“Sorun küresel, tedbir ulusal”: Ülkeler ve uluslararası örgütler neden bir araya gelip küresel tedbirlere başvurmuyor?

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin köşelerinden Ekonomi Politik'te Ali Bilge gündeme dair görüşlerini paylaştı.

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey!

Ali Bilge: Günaydın Ömer Bey! Özdeş merhaba!

Özdeş Özbay: Merhaba!

ÖM: Ben evden bağlanıyorum, bir süre bunu yapacağız, Özdeş stüdyoda, yolumuza devam etmeye çalışıyoruz özel şartlar altında.

AB: Dünyanın zenginleri tedbir amaçlı olarak yaşadıkları şehirlerden virüsün olmadığı diye düşündükleri yerlere tarifeli uçaklarla gitmek istemiyorlarmış, bu nedenle 12 kişilik jetlerin kiraları, fiyatları artmış. Çünkü onlar, özel adalarına, dağların zirvelerindeki konaklarına gitmek için özel jetler kiralıyorlarmış. Alınan tedbirlerde sınıflara göre, kastlara göre oluyor..

ÖM: Bu konuda ben de ilavede bulunayım, uzatmalı olarak adalarda özel villalarında oturuyorlarmış, benim de öğrendiğim habere göre maalesef hayatları biraz zorlaşabilir diyorlar. Çünkü hayatlarında ilk defa olarak uzunca bir süre mesala 12 gün boyunca karıları ya da kocalarıyla beraber yaşamak zorunda kalacaklar ve bu onlar için yepyeni bir deney olacak ve çok trajik olabilir diye de yorumlar var.

AB: Bakın o tarafı önemli! 140 bin dolara çıkmış New York - Londra seferlerindeki 12 kişilik jet kiraları.

ÖM: “A evde bir kadın var, ne yapacağım ben bununla?” diye düşünen zengin erkekler ya da tersi!

AB: Durum vahim zenginler için de. Salgın bir anda çok önemli meseleleri unutturdu, gölgede kalan konulara başlık olarak değinip asıl meseleye girelim. Geçtiğimiz günlerde Moskova hezimetini konuşuyorduk, Suriye savaşını konuşuyorduk, Libya’yı konuşuyorduk, Türkiye’nin savaş cephelerini konuşuyorduk, Osman Kavala’yı konuşuyorduk, Oda TV’yi konuşuyorduk, Demirtaş’ı konuşuyorduk, AİHM’i konuşuyorduk, bütün bu sorunların üstünü korona örtmüş durumda maalesef. Dünyanın ve ülkenin vahim sorunlarının üstüne salgın gelmiş durumda.

Benim tüm salgın hengamesi içinde dikkat çekmek istediğim mesele şu, bütün dünya liderleri, uluslararası kuruluşlar, Dünya Sağlık Örgütü küresel bir salgın olduğunu, sorunun küresel olduğunu iddia ediyorlar, ki doğru, ancak aynı liderlere göre “ sorun küresel ama tedbirler küresel değil, ulusal!

Ülke liderlerinin sözlerine ve aldıkları tedbirlere baktığımızda sorunun küresel olduğunu ancak tedbirlerin küresel değil, ulusal olduğunu görüyoruz. Neden tedbirler, küresel değil..!

Gezegen çapında bir sorunla karşı karşıyayız, enternasyonal bir sorun, bu sorunun çözümünde sadece ulusal çerçeveden bakmak başlı başına yanlış bir vaziyet almak demektir. Bu yaklaşım, ülkelerin iklim meselesine bakışlarını bana hatırlatıyor. Gezegen iklim yıkımı yaşıyor, ancak ülkeler birlikte hareket edip yıkımı önlemeye çalışmıyorlar. Aynı durum korona felaketinde de söz konusu. İklim krizinde olduğu gibi koronavirüsünde de ortak hareket edilmiyor.

Küresel bir salgın karşısında ulusalcı refleks vermek, ulusçu, milliyetçi refleks vermek, akıl alacak gibi değil.. Bu yaklaşım insanlığın içinde bulunduğu tehlikeyi göstermesi açısından çok vahim. Tedbirlere ulusal yaklaşmak, insanlığın bütünüyle paylaşmamak, küresel refleks geliştirmekten sakınmak, bu kafa, bu mantık, bu bencillik, virüs kadar tehlikeli bir duruma da işaret ediyor.

