayrıca da evinde IŞİD arşivi çıkan Hammed diye bir kişinin de serbest olduğu ortaya çıkmış. Ciddi sorunlu bir dava olarak devam ediyor. 

"Davutoğlu’nun da ve Babacan’ın da bizden daha fazla bilgileri olduğu muhakkak"

AB: Katliama düzenleyen IŞİD militanlarını emniyetin izlediği ve bilgisi dahilinde olduğu, sekiz gün önceden bu işleri bildiği iddialar arasında. Dokuz klasör delil dosyasını da savcılığın mahkemeden sakladığı ortaya çıktı

ÖM: Evet.

AB: Tüm bunlar açıklanana kadar karanlık dönem devam edecek. Ceylanpınar provokasyonu sonrasında tüm dengeler bozuldu. Tümüyle muhalefet ittifakının üzerinde durması gereken bir dönem, ancak muhalefette bulunan altı partiden sadece CHP Genel Başkanı’nın bir tweet yazması dışında bir şey göremedik. İktidarın bir açıklama yapmasını beklemek zaten mümkün değil.

ÖM: Bir de HDP’nin açıklaması var.

AB: Altılı grupta HDP yok. Zaten mağdur HDP. Davutoğlu’nun da ve Babacan’ın da bizden daha fazla bilgileri olduğu muhakkak, özelikle Davutoğlu’nun. O zaman bunları ne zaman açıklayacak? Ne zaman paylaşacak kamuoyuyla? Bu konuda isterseniz bununla yetinelim. Türkiye tarihi sorumluları bilinen ancak yargılanmayan, hesap sorulmayan katliamlarla dolu bir tarihtir, katliamlarda devlet kurumlarının yeri ve rolü de bilinir. Katliamları Sabahattin Ali katliamına kadar götürebilirsiniz T.C. tarihinin bir katliamlar tarihi olduğunu. 10 Ekim Katliamının da, sizin de belirttiğiniz gibi, dünya katliamlar tarihinin en ön sırasında bulunan bir katliam olduğuna dikkat çekmek, bunu hatırlamak, unutmamak gerekiyor. Mağdurların, katledilenlerin ailelerinin de yanında olduğumuzu da belirtmek gerekiyor. 

İsterseniz buradan Bahçeli’nin dünkü konuşmasına geçelim. Yine Bahçeli’ye özgü bir konuşma; HDP ‘ye karşı bilinen yaklaşımını tekrar etti. HDP’nin kapatılmasına dönük sertlik ötesi sözler sarf etti. Anayasa Mahkemesi’nde HDP’nin kapatılması davası devam ediyor. Bu davaya hep dikkat çekiyorum; bildiğim kadarıyla kasım-aralık aylarında bu dava sonuçlanacak. Önce savunmalara geçilecek, kişisel savunmalar ve parti savunması olacak, sonra da karar verilecek. HDP’nin kapatılıp kapatılmamasına ilişkin gelişmeler siyasi hayatımızın geleceği için çok önemli. Kamuoyunu AYM-HDP gelişmelerinden haberdar etmek gerekli. Bahçeli altı milyon oy almış bir partiyi “meşru görmek analara zulümdür.” diyor, “şehitlerimize ihanettir.” diyor. “PKK’nin kilidi olan HDP’nin ayağı kırılmalıdır. Kapısına hiçbir maymuncukla açılmayacak bir kilit asılmalıdır” diyor.

