“Böyle bir topluma hayal sunmak, vaatlerde bulunmak, geleceği süslemek gerekiyor”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.

(24 Ağustos 2020 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)

Özdeş Özbay: Merhaba Ali Bey, günaydın!

Ali Bilge: Günaydın Özdeş, günaydın Can, günaydın Feryal ve günaydın Ömer Madra diyelim.

Can Tonbil: Günaydın Ali Bey, merhaba! Sesinizi duymak güzel.

AB: Aynı şekilde. Geçen haftayı nasıl bitirdiysek onunla başlayalım isterseniz. Malum bir müjde, mucize açıklandı. Öncelikle şunu söyleyelim, keşfedildiği söylenen doğalgaz rezervinin bulunduğu bölgeye nasıl bir iklim etkisi olacağını bilmiyoruz. Hiç dile getirilmiyor. İçinde yaşadığımız gezegen karbon kaynaklarına dayalı iklim yıkımı yaşıyor. Karadeniz Ereğli açıklarında keşfedilen doğal gazın üretime başlamasıyla, çevresine ne kadar etkisi olacağının hiç hesap edilmediğini görüyoruz. Hidrokarbon karşıtları olarak ciddi sorunlar çıkabileceğini düşünüyoruz. Çünkü doğal gazın keşfedildiği söylenen bölgenin karşısındaki kıyılar, Türkiye’nin batı Karadeniz’i, iyi akarsuların döküldüğü yerler, aynı zamanda yeşil tanımına çok uygun bir bölgeler, Akçakoca, Ereğli, Karasu vbg yerler çok güçlü bir floraya sahip. Doğal gazın çevre ve iklim etkilerinin neler olabileceği hususu tartışılmıyor, açıklamalarda bu eksik. 

Ayrıca bir de şuna değinmek istiyorum, sonuçta Sakarya bölgesi, deprem bölgesidir. 1999 yılının ikinci büyük depremi 7.2 şiddetindeydi. Deprem Adapazarı, Sakarya, Hendek ve Kaynarca hattında oldu. İstanbul dan Zonguldak’a kadar olan bölgeyi etkiledi. Bu fayın deniz uzantısı konusunda bilgim yok ama doğal gaz bulunan bölgenin faylarla bağlantısı nedir? Bu hususu irdeleyen var mı bilmiyorum ama buna da işaret etmek istiyorum. Beklenen olası herhangi bir depremde deniz içinde sondaj yapılan şu anda gerçek miktarı da ispatlanmamış olan doğalgaz kuyuları nasıl etkilenir? 

Biz ülke olarak 1960’lı, 70’lı, 80’li yıllarda bile bile şehirlerimizi ve sanayimizi hatta ilk büyük petrol rafinelerimizi deprem faylarının üstünde kuran bir ülkeyiz, donanmayı da fayın üstüne kuran bir ülkeyiz. Dolayısıyla doğalgaz keşfinin yapıldığı iddia edilen bölgenin faylarla bağlantısı nedir, depremle bağlantısı nedir? 21 yıl önce bu bölgede çok ciddi iki büyük deprem yaşadık, bölge tarih boyunca depremler yaşamış bir bölgedir, kuzey Anadolu fay hattının yakınında bir bölge. Kıyıya 160-170 km. uzaklıktaymış. Depremler için bunlar çok büyük mesafeler değil, umarım deprem uzmanları bu konuyu irdeliyorlardır.

Doğal gaz hikayesinin şatafatlı müjdeli bir sunumu oldu. Neden böylesi müjdelere, mucizelere ihtiyaç duyuyor yönetimler? Bu soruya cevap aramaya çalışalım. Ülkemiz Türkiye, çok ciddi bir ekonomik bunalım yaşıyordu, ekonomik buhran içine girmişken üstüne bir de covid19 salgını eklendi, vaziyet büyük bir buhrana dönüştü. İşsizlik, yoksulluk, açlık sınırlarına dayanmış bir toplum olduk. Geniş işsizlik tanımında %30’a varıyorsunuz, genç işsizlik, üniversite işsizlik çığ gibi, stres altında ve depresif bir toplum haline gelmiş durumdayız. 

