Küresel ısınma virüslerin yayılımını kolaylaştırarak insan nüfusunu tehdit edebilir

-
Aa
+
a
a
a

Yeni bir çalışmanın sonuçları, küresel ısınmanın hastalıklara neden olan virüslerin yayılımını ve canlı kalmasını kolaylaştırarak insan nüfusunu tehdit edebileceğini gösteriyor.

Gezegenin Geleceği: 9 Eylül 2020
 

Gezegenin Geleceği: 9 Eylül 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

Yeni bir çalışmanın sonuçları, küresel ısınmanın hastalıklara neden olan virüslerin yayılımını ve canlı kalmasını kolaylaştırarak insan nüfusunu tehdit edebileceğini gösteriyor. The Independent’ın haberine göre, daha sıcak ortamlara adapte olmuş koronavirüs gibi virüsler daha uzun süre bulaşıcı kalırken klor gibi dezenfektanlara karşı da daha dirençliler. Lozan’daki İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü’nden Tamar Kohn, The Independent’a verdiği röportajda, “Bu, sıcak bölgelerde mikrobiyal su kalitesinin daha kötü olabileceği ve virüslerin oluşturduğu sağlık risklerinin daha büyük olacağı anlamına geliyor” dedi. Güneş ışığı, yüksek sıcaklıklar ve diğer mikroplar, su yüzeyinde bulunan virüsleri etkisiz hale getirerek hastalığın yayılma potansiyelini azaltır. Ancak bilim insanları, virüslerin çevreye göre tepki verme şeklinin iklim değişikliğiyle gelişeceğini öngörüyor. Amerikan Kimya Birliği’nin Çevre Bilimi ve Teknolojisi dergisinde yayımlanan çalışma, sıcağa adapte olmuş virüslerin, soğuk suda inkübe edilenlere göre ısıyla deaktive edilmeye karşı daha dirençli olduğunu buldu. Soğuk suya transfer edildiklerinde, sıcağa adapte olmuş virüsler de daha uzun süre aktif kaldı ve klora maruz kalma süreleri de daha uzundu. Araştırma bulguları “daha sıcak sulardaki virüslerin bulaşıcı durumda daha uzun süre canlı kalabileceklerini ve dezenfektanlara karşı da daha dirençli olabileceklerini” gösteriyor. Ancak Kohn, laboratuvar araştırmasının henüz sahada doğrulanmadığını belirtiyor. Bu durum, virüs bulaşmış su kaynaklarında yüzerek veya bu kaynaklarla sulanmış gıda ürünlerini yiyerek insanların daha riskli bir durumla karşı karşıya olduğu anlamına geliyor. Kohn, aşırı hava koşullarındaki artış ile beraber, özellikle daha sıcak ülkelerde yüksek bir hastalık tehdidi oluşturabileceğini söyledi.