HDP kendi partisinin üzerinde oy alan bir parti. Kendisini Türk milliyetçilerinin en hakikisi olarak gören Bahçeli, partisinin çok üstünde oy alan bir partiye bu sözleri sarf ediyor. HDP’nin seçimle kazandığı belediyelere kayyumlar atandı, on bine yakın üyesi, yandaşı içeride, eş genel başkanları milletvekilleri hapiste. Benim merak ettiğim Bahçeli’nin bu sözlerine karşı muhalif altılı grubun/ittifakın/ platformun bir tavrı olup olamayacağıdır. Önümüzdeki günlerde göreceğiz. Bakalım bu hafta grup toplantılarında, altı milyon oy almış bir partiye yönelik Bahçeli’nin “bu parti mutlaka kapatılmalıdır” sözlerine “demokrasiyi ve parlamenter sistemi getireceğiz” diyen muhalif ittifakın herhangi bir sözü olacak mı? İzleyeceğiz; salı, çarşamba günü yapılan grup toplantılarında Bahçeli’nin HDP’ye karşı sertlik ötesi tavrına, sözlerine değinecekler mi? Yoksa 10 Ekim anmasına benzer bir şekilde mi geçiştirecekler, göreceğiz.

"Türkiye’nin geçmişte de kara para aklanması hususunda sicili hiçbir zaman parlak olmadı"

Bir diğer konu, piyasa aktörlerimizin merakla beklediği, G20 Roma toplantısında Erdoğan-Biden ile görüşecek mi? Selam verecek mi? Kaç dakika görüşecekler, koridorda mı görüşecekler, özel mi görüşecekler? Glasgow’da da ayrıca görüşecekler mi? 

Piyasaların dikkati Biden görüşmesinde ama dünyanın dikkati Pandora Belgelerinde. Açık Radyo’da diğer arkadaşlar da muhtemelen dile getirdiler ama biz bu konulara çeşitli vesilelerle yılda bir kaç kez değiniyoruz. Özellikle kara para, kirli para aklama mekanizmaları üzerine yapılan çalışmaları, kurulan mekanizmaları anlatıyoruz. 1990’lardan itibaren dünyada irili ufaklı pek çok mekanizma kuruldu, devreye girdi, OECD bünyesinde yapılan çalışmalar var. Aslında Türkiye’de MASAK’ın kurulması da bunların bir uzantısı olarak cereyan etti. 

Türkiye’nin geçmişte de kara para aklanması hususunda sicili hiçbir zaman parlak olmadı. 1980’li yıllarda hayali ihracat dosyalarını izledik. 70’lerde meşhur Yahya Demirel ve mobilya yerine sunta ihracatı meselesi vardı. Sevgili Örsan Öymen ve Uğur Mumcu’nun çokça üzerinde durduğu, yıllarca araştırdıkları konulardı. Benim kara ve kirli para olayları ile tanışıklığım bunlarla başlamıştı. Geçen hafta da belirttiğimiz gibi çok yüksek bir borçlanma oldu AKP döneminde. CHP’nin yaptığı çalışmalara, bizim de yaptığımız çalışmalara göre 2,1 ya da 2,4 trilyon Dolar arasında bir borçlanma oldu. Çok yüksek bir borçlanma. Dünya tarihinde gelişmekte olan bir ülke için çok ciddi bir borçlanma. Üstelik bu borçlanma iyi sektörlere de gitmedi. Hangi sektörlere gittiği malum. Kamu eliyle bu kaynaklar AKP burjuvazisine aktarıldı, yeni servetlerin oluşması sağlandı. 

Servet biriktirme sürecinde ikili bir mekanizma çalışıyor. Önce parayı yurtdışına çıkarıyorsunuz. Bu para kara para, kirli para olabilir. Kirli para uyuşturucu, insan kaçakçılığı, silah kaçakçılığı gibi faaliyetlerle kazanılan paralara deniyor. Devletlere kazançları nedeniyle vergi ödememek suretiyle kaçırılan paraya da kara para diyoruz. İşte bu paralar önce yurtdışına vergi cenneti denilen, vergi ödenmeyen ülkelere gidiyor. Para yurtdışında nemalanıyor ve bekliyor. Bir süre sonra Türkiye bir yasa çıkarıyor, diyor ki “Nereden bulduğuna bakmayacağım, yurtdışındaki paranı getir! Ne olduğuna bakmayacağım, yeter ki getir!” Bunu 1980’lerde de yaşadık; altın kaçakçılarının İsviçre bankalarındaki bir kısım paraları geldi Türkiye’ye. Sistem çeşitli şekillerde de olsa hep vardı. Dış kaynak sıkıntısı olan Türkiye bu sistemi hep elinin altında tuttu.

