Koronavirüs derin eşitsizliği ABD’nin yüzüne çarpıyor

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

New Yorklular, birkaç saniye sonra bile olabilecek ölümü hiç düşünmezlerdi. Şimdi inkâr edilemeyecek kadar yaklaşan ölüm öç alır gibi New York'un çaresiz saçlarına, nehirlerine, gözyaşlarına yapışıyor.

(Zahide Can'ın bu yazısı T24 internet gazetesinden alınmıştır.)

Bugün 3 Nisan Cuma, New York'un en hüzünlü günü, diye başlamak doğru mu bilmiyorum. Yarının daha hüzünlü olacağı bugünden belli. 3 Nisan'da 24 saat içinde 562 kişi olan günlük ölü sayısı 8 Nisan'da 779'a yükseldi. 9 Nisan'da New York'ta giderek artan ölülerin yası için bayraklar yarıya indirildi.

6 Nisan Salı günü, New York Belediye Meclisi üyesi Mark Levine, korona kurbanlarının, geçici bir süre için New York parklarına gömülmek zorunda kalınabileceğini söyledi. "Biliyorum bu New Yorklulara çok acı veriyor, ancak cesetleri sokaklardan toplamamak için buna mecburuz" diye ilave ediyor. 7 Nisan tarihinde Belediye Başkanı, bu sözlerin yarattığı çaresizlik karşısında şimdilik böyle bir uygulamaya ihtiyaç olmadığını söyleyerek herkesi teskin etmeye çalıştı.

Hepimizin cep telefonuna tüm sağlık personelini göreve çağıran uyarı mesajları geldi. New York Belediye Başkanı önümüzdeki bir ay içinde 45 bin ilave sağlık personeline ihtiyaç duyulacağını söylerken, New York Valisi, "Burada bir yangın var, bu yangını tek başımıza söndürmemiz mümkün değil, yardım edin" diye Amerikalılara çağrıda bulundu.

New Yorklular, sevdiklerini, komşularını, işlerini kaybediyor. Brooklyn'de aktörlük ve öğretmenlik yapan Lauren, tek odalık evinin kirasını ödeyemiyor.

Trump, bir hafta önce, "12 Nisan'da hep birlikte kol kola kiliseleri dolduralım" derken, şimdi "Çok kötü şeyler olacak" diyebiliyor. Bir hafta içinde umuttan çaresizliğe sürüklenmek kolay olmuyor. Trump, her gün düzenlediği basın toplantılarının popülaritesini arttırdığının farkında olsa da koronadan sıkılmış gibi. Bir muhabirin kasım ayında gerçekleştirilecek başkanlık seçimleri hakkındaki sorusunu uzun uzun yanıtlarken, "Sleepy Biden" diye hitap ettiği Demokrat Parti Başkan adayı Joe Biden'a Obama'nın henüz destek açıklamasında bulunmadığını (Obama başından itibaren başkanlık yarışı devam ederken herhangi bir adayı desteklemeyeceğini söylemişti), bunun bir nedeninin olması gerektiğine işaret ediyor, Obama'nın kendisini dört yıldır hiç aramadığından yakınıyor. Trump'ın "Biz dünyanın en güçlü ülkesiyiz, bütün sınamaların üstesinden geliriz" sözleri havada asılı kalıyor.

New Yorklu olmak bir prestij ve ayrıcalık iken şimdi herkes New Yorklulardan kaçıyor. Florida Valisi, "Bize virüsü onlar getirdi" diyor.

30 dolara maske bulamayan hastaneler, yaşlılıkla büyüyen yalnızlıklar

New Yorklular, hayatta kalabilmek için ne yapılıp ne yapılmayacağını bilmiyor. Maske takmak 4 Nisan tarihine kadar hem gereksiz hem de riskli iken, şimdi yüzünüzü herhangi bir şeyle mutlaka kapatın deniyor. Dünyanın en zengin ülkesinde ön cephede savaşan doktorların ve diğer sağlık personelinin maskesiz ya da defalarca kullanılmış maske ile çalışmak zorunda kalmaları New Yorkluları utandırıyor. "Doktorlarımıza ihanet edemeyiz" diyerek yüzlerini maske yerine atkı ya da bandana ile kapatıyorlar.