Şimdi böyle bir topluma hayal sunmak, vaatlerde bulunmak, geleceği süslemek gerekiyor, özellikle de zor durumdaki otokratik siyasetçinin zaman kazanmasına imkân veriyor bunlar. Evet, toplum otokratik bir yönetime mahkum olmuş ancak otokrasi de artık kıvranmaya başlamış, peki böyle bir durumda ne gerekiyor? O zaman büyüklere masallar anlatmak gerekiyor, abartılı hikâyeler gerekiyor. Otoriteye karşı itaatin zayıflamaya yüz tuttuğu bir döneme girmişsiniz. O zaman, müjdelere, mucizelere, halaskarlara ihtiyaç var demektir.Türkiye’de epeydir, özellikle yoksullar ve orta sınıf üzerinde Erdoğan otokrasinin bir illüzyonu bulunuyor. Ancak bu illüzyon zayıflıyor, zayıflama sonucunda otokrasilerde mucizevi imkanlar, müjdeli sözler, tasarımlar, keşifler ortaya çıkmaya başlar.Aslında otokratik olmayan dönemlerde de yakın tarihte mucizeler aranır, hikâye edilir. Çocukluğumdan beri sürekli çeşitli madenlerin üzerinde oturduğumuz söylenir yazılır,” sonu yum” la biten madenler üzerindeyizdir. Boryum, toryum, lityum vbg..

ÖÖ: Özellikle bor üzerinden dönerdi değil mi?

AB: Evet, hala da döner, yani tüm bu madenlerin deposuyuz biz. Ayrıca enerjinin de deposuyuz ama emperyalistler buna izin vermezler, hatta açılan kuyuların ağzına beton dökerler filan. Hatta bir seferinde, sanıyorum MGK gündemine bile girmişti, Karadeniz’de uranyum bulundu, Türkiye zengin oldu manşetleri yazıldı, sonradan anlaşıldı ki aslında bu bir nükleer atık denize bulaşmış. Su analizinde görülen uranyum atık sonucuymuş. Karadeniz’de hem Rusya hem de Türkiye için miadı tükenmiş askeri mühimmatın döküldüğü bir deniz. Ayrıca pek çok nükleer atıkta bulunmaktadır. Gerze’de hala duruyor mu bilmiyorum. 80’lerdeki Rusların bıraktığı nükleer atık varilleri kıyılara vurmuştu, bir kısmı oraya toprağa gömüldü. Geçmişte, “Karadeniz’de uranyum bulundu, zengin olduk!” nidaları, haberleri yaşamıştık, MGK’lara, bakanlar kurullarına kadar uzanan gelişmeler yaşamıştık.

ÖÖ: Ama doğruymuş, bulmuşlar gerçekten uranyumu!

AB: Evet deniz suyunda görülmüş. 

ÖÖ: Yalan değil yani!

AB: Değil, değil. 2006-2007 olması lazım ‘erke dönergeçi’ diye bir alet bulundu, bu alet sonsuz enerji üretecekti! O dönem Ömer Madra ile Avi’de vardı galiba, dönergeçle ilgili bayağı gırgır yaptık çünkü 

ÖÖ: Onda da ordu falan vardı işin içerisinde!

AB: Tabii orgeneraller, kuvvet komutanlığı yapmış olanlar katıldı buluşun anlatıldığı basın toplantısına, MGK genel sekreterini hatırlıyorum, mafya liderleri de vardı, Sedat Peker vardı.

ÖÖ: O dönemin müjdesi!