Bütün ekonomikler, yaşam, insanlık alt üst oluyor. Bakın uluslararası kuruluşlar ne kadar çaresizlik içinde, G20 sanıyorum bugün toplanıyor, G20’nin çok büyük bir fonksiyonu olmaz, ülkeler ve uluslararası örgütler neden bir araya gelip küresel tedbirlere başvurmuyorlar? Bugün öncelikle altını çizmek istediğim husus bu

Panik var, şaşkınlık var, çaresizlik var, bir de büyük ülkelerin güçsüzlük isteği var, böyle bir felaket karşısında ortak bir refleks geliştirmeyi düşünmeyip, ulusal bir refleksle felaketi karşılamak, panik, çaresizlik, yetersizlik, içinde olmak..!

Bu durum bana yakın geçmişte yaşadığımız bir felaketi hatırlattı. 2004’te Asya’da bir deprem ve arkasından bir tsunami olmuştu, 300 binin üzerinde insan ölmüştü. O zaman bir baktık ki, aslında tsunami için 50-100 milyon Dolar harcanarak yapılması mümkün olan erken uyarı sistemlerine felaketi yaşayan ülkeler sahip olsaydı, ya da sahip olan devletler sistemlerini paylaşsaydı, bu kadar ölüm olmazdı. Deprem ve tsunami yaşayan ülkeler yoksul ülkelerdi, teknolojik imkanları olmayan ülkelerdi, uyduları ve erken uyarı sistemleri yoktu. Oysa dünyanın zenginlerinde erken uyarı sistemleri vardı. Aslında, bu kadar insan ölmeyebilirdi diye altı çizmiştim, o zamanki yayınlarda.

Gezegenin karşılaştığı afetlere, iklim yıkımına, küresel ısınmaya, yok olmaya karşı, virüs de bir afet, dünya çapında bir salgında bir afettir, neden ortak çözümler aranmıyor, aşı, ilaç geliştirme, salgınla mücadele neden küresel anlamda ortaya konmuyor? Bunun cevabını ortaya koymamız gerekiyor... Neden?  Trump da dahil, bütün liderlerin açıklamalarına bakın, bizim yöneticilerin söylediklerine de bakın, alt alta koyun, “sorun küresel, çözüm ulusal!!

Ayrıca şunun da altını çizmek, vurgulamak gerekiyor. Bu virüs, bu salgın, gezegende otoriter rejimlerin, faşist rejimlerin, demokrasi dışı rejimlerin, milliyetçi ve ulusalcı rejimlerin hakim olduğu döneme denk geldi. Dünyada demokrasi rüzgarlarının değil, faşizm ve otoriter rüzgarların estiği bir dönemde, karşı karşıya kaldığımız bir felaket.

Ortak bir çabayı harekete geçirmesi gereken uluslararası kuruluşların da yetersizliğine şahit oluyoruz. Gezegenini bu derece tehdit eden bir felaketle ortak mücadele araçlarını ve ortak siyaseti geliştirmeleri gerekirdi. Yapılan yanlışlıklar önümüzde duruyor, en büyük örneğini sınavını biraz önce dediğim gibi Güney Asya’da 2004’de yaşadığımız deprem ve tsunami felaketinde görmüştük, ortak refleks geliştirmediğimize şahit olmuştuk, iklim krizine karşı ortak vaziyet alınamaması da, yıllardan beri ilerlemeyen var olma sorunu, gelişmiş kapitalist ülkelerin takoz koyduğu bir durum.

Aslında bir uygarlık sorunuyla da karşı karşıyayız, afetlere virüslere, savaşlara, iklim krizine karşı koymak için ortak mekanizmalara ve anlayışa sahip değiliz. İnsanlığı çok rencide eden, bitiren bir durumla yüz yüzeyiz. Sonuç : Türkiye hükümeti de dahil, yönetimler bunu vurguluyor, “sorun küresel, tedbir ulusal.”

