Açık Gazete’nin köşelerinden Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.
(14 Haziran 2021 tarihinde Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhabalar Ömer Bey, merhabalar Özdeş, merhaba Feryal, iyi haftalar, iyi yayınlar hepinize!
Özdeş Özbay: Merhabalar.
AB: Nasıl başladınız?
ÖM: Evet harika, her şey mükemmele doğru gidiyor. Biz bugün Biden-Erdoğan görüşmesiyle başlayalım isterseniz?
AB: Evet geçen haftadan değinmiştik.
ÖM: Değinmiştik evet bugün olacak.
AB: Geçen hafta, “nasıl bir vaziyette Erdoğan bu görüşmeye gidiyor” diye biraz konuşmuştuk. Her yer müsilaj vaziyette; denizler müsilaj, iç ve dış politika müsilaj, ekonomi müsilaj, işte bu vaziyette gidiyor. Suç örgütü liderinin bir sözü vardı “Tayyip abi ile Biden görüşmesi sonrasında helalleşeceğim, öncesi yakışık almaz” demişti. İşte böyle bir ortamda katılıyor Erdoğan bu zirveye. 7 haftadır Sedat Peker açıklamaları Türkiye’nin gündemini belirliyor. Peker’in açıklamalarında uluslararası zirveleri de ilgilendirebilecek iki konu öne çıktı. Birincisi, Suriye savaşına IŞİD’e giden silahlar konusunda yaptığı açıklamalar. IŞİD’le yapılan yasa dışı ticaret, silah ve petrol ticareti anlatmıştı Peker. İkincisi de Venezuela-Kolombiya ekseninde yapılan uyuşturucu ticaretine ilişkin açıklamalar. Bu iki konu Peker açıklamalarının uluslararası uçları olarak karşımıza çıkıyor. İşte böyle bir ortamda bu NATO zirvesi gerçekleşiyor.
Epeydir Türkiye, eski değimle düvel-i muazzama ile bir dans yapıyordu. Bu dansın figürleri de çok biçimsizdi. “Düvel-i muazzama” büyük devletler, büyük güçler demek, işte bu dansın sonuna geldik, artık Türkiye bir seçim yapmak durumunda. Büyük devletlerin arasında sıkışık vaziyette bir ülke Türkiye, Rusya, Amerika arasında sıkışık durumda, nasıl bir seçim yapacağı ülkenin geleceğini de belirleyecek. Eski müttefikleri ile kâğıt üzerinde var olan ilişkileri tamir mi edecek? Yoksa Rusya-Çin ekseni dedikleri tanımlanmamış bir hatta mı devam edecek? Son yıllarda duruma göre dam değiştiren bir ülke Türkiye, çok flörtöz bir ülke konumunda, buna karar vermek durumunda, bu tür oyalanmaların sonuna da gelmiş durumda. Bir tercih yapma aşamasında.
Bu oyunun da ciddi bir bedeli oldu, Türkiye ekonomisi çok zor durumda, eksi 56 milyar dolarlık - Mahfi Eğilmez’in en son hesaplamalarıyla -döviz rezervine sahip bir ülke. Uluslararası piyasalardan borçlanma olamayınca da ülkenin herhangi bir hareket alanı olamıyor. Bu durumu uzunca bir süredir yaşıyoruz.
Sadece swap yolu ile rezerv bulmaya çalışıyoruz, Çin’den swap yapıyorsunuz, yani borç takası yapıyorsunuz, adı üstünde takas, Moskova borsasında Türk tahvillerini satamıyorsunuz, öyle bir imkân yok, bugüne kadar diğer ülke borsalarında satma, borçlanma imkânınız oldu. Dolayısıyla, bu dansın sonuna yaklaşılmış durumdayız, belki çok az bir marj kaldı. Bir tercih aşamasına gelmiş durumunda, özellikle S400 ve Rusya ile ilişki, askeri ilişkiler hususunda, Libya, Suriye gibi çok fazla başlık var. Bu başlıkları dinleyiciler çok daha yakından takip ediyor.