AB: O da bir müjdeydi. İktidarların sıkıştığı dönemlerde müjdelere ihtiyaç var. Özellikle otokratik rejimlerde. Aklıma geldi, Arjantin’in meşhur Peron’u var ya, onun da meşhur bir vukuatı vardır. Arjantinliler Nazilerle çok yakın ilişki içerisinde olmuşlardır. Nazi’lerin Almanya’daki ilk yıllarından itibaren en yakın ilişkide bulunan ülkelerden biri Arjantin. Peronistler iktidara gelmeden önce başlayan ilişkiler Peron döneminde de artarak devam etmiştir. Savaş sonrasında Nazilerin önemli liderleri Arjantin’de saklanmıştır. Savaş sonrası 40’lı yılların sonunda, iktidarda olan diktatör Peron ‘da mucizeler aramaya başlıyor. Diktatöre birileri akıl veriyor, diyorlar ki,” sonsuz enerji üretecek bir adam var”, Nazi bilim adamları içinde yer almış Ronald Rihter, adam Von Braun’larla filan çalışmış, nükleer parçacık fiziği üzerinde çok çalışmış. Yani bizim erge dönergecinden daha ciddi. Peron’un sevdiği Nazi işadamlarından biri “bu adam müthiştir bunu yapar” diyor. Ronald Rihter Arjantin’e davet ediliyor. 1949'da Perón, çok fazla ucuz enerji üretebilecek nükleer füzyon üretmek üzere Richter'i işe alıyor, Peron çok ciddi mali kaynaklar ayırıyor. Her şey seferber oluyor, sonunda nükleer program projesi adama emanet ediliyor. Bir süre sonra Richter; “yaptım, gerçekleştirdim, buldum ürettim enerjiyi” diyor. Peron bütün dünyaya gururla duyuruyor. Ülkenin en büyük ödülünü veriyor, işin 300 milyon dolarlık da bir maliyeti var. 

ÖÖ: Fazla da bir şey değilmiş getirisine bakılırsa!

AB: O getiriyle bütün Arjantin’in enerjisini sağlanacak. Sonrasında proje bir türlü sonuca ulaşmıyor, zaman geçiyor, hatta adam kendisini denetlemeye gelen yetkilileri içeri almıyor kapıyı kilitliyor, adam bulunduğu mekânı patlatıyor vs. Böylesi trajikomik olaylar zinciri ve proje büyük bir fiyaskoyla sonuçlanıyor. Rihter’in yaptıklarını külliyen yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Peron ve ülkesi aldatılıyor, tüm dünya Peron’la dalga geçiyor, alay malzemesi oluyor. ‘Rihter projesi’ olarak anılan mucizeler beklenen projeden sonra, Nazi bilim adamı bir süre tutuklu kalıyor. Adam 1991 yılına kadar yaşıyor, bir zaman Libya’ya gidiyor, Libya’da da muhtemelen Kaddafi’ye de bazı projeler sunmuş olabilir, büyük bir olasılıkla! O tarafını bilmiyorum doğrusu. Ancak sonraki yıllarda açıklanan belgelerde Peron ‘un bu projeyi, Falkland Adaları'nı işgal etmeyi düşünerek planladığı anlaşıldı. 

Şimdi böyle meselelere, doğal gaz keşfi gibi konulara otokrasi ile mucize ve müjde ilişkisi üzerinden bakmamızda fayda var. Bugün ve geçmişe baktığımızda genellikle otokrasi ile yönetilen ülkelerde üzerine kurulan bir zenginlik oluyor, ülkenin maden zenginliği olabiliyor, petrol ve doğalgaz üzerinde kurulan otokrasiler olabiliyor. Şimdi bunlar gelişmiş ülke olmuyor ama otokrat böyle bir zenginliğin, bir varlığın üzerine oturuyor. Bizde böyle bir durum yoktu ve hala yok. Bizim otokrasimiz maden, petrol ve doğal gaz üzerinde oturmuyor. Biz, borç üzerinde oturan bir otokrasi imal ettik, bizde ki borca dayalı otokrasi! 18 yılda 500 milyar dolarlık borç stoğu yapıyorsun, 2,4 trilyon dolarlık kaynak harcıyorsun, bunun 1.3 trilyon Dolar’ını betona harcıyorsun, sonra borcun üzerine otokrasi bina ediyorsun, bu çok ender bir durumdur! 