Tabii ki, ulusal tedbirlerinizi alacaksınız ama küresel ortaklaşmalarla bunları yapacaksınız. Teknolojinin her alanda inanılmaz boyutlarda ulaştığı bir zamanda yaşıyoruz. Kıtalar arası füzelerin envai çeşidi üretiliyor, savaşlar ekran üzerinde cereyan ediyor, uzayda askeri üstünlük rekabeti yaşanıyor, hava kuvvetlerinin yanında uzay kuvvetleri oluşturulduğu bir dünyadayız, teknolojinin inanılmaz geliştiği, yapay zekalara mesleklerin emanet edildiği bir dünyada, ortaya çıkan bu virüse karşı ortak bir refleks geliştirilememesinin nedenlerini “kapitalizm ve milliyetçilik “ içerisinde aramak gerekiyor diye düşünüyorum.

 

Gelelim Türkiye ‘ye, memleketin sağlık sistemi berbat bir haldeyken biz bu virüsle karşılaştık, biz ülke sağlık sisteminin altüst olduğu bir dönemde bu salgınla karşı karşıya kaldık. Neo liberal itikadın emirnamelerine göre sağlık kamusal bir alan değildir. 17 yıllık AKP iktidarında ağırlıklı kamusal alan olması gereken, ağırlıklı devletin rol oynaması gereken sağlık, nerdeyse bütünüyle özel sektöre bırakıldı.

Düşünün 20 tane şehir hastanesi yapıldı, yapılıyor, şehir hastaneleri eksenli bir sağlık sistemiyle biz bu salgınla karşılaştık. Şehir hastaneleri, kamu-özel işbirliğine dayalı bu yapı, salgın hastalıklarda nasıl performans gösterebilir? Şehir hastaneleri eksenli bir sistem böyle bir salgını göğüsleyebilecek durumda mıdır? Pek çok hastaneyi de, vatandaşın yakınında bulunan hastaneleri de ortadan kaldırdık ve bunları da çok uzak merkezlere taşıdık, dev kompleksler haline getirdik. Zaten sağlık sistemi sorunlu bir ülkeyiz, devasa sorunlu bir dönemde böylesi salgınla karşı karşıya kaldık.

Ayrıca; afet dönemleri, salgın zamanları ülkelerin sosyal devlet anlayışını, refleksini geliştirdiği, mali ve teknik kaynakların seferber edildiği zamanlardır. Biz şu ana kadar salgınla mücadeleye ne kadar bütçe, fon ayrıldığını bilmiyoruz, açıklanmadı. Türkiye bütçesinden, şirketleri kurtarıyoruz, bankaları kurtarıyoruz, savaşlara para harcıyoruz, yeni vergiler koyuyoruz, oranları artırıyoruz, Suriye’de 3 tane cephemiz var, yollar yapıyoruz Afrin’de, hastaneler yapıyoruz, okullar, fakülteler kuruyoruz, savaşa, topa, füzeye, mermiye para harcıyoruz ama şu ana kadar salgınla ilgili olarak soruyorum, saray hükümeti herhangi bir ek kaynak ilan etti mi? Bu ek kaynağı nasıl kullanacağını söyledi mi?

Hatırlayın, yerel seçimlerden önce hükümet halktan oy almak için tanzim satış yaptı sebze ve meyvede. Dedik ki ”bu böyle olmaz, fiyat kontrolü böyle sağlanmaz, bu bir göz boyamadır, makyajdır .

Esas şimdi bunları yapmak lazım, dezenfektana, kolonyaya, maskeye kadar, salgında geniş toplumsal kesimlerin tüketeceği materyaller, ilaçlar için devletin fiyat kontrolü uygulama zamanıdır. Böyle bir kontrol görüyor musunuz beyler? Böyle bir kontrol yok, toplum sağlığı için bunlar yapılır, devlet böyle olunur, dezenfektan ilaç bulamıyor insanlar, ucuz fiyatla bu tür ürünlere ulaşamıyorlar. Eğer tanzim satış yapacaksan işte böyle afet zamanı yapacaksın..

ÖM: Çok önemli bir nokta.

AB: Ucuza veya bedavaya vereceksin, dağıtacaksın parayla satmayacaksın, fiyatlar uçmuş 30 katına çıkmış! Ayrıca virüse karşı test merkezleri arttırıldı mı? Nerede yapıyoruz biz bu testleri? Kaç liraya yapıyoruz?