İçinde bulunduğumuz ilişkiler ağı bana İttihat ve Terakki’nin dış politikasını hatırlattı. Çok benzerlikler var, malum 1908’den sonraki kurulan hükümetler, İttihat Terakki’nin önce kontrol ettiği hükümetler sonra bizatihi kendi hükümetleridir. O dönemde de, dış ittifaklar konusu İttihat ve Terakki cemiyetinin tepe yöneticilerinin gündemindedir. İttihat ve Terakki’nin yöneticileri imparatorluğun korunması ve kurtarılması için Avrupa ülkeleri ile ittifaklar kurulmasına yönelik seçenekler ortaya koyuyorlar. Maliye nazırı, Cavit Bey, İngiltere’ye teklifte bulunuyor, Cemal paşa Fransa’ya yakınlığı ile biliniyor, - Hasan Cemal’in dedesidir- o bir ittifak teklifinde bulunuyor, Enver paşa da Almanya’ya teklifte bulunuyor. Beklentileri bir ülke ile anlaşabilmek, hatta bu ülkelerden olumlu yanıtlar gelmeyince, dördüncü önemli isim Talat Paşa, Çarlık Rusya’sına bile ittifak önerisi götürüyor. Rusya’ya ittifak teklifini o dönemki yorumcular, “hırsıza emniyet müdürü yapma teklifini götürmek gibi bir şey” gibi değerlendiriyorlar. Yani çok yönlü bir ittifak arayışı ve dansı içinde oluyorlar.
Ayrıca o dönemle bugünün S400’ füzeleri ile benzerlik kurulabilecek önemli bir gelişme de var. İttihat Terakki, donanmanın kuvvetlendirilmesi için İngiltere’ye 1911 yılında savaş gemileri sipariş ediyor, 1914 yılı başlarında gemiler bitme aşamasına geliyor. Hatta bitiyor, ancak gemilerin demirleyeceği limanlar yetersiz olduğu için teslimi uzuyor. Gemileri yapan şirket liman işini de üstleniyor. İttifaka Almanya bir türlü yanaşmıyor, Almanlar “sizin gücünüz yok” diyorlar. Enver paşa Almanları razı etmek için “İngiltere’ye yaptırdığımız 2 gemiyi size vereceğiz” deyince, Almanlar ittifaka razı oluyor. Ama istihbarat teşkilatları çalışıyor, İngiliz istihbarat teşkilatı durumdan haberdar oluyor, o dönem bakan Churchill bu işi engelliyor ve gemileri parası ödenmesine karşın teslim etmiyor. Teslim edilmeyeceğini öğrenen İttihat ve Terakki yönetimi Almanya’ya bu durumu iletmiyor, sonuçta ittifak Almanya ile gerçekleşiyor.
Şimdi o dönemde düvel-i muazzama ile girilen ilişkilerin, entrikaların ve sonunda Almanya ile girilen bu ittifakın sonucu malum, imparatorluğun sonlanmasına, işgaline yol açan gelişmeler yaşanıyor. İttihat Terakki mantığının son yıllarda da geçerli bir mantık olduğunu görüyoruz; Rusya ile ortak silah üretme projesi geliştiren bir ülke Türkiye. S-400 alıyor, ikincisini sipariş ediyor S400 füzelerinin ikincisinin sadece finansman paketi hazır değil bildiğim kadarıyla. Rusya ile çok ciddi askeri endüstrisi alanında ikili ilişkiler içinde olmak ama bir yandan da NATO ittifakı içinde kalmak. İşte bu böyle bir dansın sonunda bir tercihte bulunmak durumunda. Ayrıca son dönemde Rusya ile de olan ilişkilerin rengi belli, Rusya ile olan ekonomik ve siyasal ilişkiler, Suriye’deki ilişkilerimiz, hatta 3-5 sene önce neredeydi? İnişli çıkışlı, birkaç yıl önce iki ülke savaşın eşiğine geldi, birbirlerinin uçaklarını düşürdüler. Dolayısıyla, ABD Başkanı ile bugün yapılacak görüşmeye Türkiye Cumhurbaşkanı, içerde ve dışarda zor durumda kalmış ülke başkanı olarak gidiyor. İşte minik ödünler verme çabalarına son haftada tanık olduk, çerezler politikası uygulandı, işte Afganistan hava limanına ABD’nin yerine talip olmak. İşte yine doğalgaz için ABD şirketiyle Karadeniz’de imtiyaz vermesi, işte Suriye’de petrol arayan Amerikan şirketinin ruhsatının iptal edilmesi gibi.
Ayrıca ABD’deki düşünce kuruluşlarından birinin başında bulunan Soner Çagaptay’ın haberinde olduğu gibi “S400 sorunu çözüldü” haberleri, ortaya atılıyor ki spekülatif bir haber. Zaman kazanma atraksiyonları ile bu işin sonuna gelindi. Çeşitli entrikalarla ve beceriksizce yürütülen müttefik politikalarıyla İttihat Terakki’nin ittifaklar politikası arasındaki benzerlikleri belirtmek istedim. Türkiye’nin son yıllarda da uyguladığı bulanık dış ittifakları ile tarz-ı siyaset gütmesi pek mümkün değil artık. Netleşmek durumunda, soru şu netleşme içerideki otokrasiyi ne ölçüde etkileyecek? Önümüzdeki dönem dış politika eksenindeki gelişmeler içeride de pozisyonları etkileyebilecektir.