CT: Ali bey bir şey sorabilir miyim bu noktada?

AB: Tabii,

CT: Şimdi otokrasi dediğimiz zaman akla şu geliyor ilk önce, mevcut olan iktidarın bir söylemi, bunun karşısında da muhalefetin geliştirmeye açık olduğu bir potansiyel karşı söylem gerekiyor ama mesela bu müjde tartışmasında ben biraz da bunun tam tersini gördüm. Bana kalırsa biraz turnusol kâğıdı gibi bir şeydi burada ortaya çıkan tartışma. Yani özellikle Türkiye’nin iklim politikasıyla alakalı ortaya çıkan durumun bir şekilde özetiydi. Şu şekilde görüntüler ortaya çıktı, Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’yla yani bu olay iklim kriziyle alakalı, yani fosil yakıtlardan bahsediyoruz net bir şekilde. Tarihin görmüş olduğu en sıcak yıl içerisinde olan olaydan bahsediyoruz ve iklim değişikliği tartışıyoruz dünyanın dört bir tarafında. Kaliforniya’da yangın çıkıyor, Kaliforniya valisi diyor ki “iklim değişikliği görmek istiyorsanız buraya gelin!” Herkes iklim değişikliğinden bahsediyor. Bu esnada biz gazı, fosil yakıtları tartışıyoruz, bunları tartışırken mesela çok ilginç görüntüler ortaya çıktı. Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’ndaki müzakereleri yürüten kişi bu müjdeyle karşıladı. Türkiye’nin en fazla sosyal medya takipçileri iklim bilimcileri dahi bunu bir müjde olarak karşıladı, fosil yakıt bulunmasını müjde olarak karşıladı. Diğer taraftan da mesela Halk TV’de izledim ben, petrol profesörleri diğer alanlarda, bu gibi alanlarda çalışan insanlar da aynı şekilde yayına dahil oldular ve “inşallah daha fazlasını buluruz, daha fazlasını buluruz!” maşallahlar, inşallahlar beraber bir söylem geliştirdiler. Bana kalırsa kendi söylemek istediklerini söylediler. Hemen ardından yayına kısa bir ara verildi ve Giresun’daki sel haberlerine bağlandı”!

AB: Evet!

CT: Yani bir anlamda bir açıdan turnusol kâğıdı gibi bir tartışmaydı aslında iklim politikasıyla alakalı kim neyi ciddiye alıyor neyi almıyor diye. Gayet net bir şekilde görüldüğüne inanıyorum ben bunun. 

AB: Doğrusun, zaten programın girişinde de onu belirtmeye çalıştım, doğal gaz keşfinin iklimle ilgili bağlantısını kale alan yok. Zaten iklimle ilgili partilerin yaklaşımı teğet geçer hep. Seçim bildirgeleri, parti programlarında iklim hususiyetleri üzerine çok konuştuk, senin de bulunduğun zamanlarda. Son anda sıkıştırılmış cümleler vardır bu belgelerde, yürekten yaklaşım yoktur. Neden böyle? Bunu yanıtlamak için Türkiye’nin enerji ile ilgili bilinçaltına bakmamız gerekir. 100-150 yıllık tarihi indirmemiz lazım. Enerji meseleleri iç devletin kafasında şekillenen çok önemli bir husustur, muhalefette iç devlete göre şekil aldığına göre, senin muhalefet için işaret ettiğin bakış açısı, milli güvenlikle özdeş bir bakış açısı olduğu için, muhalefet de örtüştüğü için, doğal gaz keşfi iklim bağlantısı hiç görülmeden muhalefetin alkışına, onayına mazhar oluyor. 