Amerika’da 3500 Dolarmış. Orada da durum işler acısı, Amerika sağlık harcamalarına kaynak ayırıyor da 30 milyon kişinin da sağlık sigortası yok.

Biz, yeni virüs tarama merkezleri kurduk mu? Fon ayırdık mı bütçeden? Ne kadar ayırdık? Şunu dedik mi Sağlık Bakanlığı’nın bütçesi 2020 de 100, “biz buna salgın için 30 ekledik” dedik mi? Bu konu parlamentoda görüşüldü mü? Biz ne kadar kaynak ayırıyoruz bu salgınla mücadeleye? Ek bütçe yapılmalı mı? Toplumsal bilgi kanalları nasıl oluşturuldu?

Bilgi kirlenmesi, akıl kirlenmesi el kirlenmesini geçti. Halkın doğru bilgilendirilmesi de devletin asli görevidir. Çöp bilgi denizinde yüzüyoruz.

Biz geçen hafta ne konuştuk? Arap mültecilere TRT Arap’tan Türkiye’den çıkış yolları, haritaları yayınladı devletimiz. Avrupa’ya kaçış yollarını anlattı. TRT’nin bu kadar kanalı var, birini salgın hastalığa tahsis etsenize. Yapılması gereken devlet tedbirleri bunlardır, daha da sayarım, ama zaten sosyal devleti unuttuk, AKP dönemimde nobran devlet olduk, sadaka sosyal devlet oldu, neo liberal bir itikatla, eğitimi ve sağlığı alt üst ettik.

Bakın, gelecek 25 yıl boyunca 20 şehir hastanesine 100 milyar Dolar’ın üzerinde kamu bütçesinden kaynak ayırmayı taahhüt ettik, 140 milyar Dolar taahhüt ettik şehir hastanelerine.

Sorarım, şehir hastaneleri bu salgın konusunda nasıl bir refleks içindedirler? Nasıl bir donanım içindedirler? Zaten olağan zamanlarda bile, bina yığınlarından ibaret olan bu yapılar normal fonksiyonlarını yerine getiremiyorlardı. Türkiye pandemiyle mücadelede edecek bir sağlık altyapısına sahip mi? Türkiye, sağlık sektöründe kamunun ağırlığını ortadan kalkmamasından ötürü, zaten açmazlar içinde bir ülkeydi. Batmış ya da batmak üzere olan özel hastanelerde cabası, bankaların yüzdürdüğü kaç hastane var portföylerinde? Neoliberal itikada göre, artık hasta yok ki, ‘müşteri’ var. Sağlık sistemimizin altüst olduğu bir ortamda bu salgınla karşı karşıyayız.

ÖM: Özellikle orta ve ortanın altındaki kesimleri çok büyük ölçüde vurması tehlikesinden bahseden pek çok yazı var. Mesela daha geçen hafta bizim ele aldığımız bir rapor vardı bir basın toplantısıyla duyuruldu; hapishanelerde kişi başına düşen mahkum sayısı Amerika’dan sonra en yüksek olan dünyada hapishanelerde, feci durumda olan hapishanelerde bir şey yok.

AB: Önlem yok.

ÖM: Korona virüsü dolayısıyla görüşü yasaklamışlar mesela.

AB: Ağzımdan aldınız konuyu, ona gelecektim bende, mesela İran hapishanelerdeki belli bir hükümlüyü serbest bıraktı bildiğim kadarıyla.

ÖM: Siyasileri bırakmadı yalnız.

AB: Bu konuda da bir politikanız olması lazım, kimleri salarsınız salmazsınız onu da belirlemeniz lazım. Salmadıklarınız da nasıl koruyacaksınız? Kapitalist dünyada, neo liberal itikadın hakim olduğu günümüz gezegeninde, insan hiçbir zaman merkezde olmadı. Mesela İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın diyor ki; “üzülerek söylemeliyim ki, ailenizde sevdiğiniz yaşlıları bu dönemde kaybedeceksiniz” gözden çıkarmış vaziyetteler..

ÖÖ: İtalya’da insanların panik halde bu hastanelere akın ettiğinde doktorların mecburen bazı hastaları öncelediğini, bazılarını gözden çıkarmak durumunda kaldığından falan söz ediliyordu.