Ancak elbette iç dinamiklerdeki gelişmelerle Türkiye demokrasiye kavuşma imkanına sahip olacak bir ülke ama iç dinamiklerin şu anda çok da aktif ve reaksiyonel olmadığını da görüyoruz. Düvel-i muazzama ile yapılacak görüşme sonucunda, mevcut ittifaklar politikasını sürdürmeye devam etmesi durumunda, Türkiye büyük yalnızlık içerisinde de kalabilir. Araf’ta kalmaya devam edecek bir zaman dilimini aşmış gözüküyor.
ÖÖ: Bu bahsettiğiniz ittifaklar politikasıyla ilgili aslında cumhuriyetin farklı dönemlerinde de bu tarz, denge politikası diyordu Baskın Oran bu meşhur Türk Dış Politikası kitabında. Türkiye’nin dış politikasının böyle dönemleri var ve görece bunu olumlar yani daha tam bağımlı dış politika dönemleri var Türkiye’nin, bir de görece özerk yani işte iki büyük kamp arasında daha bağımsız, kendi çıkarını kollamaya çalışan. Tabii hiçbir zaman bu kadar militarist ve agresif bir noktaya varmamıştı ama bunları şu anki dönemi tabii böyle yorumlamıyor, Agos’ta en sonunda yazdı ama böyle bir denge politikasının görece yani bağımsızın daha iyi olduğunu söylüyordu. Sanırım siz daha şu anki konuma sürdürülemezlik açısından bakarak değerlendiriyorsunuz.
AB: Evet evet, bir gün bu konuları daha ayrıntılı inceleyebiliriz, Mustafa Kemal dönemini, tek parti dönemi politikalarını, ikinci dünya savaşı sonrasındaki gelişmelere bakabiliriz, sonuçta çok taraflı politika gütmek, eyvallah son derece önemlidir, ama dengeli olmak şartıyla kişilikli bir politika yürütmek gerekiyor. Bir tarafa bağlı kalmak kişilikli mi? Elbette o da değil, Amerika el kaldırdığında sen de el kaldırıyorsun, bunun acılarını çok görmüşüzdür gazetecilik hayatımızda. Neyse o taraflara girmeyelim. Andre Gunder Frank’ı hatırlattın bana, malum konum, yapı ve kültür üzerinden incelemelerde bulunur Frank, bağımlılık kuramının önemli kişilerinden biridir. En son röportajlarından birini hatırlıyorum ölmeden önce, Türkiye için şunları söylüyordu, mealen aklımda kalanları aktarıyorum, Türkiye’nin coğrafi konumunu öne çıkararak “dükkânın yeri iyidir; Türkiye hem batıyla hem doğuyla ilişki sürdürebilir, konumu üstünlüğüdür” diyordu. Elbette bunu uygulamakta ustaca bir politikayı gerektirir. Sultan Hamam tüccarının yaptığı gibi bir yan komşu politikası olmaz. Türkiye izlediği dış politikanın, dansların, flörtlerin, sık dam değiştirmelerinin sonuna gelmiş durumda.
Frank’ın bu beyanından sonra şöyle konuştuğumuzu hatırlıyorum: Dükkânın yeri iyi ama dükkanın içi boş, mesele burada, dükkanın içi boşsa, dükkanın yerinin iyi olması pek bir şey ifade etmiyor. Şu anda da dükkânın içi boş, daha sağlam temeller üzerinde dış politika, siyasasının örülmesi gerekiyor. Aslında çok üstünde durulabilecek bir konu. Tarihsel bir perspektif içine oturtarak bakmakta fayda var. Sonuçta 100 yıl arayla vahametle sonuçlanan iki dış politika arasında benzerlikleri anlatmaya çalıştım. Benim Biden görüşmesi konusunda aklımda olanlar bunlar.
ÖM: Bir de ben ekonomiye buradan da biraz değinebiliriz herhalde Ali Bey. Ben demin sözünü ettiğiniz Mahfi Eğilmez’in hesabına bir dönecek olursak, yani T.C. Merkez Bankası’nın brüt rezervlerinin 93.7 milyar dolar, net rezervlerinin 13.6 milyar dolar, swap hariç net rezervlerinin de eksi 56 milyar dolar olduğunu belirten notunu gördüm Twitter hesabı üzerinden. Oysa Cumhurbaşkanı’nın Atatürk Hava Limanı’nda NATO liderler zirvesine giderken gazetecilerin sorusunda “100 milyar dolar seviyesine ulaşmış durumdayız” diyordu açıklamada. Burada bir çelişki var galiba değil mi?