 Suriye politikasında, doğu Akdeniz politikasında, pek çok politikada iktidarla bir özdeşlik yaşadığını daha önceki programlarda örnekleriyle de verdik. Bu konuda da benzer bir yaklaşım var, ağzına iklimi alan yok. Mesele hidrokarbonculuk üzerinden tartışılıyor “bu rezerv gerçekçi midir, değil midir?” tartışması yapılıyor, farklılık, bölünme orada. İşte, “verimli bir işletme olabilir mi?” “rezerv henüz ispatlanmamış vaziyette”, “200 m daha delinmesi lazım””, gözenekler ne kadar dolu”, “3 haftada bulunması mümkün değil “ bu minval üzerinde dönen bir tartışma söz konusu. Bu hususlarda önemli, konuşulmalı ama muhalefetin yaklaşımı iklim dostu ve dünyayı yıkıma uğratan hidrokarbonculuğu karşıya alan bir yaklaşım değil. 

Yıllardır şunu söylüyorum, “hukuk güvenliğinin olmadığı bir ülkede veri ve bilgi güvenliği olmaz”. Benim bir iktisatçı olarak, iktidarın ürettiği iktisadi verilere ve iktisadi bilgiye inancım kalmamışsa, ülkenin döviz rezervi Merkez Bankası, Hazine ve hükümet tarafından gerçekçi açıklanmıyorsa, benim ülkenin döviz rezervine inancım yoksa bulunduğu söylenen doğalgaz rezervine de inancım yok. Zaten afaki tanımlar ve rakamlar üzerinden yaklaşılıyor. 

Aslında bütün bu açıklamalara müjdelereotokrasinin çaresizliği üzerinden bakmamız gerekiyor. Siz, bir otokrat olarak, “topluma ne verirsem illüzyonum devam edebilir” diye düşünmeye başlıyorsunuz, illüzyonunuzun devam etmesi üzerine çeşitli çareler aramaya başlıyorsunuz, “din veriyorsunuz mesela”, Kariye müzesini, Ayasofya müzesini ibadete açıyorsunuz sanki çok büyük bir ihtiyaç varmışçasına. Hemen arkasından bir mucize getiriyorsunuz “3 haftada bulduk!” diyorsunuz. 

Doğu Akdeniz’de durum vahim mertebesine ulaşıyor, müjde açıklanırken ne oluyor? Libya’da ateşkes açıklanıyor, ateşkes uzun ömürlü olduğu taktirde Libya’dan kopacaksınız demektir. O zaman sizin Libya bağlantılı kıta sahanlığı ve ‘Mavi Vatan’ projeniz de güme gidiyor. Kasım’da ABD ‘ye çok feci ilişkilerinizin olduğu Biden’ın Başkan olacağı anlaşılıyor, bu hafta Amerika’nın Suriye temsilcisi Jeffrey Türkiye’ye geliyor, Jeffrey’in geleceği haberi duyulduğu an “Rusya ile S400’ün ikinci dilim mali anlaşmalarını görüşmeye başladık” diyor. Türkiye tarafı. Ne Libya konusunda bir söz söylüyor, ne S400 konusunda bir şey söylüyor. 

Nereye baksanız elinizde kalıyor. Covid’le ilgili durum çok vahim gelişiyor, unutmayalım, 99 Gölcük merkezli ilk depremde resmi rakamlarla 18 bin ölüm oldu, biz Covid’de 6 ayda 6 binin üzerinde ölüme ulaştık, depremin 1/3’üne ulaşmış durumdayız, vaka sayısı 250 bin. 99 depremi 45 saniye sürdü, ama pandemi 6 aydır sürüyor!  Pandemi de bir afet, bir afet ülkesisiniz aynı zamanda. Her tarafınız dökülüyor, Karadeniz’i dere yataklarına taşıdık, bölgeyi hiçbir şey bilmeden gezseniz, afete davetiye çıkarıldığını her ilçe ve kasabada görebilirsiniz. Pek çok açıdan bir afet ülkesi halindeyiz. 