ÖM: Bir de önemli bir şey daha var, DSÖ daha önceki salgında başarısız olmasına rağmen sonradan ders çıkarıp, Soli Özel de T24’te yazmış “korona virüs salgını Trump’ın yeniden seçilme ihtimaline sert ve belki de öldürücü bir darbe vurdi” başlıklı yazısında şunu söylüyor yani 2DSÖ’nün daha birkaç ay önce popülist politikacılar tarafından kaynakları kesilmekle tehdit ediliyordu ama bu büyük salgın kaydedilmesinde ve bilgi aktarımında, tedavi yöntemlerinin standartlaştırılmasında olağanüstü önemli rol oynadı. Üstelik Amerika neredeyse yarıya yakın şeyi de kesti DSÖ’ye verdiği, yaptığı yardımı da. Elindeki yetersiz kaynaklara rağmen ulusal farklılıklar ve liderler arasındaki bu kakafoniyi sona erdirebilecek yegane güç olarak ortaya çıktı” diyor. Bence ilaveten Soli Özel’in yazdığına ilaveten “toplumsal dayanışma meselesi de ve bu eşitsizlik yani nesiller arasındaki kaynak dağılımı da çok kapsamlı bir biçimde hem siyasi hem de daha ahlaki açıdan çok daha kapsamlı bir şekilde gündemimize girecektir” demiş.

 

AB: Benim bugün ilk altını çizmek istediğim husus, küresel bir soruna ulusal tedbir almak meselesi. İkincisi Türkiye’nin sağlık alt yapısının dökülürken böylesine bir salgınla karşı karşıya kalması.

Üçüncüsü, insanı mı kurtaracağız piyasaları mı kurtaracağız? Salgının neoliberal itikadın totemleri olan bu piyasaları, servetleri, kârları, büyümeyi, ekonomileri nasıl etkileyeceği telaşı içindeyiz. Bugün şu görülüyor ki, özellikle kapitalist dünyanın en başat ülkeleri için piyasalar çok önemli insan faktörü o kadar önemli değil, onlar için ekonomik büyümenin performansı çok daha önemli. “okulları niye kapatmıyorsun?” diye Boris Johnson’a soruyorlar “ekonomik aktivite azalır” diyor . Neoliberal bir perspektiften bakarak bu meselenin üzerine gitmek belirli bir nüfusu gözden çıkartmak, ölmesini istemek anlamına geliyor. Çünkü onlar yangında ilk kurtarılacaklar olarak piyasaları, fonları ve kârları görüyorlar, insanı görmüyorlar. Bununda altını çizmek isterim. Boris Johnson aynen şunu söylüyor “bazı yaşlı sevdiklerimizin de, bu hastalıktan vaktinden önce öleceğini düşünüyorum” diyor “vaka sayısının artması kaçınılmaz” diyor. İçim daralıyor.

Geniş halk kesimlerine, piyasaları, ekonomiyi, sermayeyi kurtarmak çabasıyla çıkış olacağı benimsetiliyor. Adeta, “virüste ölenler gelecekteki büyümenin garantisidir” deniyor, böyle bir bakış açısı da benimsetiliyor. Hatırlayın 40 yıl önce, Margaret Thatcher “toplum diye bir şey yoktur” demişti.

ÖM: Tabii, “alternatif de yoktur, Tina” demişti, “bu piyasa serbestisi, piyasa üstünlüğü dışında herhangi bir yol da yoktur” demişti.

AB: 100 yıl önceki salgın İspanyol virüsü müydü ?

ÖM: Nezlesi.

AB: Evet salgın 1918’de gençleri vurmuştu, çoğunluğu gençti ölenlerin, zaten 1. Dünya Savaşı’nda da milyonlarca insan öldü, 50-100 milyon arasında ölüm olduğu söylenir İspanyol gribi için. Daily Telegraph Gazetesinin bir yazarına göre; “Korana yaşlı nüfusu öldürerek gençlerin önünü açacak!” diyor. Böylesi çıldırmış durumdalar, yaşlıların ölmesi ile verimli bir üretimin önü açılacak, ekonomiye katkı sağlayacak falan, inanılır gibi değil..