AB: Herhalde yanlış aktarmışlar Cumhurbaşkanı’na, zaten yıllardır söyledim gibi hukuk devletinin olmadığı yerde veri ve bilgi güvenliği de yoktur. Türkiye’de data güvenliği yok, dataların oluşturulmasına ilişkin endeks güvenlikleri yok. Mala çökülen bir ülkede, veriye de bilgiye de güvenilmez, onu söyleyeyim.
ÖM: Evet.
AB: Bugün yapılacak Biden görüşmesinin içeriye yansımaları oldu, AKP’ye seçmenin iltifatının azaldığını gösteren zaten pek çok araştırma sunuluyor. Ancak masif bir hale getirilen AKP teşkilat ve organlarda perişanlıklar görülüyor. Bu gelişmeleri nasıl izliyorum? AKP teşkilatını en yakın izleyen, içinden çıkan iki parti var artık, Gelecek ve Deva partisi. Bu partilerin teşkilatları da AKP ‘den ayrılanlarla kurulan teşkilatlar. Dolayısıyla AKP’deki çözülmeyi, teşkilat rahatsızlıklarını en iyi bu iki parti üzerinden izleyebilirsiniz. Türkiye’de siyasi İslam kökünden gelen muhafazakâr 4 parti var halihazırda, birisi ana kucağı olan eski Milli Nizama kadar uzanan Saadet Partisi, iki de AKP’den çıkan, biri de AKP. AKP’deki gelişmeleri diğer küçük 3 parti üzerinden, özellikle teşkilatları izlemekte fayda var. Çünkü halihazırda yerelde bu yeni teşkilatların eski partileri ile temasları bulunuyor. Rahatsızlıkları buradan okumak mümkün.
Meclisteki masif konumda bile çatlamalar var, geçen hafta kulislere yansıyan 15 AKP’li vekilin Süleyman Soylu hakkında yaptıkları girişimden söz ediyorum. Tek parti döneminde bile, Demokrat Parti döneminde bile, dönemin siyasal jargonuna uygun iki grup bulunurdu partilerde, müfritler (aşırılar) ve ılımlılar. AKP de böyle grupların, yapıların olmadığını görürsünüz. Zaten parti olma hüviyetini de önemli ölçüde kaybetmiş olduğunu görüyoruz, memur vekiller dediğimiz durum geçerli. Bu duruma rağmen rahatsızlığı dile getirenler çıkabiliyor, elbette hemen yalanlandı. Ayrıca AKP teşkilatları da son yıllarda sıkça değişti.
Bu arada dikkatimi çeken bir şey oldu, onu da paylaşmam lazım. Bir haber gördüm, Biden görüşmesi sonrasında Erdoğan Türkiye’ye döndüğünde milletvekilleriyle parti parti kahvaltıda buluşmaya başlıyormuş! Şimdi tecrübelerime göre bu kahvaltı meselesi çok önemlidir. Eğer bir lider öbek öbek vekillerle kahvaltılarda görüşmeye başlıyorsa, sorun bayağı ciddi demektir. Yani cerahat derinin hemen altındadır ve ilk fırsatta yüzeye çıkmak üzere demektir. Az demokrasilerde de böyleydi, az demokrasi tecrübemiz daha fazla, ancak otokrasilerde de durum böyle. Ciddi bir rahatsızlık olmasa kahvaltı, bir araya gelme olmaz, ayrıca rahatsızlıklar hep söylediğim gibi pastanın küçülmesiyle de ilişkilidir. Son olarak size bir örnek daha vereyim, şimdi denk geldi, Erdoğan çok uzunca bir süredir muhtarlarla toplanmıyor. Neden?
ÖM: Evet çok önemli!