ÖÖ: Bu arada “afet ülkesiyiz” dediniz ya, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerini hatırlatayım, bence genel olarak afetlere bakış açısıyla ilgili güzel bir söz. Şunu söylemiş, orada yıkılan köprüler var biliyorsunuz, Cumhurbaşkanı Erdoğan da “yıkılan köprüler var, yıkılması gerektiği için orada yıkılan köprüler var” demiş. Yıkılması gerektiği için yıkılmışlar zaten!

CT: Metaforik bir anlatım olmuş! 

ÖÖ: T24’ten okudum bu haberi.

AB: Ne diyeceğim böyle bir açıklamaya. Tam Erdoğan’a özgü bir açıklama. 

Sonuçta otokrasi zor durumda, o zaman topluma henüz ispatlanmamış mucize enerji dozunu vereceksiniz, böyle durumlarda başka ürünler de kullanılabilir, çünkü çaresizliğe doğru gelmiş durumdasınız. Alınan trilyonlarca borçların stoku ortada, ödenmesinde zorluklar yaşanmaya başladı. Bölgenizde yalnızlığa mahkûm oldunuz, AB’den kopuş var, uluslararası kuruluşlarla başınız belada, büyük devletler arasında oynadığınız oyunun sonuna gelmişsiniz, dünyada ihvancı tanınıyorsunuz, İslamcı gruplara destek veren ülke konumunda algılanıyorsunuz, sokağa çıktığınızda size selam verecek insan bulamıyorsunuz. 

O zaman mucizeler elinizin altına gelmesi lazım, çünkü Erdoğan’ın illüzyonunda olan dar ve yoksul kesimlerde çözülme başladı. Uzun yıllardır dar ve yoksul kesimlerin oylarına konulan bir ipotek vardı, alınan borçların çok azı yoksullara damla damla verilerek yoksullar o ipotek altına alındı. AKP dönemi dar ve yoksul kesimlerin illüzyon ve ipoteği üzerine çok iyi bir ekonomi politik analiz yapabiliriz, sosyal dayanışmayı teşvik fonuyla, konut politikalarıyla, vs. ile yoksulların ipotek altına alınma sürecini ve otokraside geçiş sürecini ilişkilendirerek bakabiliriz ama başka bir zaman, vakit yok.

İllüzyon devasa borçlara dayanıyordu, bu borçlar maalesef iklim dostu bir enerji sektörüne harcanmadı, Türkiye 2,4 trilyon dolar harcama yaptı, işte 1.3 trilyon dolar inşaata para harcadı, bu parayı istihdam dostu, iklim dostu enerjiye harcamadı, mesela rüzgar tribünleri teknolojisine yatırım yapmadı ya da güneş enerjisi yatırımlarını yapmadı, gitti Görele deresine bina yaptı.

ÖÖ: Hatırlarsanız ironik bir şekilde müjdeyi güneş paneli fabrikasında verdi sayın cumhurbaşkanı.

AB: Bunlarla yapsanız karşılığında katma değeri yüksek hem temiz teknolojilere kavuşurdunuz. Bize iktisat okutulurken, genç endüstriler diye bir tez okutuldu, böyle bir tez endüstri tezleri vardı. Ülkeler gelişmişliğe hangi yollardan geçerek nasıl adım atabilirler? Tez endüstrileri üzerinden yürürler. İşte, “dünyanın en iyi tekstil makinası üretecek ülkesi olacağım, elektrik kabloları ve motorları üreterek öne geçeceğim, iletişim teknolojileri üzerine aldığım borçları, mali kaynaklarımı seferber edeceğim, cep telefonu üreteceğim, bir marka yaratacağım, güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, dalga boyu enerjisi üzerine yatırım yapacağım” diyebilirsiniz, böyle tercihler yaparak yürürsünüz. 