 Türkiye salgına girerken zaten paramparça olmuş, dökülen bir ekonomiye sahipti. Merkez Bankası kaynaklarını tükettik, dışarıdan borçlanma imkanları çok ciddi oranda azaldı, yabancı çıkış yaptı. Yabancı gelince ancak bu ülkenin tekerleği döndürülebiliyor, Türkiye ekonomisi tasarrufları düşük bir ekonomi olması nedeniyle dış varlıklara bağlı bir ekonomi. Dolayısıyla bütün bu salgın dünyanın ekonomisini, büyümeyi daha da yavaşlatıyor hem arz yönünde hem talep yönünde, onun içinde gelişmiş ülkeler bol bol nakit pompalıyorlar. Tüm bu gelişmeler Türkiye ekonomisini daha da altüst edecek durumlar.

Şimdi gelelim, “ küresel soruna ulusal tedbir” ne şekilde geliştirildi. Neler ortaya kondu? Bir Bilim Kurulu oluşturuldu, arada vaka sayısı zikrediliyor, el yıkama tedbirleri vbg . Majör önlemleri daha göremedik. Ayrıca umre dönüşü yaşanıyor ki, tam evlere şenlik, son partide 21 bin kişi geliyor. Geçen yıllardaki hac ve umre rakamlarına baktım, yılda yaklaşık 400 bine yakın umre ziyaretçisi, 75 bin de hac ziyaretçisi oluyormuş. Son gelen Umre ziyaretçileri salgının başlamasından sonra gelenler. Hastalık için önemli bir kovan. Bu kesimin virüs kapasitesi yüksel olması muhtemel.. Vaka sayısını ve ölümleri artırabilir. Sadece bu kafilelere bile yeterli hazırlık yapılamadığına tanık oluyoruz. Ayrıca günlük hayata ilişkin geniş yoksul, orta gelirliler için devlet ne tür tedbirler alınıyor? Onları göremiyoruz

ÖM: Ben de bir iki şey ilave edeyim izninizle, bir tanesi bu Haber7.com’un yazarı Esra Elönü’nün babası umreden dönünce hayatını kaybetti “şimdi o araştırılıyor” dendi, yani Habertürk’ün haberine göre Esra Elönü’nün babası emekli imam Şaban Elönü umre dönüşü hemen bir gün sonra İstanbul Gaziosmanpaşa’daki evindeki hayatını kaybetmiş ve bütün mahalle de karantinaya alınmış Yıldız Tabya bölgesi. “İnsanları çöp atmaya bile çıkaramıyorlar” diye Eldeniz adlı kullanıcı Twitter’dan yazmış. Esra Elönü de “babamın aslında ölçüldü ve bir şey yoktur” diyor ama 62 yaşındaki Elönü’nün ölüm nedeni tespit edilemedi korona virüsü yalnız bir anda da 18’e filan çıktı Sağlık Bakanı’nın açıklamasına göre Türkiye’de. En büyük yükseliş oldu, yani bu haberler başladığından beri en büyük yükseliş 5’ten, 6’dan bir den 18’e fırladı bizzat bakanın açıkladığı gibi. Toplam 3500 kişi de tecrit ediliyor bu umre dönüşü. Ben bir de şunu söylemek istiyorum, bu sözünü ettiğiniz neoliberalizmle ilgili olarak, Mike Davis ‘Kapımızdaki Canavar’ kitabında şöyle yazmıştı Asya gribi zamanında daha 15 sene önce “ömür boyu geçerli olan ilaçlara, aşılara, antibiyotikleri, antivirallere ulaşım temel insan hakkı olmalıydı. Bedelsiz herkese ait olmalıydı ve eğer serbest piyasa bunu ucuza üretecek ilaçları yapamıyorsa, böyle bir kapasite ortaya koyamıyorsa o zaman hükümetler ve kâr amaçlı olmayan kuruluşlar sorumluluğu almalıydı bunun imalatı ve dağılımı için. Yoksulların ve yaşlıların ayakta kalması her durumda öncelik taşımalıydı büyük ilaç şirketlerinin amaçlarına. Halbuki Rosch’un adını vererek bizzat Trump yeni basın toplantısı yaptı” diyor. Şunu son olarak ekleyeyim “bugünkü pandemik bu argümanı daha da genişletiyor, ileri götürüyor” diyor Mike Davis, kendisi hem yazar, kent kuramcısı, tarihçi ve aktivist “kapitalist küreselleşme şu anda biyolojik olarak sürdürülemez halde” demiş ilginç bence. Gerçekten bir şey olmadıkça, gerçekten uluslararası bir sağlık, kamu sağlığı alt yapısı olamadığı için bitti bu kapitalist küreselleşme, biyolojik olarak sürdürülemez. Sözünü ettiğim ve sizin de sözünü ettiğiniz “böyle uluslararası bir sağlık alt yapısı hiçbir zaman olamaz, eğer halk hareketleri bu büyük ilaç şirketlerinin ve serbest piyasanın kâr amaçlı sağlık sistemlerinin geçerliliğini yıkamazsa” diye de bitiyor.