AKP iktidarlarında 2006’da bir yasa çıktı. Dediler ki “getirdiğin parayla ilgili bir şey sormayacağız ama getirdiğin ülkeye bakarak %30 vergi alacağız.” Ancak bu ülkelerin hangi ülkeler olduğu hiç açıklanmadı, bu liste açıklanmadı. Dolayısıyla 16 yıldır bu düzenleme işlemiyor. Getiriyor parayı, Türkiye’ye sokuyor, yıkıyor parayı, temizliyor, sonra tekrar yurtdışına çıkıyor. Giriş-çıkışlar son derece rahat. Türkiye’deki bu tür durumlara ABD Hazine Bakanlığına bağlı FİNCEN isimli kuruluş, ayrıca OECD bünyesindeki FATF çok kez dikkat çekti, raporlar yayınladı. Türkiye yapması gereken düzenlemeleri yapmadı ya da eksik yaptı. Kara ve gri listede gidip gelen bir ülke oldu. “Şunları yapmazsan büyük yaptırımlarla karşılaşacaksın” diye bir rapor gelir. Türkiye minik 2-3 hamle yapar, gri listeye geçince birkaç yıl daha devam eder. Sürekli ikazlarla muhatap bir ülke. 

"Piketty servetler konusunda ciddi bilgi eksikliği ve kirliliğinin olduğuna işaret eder"

Bu paralar çift taraflı gidiş-gelişlerle rahat bir durumdadır; gelir gider. Yani yasaya uygun, mevzuat buna imkân tanıyor. Hemen hemen her yıl “nereden buldun?” demeden, mali barış, varlık barışı, döviz affı vs. adı altında düzenlemeler yapılır, kaynağına ülkesine bakılmaz. Yeter ki döviz gelsin. Sorulmaz; kara para, kirli para hiç önemli değil. Gelen paranın vergisi de alınmaz, sıfır vergi. Türkiye’de yıkayalım bu paraları, kirinden karasından kurtulsun, helal para olsun, sonra da istediğim gibi tekrar dışarı götüreyim! Böyle bir mekanizması var Türkiye’nin. Sadece Türkiye mi? Pek çok ülke benzeri işler yapıyor. 

Piketty meşhur “Kapital” kitabında, 21. yüzyıldaki Kapital’de, bu şekilde oluşan servetlere, mekanizmalara çok ayrıntılı değinir. “Demokratik ve finansal şeffaflık” başlığında ülkelerin bazı önlemler almasına karşın, meselenin çok ciddi boyutlarda olduğuna, servet eşitsizliğine yol açtığına dikkat çeker, sermaye ve servet vergisi önerisi kapsamında konuyu inceler. Servetin bu şekilde birikmesinin korkunç bir eşitsizlik yarattığına, üstüne üstlük servetler konusunda ciddi bilgi eksikliği ve kirliliğinin olduğuna işaret eden Pikkety, Forbes gibi cafcaflı kuruluşların değil, IMF gibi daha güvenilir olan yapıların(!) servet araştırmalarını yapmasını ve eşitsizliği giderecek küresel politikaları uygulaması gerektiğini vurgular. Piketty servetlerin oluşma biçimine, servetlerin yoğunlaşma biçimine ve servetlerin eşitsizliğine, eşitsizliği gidermek yolundaki önlemlerin alınmamasında ayrıca ciddi bilgi eksikliğine dikkat çekiyor. Ülkelerin bir araya gelerek banka hesap bilgilerinin otomatik paylaşımını gündeme getiriyor. Bu konuda AB direktifinin ne kadar yetersiz olduğunu ortaya koyuyor. AB, hisse senedine gizlenen kara parayı görmezden geliyormuş. ABD’de yasalar hepsini kapsıyormuş. Aslında merkezi bir şekilde bunun ele alınması gerekiyor ama Avusturya’sı, Lüksemburg’u, İsviçre’si de para kaynağına bakmadan bunları kabul eden, bundan yararlanan ülkeler, ABD’deki birkaç eyalette olduğu gibi.