Parayı, alınan borcu teknolojiye harcarsanız önemli çıktılar elde edebiliyorsunuz. Üniversitenizi bir yığın olmaktan çıkarırsanız, ileri teknoloji ve iklim dostu büyüme kavramıyla ilerlerseniz, temiz enerji teknolojilerine yatırım yaparsanız, birkaç 10 yıl içerisinde bir sonuca ulaşabiliyorsunuz ama bunlar olmadı Türkiye’de. 

CT: Ama bir yandan da hakkını vermek lazım, Bayraktar, Akıncı, TİHA (Taarruzsuz İnsansız Hava Aracı) yerli ve milli üretim olan bu hava aracı kritik bir eşiği daha geçmiş, devam eden testleri kapsamında PD1 olarak adlandırılan ilk prototipi 30 bin feet irtifanın üzerine çıkmış. Bir şekilde savunma sektörünün de hala öncülerinden bir tanesi olduğuna dair haberler çıkıyor. 

AB: Dünürün ürettiği değil mi?

CT: Bayraktar efendim, Akıncı mı Bayraktar mı dünür? O kısmını hatırlamıyorum. 

AB: Sonuçta Türkiye, dövize de kıt enerjiye de kıt bir ülke, zaten bunlar da birbiriyle ilişkili, 50 milyar dolarlık petrol ve doğalgaz satın alıyorsun Bir de radar, füze merakımız var, bunun da hikayesini daha önce çok konuştuk; 2011 yılında Türkiye’nin füze menzilindeki durumunu Savunma Sanayi Yüksek Kurulu toplantısında öğrenir Erdoğan. Sonrasında füze yatırımları başlar, elbette balistik füze yapmak mümkün değil, sadece satın alabiliyorsunuz, füze yerini insansız hava cihazına bıraktı, İHA ve SİHA ‘lar devreye girdi, bu konuda mesafe alınmaya çalıştı. Türkiye'nin savunma sanayine de önceki yıllara göre ciddi kaynak ayırdığını belirtmemiz gerekiyor. 

Sonuçta böylesine mucizelere ihtiyaç duyulması aslında gelinen durumun kritikliğine işaret ediyor. Borca dayalı 18 yıllık hikâyenin sonuna geldik, otokrasiyi ayakta tutacak miktarda yeni borç da gelmiyor, müjde öncesi insanlar bir hevese kapıldılar, “acaba Çin’den 50-100 milyar Dolar borç mu gelecek? Çin Kanal İstanbul’u mu yapacak? Çin’le 5 milyar dolarlık SWAP var, bu 15 milyar dolara mı çıkacak?” Yani, sıkışmış bunalmış topluma bir şekilde yeni sunumlar gerekiyor, çünkü borca dayalı iktisadi ve siyasal sürecin sonuna geldik, bunun sonucunda yoksulların itaatkarlığın azalıyor. Müjdeler, mucizeler gerekiyor. İcra iflas ‘hukukunda ipoteğin fekki’ diye kavram vardır, ipoteğin kaldırılması demektir. Yoksullar ve dar gelirliler üzerine konulan ipoteğin kaldırılma zamanı mı? Yani buna biz ne diyebiliriz? Demokratikleşme arifesi mi? Çünkü bu destek azalıyor iktidara karşı. Bu süreç rejim transferine kadar gidebilir mi? Yeni bir rejim, parlamenter sisteme dayalı demokratik bir rejimin inşası mümkün mü? Bütün bunlar aslında masada, ama muhalefet olayı becerene … Erdoğan’ın muhalefette söylediği bir söz vardı yıllar önce “böyle muhalefet Allah’ın bir lütfu” diyordu. 10 milyona yakın geniş tanımlı baktığınızda bir işsizlik ordusu var, salgın ortamındasınız, borçlarınız tavan yapmış, kapının önünde alacaklılar birikmiş vaziyette, bankacılık sisteminiz zor durumda. O zaman sizin gerçekten bazı mucizelere ihtiyacınız var demektir. 