Televizyonlarda, sütyenlerden, elektrik süpürgesi torbalarından maske yapımı için tarifler veriliyor. Maske için sadece bir bez parçası ve saçı bağlayan iki lastiğe ihtiyaç olduğu öğreniliyor. Maskeler hakkında yapılan özel yayınlarda, dünyadaki maskelerin yüzde 80'inin Çin'de üretilmekte olduğunu öğrenen New Yorklular, Çin maskelerinin koronalı olup olmadığını bilmek istiyor. Daha önce 75 cent olan maskeleri serbest piyasa koşullarından vazgeçilemediği için hastaneler 30 dolar ödemeye razı olsalar da bulamıyorlar.

New York'ta bir blok içinde yan yana veya karşılıklı faaliyet gösteren sayıları 4 bin civarındaki manikür pedikür mekânlarında, İngilizce bilmeyen, çok farklı diller konuşan binlerce yasal/yasal olmayan göçmen kadın New Yorklu erkeklere ve kadınlara hizmet eder. Sigortasız çalışan göçmenlerin tek gelir kaynakları ise aldıkları bahşişlerdir. Şimdi bu kadınların hepsi işsiz ve parasız kaldı.

Buraların en baş müşterisi yaşlı kadınlardır. Zengin mahallelerde yaşayan yaşlı kadınlar, sabah işe, okula gidenleri bekledikten sonra yavaş yavaş sokaklara çıkarlar. Sırtları ve boyunları eğik bazı yaşlı kadınlar adımlarını sürüyerek berbere, manikür/pedikür dükkânlarına çoğu zaman birkaç kelime konuşmak için gelirler. Yaşlı kadınların, ağrıyan kolları saçlarının arkasını taramaya müsaade etmediği için saçlarının önü taranmış ve boyalı, arkası dağınık ve beyaz olur. Yaşlılar alışveriş arabalarını yalnızlıkları gibi sürüklüyor. Onları gördüğümde 'yalnızlık yaşlılıkla büyüyor' diye düşünüyorum.

Uzun yaşamak konusunda iddialı olan bu ülke Alzheimer'lı ciddi bir nüfus barındırıyor. 80-90 yaşları arasında her iki kişiden birinin Alzheimer hastası olduğunu gösteren istatistikler var. Tekerlekli sandalyelerde ağırlığını taşıyamadığı için kafaları geriye düşmüş yaşlılar bakıcılarıyla iyi havalarda korona öncesi daha görünür olurdu. Bazen mağazalarda bakıcıları alışveriş yaparken Alzheimer'lı yaşlıları tekerlekli sandalyelerde cansız bir beden gibi otururken görür, hemen bakışlarımı uzaklaştırırdım. Nereden geldiklerini bilmedikleri gibi nereye gideceklerini bilmeyen yaşlıları merak ediyorum.

Genç/yaşlı, erkek/kadın sürekli kuaföre gitmeye alışmış New Yorklular, uzayan saçları, sakalları ve tırnaklarıyla baş başa kalınca, televizyon programlarından, dergilerden, evde saç kesme teknikleri öğreniyorlar. Elbiselere, köpeklere dezenfektan sıkılmaması, temizlik maddelerinin yanlış kullanımının ölüme sebep olabileceği uyarıları yapılıyor.

Her şeyin en bol olduğu bu şehirde, şimdi insanlar marketlerin önündeki uzun kuyruklarda endişe içinde bekliyorlar. Oysa New Yorklular, kuyrukta beklemeyi severler. Yaz, kış sinemaların, tiyatroların, ucuzluk yapan mağazaların, rezervasyon almayan lokantaların önünde mutlu ve sabırlı bir şekilde bağıra çağıra konuşarak beklerler. Dünyanın hiçbir yerinde şahit olmadığım bir şekilde, bilet alacak olanlarla birlikte bileti olanlar da sinemalara, müzikallere, tiyatrolara girmek için bir kuyrukta bekler. Kuyrukta bekleyerek zahmete katlanmak, yiyeceğin yemeği, izleyeceğin müzikali daha kıymetli kılar. 