AB: Sorun belli, sorunun nasıl alt edileceği de belli, gezegenin bu hale düşmesinin sorumluluğu bugünkü kapitalizmdir, yola nereden çıkarsak çıkalım, bu sonuca varıyoruz; iklim başlıklı çıkıyoruz, sağlık başlıklı çıkıyoruz, savaş başlıklı çıkıyoruz, silah sanayi başlıklı çıkıyoruz, bu sonuca varıyoruz. Bugünkü kapitalizm gezegenin bugünkü sonunu hazırladı, neoliberal küreselleşmenin de sonuna gelindi. Finansal küreselleşme, borç düzeni sürekli kriz üretiyor, reel sektörü finans sektörüne emanet edemiyorsunuz, bu ilişkide anomali yaşanıyor. Böyle bir kapitalizm yaşandı, kapitalizmin bu türünün sonundayız sanki.. Garibanlar ses çıkarmadan bu dönüşüm gerçekleşmesi pek mümkün değil, geniş kitlelerin küresel ortaklaşmalarından, taleplerini ortaya koymalarından, direnmelerinden başka çare yok.

ÖM: Süre biterken bir de siz Deva partisinin şeyine de gittiniz, belki çözüm oradadır yeni partinin, bizim parlamento muhabirimiz olarak

AB: Evet Açık Radyo için izledim partinin tanıtım toplantısını bir otel salonunda, çok kalabalık bir ortamda izledik hocam toplantıyı, hapşırık, tıksırık, benim durumum vahim yani! Bana kalırsa Deva partisi, geciktikleri taktirde, salgın nedeniyle ‘ kuruluş toplantısı düzenlemekte, tanıtım yapmakta zorlanabilirim’ diye düşünmüş olabilir. Kıl payı sıyırdı, yoksa zorlanırdı. CHP kongresinin de önümüzdeki hafta sonu olup olmayacağı belli değil.

Şimdi gelelim Deva ‘ya : memnuniyetsizlere bir parti daha eklendi, süremiz çok az, tespit ettiklerimi kalan zamana sığdırmamız mümkün değil ama yine başlıklar itibariyle söyleyeyim. Sonuçta AKP içinden memnuniyetsiz ikinci parti doğdu, eski yoldaşlarından ikinci parti çıktı. Eski yoldaşlar ama bu yoldaşlar deve dişi gibi yoldaşlar, başbakan yardımcılığı, cumhurbaşkanlığı, başbakanlık yapmışlardan müteşekkil yoldaşlar ayrılıp, yeni partiler kuruyorlar. Memnuniyetsizler bloğuna yeni bir parti daha eklenmiş oldu.

Şunu söyleyeyim; parti programında ve Babacan’ın yaptığı konuşmada, muhafazakar ve milliyetçilik kelimeleri geçmedi. Menderes, Demirel, Özal, Erdoğan kelimeleri de geçmedi, sağcıyız, siyasal İslam da geçmedi, cemaat, tarikat geçmedi. Vurgular demokrasi ve demokratik kelimeleri üzerinden oldu. Kurucular arasında çok yeni isim var, çoğu da birinci ve ikinci dönem AKP bürokrasisinde yer almış bürokrat ve teknokrat kadrolar.

Aslında parti programı bir hükümet icra programı gibi detaylı hazırlanmış, uzmanlık tezi gibi hazırlamaya çalışmışlar, çünkü çoğu gerçekten uzmanlık kimliğiyle tanıdığımız kişiler. Parti kurucularını bilmeden, gözü kapalı olarak baktığınızda, bu programa bir sosyal demokrat program da diyebilirsiniz. Gayet iyi, cici, saygılı bir program! AKP ve liderinin bugünkü haliyle şaşkına dönmüş, mustarip olmuşların kurduğu, medeni, saygılı kişilerin partisi.