Bazen siyasetin normal gittiği zaman da siyaset mucizeler ve müjdeler üretir. Bülent Ecevit anlatmıştı bana, 74’te MSP-CHP koalisyon hükümeti döneminde, başbakanlığa gelmiş, gazeteleri bir açmış, Erbakan’ın bir demeci var “100 bin top, 100 bin tank yapacağız!” diye. Başbakan ama bundan haberi yok, Erbakan da başbakan yardımcısı. Tabii böyle bir durumda insanın midesine bir şey saplanır herhalde. Koşturmuş Erbakan’ın yanına “Sayın Erbakan bu demeciniz nedir?” o demiş ki “efendim bu zaman zaman siyaseten temenni anlamında söylenen sözlerdendir”. O zaman da bir petrol bunalımı yaşanıyordu, birinci petrol bunalımı. Biliyorsunuz 1970’lerde iki petrol bunalımı tüm dengeleri alt üst etmişti, Türkiye de büyük ölçüde etkilenmişti.

 Biz enerji fakiriyiz, enerji züğürdüyüz, dövizde de züğürt vaziyete gelmiş durumdayız. Aslında otokrasi sallanıyor, dayanamaz bir pozisyonda. Ayrıca Libya’da, Irak’ta, Suriye’de, doğu Akdeniz’de yaşanan bir yığın olumsuz durum var. Bu ekonomik buhran içerisinde mucizeler beklenmesine yol açıyor. Yaşanan bir ekonomik iflas var, buradan çıkış bu kadrolarla olmuyor, bu rejimle olmuyor. Son bir soru: bu yapı seçimlere kadar taşıyabilir mi Türkiye’yi? Pek kolay gözükmüyor yeni mucizelerde yetmiyor. Milyonlarca insanın işsiz olduğu bir ülkede, gerçek anlamda ispatlanmamış doğalgaz keşfi nedir ki? Ayrıca iklimle ve depremle bağlantısı hiç konuşulmuyor. 99 depreminde ve sonrasında orada sismik ölçüm yapılmış mı? Bunlar da çok önemli, vaktin herhalde sonuna yaklaştık mı?

ÖÖ: Hatta doldurduk, geçtik bile.

AB: İktisadi ve siyasal vaziyetle müjdeler arasındaki ilişkinin kurarak bakmak gereklidir. Otokrasinin borca dayandığı bir ülke zayıf bir otokrasi demektir aslında. Tam teşekküllü otokrasimiz 2 yılını doldurdu. Geriye doğru baktın mı 2016 desen 4 yıllık, borca dayalı otokrasinin sürmesi yanlış ve eksik muhalefetin sonucudur. İklim konusu dahil yanlış oluşturulan muhalefet stratejisi, pek çok konuda yanlışlarla otokrasinin devamını sağladı. O yüzden biz bu mikrofonlarda izleyicilerimize, Gezi’den bu yana olabildiğince Türkiye’deki demokrasiden yana güçlerin ittifakından söz ettik. Eğer bu ittifak zamanında kurulabilseydi, kurulabilse durum farklı olabilirdi. İttifakın sonucunda cillop gibi bir demokrasi çıkar mı? Ondan çok emin olmamakla birlikte en azından bugünkü yürümeyen otokratik süreçten Türkiye’nin nefes alması mümkün olabilir diyerek kapatalım programı.

ÖÖ: Peki çok teşekkür ederiz Ali bey. Haftaya görüşmek üzere. 

AB: Görüşmek üzere, sağ olun!

CT: Görüşmek üzere Ali bey. Kendinize iyi bakın!

AB: Hoşça kalın!