İçerden dışarıya, dışardan içeriye çalışan bu mekanizmayı AKP tipi servet biriktirme modelinin uzantısı olarak görmemiz gerekiyor. Olağanüstü borçlanma, bu borçlanmanın kamusal ihaleler yoluyla aktarımı, bu mekanizmanın yeni servet birikimlerine imkân vermesi, bu servet birikimlerinin de yurtdışına çıkarılması, yurtdışına belli yollarla aktarılmasına tanık oluyoruz. 

Türkiye, terörizmin finansmanı hususunda da töhmet altıda. IŞİD’lerin, El Nusra’ların cirit attığı bir ülke olunca böyle oluyor. Taliban’la çalışmaya ne kadar istekli olduğumuz gayet açık. 

Bu konularda da üyesi olduğumuz OECD-FATF kriterlerine uyulduğunu söylemek pek mümkün değil. Hep ikaz ediliyoruz, “Bu hususları daha ciddiye alın, düzenleme yapın.” Diyorlar. Nitekim geçen sene de programlarda gündeme getirmişiz. 2021 yılı bütçesi görüşülürken, OECD-FATF kriterleriyle ilgili yeni bir düzenleme yapıldı ama düzenleme sadece durumu kurtarma, kara listeden griye geçme düzenlemesiydi. Son raporlarında “terör örgütü olarak sadece Gülen cemaatinin faaliyetleri ile uğraşıyorsunuz, onun dışındakileri ve diğer kriterleri yerine getirmiyorsunuz.” diyor. Türkiye üstünde hâlâ devam eden Halkbank davası, İran yaptırımı delinmesi, 17-25 var, kapı gibi aydınlanmamış dosyalar var. Son olarak Sezgin Baran Korkmaz davası devam ediyor ABD’de. Adamın nereye iade edileceğine hala karar verilmedi. 

ÖM: Galiba süreyi de bitiriyoruz, bitirdik hatta, fakat ben bir cümle ekleyeyim izninizle. Deutschewelle bu Türkçe, bu şeyi takip edenlerden. Dünyanın her yerinde aynı anda yayınlanan 12 milyon gizli belgeyle ilgili çok, en kapsamlı, şimdiye kadar tarihteki bu yolsuzluk belgeleri, araştırmacı gazetecilikle, gün geçtikçe daha fazla siyasetçinin de Pandora Papers’ın gözler önüne serdiği sırlardan dolayı hesap vermek zorunda kaldığı, AB, ABD, Çekya, Şili, Brezilya, Paraguay, Peru, Kolombiya, Hindistan, Endonezya, Fransa, Avustralya, Hollanda, Panama, İrlanda, Arjantin ve Şili, işte demin de söyledik sızıntılarda adı geçen herkesi soruşturacaklarını açıklarken Türkiye’de ne oluyor diye bakmışlar. Türkiye’de iktidar kanadından Pandora Belgelerinin gözler önüne serdiği tabloya dair herhangi bir açıklama henüz gelmemiş durumda. Bu da çarpıcı bir şey ama biz…

AB: Geçen hafta medya belgelerini merak ettiğimi söylemiştim; Demirören grubunun yurtdışı servetlerine ilişkin belgeler yayınlandı.  Yurtdışına milyonlarca dolar aktarmışlar, ancak işten çıkarttıkları gazetecilerin, çalışanların kıdem tazminatları halen ödenmedi. 

ÖM: Peki çok teşekkür ederiz.

AB: Hoşça kalın, iyi yayınlar.

ÖÖ: Görüşmek üzere. 

AB: Hoşça kalın!