Benim baktığım, test ettiğim en önemli husus şu oldu: içinde bulunduğumuz, boğulduğumuz garabet otoriter rejimden, ittifak ve mutabakat arayışıyla çıkış yolu arayan bir insan olarak, “bu konuya bakış açıları nedir “diye izledim.

Bu konuda beni memnun eden yaklaşımlar olduğunu gördüğümü söyleyebilirim. Bir kere “uzlaşmaya açık olacağız” mutabakat kültürüne sahip olacağız, ötekileyici, dışlayıcı olmayacağız diyorlar ve en önemlisi “beka söylemiyle insanları sindirmeyeceğiz” diyorlar. “Ortak akıl, istişare ve uzlaşma kültürüyle politikaları oluşturacağız” vurgusu yapıyorlar. Elbette en fazla vurgu da yolsuzluk üzerine yapıldı. Bu konularda daha fazla konuşuruz ama anadil meselesi önemli.

ÖM: Bunun üzerinde ayrıca durulması lazım.

AB: Evet programa bakıldığında şu haliyle iyi bir program olarak gözüküyor. Yola koyulduklarında daha iyi anlayacağız. Ayrıldıkları parti ve lideri o kadar vahim yollara sapmış vaziyette ki..

ÖM: Özellikle yolsuzluk vurgusunun son derece önemli olduğunu düşünüyorum.

AB: Evet En fazla yolsuzluk vurgusu yapıldı. Bu haliyle düzgün bir program gözüküyor, CHP ile karşılaştırılırsa belki CHP’nin bile ilerisinde bir program olabilir. Çünkü ana dildeki yaklaşımları önemliydi “resmi dilimiz Türkçe olmakla birlikte ana dil taleplerini haklı bir pedagojik gereklilik olarak ele alıyoruz” diyorlar, ana dil hakkını vurguluyorlar. Neyse şimdi burada bırakalım. Küresel salgına ulusal tedbirlere yoğunlaşacağız öyle anlaşılıyor, neler yapılıyor bakacağız.

ÖM: Biz Açık Radyo çapında bölgesel tedbirlerimizi aldık, ben telefondan bağlanarak yapıyorum yayını.

AB: Uçak kiralamak yok mu Ömer Bey, kiralık uçak zamanı şimdi. Nedir ki, bir uçak kirası da 140 bin dolarmış! Ayrıca kalabalık ortamlara, virüslere hep beni sürüyorsunuz, Ankara muhabirliği zordur, üstelik şimdi virüslü zamanlar içindeyiz, her zaman olduğu gibi, durum vahim burada yani!

ÖM: Evet durum vahim.

 

AB: Son olarak bir şey söyleyeceğim, bilgi kirliliğinden kurtulmamız gerekiyor, yapılan yayınların çoğu inanılır gibi değil, doğru yayına ihtiyaç var, Açık Radyo olarak doğru yayın adresiyiz. Ortaya atılan bilgi topluluğunun da sterilizasyonuna ihtiyaç var, evet ellerimizi sabunla yıkıyoruz tamam da, salgın ve virüs hakkındaki ortaya dökülen bilgileri de sabunlamamız gerekiyor! .

ÖM: Selim Badur’la korona virüsü meselesi ilk çıktığında konuşmuştuk, arkasından hemen Altın Saatler’le Gürhan Ertür ve arkadaşları yaptılar, çok aydınlatıcıydı. Bugün kayıt olacak Açık Gazete’nin Açık Bilinç programında Güven Güzeldere ile Selim Badur konuşacak bu konunun en önemli, önde gelen mikrobiyolog isimlerinden ve çalışanlarından biri. Onu da yarın yayınlayacağız. Ayrıca başka şeylerde, Medyaskop gibi yerlerde gene

AB: Bugün de var galiba Gürhan Bey’le Selim Bey’in mülakatı . Onlara da bir selam gönderelim ve programı kapatalım.

AB: İyi yayınlar diliyorum. Özdeş, Robi, Ömer Bey hoşça kalın!

ÖÖ: Çok teşekkürler. Hoşça kalın!