New Yorkluların aşırı süpermarket alışverişleri engellenemiyor. "Burası Wuhan değil herhangi bir kıtlık olmayacak, bütün marketi satın almayın, düşük gelirli insanların da alışveriş yapmasına imkân tanıyın" çağrılarına kimse kulak asmıyor. Şimdi dondurucularda veya mutfak dolaplarının en dibinde unuttuğunuz malzemeleri kullanmak için en iyi zaman, diye hatırlatmalarda bulunuluyor.

New York'un sırları ortaya saçılıyor

Başlangıçta korona, ırk, din, etnik köken, ülke ayrımı yapmaksızın herkesi etkiliyor, diye anlatılıyordu. 8 Nisan Çarşamba günü yayımlanan istatistikler, belirli bir tercih yapmayan koronanın büyük ölçüde Amerika'nın en savunmasız, en kırılgan kalabalıklarını etkilediğini ortaya koydu. 

Korona, Brooklyn, Queens gibi geleneksel işçi sınıfı ve göçmenlerin, Bronx gibi daha çok yoksul Afro-Amerikalıların yaşadığı yerleri vuruyor. Korona, yoksul, sağlık sigortasız, iyi beslenemeyen, kalabalık evlerde birkaç kuşak birlikte yaşamak zorunda kalan Hispanikleri ve Afro-Amerikalıları öldürüyor. Korona herkese eşit davranmıyor.

New York Belediye Başkanı, her sabah gerçekleştirdiği basın toplantısındaki ısrarlı sorular karşısında, koronanın (yoksul diyemediği için) daha çok düşük, dar gelirli insanların hastalığı hâline dönüşmekte olduğunu kabul etti. Korona, bölgeler/ilçeler, ırklar, zenginler/yoksullar arasındaki uçurumu, derin eşitsizliği Amerika'nın yüzüne çarpıyor. "Bu savaşta beraberiz, kolektif bir çabayla bu savaşı kazanacağız" sözleri salgın bir hastalık sırasında bazıları evde, bazıları sokakta çalışmak zorunda iken anlamsızlaşıyor.

Beyaz Saray'ın Görev Gücü'nde Korona Koordinatör'ü olarak görev yapan Dr. Deborah Birx'in, "Mümkünse önümüzdeki iki hafta süpermarkete, eczaneye dahi gitmeyin" uyarısı, fabrikalarda, Amazon depolarında, süpermarketlerde çalışanları, sipariş dağıtıcılarını hiçe sayıyor. Korona, sosyal mesafenlendirme ayrılacığına sahip olamayan insanları alıp götürüyor.

New York Valisi Coumo, 8 Nisan tarihinde çok sayıda süpermarket çalışanının öldüğünü söyledi.

Daha fazla ceset sığdırabilmek için frigorifik TIR'lara raflar yapılıyor

Bu şehirde düşük gelirli 1,5 milyon insan hâlâ metrolarda seyahat ediyor. New York Belediye Başkanı son iki hafta içinde Amerika'da işsizlik başvurusunda bulunan 10 milyonun 1 milyonunun New Yorklu olduğunu açıkladı. Yasal oturma ve çalışma iznine sahip olmayan 500 bin insan 2 trilyon dolarlık kurtarma paketinden yararlanamıyor.

New York'ta 22 özel hastane hizmet verirken, kamu hastanelerinin sayısı ise sadece 11. New York'un yoksul bir semtindeki 75 hasta kapasiteli kamu hastanesinde çoğu kritik durumda 300 kişi olduğu haberleri başları öne eğdiriyor.

Queens'teki Elmhurst kamu hastanesi koronalı olmayan bütün hastaları diğer kamu hastanelerine transfer ediyor. New Yorkluların gözü önünde, frigorifik TIR'lar, morglarda yer olmadığından cesetlerin muhafazası için bu hastanenin kapısında bekliyor. TIR'ların içine cesetleri sığdırabilmek için raflar inşa ediliyor.

Koronaya yakalanan 73 yaşındaki Maria Corea'nın akıbetini oğlu Julian Escobar, The New York Times gazetesinin yardımıyla 10 gün sonra öğrenebiliyor. Eşini de korona nedeniyle kaybetmiş olan Julian, Queens'teki Jamaica hastanesine ambulansla götürülmüş olduğunu bildiği annesini bulmak için defalarca hastaneye başvursa da kayıtlarda annesinin adına rastlanmıyor. Yapılan araştırmalar sonucunda Maria Corea'nın hastaneye kaldırıldığı gün olan 30 Mart tarihinde ölmüş olduğu ve hastanenin morgunda oğlunun ismiyle yatmakta olduğu ortaya çıkıyor.

