Reichstag yangını: Bir Alman’ın Hikâyesi kitabından okumalar

Nereye Doğru
-
Aa
+
a
a
a

Nereye Doğru programında Cengiz Aktar, 1933’teki Nazilerin kundakladıkları ve komünistlerin üzerine yıkılan Reichstag yangınının yıldönümü olduğunu ve bu münasebetle Sebastian Haffner’in "Bir Alman’ın Hikâyesi" adlı kitabından okumalar yaptı.

“Milletlerin heyecanlı, coşku verici bir oyunu olarak barışın sunabileceği her şeyden daha derin bir eğlence ve daha keyifli duygular bahşeden savaş. On senelik bir dönemde doğmuş Alman okul çocukları 1914-1918 arasında günbegün bu şekilde yaşadılar savaşı. Ve işte bu daha sonra Naziliğin her şeyi mümkün kılan temel tahayyülü oldu. Nazilik, ondan alır bütün propaganda gücünü, basitliğini, hayal gücü ve aksiyon şehvetine yaptığı çağrıları. Keza iç politikadaki rakiplerine karşı hoşgörüsüzlük ve gaddarlığını da. Çünkü bu oyuna katılmak istemeyenler rakip olarak değil, oyun bozan olarak algılanır. Ve nihayet komşu ülkelere karşı doğal olarak cengâver bir tavır içinde olmasının nedeni de budur. Çünkü hiçbir devlet komşu olarak kabul edilmez. Hepsi ister istemez rakip olmak durumundadır. Aksi takdirde oyunun oynanması mümkün değildir. 

1923 senesi Almanya’yı sadece Nazizme değil her türlü fantastik maceraya hazırladı. Nazizmin psikolojik temellerini ve iktidar politikası açısından köklerini bundan önce de dile getirdiğimiz gibi daha derinlerde bulabiliriz. Ama bugün gördüğümüz cinnet halini Nazizim, bu dönemde edindi. Bu soğuk çılgınlığını, mümkün olmayanı yapma yolunda giderek artan fütursuzca ve gözleri kapalı kararlılığını. Bize faydalı olan her şey haklıdır ve imkânsız kelimesi bizim lügatimizde yer almaz zihniyetini pazarladı. 

Almanya’da sadece bir azınlığın (bu azınlık ne aristokrasi ile ne de mülk sahibi olmakla örtüşür) yaşamakla ilgili fikir sahibi ve kendi hayatını şekillendirmeye muktedir olması ki, bu arada söylemek gerekir ki bu durum Almanya’yı demokratik bir yönetim şekli için prensip olarak uygun olmaktan çıkartır; bir temel durum tespitidir. 

Adam (Hitler) giderek kendini aştığı, daha delirdiği ve canavarlaştığı ve bu sırada da giderek daha fazla şöhret kazandığı ve daha göz önünde olduğu için etkisi tam aksi yönde gelişti. Canavarın yarattığı cazibe ortaya çıktı ve onunla beraber Hitler hadisesinin asıl gizemli noktası da bu fenomenle başa çıkamayan ve sanki kem bir ejderha bakışının etkisinde olan, kendilerine meydan okuyanın ete kemiğe bürünmüş cehenneminin ta kendisi olduğunu idrak etmekten âciz rakiplerinin, o tuhaf sersem sepelek ve efsunlanmış halleri. 

1932’de olduğu gibi şimdi de tam da bu son ve en tehlikeli anda her şey kaybedilmişken bir kere daha patolojik ve semavi bir iyimserlik yayılıyor insanlar arasında. Bir tür kumarbaz iyimserliği, neşeli bir güven. Herkes her şeyin kıl payı farkla tekrar düzeleceğine inanıyor.  

Bugün bütün dünyada görülen marazi iptila o dönemde Almanya’da çoktan hüküm sürmeye başlamıştı: Ona istediği her şeyi hiç bıkmadan tekrar tekrar ve giderek daha ufak bedeller karşılığında, neredeyse zorlarcasına bir ısrarla sunmak. Appeasement’ dan (yatıştırma) defalarca tantanayla vazgeçildi ve her defasında önem kazandığında tıpkı bugün olduğu gibi âlây-ı vâlâ ile diriltildi. Dehşet verici gelişmelere karşı bir yerlerde güçlü, canlı bir tepki verilmesinin engellenmesine ciddi şekilde yardımcı olan bu mekanik ve otomatik süregiden günlük hayatın ta kendisiydi. Güvenlik duygusu ve mevcudiyetinin sürdürülmesi sadece günlük rutin işleyişin devam ettirilmesi ile mümkündür. Onun dışına çıkıldığı anda cangıl başlar. 

20. yüzyılda yaşayan her Avrupalı bunu karanlık bir korku olarak hisseder. İşlerin raydan çıkmasına neden olabilecek cüretkâr, gündelik rutinin bir parçası olmayan, sadece kendi içinden gelen herhangi bir işe kalkışmamak hususundaki tereddüdü de bundan kaynaklanır. 

Ve işte bu nedenle mümkündür Almanya’da Nazi hakimiyeti gibi devasa medeniyet facialarının vuku bulması.”

 

(Program özetini hazırlayan gönüllümüz İbrahim Cevizli'ye teşekkür ederiz.)