Verimli soğutmanın önemi

Eco Business’tan Tim Ha’nın haberine göre, Küresel sıcaklıklar arttıkça ve iklimlendirme ve soğutmaya olan talep arttıkça, tüm ülkeler soğutmayı daha verimli, daha az emisyon yoğun ve daha uygun hale getirmek için sağduyulu girişimler benimsemeli.  Hem soğutucu akışkanlar hem de enerji verimliliği için şu anda mevcut olan en iyi teknolojileri benimsemek, 2060 yılına kadar 460 milyar metrik tona kadar karbondioksit emisyonunu ortadan kaldırabilir, bu da sekiz yıllık küresel sera gazı emisyonlarına eşit bir miktar. 2030'a kadar, yaklaşık 1.600 orta büyüklükteki elektrik santralininkine eşit emisyonlar önlenecek. Hidroflorokarbonlar (HFC'ler) olarak bilinen "süper kirletici" soğutucu akışkanların ortadan kaldırılması ve soğutma ekipmanının enerji verimliliğinin artırılması kritik öneme sahip. Aksi takdirde, tek başına bu sektörden kaynaklanan emisyonlar, kalan "karbon bütçesini" sanayi öncesi zamanlara göre 1,5 ° C "güvenli" eşikte küresel ısınmayı sınırlamak için kullanabilir. Bu florlu gazlar, aynı zamanda, CO2'den molekül başına binlerce kat daha fazla ısınma gücüne sahip, güçlü sera gazları veya iklim süper kirleticileri.  Montreal Protokolü'nün en son zorunlu önlemi, öncelikle soğutucu akışkan olarak kullanılan HFC'leri aşamalı olarak durdurmayı ve 2100'e kadar 0,5 ° C'ye kadar ısınmadan kaçınmayı amaçlayan 2016 Kigali Değişikliği. Değişikliğin başlangıç ​​programı, bu hedefin yaklaşık yüzde 90'ını sağlamakta. Kigali Değişikliği ile, Montreal Protokolünün yaklaşık 200 tarafı (her BM üyesi dahil), HFC'lerden daha iklim dostu soğutucu akışkanlara geçiş sırasında AC ünitelerinin ve diğer soğutma ekipmanlarının enerji verimliliğini artırmanın önemini de kabul etti. Verimlilik kazanımları, Kigali Değişikliği’nin iklim faydalarını yüzyılın ortasına kadar ikiye katlarken, enerji üretimi ve iletim maliyetlerini yaklaşık 3 trilyon ABD doları azaltabilir.

Denizler bilinenden daha fazla karbondioksit emiyor

İngiltere’de yapılan bir modelleme hesaplamasında, okyanus ve denizlerin tahmin edilenden daha fazla karbondioksit emdikleri tespit edildi. Dünya üzerindeki okyanus ve denizler, 2.2 milyar benzinli arabanın ürettiği karbondioksite eşdeğer bir miktar olan 900 milyon ton karbondioksit temizliyor. İngiltere Exeter Üniversitesi Küresel Sistemler Enstitüsü profesörlerinden Andrew Watson, daha önce yapılan karbondioksit emilim ‘modelleme’ çalışmalarında yeryüzündeki farklı derinliklerde meydana gelen sıcaklık farklılıklarının hesaplanmadığını ifade etti. Üniversite, yaptıkları yeni modelleme hesaplamasında sıcaklık farklılıklarının da hesaba katıldığını açıkladı. Yükseklik ve derinliğe bağlı sıcaklık farkının, su tarafından toplamda emilen karbon miktarını değiştirdiği belirtildi. Sonucunda da okyanus asitlenmesi ve besin ağının çökmesine neden oluyor.

'Çözümlerden biri bitki bazlı beslenme'

Araştırmacılar Birleşik Krallık’ta yer alan Cambridge‘taki  üç kafeteryada vejetaryen seçeneklerin oranını iki katına çıkardı. Daha önce dört üründen birinin vejetaryen olduğu menüler, dört üründen ikisi vejetaryen olacak şekilde yeniden düzenlendi. Çalışmanın sonucunda sipariş edilen yemek sayısında herhangi bir değişim gözlemlenmedi. Üstüne, müşterilerin vejetaryen seçenekleri yüzde 40 ile yüzde 80 arasında daha fazla tercih ettikleri ortaya çıktı. Bitki bazlı öğünlerdeki en büyük artış et yiyen müşteriler arasında gerçekleşti. Bu da bitki bazlı bir yemeğin tadını çıkarmak için vejetaryen olmaya gerek olmadığını gösteriyor. Araştırmacılar “Sonuçlar, gıda bulunabilirliğini değiştirmenin insanları hem insan sağlığı hem de gezegenin korunması için daha iyi karar almaya doğru teşvik ettiğini gösteriyor” ifadelerini kullanıyor. ZME Science’ın aktardığına göre Cambridge Zooloji Bölümü’nden Emma Garnett, “Daha bitki bazlı bir diyete geçmek, gıdanın çevresel ayak izini azaltmanın en etkili yollarından biri” dedi.