New York US OPEN, tenis kortları, parkları, fuar yerleri ve hastane kafeteryalarıyla kocaman bir hastaneye dönüşüyor. Tüm kamu hastaneleri kuşatma altında olduğu için kayıtlar düzgün tutulamıyor.

Harlem Hastanesi çalışanları, koruyucu malzemeleri olmadığı için isyan ediyor, kendilerini korumak için üstlerine çöp torbaları geçiyor. Kamu hastaneleri muharebe meydanlarına dönüşüyor. Hastanelerin perişan haline ait video ve resimler ortaya çıktıkça, hastane yöneticileri sağlık personeline sosyal medyayı sorumlu kullanmaları için uyarıda bulunuyor. Brooklyn Hastanesi yoğun bakım bölümü başkan yardımcısı Doktor Antonio Mendez'in annesi de korona nedeniyle yoğun bakımda yatıyor.

New Yorklular, bu gördüklerimiz bir filmin asitli bir sahnesinden başka bir şey olamaz, diye düşünüyor. 

Bu şehirde yoksul ailelerinin sayıları 1,1 milyona ulaşan çocuklarına, okullarda iki öğün yemek verilirdi. Şimdi bu çocukları ve ailelerini doyurmak için belediyeye ait mutfaklar hizmet veriyor. Bu sayının yeterli olmadığını kabul eden New York Belediye Başkanı, büyük çapta bir açlığın ortaya çıkma ihtimalinden korktuğunu söylüyor.

İnternet üzerinden yapılan eğitime, düşük gelirli ailelerin çocukları katılamıyor. Özel okul öğrencilerinin derslere katımı yüzde 100 iken yoksul ailelerin çocukları için bu oran yarı yarıya düşüyor. Bu şehirde sadece evsizlerin barınaklarında 100 bin çocuk aileleriyle birlikte yaşıyor. Belediye, yoksul ailelerinin çocukları için tablet dağıtsa da, Manhattan'daki Landmark Lisesi öğrencisi Titilayo Aluko, Bronx'daki evlerinde internet bağlantısı olmadığı için dersleri takip edemiyor.

Münih’te yaşayan bir arkadaşım, Amerika dışardan bir "failed state" gibi görünüyor, diyor.

Yüksek ideallerden dem vurmayı seven New Yorklular, gök gürlemesi gibi sarsıcı şekilde ortaya çıkan sırlarına artık sırtlarını dönemiyorlar. Times Square, bütün neon ışıklarını yakmaya devam etse bile New York'un büyüsü çözülüyor, yaldızları dökülüyor. 

Her zaman olumlu düşünmeye şartlandırılmış Amerikalılar, bu yeni gerçeklerle yüz yüze kalmanın acısını çekiyor. Eşitsizliğin çok sert dalgalarla karaya vurduğu bu gemi korona sonrası yüzdürebilir mi sorusunun cevabını ise kimse bilmiyor.

Ölümü bilmeyen New York

Ölüm bu şehre çok uzaktaydı. Buralara hiç gelmezdi. New Yorklular, birkaç saniye sonra bile olabilecek ölümü hiç düşünmezlerdi. Şimdi inkâr edilemeyecek kadar yaklaşan ölüm öç alır gibi New York'un çaresiz saçlarına, nehirlerine, gözyaşlarına yapışıyor.

Herkes, her saat ateşini ölçüyor. Hafif bir öksürük bile korkutuyor. Korona New Yorklulara sürekli ölümü hatırlatıyor. New Yorklular, "Diğer tüm salgınlar gibi bu da bitecek, bittiğinde ben sağ kalmış olacak mıyım" diye soruyor. Korona hayaletine yakalanmaktan korkan New Yorklular ruhu zedelenmiş bir insan deliliğine doğru sürükleniyor.

Hayatlarından, geleceklerinden endişe eden New Yorklulara, şimdiye kadar stresten uzak durun, diye ders veren uzmanlar, stres sizin arkadaşınız olabilir, stresi kabul edenler daha uzun yaşıyor, gibi nasihatler veriyorlar.