AB:Erdoğan, 27 Şubat 2015’le, 17 Mayıs 2019 arasında 53 ay 50 kez muhtarlar toplantısı yapmış. 53 ayda 50 kez toplandı, sonra toplanmadı, neden?Çünkü 23 Haziran 2019’da büyükşehirlerde yerel seçimleri kaybettiAKP. Sevgili dostlar, AKP yerel yönetimlerden doğan, yerel yönetimden doğan bir partidir, yerel yönetim partisidir. Yerel yönetimlerin kaynaklarıyla seçmeni besler, avutur, seçmen illüzyonunda yerel yönetim kaynaklarının katkısı inanılmazdır. Geçtiğimiz yıllarda programlarda, yerel yönetim desteklerinin, sosyal dayanışma teşvik fonu katkılarının, AKP’nin yoksullar üzerinde yarattığı illüzyonla ilişkilerini çokça kurmuştuk. Yerel yönetimler kaynaklarıyla devasa mitingler yapardı, 5 milyon kişi gelir Yenikapı’ya, 6 milyon kişi toplar. Nitekim büyük şehirlerde seçimi kaybettiğinde bir İstanbul milletvekili “artık bunlar hayal oldu bizim için” demişti hatırlamıyorum ismini. Yerel yönetimlerle, kömür dağıtır, erzak dağıtır, para dağıtır, kahve dağıtıyormuş, mafyanın da desteğiyle dağıttığını öğrenmiş bulunduk. AKP’nin iktidarı boyunca borçla elde ettiği büyük devasa kaynakları kaşığın ucuyla veren bir mekanizması vardı, nobran sosyal devlet tavrı, yoksula nobranca verilen tahakküm edici şekilde verilen kaynakları yerel yönetimler aracılığıyla yapmıştır, muhtarlar da yerel yönetimlerin bağlantılarıdır.
Seçmende yaratılan illüzyon böyle oluşturuldu, bu illüzyonu sağlayan yapı, 2019 yerel yönetimleriyle ciddi bir yenilgiye uğradı. Kaynaklar kullanılamaz hale geldi, model uygulanamaz hale geldi. Değişen başkanlara, yeni yönetimlere İstanbul, Ankara mali konularda kan kusturmalarının sebebi de budur. Belediye meclislerinde çoğunluk da yok malum, sürekli engel çıkartıyorlar, mali kaynaklarına el koyuyorlar. 2012 yılında çıkan mahalli idareler yasasıyla yerel yönetimler merkeze daha bağımlı hale getirildiği için elleri güçlü. Dolayısıyla yeni yerel yönetimleri engellemek için elinden geleni yapmasının nedeni de budur.
Son günlerde bir de ne gördük? Onunla tamamlayayım, artık ekonomiye giremeyeceğiz vaktimizin olmadığı anlaşılıyor. Yerel yönetim kaynaklarının geçmişte nasıl kullanıldığını ortaya koyan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin teftiş kurullarının yaptığı araştırma ve soruşturmalara içişleri bakanlığı tarafından el konulduğunu görüyoruz. Usulsüzlüklerin haddi hesabı yok yani, sadece 33 dosyada 13,2 milyar liralık usulsüzlük tespit etmişti İBB teftiş kurulu, ona İçişleri Bakanlığı el koydu...
ÖM: Bir tek cümle sorayım, el koymak iç işleri bakanlığı tarafından el koymak ne anlama geliyor? Ne demektir bu?
AB: Soruşturmanın derinleşmesini engelledi, dosyanın soruşturulmasının devamını engelliyor.
ÖÖ: “Siz değil ben araştıracağım” diyor galiba?
AB: Evet Sedat Peker “otele el koydular, çöktüler, marinaya çöktüler” diyor ya, bakanlıkta İBB teftiş kurulunun dosyalarına çöküyor Ömer Bey yani.
ÖM: Anlaşıldı!
AB: Hukuk devletinin olmadığı yerde dosyalar kapatılıyor, dosyalar açılıyor, mala çökülüyor. Ekonomiyle bağlayarak kapatalım mı? Mala çökülen yerde yatırım yapılır mı? Siz çok zengin bir insansınız, yatırım yapmak istiyorsunuz, mala çökülen bir ülkeye yerli yabancı yatırımcı gelir mi? ‘Mala çökmek’ bu mütareke sırasında ülke içindeki çetelerin yaptığı işlerdi. Ermenilerin, Rumların, gariban Türklerin malına çöktüler. O çetelerden ordu devşirdik, bunlar vergi bile aldılar. Şimdi bu böyle bir ortamda, kapitalist düzenin işleyişi açısından baktığımızda, mala çökmek yatırımın gelmemesi demektir, gelmez yatırım yapmaz yani yerli ve yabancı!
ÖM: Evet bunu etraflıca konuşacağız. Süreyi de bitiriyoruz, evet.
AB: Bununla tamamlayalım, peki size iyi yayınlar!
ÖM: Çok teşekkür ederiz Ali Bey.
ÖÖ: Görüşmek üzere.
AB: Hoşça kalın!