"Bugün kaybettiklerimiz" başlığı altında, 69 yaşındaki gitarist ve şarkı sözü yazarı Allan Merril'in, 83 yaşındaki caz piyanisti Mike Longo'nun, 61 yaşındaki folk şarkıcısı Joe Diffie'nin, 59 yaşındaki caz trompetçisi Wallace Roney'in, 73 yaşındaki şarkı sözü yazarı ve geçen yıl Grammy ödülü alan folk şarkıcısı John Brine'ın ölüm haberleri, yüzlerce ölüm ilanlarıyla gazetelerin iç sayfalarında gizlenmek istercesine yer alıyor. Bunlar koronadan ölenler. Bruce Springsteen, "Amerika hazinesini kaybediyor" diyor.

İki kere New York Maratonu'nu tamamlamış 44 yaşındaki David Lat'ın solunum cihazı sayesinde 20 gün sonra hastaneden taburcu edildiği gibi yaşama dönüş haberleri sevinçle karşılanıyor. New York Belediye Başkanı'nın, ellerinde bir iki günü karşılayacak solunum cihazı olduğu sözlerini kimse hatırlamak istemiyor.

Instagram fotoğraflarının beğenip beğenilmediği New Yorkluların umurunda değil. Twitter'dan çok, test kitlerinin, solunum cihazlarının sayılarıyla ilgileniyorlar. Kimse birbirine köpek, kedi resmi, şarkı ya da yemek tarifi göndermiyor.

Bill Whithers'ın öldüğünü 3 Mart tarihinde öğreniyoruz. Herkes birbirine "Korona'dan ölmemiş" diyor. New Yorklular "Whithers"ın "Lean On Me" şarkısını, bu karanlık gündüzlerde ruhlarının en derininden hep birlikte söylüyor.

New Yorklular ölüm nedenini anlamak için ölüm ilanlarını dikkatlice okuyor. Ölümün suçlusu korona değilse derin bir nefes alıp, ölüm ilanları verilmeyen binlerce insanın da acısını çekiyor. Yoksulların adı hiç bilinmiyor. İngilizce bilmeyen göçmen hastaları tedavi eden doktor ve hemşireler, hastaların aileleriyle iletişim kurabilmek için tercüman kullanmak zorunda kalıyor. Zengin, yoksul herkes sevdiklerine iPad veya akıllı telefonlarla veda ediyor. "I love you" artık sanki sadece vedalaşmak için söylenir oldu.

New York'ta her yıl en başarılı doktor, en başarılı avukat, kısacası her şeyin en başarılısını gösteren listeler yayınlanır. Zengin New Yorklular hastane ya da avukat tercihlerini bu şöhret sıralamasına göre yaparlar. Yoksullar ise bu listelerden haberdar bile değildir. Şimdi zengin New Yorklular, meşhur doktorların peşinde koşmuyor, yalnızca, hastanelerdeki solunum cihazlarının sayılarıyla ilgileniyor. Tüm hastanelerde tüm doktorlar aynı tedaviyi yapıyor. Korona, doktorları da hastaneleri de eşitliyor.

New York zifiri karanlık

Dünya ışıklarını geride bıraktı, New Yorkluları unuttu gibi duruyor.

New Yorklular sevdiklerine veda edemediği gibi cenaze merasimlerinde aileleriyle, sevdikleriyle birlikte yas tutamıyor. Herkes matemiyle yalnız kalıyor. Ölenler yalnız başlarına, sevdiklerine son sözlerini söylemeden veda ediyor. New Yorklular, yoksul hastanelere, tablet bilgisayarlar hediye ediyor.

Korona, "yaşama, özgürlük, mutluluğu arama ve birlikte yas tutma" hakkını da hiçe sayıyor. Korku da korona gibi hızla yayılıyor.

New Yorklular koşmaya devam ediyor. Her gün biraz daha titreyerek, kararsız ve şaşkınlık içinde koşuyorlar. Koşanlar sanki adımlarını atmadan önce duruyor. Sinsi korona New Yorklulardan daha hızlı koşuyor. New York donmuş gibi bize bakıyor.